• Sonuç bulunamadı

Patrimonyal bir yapı arz eden Osmanlı İmparatorluğu'nun

247

yönetim düzeni 18.

yüzyılda her ne kadar eski temellerine dayalı bir görüntü sergilese de, uygulamada bazı değişimler kendini göstermektedir.

248

Bu değişimlerin en başta geleni, hiç kuşkusuz, merkezde ve padişahın rolünde görülmektedir. C. Findley'e göre bu dönemde artık, 16.

yüzyılın sonlarından itibaren, seferleri bizzat kumanda ederek ülkeyi yöneten gazi padişahlardan, saray dışına çıkmayan, yönetmekten çok saltanat süren padişahlara ve 1789-1839 arasında tekrar hükmeden, savaşmayan ama yöneten padişahlara geçilen bir dönüşüm yaşanmıştır.

249

Bu dönüşüm, Osmanlı padişahını bitmek bilmeyen saray törenlerinin ve dini ritüellerin sabit, sembolik bir figürü haline getirirken, aynı zamanda, iktidarın sarayın dışına kayışını da tetiklemiştir.

250

Özellikle IV. Mehmed'in yürütme yetkisini Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa'ya devrettiği 1656 yılından itibaren siyasal yönetim paşa kapısından

251

idare olunmaya başlanmıştır.

252

Siyasal yönetimin paşa kapısına kayması, bir yandan imparatorluğun beyni konumunda olan Divân-ı Hümâyûn'un işlevini yitirmesine neden olurken

253

, bir yandan da bürokrasinin gelişmesine olanak sağlayarak, devletin sivilleşme eğilimini güçlendirmiştir.

254

247 Osmanlı İmparatorluğu'nun patrimonyal bir yapı arz etmesi ile ilgili değerlendirmeler için bkz.: Carter V. Findley, Osmanlı İmparatorluğu'nda Bürokratik Reform Babıâli, 1789-1922, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2014, s. 4-5; C. V. Findley, "Siyasi Kültür ve Büyük Haneler", s. 89, 97-102.

248 Yücel Özkaya, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, YKY, İstanbul 2010, s. 15.

249 C. V. Findley, "Siyasi Kültür ve Büyük Haneler", s. 90.

250 Findley, a.g.m., s. 91; D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 80-81.

251 18. yüzyılın sonlarına kadar, paşa sarayı, paşa kapısı, bâb-ı âsafî, sadr-ı âzam kapısı, vezir kapısı ve bazen de sadece kapı denilen sadrı-ı âzam sarayına, I. Abdülhamid döneminden itibaren bâb-ı âlî denilmeye başlanmıştır. Bkz.: İsmail H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, TTK, Ankara 1988, s. 249; Mehmet İpşirli, "Bâbıâli", DİA, c. 4, İstanbul 1991, s. 378.

252 C. V. Findley, "Siyasi Kültür ve Büyük Haneler", s. 101.

253 Siyasal yönetimin paşa kapısına kaymasına paralel olarak imparatorluğun beyni konumundaki Divân-ı Hümâyûn işlevini yitirmeye başlamış ve Divân-ı Hümâyûn'un üstlendiği pek çok görev 18. yüzyılın ortalarından itibaren Bâb-ı Âsafî tarafından üstlenilmiştir. Buna rağmen Divân-ı Hümâyûn, İmparatorluğun yıkılışına kadar varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Bkz.: M. İpşirli, "Bâbıâli", s. 379; Ahmet Mumcu, "Divân-ı Hümâyun", DİA, c. 9, İstanbul 1994, s. 431; Fikret Sarıcaoğlu, "Divân-ı Hümâyûn'un Kronolojik Toplanma ve Merasim Günleri (1153-1210/1740-1795), Osmanlı Araştırmaları Dergisi, S. 30, İstanbul 2007, s. 88.

254 C. V. Findley, "Siyasi Kültür ve Büyük Haneler", s. 94-95.

63

İktidarın sarayın dışına kayması ve gelişen bürokrasiyle imparatorluğun temel siyasi birimleri haline gelen vezir ve paşa kapılarının (hanelerinin) önemleri daha da pekişmiştir.

255

Dolayısıyla devlet makamlarına yapılan atamaların çoğu; artık, idari ve mali becerilerin ehemmiyet kazanması nedeniyle, bu kapılardan olmaya başlamıştır.

256

Bu, imparatorluğun en büyük kapısını oluşturan sultanın kapı halkı

257

için olumsuz bir etki yaratsa da, imparatorluk, bir hanedan politikası olarak yönetici elitler ile saray hareminin kadınları arasında düzenlediği evliliklerle, bu kapıları saraya bağlayarak, kulları üzerindeki otoritesini sürdürmeye devam etmiştir.

258

İktidarın yeniden üretildiği bu süreçte önemleri artan vezir ve paşa kapıları ile diğer büyük haneler (ulema

259

gibi), istihdam, himaye, eğitim olanakları sayesinde yeni seçkinlerin devşirilmesine uygun ortam teşkil ettiğinden, devlete kapılanmak ya da

255 M. Kunt, "kapı"ların Osmanlı siyasal anıtının temel yapı taşı olduğunu belirtmektedir. Bkz.: Metin Kunt,

"Bâb-ı Hümayun ve Diğer 'Kapılar'", Osmanlı Dünyası, Edt.: Christine Woodhead, Alfa Yay., İstanbul 2018, s. 145. E. Toledano'ya göre ise kapılar (haneler), daha önce de var olmakla birlikte, 16. yüzyılın sonundan itibaren imparatorlukta başlayan geniş kapsamlı dönüşümün bir sonucu olarak Osmanlı toplumunda önemli rol oynamaya başlamışlardır. 17. ve 18. yüzyıllarda ise bütün Osmanlı topraklarında temel bağlılık veya ait olma birimi olarak ortaya çıkmışlardır. Bkz.: Ehud R. Toledano, Suskun ve Yokmuşçasına İslâm Ortadoğusu'nda Kölelik Bağları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul 2010, s. 24.

256 Rıfa'at Ali Abou-Elhaj, "The Ottoman Vezir and Paşa Households 1683-1703: A Preliminary Report", The Journal of the American Oriental Society, vol. 94/4, 1974, s. 438; D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 81.

257 Osmanlı toplumunun ana örgütsel birimini oluşturan sultanın kapı halkı ve diğer kapılar hakkında geniş bilgi için bkz.: R. A. Abou-Elhaj, a.g.m., s. 438-447; İ. Metin Kunt, "Devlet, Pâdişâh Kapısı ve Şehzâde Kapıları", Osmanlı Ansiklopedisi, c. 6, İstanbul 1999, s. 34-40; M. Kunt, "Bâb-ı Hümayun ve Diğer 'Kapılar'", s. 145-160; Fatma Müge Göçek, Burjuvazinin Yükselişi ve İmparatorluğun Çöküşü Osmanlı Batılılaşması ve Toplumsal Değişme, Ayraç Yay., Ankara 1999, s. 57-69; Palmira Brummett, "Osmanlıları Akdeniz Dünyasına Yerleştirmek: Ekâbir ve Kapılar Meselesi", Hakim Paradigmaların Ötesinde Rifa'at Abou-El-Haj'a Armağan, Der.: Donald Quataert-Baki Tezcan, Tan Yay., İstanbul 2012, s. 105-124;

Mehmet İpşirli, "Kapı Halkı", DİA, c. 24, İstanbul 2001, s. 343-344; Charles L. Wilkins, "Efendiler, Hizmetkârlar ve Köleler: Erken Osmanlı Halep'inde Kentli İleri Gelenlerin Arasında Kapıların Oluşumu", Osmanlı Dünyası, Edt.: Christine Woodhead, Alfa Yay., İstanbul 2018, s. 377-395.

258 C. V. Findley, "Siyasi Kültür ve Büyük Haneler", s. 95; D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 80-81.

259 M. C. Zilfi, 18. yüzyılın yeni siyasi gerçekliklerinin ulema ile saray arasındaki ilişkiyi pekiştirdiğini, üyelerinin saltanat politikalarına karşı farklı tepkiler vermelerine rağmen bu yüzyılın büyük bir kısmında ulemanın saray ile aynı yönetici bütünün parçaları olduğunu belirtmektedir. Bkz.: Madeline C. Zilfi,

“Osmanlı Uleması”, Türkiye Tarihi 1603-1839 Geç Osmanlı İmparatorluğu, Edt.: Suriaya Faroqhi, Kitap Yayınevi, İstanbul 2011, s. 273.

64

kariyerinde yükselmek isteyenlerin yolu, bunlarla kurulan bağlantılardan geçiyordu.

260

Dolayısıyla bu kapılar etrafında, imparatorluk elitine dönüşen geniş hizip ağları meydana geliyor ve bu geniş hizip ağları, merkezdeki 18. yüzyıl siyasetinin rengini belirliyordu.

261

Her ne kadar "kadınlar saltanatı" denen dönem

262

sona ermiş olsa da, harem, yine aktör olarak bu siyasette başat bir rol oynuyordu.

263

Özellikle sadrazamların makamlarını korumak için ilişkilerine dikkat etmek zorunda kaldıkları valide sultanlar, padişah eşleri, dârü’s-saâde ağası gibi saraydaki güç odakları siyasal yaşam üzerinde baskı oluşturuyordu.

264

Başta yeniçeriler

265

olmak üzere İstanbul kamuoyunun da katıldığı bu sürece, sadrazam, nispeten güçlü ve padişah tarafından desteklenen biriyse karşı koyabiliyordu. Fakat değilse, karşı koyması genellikle pek mümkün olmuyordu. 18.

yüzyılın ortalarına kadar süren bu duruma, yukarıda da değindiğimiz gibi, Koca Ragıb Mehmed Paşa Darüssaade ağasını ortadan kaldırarak son vermiştir.

266

Ancak bu son, sarrafların da kurban gittiği, iktidarı ele geçirmek isteyen hizipler arasındaki çatışmaları siyasi sahneden silememiştir.

267

260 D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 81; S. Faroqhi, "Krizler ve Değişim...", s. 680; K. Barkey, Farklılıklar İmparatorluğu..., s. 276-278.

261 Quataert, a.g.e., s. 81.

262 16. yüzyılın sonlarından itibaren şehzadelerin sancağa çıkarılmaması ve kafes sisteminin getirilmesiyle sarayda yoğunlaşan hanedan yaşamı, hanedanın en büyük üyesi olan valide sultanların ve dolayısıyla haremin nüfuzunu arttırmış ve harem giderek devlet işlerinde etkili olmaya başlamıştır. Sarayda pek çok çekişmeye yol açan bu durum, Köprülü Mehmed Paşa’nın 1656 yılında sadrazam atanmasına kadar sürmüştür. Bundan dolayı, 16. yüzyılın sonlarından 17. yüzyılın ortalarına kadar olan dönem “kadınlar saltanatı” olarak adlandırılmıştır.

Geniş bilgi için bkz.: Leslie P. Pierce, Harem-i Hümayun Osmanlı İmparatorluğu’nda Hükümranlık ve Kadınlar, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2002, s. 121-151; Ali Akyıldız, Haremin Padişahı Valide Sultan Harem'de Hayat ve Teşkilat, Timaş Yay., İstanbul 2017, s. 48-102.

263 D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 80.

264 İ. H. Uzunçarşılı, ...Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, s. 120-121; B. McGowan, “Ayanlar Çağı (1699-1812)”, s. 762.

265 18. yüzyılda yeniçerilerin artık işe yaramaması nedeniyle reayanın paralı asker olarak silah altına alınması imparatorluğun yöneten (askeri)/yönetilen (reaya) sınıfları arasındaki ayrımın giderek yıpranmasına sebep olmuştur. Ayrıca yeniçerilerin giderek şehir halkına karışması, sıradan erkek ve kadınların gelir sağlamak amacıyla yeniçeri ulufe karnelerini satın alıp askeri sınıfa girmeleri bunu daha da pekiştirmiştir. Bkz.: C. V. Findley, "Siyasi Kültür ve Büyük Haneler", s. 94.

266 B. McGowan, “Ayanlar Çağı (1699-1812)”, s. 762; D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 83; E.

Özvar, “Servet ve Güvenlik...”, s. 54.

267 E. Özvar, mali sektörün önemli ajanları olarak nitelendirdiği sarrafların, doğrudan olmamakla birlikte, ellerindeki finans sermayesiyle devlet idaresine müessir olabildiklerini belirtir. Bkz.: Özvar, “a.g.m.”, s. 54.

65

D. Quataert'ın da vurguladığı gibi, merkezdeki iktidar sahiplerinin değişimine koşut olarak 18. yüzyılda, taşranın siyasal yaşamında da önemli dönüşümler görülmektedir.

268

Genel açıdan bu dönemde Osmanlı taşra yönetim birimlerine bakıldığında, tımar sistemi temelinde şekillenmiş olan klasik taşra düzeninde bir sapmanın olmadığı, klasik dönem özelliklerinin devam ettiği gözlenmekle birlikte,

269

yürürlüğe konulan yeni uygulamalar ile mevcut bazı uygulamaların giderek yaygınlaşması, taşradaki merkezi-mutlak yönetim modelini dönüştürmüştür.

Taşrada görülen bu dönüşümlerin en temel olanı, Anadolu'daki pek çok sancağın, İstanbul'daki yüksek rütbeli memurlar ile sınırlardaki büyük kalelerin kumandanlarına arpalık

270

olarak tahsis edilmesidir. 17. yüzyılın başlarından itibaren görülen bu uygulama, 18. yüzyılın olağan görevlendirme ve gelir tahsis etme yolu durumuna gelmiştir. Bunda, büyük oranda sabit kalan eyalet ve sancak sayıları ile, bu döneme gelene kadar, merkezdeki vezir ve paşa sayılarındaki artış etkilidir. Ayrıca vezir ve paşaların has gelirlerinin giderek merkezi hazineye aktarılmasını da buna eklemek gerekir. Dolayısıyla bu dönemde artık her eyaletin valisi bir vezir, sancağı tasarruf eden de bir paşadır. Herhangi bir sancağı, haslarının kaldırılmasına karşılık olarak, arpalık şeklinde tasarruflarına alan bu kişiler, yani mutasarrıflar

271

, genellikle tevcihlerin kısa sürelerle yapılması, katıldıkları savaşlar ve diğer görevleri nedeniyle kendilerine tahsis edilen sancaklarda oturmayıp, yerlerine o bölgenin idaresini üstlenecek adına mütesellim

272

veya müsellim denilen bir görevli atamışlardır.

268 D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 85.

269 Bu dönemde de, tıpkı 16. yüzyılda olduğu gibi, Anadolu'da Anadolu, Karaman, Sivas, Adana, Maraş, Diyarbekir, Erzurum, Trabzon, Çıldır, Van eyaletleri vardır ve bunlar da sancak denilen daha alt düzeyde askeri-idari yönetim birimlerinden oluşmaktadır. Yine kaza denilen adli-idari birimler de mevcuttur. Bkz.:

Ö. Ergenç, "...Taşra Yönetiminin Mâlî Nitelikleri", s. 367-368.

270 Arpalık, Osmanlılarda devlet memurlarına hizmette bulundukları sürece maaşlarına ilaveten ya da görevden ayrıldıktan sonra ise bir çeşit emekli maaşı olarak tahsis edilen gelirin ismidir. Bkz.: Cahit Baltacı,

"Arpalık", DİA, c. 3, İstanbul 1991, s. 392.

271 Mutasarrıf, Osmanlı idari teşkilatında herhangi bir makam, görev ve memuriyeti elinde bulunduran, tasarruf eden kişi anlamında kullanılmıştır. Aynı zamanda, Osmanlı taşra teşkilatında eyalet ve sancakların mülki amiri için kullanılan bir unvandır. 17. ve 18. yüzyıllarda bu unvana sıkça rastlanır. Bkz.: Ali Fuat Örenç, "Mutasarrıf", DİA, c. 31, İstanbul 2006, s. 377-379.

272 Teslim edilen şeyi alan, kabul eden anlamındaki mütesellim kelimesi Osmanlılarda çeşitli idarî görevliler için kullanılmıştır. Beylerbeyinin veya sancak beyinin vekili olarak mütesellim, onlar sefere gittiklerinde veya görev bölgelerine gitmedikleri zamanlarda yerlerine bakan, vergileri toplayan görevlileri

66

Başlangıçta bu mütesellimlerin hepsi, vezir ve paşaların kendi kapılarından olan kişilerden seçilirken, uygulamanın giderek yaygınlaşmasıyla, mütesellimler, yerel unsurlardan atanmaya başlamıştır. Bu, 18. yüzyılda ayanların taşrada öne çıkmalarındaki önemli etkenlerden biridir. Zamanla bu ayan mütesellimler, sancağı üzerine alan merkezdeki yöneticilerden daha güçlü hale gelmişlerdir.

273

Arpalık uygulaması sadece askeri-idari düzende tatbik edilmemiştir. Tıpkı eyalet ve sancak tevcihlerinde olduğu gibi, kaza idaresinde de arpalık usulüyle tayin yoluna gidilmiştir. Kadılar da kendilerine arpalık olarak verilen kazalara gitmeyip, yerlerine

“naib” denilen bir vekil atamış ve bu kazaları onlar aracılığıyla yönetmişlerdir.

274

Sancak ve kazaların arpalık olarak verilmesi, erken dönemlerden itibaren görülen ve bu uygulama ile çok daha sık başvurulan bir pratiğe dönüşen vekâleten yönetimi

275

, 18. yüzyılda taşra yönetiminin karakterinin belirleyici unsurlarından biri haline getirmiştir.

276

Ancak bu tür yetki devri, sadece sancak ve kazaların arpalık verilmesiyle sınırlı değildir. Arpalık

ifade eder. Mütesellimlikle ilgili geniş bilgi için bkz.: Yücel Özkaya, "Mütesellim", DİA, c. 32, İstanbul 2006, s. 203-204; Fatma Şimşek, Anadolu Sancaklarında Mütesellimlik Kurumu (XVIII. Yüzyıl), Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Antalya 2010.

273 C. Baltacı, "Arpalık", s. 392-393; H. İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye..., s. 72-74; Ö. Ergenç, "...Taşra Yönetiminin Mâlî Nitelikleri", s. 370-371; Ö. Ergenç, "'A'yân ve Eşrâf' Diye Anılan Seçkinler Grubunun XVIII. Yüzyılda Osmanlı Toplumundaki Rolü Üzerine", Şehir, Toplum, Devlet Osmanlı Tarihi Yazıları, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2012, s. 397-398; E. Ş. Batmaz, XVIII. Yüzyıldaki Mali Uygulamalar..., s.

143-147; Hülya Taş, XVII. Yüzyılda Ankara, TTK, Ankara 2006, s. 87-88, 93-95. 18. yüzyılda sancakların arpalık olarak tevcihi ile ilgili örnekler için bkz.: Fahameddin Başar, Osmanlı Eyâlet Tevcihâtı (1717-1730), TTK, Ankara 1997; Orhan Kılıç, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devleti'nin İdarî Taksimatı-Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Ceren Matbaacılık, Elazığ 1997.

274 C. Baltacı, "Arpalık", s. 392-393; E. Ş. Batmaz, XVIII. Yüzyıldaki Mali Uygulamalar..., s. 144; Mehmet İpşirli, “Nâib”, DİA, c. 32, İstanbul 2006, s. 312-313.

275 Vekâleten yönetim uygulaması, Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminden, yani 1600’den önceki dönemden gelen bir uygulamadır. O dönemde vali ve beyler eyaletlerde bir göreve atandıklarında genellikle kendileri o bölgeye gidene kadar eyaletin idaresini kendi adlarına resmen devralmak üzere veya yokluklarında bölgeyi yönetmek ve özellikle de has gelirlerini toplamak üzere yerlerine bir vekil atarlardı.

Hatta, kendi eyaletlerinde otursalar bile, tasarrufları altındaki uzak bölgelerdeki gelirlerin toplanması için de vekil görevlendirirlerdi. Görevlendirilen bu kişiler 15. ve 16. yüzyılda subaşı veya voyvoda olarak adlandırılırken 16. yüzyıldan sonra giderek mütesellim olarak tanınmışlardır. Bkz.: H. İnalcık, Devlet-i

‘Aliyye..., s. 73; Y. Özkaya, "Mütesellim", s. 203.

276 Nilüfer Alkan Günay, 18. Yüzyılda Osmanlı Taşra Yönetim Düzeninin Sosyo-Kültürel Yapıya Etkileri (Bursa Örneği), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Bursa 2010, s. 60.

67

uygulamasının yanı sıra, sancakların mali açıdan yönetiminde 18. yüzyılda görülen, yukarıda da değindiğimiz, iltizam ve malikane sisteminde de

277

benzer bir devir söz konusudur.

İltizam sisteminde, kısa süreliğine mukataayı üzerine alan mültezimler, mukataaların bulunduğu bölgelere nadiren gidiyor, bunun yerine mukataayı, üç beş bölüme ayırıp “pare mukataaları” haline getirerek, vergi toplama ayrıcalığını başkalarına devreden sözleşmelerle, “pare mukataacıları” adı verilen ve daha çok yöre halkından olan alt mültezimlere bırakıyorlardı.

278

Yine aynı şekilde, malikane sisteminin yaygınlık kazanmasıyla birlikte, genellikle İstanbul'da oturan ve bürokrasinin farklı katmanlarına mensup malikane sahipleri de, mukataa alanlarına kendileri bizzat gitmeyip, ya mukataa hüküm bölgesinin bir alanı için ya da belirli bir zamanla sınırlayarak, yetkilerini ve mukataaların yönetimini yerel ileri gelenlerden seçtikleri, aracı olarak nitelendirilebilecek temsilcilerine veya ikincil mültezimlere, ki bu mültezimlerin bazıları Hristiyan veya Yahudi olabilirdi

279

, devrediyorlardı.

280

Böylece taşrada birbirlerinin denetimine tabi olmayan, eyalet ve sancak paşalarının karışamadığı, doğrudan merkeze karşı sorumlu örf mensuplarının

281

ve çoğunlukla da onların vekillerinin etkin olduğu

277 18. yüzyılda sancakların mali açıdan yönetiminde üç farklı uygulama görülmektedir. Sancaklar, ya sancakbeylerine tahsis edilen hasları tasarruf etmek üzere, genellikle ümeradan kişilere "ber vech-i arpalık"

olarak, ya mukataaya çevrilip, iltizam yoluyla mültezimlere ihale edilerek, ya da kayd-ı hayat şartıyla malikane biçiminde tasarruf olunmaktadır. Geniş bilgi için bkz.: Ö. Ergenç, "...Taşra Yönetiminin Mâlî Nitelikleri", s. 372.

278 E. Ş. Batmaz, XVIII. Yüzyıldaki Mali Uygulamalar..., s. 103.

279 Özellikle Balkanlarda ve bazı Ege adalarında, kocabaşı olarak adlandırılan Ortodoks ileri gelenler bu tür aracılık rolünü üstleniyorlardı. Kocabaşılar hakkında geniş bilgi için bkz.: Özcan Mert, “XVIII. ve XIX.

Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Kocabaşı Deyimi, Seçimleri ve Kocabaşılık İddiaları”, Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, İstanbul 1995, s. 401-407; DİA, “Kocabaşı”, DİA, c. 26, İstanbul 2002, s. 140-141. M.

Greene, yönetsel ve mali uygulamalarda yapılan değişikliklerin imparatorluğun yeni paydaş arayışı anlamına geldiğini ve kilise seçkinlerinin bu fırsatı değerlendirdiğini belirtmekte, Ortodoks kilisesinin en tepesindeki patriğin de baş mültezim olduğunu vurgulamaktadır. Bkz.: M. Greene, ...Rumlar 1453-1768, s. 202-203.

280 Hülya Taş, "Merkezî Mutlak Yönetim Modeli İçinde Yerel Unsurlar: Ankara Örneği", Selçukludan Cumhuriyete Şehir Yönetimi, Edt.: Erol Özvar-Arif Bilgin, Türk Dünyası Belediyeler Birliği, İstanbul 2008, s. 195; Fikret Adanır, “Balkanlar ve Anadolu’da Yarı Özerk Taşra Güçleri”, Türkiye Tarihi 1603-1839 Geç Osmanlı İmparatorluğu, Edt.: Suriaya Faroqhi, Kitap Yayınevi, İstanbul 2011, s. 203; R. Abou-Elhaj, Modern Devletin Doğası, s. 42.

281 18. yüzyılda dirlik alanlarının hızla miri mukataaya dönüştürülmesi, mültezim veya malikanecilerin klasik kapıkulu mensuplarının yanında bir örf yetkilisi olarak önemlerini giderek pekiştirmiştir. Bkz.: E. Ş.

Batmaz, XVIII. Yüzyıldaki Mali Uygulamalar..., s. 166-167.

68

bir yönetim ortaya çıkıyordu.

282

Bu da, daha önce de vurguladığımız gibi, taşranın ileri gelenlerinin, ayanların yükselişinde temel rol oynuyordu.

283

İltizam, malikane, arpalık gibi uygulamalara bağlı olarak yaygınlaşan vekâleten yönetim sayesinde elde ettikleri mültezimlik, mütesellimlik, voyvodalık gibi görevler doğrultusunda taşra idaresinde daha görünür olan ve bu bağlamda 18. yüzyılın alametifarikasına dönüşen ayanlar

284

, giderek taşrada güç kazanırken, merkezin etkin yönetme gücünde tersi yönde gözle görülür bir düşüş gözlenmektedir.

285

Bunda, vergiyle ilgili gelişmelerin yanı sıra, 18. yüzyılda, imparatorluğun hem iç güvenliğin tesisi hem de savaşlarda sık bir şekilde taşradaki yerel ailelerin desteğine başvurması da etkili olmuştur.

286

Başlangıçta güçleri devlete bağlı olmaktan çok yerel olarak tanınmaya dayanan ayanlar

287

, imparatorluğun kendilerine verdiği yarı resmî statünün yanı sıra, 1726'dan itibaren sancakbeyi, voyvoda, muhassıl, mütesellim vb. önemli görevlere de getirilmişlerdir.

288

Elde ettikleri bu görevler sayesinde biriktirdikleri servetleriyle yüzyılın

282 Ö. Ergenç, "...Taşra Yönetiminin Mâlî Nitelikleri", s. 379.

283 B. McGowen, vergileri tahsil edenler ve yerel ayan heyetlerinin önceleri farklı işlevlere sahip iki ayrı grup olarak, fakat zamanla hem taşrada hem de İstanbul'da köklere sahip, yek vücut olmuş tek bir sınıf olarak çarpıcı bir görünüm arz ettiklerini belirtmektedir. Bkz.: B. McGowan, “Ayanlar Çağı (1699-1812)”, s. 784.

284 Ayan, taşradaki ileri gelenler için kullanılan bir tabirdir. Bu tabir, Osmanlı İmparatorluğu’nda 15 ve 16.

yüzyıllarda, esnaf ve tüccarın önde gelenleri, ki bunlar içinde kuyumcu ve sarraflar da vardır, ulema, kapıkulu mensupları, mültezimler, mukataa eminleri, kethüda yerleri, azledilmiş veya emekli olmuş beylerbeyleri, sancakbeyleri, kadılar, müderrisler, müftüler vb. ile bunların çocuklarından oluşan geniş bir kesimi kapsamakta ve bunların tümüne ayan-ı belde, ayan-ı memleket, ayan-ı vilayet veya eşraf denmektedir. Bkz.:

Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğu’nda Âyânlık, TTK, Ankara 1994, s. 7; Özcan Mert, “Âyan”, DİA, c.

4, İstanbul 1994, s. 195-196. Devlet ile reaya arasında aracılık yapan ayanların erken dönemlerdeki durumları ile ilgili ayrıca bkz.: Özer Ergenç, “Osmanlı Klâsik Dönemindeki Eşrâf ve A’yân Üzerine Bazı Bilgiler”, Şehir, Toplum, Devlet Osmanlı Tarihi Yazıları, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 2012, s. 383-395.

285 Dina Rizk Khoury, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Merkez ile Taşradaki Güç Sahipleri Arasındaki İlişkiler: Bir Tarihyazımı Çözümlemesi”, Türkiye Tarihi 1603-1839 Geç Osmanlı İmparatorluğu, Edt.:

Suriaya Faroqhi, Kitap Yayınevi, İstanbul 2011, s. 176; D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 85.

286 R. Abou-Elhaj, Modern Devletin Doğası, s. 46.

287 K. Barkey, Farklılıklar İmparatorluğu..., s. 322-323.

288 F. Adanır, “...Yarı Özerk Taşra Güçleri”, s. 206; C. V. Findley, "Siyasi Kültür ve Büyük Haneler", s.

102. İmparatorluk, 17. yüzyılın sonlarında ayanların seçimlerle belirlenmesi için bir uygulama başlatmıştır.

İlk defa 1680’lerde yapılan seçimleri kazanan resmî ayan adayı halktan mahzar, kadıdan ilâm, validen buyruldu alarak atanmıştır. Seçilen ayanlar, ayanlık buyruldusu karşılığında âyâniye ücreti ödemişlerdir.

Bu, valilerin zamanla rüşvet karşılığı buyruldu dağıtmasına ve ayanlar arasında çatışmalara yol açmıştır.

Bundan dolayı 1765’te sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa valilerin buyruldu vermesi uygulamasını kaldırmıştır. Bunun yerine halkın resmî ayan adayı ilamla sadarete bildirilecek ve aday sadrazam tarafından incelendikten sonra atanmaya hak kazanacaktır. Ancak bu uygulama, zaman alacağı için 1769’da bunların

69

ortalarından itibaren birer maaşlı maiyet sahibine dönüşen ayanlar

289

, devletten daha geniş yetkiler alarak, devletin taşradaki başlıca aracısı ve önemli bir güç unsuru haline gelmişlerdir.

290

Dolayısıyla, Khoury'nin vurguladığı üzere, taşradaki bu güç sahiplerini büyük ölçüde devlet yaratırken, güç sahipleri de yerel düzeyde devleti yaratmıştır. Daha doğrusu bu taşra elitleri, devlet hegemonyasını yerelleştirmiştir.

291

Böylece imparatorluğun çok geniş bölgeleri, taşra ayan ailelerinin kontrolü altına girmiştir. Örneğin Karaosmanoğlu, Çapanoğlu, Caniklizadeler sırasıyla Batı, Orta ve Kuzeydoğu Anadolu'da egemen olmuşlardır. Balkan topraklarında, Tepedelenli Ali Paşa Epir'e hükmederken, Pazvandoğlu Belgrad'dan denize kadar olan bölgeyi denetimi altında tutmuştur. Bağdat, Musul ve Mısır gibi Arap eyaletleri ise, 18. yüzyıl boyunca Büyük Süleyman Paşa'nın ailesi, Celili ailesi ve Ali Bey gibi nüfuzlu kişilerin hakimiyetine geçmiştir.

292

İster merkez tarafından atanmış olsun, isterse kökenleri Osmanlı öncesi seçkinlere veya Memlûklere dayansın,

293

büyük hanedanlıklar oluşturan

294

, ortak bir ekonomik

ahalinin seçimiyle tayin edilmelerine karar verilmiştir. Fakat rüşvet ve çatışma vakalarının devam etmesi üzerine 1779’da tekrar 1765’teki uygulamaya dönülmüştür. Çatışmaların ve yolsuzlukların bir türlü sona erdirilememesi üzerine Osmanlı yönetimi 1786’da ayanlığa son vermiş ve yerine şehir kethüdalığını tesis etmiştir. Şehir kethüdalarının ayanlar kadar güçlü ve iş görür kimseler olamamaları dolayısıyla, 1790’da halk tarafından seçilen ayanların bir hüccet ile tayin edilmeleri, valilerin buna müdahale etmemeleri ve seçilen ayanlardan ücret alınmaması kararlaştırılmıştır. Geniş bilgi için bkz.: Ö. Mert, “Âyan”, s. 196-197.

289 F. Adanır, “...Yarı Özerk Taşra Güçleri”, s. 206.

290 Ö. Ergenç, “‘A’yân ve Eşrâf’...”, s. 408; C. V. Findley, "Siyasi Kültür ve Büyük Haneler", s. 102. A. Yıldız’a göre ayanlar, merkez-çevre ilişkileri açısından birer güç simsarı, taşra ilişkileri açısından ise bir hami (patron) olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda taşra simsarları olan ayanlar, sarayla/merkez ve Babıali ile taşra arasından bağlantı sağlayarak, bilgi ve kaynak akışını temin ediyordu. Bunun ön şartı ise, kendilerine sadık, iyi bir maiyet oluşturmak ve güçlü bir patronaj ağı kurmaktı. Bu ağ, yerel ile merkezi seçkinlerin entegrasyonunu sağlıyordu. Geniş bilgi için bkz.: A. Yıldız, Kenar Adamları ve Bendeleri..., s. 16-35.

291 D. R. Khoury, “...Merkez ile Taşradaki Güç Sahipleri Arasındaki İlişkiler...”, s. 172.

292 D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 85. Bu ayanların bazıları hakkında geniş bilgi için bkz.: Y.

Nagata, Tarihte Ayanlar Karaosmanoğulları…; Özcan Mert, XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda Çapanoğulları, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1980; C. Şahin, ...The Caniklizâdes (1737-1808); A. Yaycıoğlu, Partners of the Empire..., s. 84-106; aynı yazar, “...Çatışma mı, Ortaklık mı?”, s. 557-578; Hamiyet Sezer Feyzioğlu, Bir Osmanlı Valisinin Hazin Sonu Tepedelenli Ali Paşa İsyanı, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2017; Robert W. Zens, The Ayanlık and Pasvanoğlu Osman Paşa of Vidin in the Age of Ottoman Change 1791-1815, University of Wisconsin-Madison, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2004; D. R. Khoury, ..Musul, 1540-1834; Jane Hathaway, Osmanlı Mısırı'nda Hane Politikaları Kazdağlıların Yükselişi, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2009; aynı yazar, Osmanlı Hâkimiyetinde Arap Toprakları, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2016, s. 101-142.

293 D. Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s. 87.

294 Yücel Özkaya, "Merkezî Devlet Yapısının Zayıflamasının Sonuçları: Âyânlık Sistemi ve Büyük Hanedanlıklar", Osmanlı Ansiklopedisi, c. 6, Ankara 1999, s. 165-173; aynı yazar, “XVIII. Yüzyılın İlk