• Sonuç bulunamadı

1.3. İktisat Okullarının Krizlere İlişkin Görüşleri

1.3.1. Merkantilizm ve Kriz

1450-1750 arasında üç yüz yıllık süreyi kapsayan ve temelde ülkelerin zenginliğini sahip olduğu altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerle ölçen iktisadi düşünceler bütününe merkantilizm adı verilmiştir (Mucuk, 2015: 259). Merkantilizm kavramı, ithalatı sınırlandırarak ve ihracatı teşvik ederek ülkeyi zenginleştirmeye çalışan ekonomi sistemini tanımlamak amacıyla ilk kez A. Smith’in kaleme aldığı Ulusların Zenginliği adlı eserde kullanılmıştır. Zengin ve güçlü bir devlet inşa etmeyi amaçlayan merkantilizm, söz konusu dönemde özellikle Batı Avrupa ülkelerinin iktisadi ve siyasi yaşantısına yön vermiştir. Merkantilizmin ortaya çıkışında etkili olan faktörler ekonomik, siyasi, dini ve kültürel olmak üzere dört başlık altında toplanabilmektedir (Aydemir ve Güneş, 2006: 137-143; Lahaye, 2018; Rekhi, 2018):

 Ekonomik faktörler: 15. yüzyılın sonlarına doğru insanların ekonomik yaşantısında ciddi değişiklikler meydana gelmiştir. Tarımın giderek yerini sanayiye bırakması ile birlikte ticari faaliyetler önem kazanmış olup; ticaretin genişlemesi, altın ve gümüş biçiminde olan paranın kullanımını gerekli kılmıştır. Diğer yandan koloniler kurularak çok sayıda kıymetli madenin Avrupa’ya getirilmesi, dolaşımdaki para miktarını artırmış ve enflasyonu hızlandırmıştır. Fiyatlardaki bu hareketlilik, ticaretle uğraşanların yararına olmuştur.

 Siyasi faktörler: Ortaçağ’da ülke yönetimi; kral, feodal beyler ve kilise arasında paylaşılmıştır. Söz konusu yönetim anlayışında, kralın yetkisi oldukça sınırlıyken; feodal beyler ve kilise, ülke yönetiminde daha fazla söz sahibi olmuştur. Ancak ortaçağın sonlarına doğru, milliyetçilik kavramı giderek önem kazanmaya başlamıştır. Nitekim rönesans hareketi; İngiltere, Fransa ve İspanya gibi güçlü devletlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Böylece feodal dönemin bölgesel güç merkezleri, büyük ve rekabetçi ulus devletler tarafından birleştirilmiştir. Öte yandan haçlı seferleri ve Norman6 saldırıları, Avrupa’da siyasi yapının değişmesine yol açan diğer gelişmelerdir.

6

Norman kavramı, kuzey Fransa’daki Normandiya bölgesine yerleşen İskandinavlar için kullanılmıştır. Normanlar, kuzeyli adamlar (Northmen) anlamına gelmektedir (Harl, 2005: 2). Tarım ve denizcilikle uğraşan Normanlar, nüfusları arttıkça yeni yerleşim yerlerine doğru hareket etme ihtiyacı duymuşlardır. Fakat yerel direnişle karşılaşan Normanların asker ve gemi sayısını artırma yoluna gitmeleri, feodal beyleri güçlerini birleştirmeye zorlamıştır. Böylece en güçlü olan feodal beyin yönetimi ele alması, özellikle merkezi yönetim anlayışının gelişmesine zemin hazırlamıştır (Aydemir ve Güneş, 2006: 139-140).

 Dini faktörler: Reform hareketi, tüm Avrupa’yı etkileyen Roma Katolik kilisesinin sınırlayıcı tutumuna tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu hareket, siyasi ve ekonomik olayları kontrol etme gücüne sahip olan kilisenin toprak kaybetmesine ve dolayısıyla papanın siyasi ve ekonomik gücünün azalmasına neden olmuştur.

 Kültürel faktörler: 15. ve 17. yüzyıl boyunca Avrupa’da kültürel açıdan önemli bir değişim yaşanmıştır. Bu dönemde; bilim, sanat, edebiyat ve düşünce alanındaki gelişmeler Rönesans olarak adlandırılmıştır. Rönesans’ın etkisiyle insanlar, giderek materyalist bir hayat tarzını benimsemiş ve dünyevi yaşamlarını daha çok ön plana çıkarmışlardır. Böylece para, insan faaliyetlerinde önemli bir araç olarak görülmeye başlanmıştır.

 Bilimsel faktörler: Bilim ve teknoloji alanında önemli gelişmeler ve buluşlar yaşanmıştır. Bu noktada, özellikle pusulanın ve matbaanın kullanımı büyük önem taşımaktadır. Pusulanın yardımıyla denizcilik faaliyetleri gelişmiş ve coğrafi keşifler hız kazanmıştır. Yeni ülkelerin ve kıtaların keşfedilmesi, ülkelere, oradaki kıymetli madenleri elde etme, pazarı genişletme ve hammadde çeşitliliğini artırma gibi fırsatlar sağlamıştır. Nitekim Amerika kıtasının keşfiyle birlikte kıymetli madenlerin Avrupa’ya aktarımı hızlanmıştır. Diğer taraftan matbaanın icadı, yeni fikir ve bilgilerin yayılmasına yardımcı olmuştur.

Merkantilizmde üç unsur ön plana çıkmaktadır. Bunlar; güçlü devlet, kıymetli maden stoku ve dış ticarettir. Devletler, genellikle dış ticaret fazlası vererek kıymetli maden stokunu artırmaya ve böylece daha güçlü olmaya çalışmaktadırlar. Merkantilizmin temel ilkeleri şu şekilde özetlenebilir (Peker, 2015: 2-3):

 Kıymetli madenler, zenginliğin ve gücün en önemli göstergelerinden birisi olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda, kendisine ait altın ve gümüş madeni bulunmayan ülkelerin, dış ticaret yoluyla yabancı ülkelerden altın ve gümüş elde etmesi gerektiği belirtilmiştir.

 Merkantilist düşüncede dış ticaret, sıfır toplamlı bir oyun olarak nitelendirilmiştir. Böylece söz konusu ticari faaliyetlerden bütün ülkelerin karşılıklı kazanç sağlaması mümkün değildir (Akbay, 2015: 3). Bu bağlamda iç ticarette serbestlik sağlanmışken; dış ticarette özellikle ithalata yönelik oldukça kısıtlayıcı

politikalar uygulanmıştır. Söz konusu dönemde, hammadde ihracatı yasaklanmış olup; mamul mal ihracatı ve ülkenin endüstriyel gelişimi için gerekli olduğu düşünülerek hammadde ithalatı teşvik edilmiştir.

 Endüstri ve ticaret, ekonominin sürükleyici sektörleri olarak kabul edilmiştir. Özellikle imalat sanayinin ticaretle daha yakından ilişkili olduğu düşünüldüğünden, devletin bu alana öncelik vermesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu bağlamda merkantilistler, tüccarları toplumun en verimli sınıfı olarak görürken; ülkenin gücüne doğrudan katkıda bulunmadığı gerekçesiyle tarımı, üretkenliği en düşük sektör olarak göstermişlerdir.

 Ülkelerin askeri açıdan daha güçlü olabilmesi ve üretim kapasitesinin artırabilmesi için nüfus artışını teşvik edici politikalara başvurmuşlardır. Bu bağlamda, ülkeye göç ile gelenlere çeşitli kolaylıklar sağlanarak ülke nüfusunun artmasına destek vermişlerdir. Merkantilistlere göre; ucuz ve bol miktarda işgücünün bulunması, üretim maliyetini düşürerek üretilecek olan ürünün pazarda daha düşük fiyattan satılmasına imkan sağlayacaktır. Böylece ülkeler, uluslararası pazarda fiyat avantajı elde etmiş olacaklardır.

 Daha fazla üretim, daha fazla ihracat ve daha az ithalat yapılması gerektiği görüşünü savunan merkantilistlere göre; ülkeler, sahip oldukları doğal kaynakları azami ölçüde üretim sürecine dahil etmelidirler. Diğer yandan ülkelerin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin tedariki için koloniler kurulmuş olup; bu kolonilerin diğer ülkelerle doğrudan ihracat yapmasına izin verilmemiştir.

 Sir Thomas Mun, tüccarların yararına olacağı düşüncesiyle ödünç verilen kredilerden faiz getirisi elde edilmesini desteklemiştir. Ayrıca faiz getirisinin, insanları spekülasyon güdüsü ile tasarruflarını kullanmaya sevk edeceği düşünülmektedir. Ancak Mun’a göre; faiz oranları belirlenirken ülkenin endüstri koşulları göz önünde bulundurulmalıdır.

 Merkantilizmden önce mal veya hizmetlerin değeri belirlenirken, ürünün herhangi bir ihtiyacı giderebilme derecesi dikkate alınmıştır. Dolayısıyla değerin, fiyattan farklı olduğu düşünülmüştür. Ancak merkantilistler, piyasa değeri kavramını kabul ederek, bir malın piyasa değerinin arz ve talep koşullarına bağlı olarak

değiştiğini ileri sürmüşlerdir. Böylece kıtlık ve üretim maliyeti, piyasa değerini belirleyen faktörler arasında sıralanmıştır.

 Merkantilizmde üretim faktörleri üç başlık altında sınıflandırılmıştır. Bunlar; toprak, emek ve sermayedir. Emek ve toprak, zenginliği oluşturan temel faktörler olarak değerlendirilmiştir. Merkantilistlere göre; gıda üretiminin artırılabilmesi, ülkelerin tarımsal üretim açısından kendi kendine yeterli hale gelebilmesi ve ithalatın azaltılabilmesi için ekilmemiş toprakların işlenmesi gerekmektedir.

 Merkantilistler, ekonomide etkinliğin sağlanması ve refahın en üst düzeye çıkarılması için devletin ticari regülasyonlar yoluyla piyasaya müdahale etmesi gerektiğini savunmuşlardır. Söz konusu dönemde devletler; yerli endüstriye sermaye sağlama, yerli endüstriyi çeşitli vergilerden muaf tutma ve başarılı üreticileri desteklemenin yanı sıra; yasaklar, kotalar ve tarifeler gibi koruyucu dış ticaret politikası uygulayarak yerli endüstriyi dış rekabet karşısında güçlendirme yoluna gitmişlerdir. Diğer yandan kolonilerin büyümesi ve yeni keşfedilen yerlerdeki değerli madenlerin Avrupa’ya aktarımı ile birlikte deniz hakimiyeti, ülkeler açısından giderek daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Nitekim ticari ve askeri amaçlara hizmet eden gemicilik endüstrisini destekleyici çeşitli politikalar hayata geçirilmiştir. Merkantilist düşünce, farklı ülkelerde uygulanış biçimlerine göre değişik isimlerle adlandırılmıştır. Sanayi ve devletçi politikalara ağırlık veren Fransa’da merkantilist düşünce, XIV. Louis döneminin maliye bakanı J. B. Colbert’e ithafen Colbertizm olarak literatüre geçmiştir. Kıymetli madenlere oldukça önem veren İspanya’da izlenen merkantilist politikalar, kelime anlamı altın ve gümüş gibi kıymetli çubuk olan “bulyon” kavramından yola çıkarak “Bulyonizm” ya da “Külçeci Merkantilizm” olarak isimlendirilmiştir (Eğilmez, 2017). Almanya’da daha çok tarım ve sanayi faaliyetleriyle ilgilenilmiş olup; uygulanan merkantilist politikalar, krala ya da prense danışmanlık yapan kişilerin toplandığı yer anlamına gelen kameralist kelimesinden hareketle “Kameralizm” olarak nitelendirilmiştir (Aktel vd., 2015: 86). Ülke zenginliğinin artırılmasında dış ticareti ön plana çıkaran İngiltere’de ise merkantilist politikalar, “Ticari Merkantilizm” olarak adlandırılmıştır. Merkantilizmin farklı tür uygulamaları söz konusu olmasına

rağmen; bunlardan, ülkesinin sanayileşerek sürdürülebilir gelişim sağlamasına olanak tanıyan İngiliz merkantilizmi gibi örnekler başarılı sonuçlar vermiş, ancak sadece kaynakları sömürgelerden ülkesine taşıyan ve ülkesinde kalıcı bir üretim ve zenginlik oluşturamamış “İspanyol Merkantilizmi” gibi uygulamalar ise başarısız olmuştur (Yülek, 2016).

Ülkelerin zenginliğini ve gücünü; değerli madenlere, nüfus yoğunluğuna ve güçlü orduya dayandıran merkantilizm, dış ticareti ülke zenginliği artırmanın temel yolu olarak göstermiştir. Merkantilist yaklaşımın önemli temsilcileri arasında yer alan Thomas Mun, Gerard de Malynes ve Edward Misselden’a göre; 1620’li yıllarda İngiltere’de yaşanan durgunluğun temel nedeni; dış ticaretin açık vermesinden dolayı ülkedeki değerli madenlerin azalmasıdır (Murphy, 1997: 33). Bu kapsamda güçlü ve zengin olmak isteyen ülkelerin; üretimi teşvik etmesi, ihracatı artırması ve yurtiçi tüketimi kısması gerektiği belirtilmektedir. Böylece düşük yurtiçi tüketimle birlikte yüksek üretim sonucunda oluşacak arz fazlası, dış pazarlarda satıldığında ülkenin ihracatı artacak ve dolayısıyla ülkeye daha fazla kıymetli maden girişi sağlanmış olacaktır. Diğer yandan merkantilistler, yerli üreticilerin uluslararası ticarette rekabet üstünlüğü elde edebilmesi için ücretlerin düşük olması gerektiğini savunurken; ücretlerin geçimlik düzeyin üzerine çıkması halinde işgücünün daha az çalışacağını ve çıktı miktarının düşeceğini ifade etmektedirler (Rankin, 2011: 1).