• Sonuç bulunamadı

1.4. Kriz Modelleri

1.4.2. Finansal Kriz Modelleri

1.4.2.3. Üçüncü Nesil Modeller

Doğu Asya ülkeleri kriz öncesi dönemde ekonomik açıdan oldukça iyi bir performans sergilemiş olmalarına rağmen; bu ülkelerde yatırımların daha çok dış kaynaklardan borçlanarak ya da yurtiçi finans kurumlarından sağlanan kredilerle finanse edilmeye çalışılması, söz konusu ülkeleri finansal bir paniğe karşı savunmasız hale getirmiştir. 1997 yılında Asya bölgesinde yaşanan krizden ilk

etkilenen ülke Tayland olmuştur. Tayland ekonomisi, 1985 yılında yaklaşık %10 büyüme kaydetmesine rağmen; bu ülkede büyüme oranı 1996’da %5,9’a düşmüş ve enflasyon oranı 1995’te %5,8’e yükselmiştir. Bu bağlamda merkez bankasının enflasyonu düşürmeye yönelik olarak uyguladığı daraltıcı para politikası, iç talebin azalmasına yol açmıştır. Diğer yandan ihracat, 1990-1995 yılları arasında yıllık ortalama %18’lik bir büyüme oranına sahipken; 1996’da bir önceki yıla göre %1,9 oranında azalmıştır. Dolayısıyla 1995’te GSYH’nin %8,7’sine ulaşan ticaret açığı, 1996’da %8,9’a kadar yükselmiştir. Üstelik gayrimenkul sektöründeki aşırılık, ihracatın düşmesiyle belirgin bir hal almıştır. Böylece emlak fiyatlarının giderek düşmeye başlaması, hisse senetlerinin değer kaybetmesine ve dolayısıyla finans kurumlarının ödeme güçlüğü çekmesine yol açmıştır. Bu ve benzeri gelişmeler, ulusal para birimine yönelik şiddetli bir spekülatif saldırıya neden olurken; dövize yönelik ciddi spekülatif saldırılar karşısında döviz rezerv miktarı önemli ölçüde azalan Tayland, 2 Temmuz 1997’de dalgalı kur sistemine geçmiş ve kriz başlamıştır. Asya ekonomisinin geleceği ile ilgili endişeler, yatırımcıların Asya’dan kaçışına yol açmış ve Tayland’da başlayan kriz, güçlü bir dış şok olmaksızın hızlı bir bulaşıcılık özelliği göstererek çok geçmeden Malezya, Filipinler, Kore Cumhuriyeti ve Endonezya’ya sıçramıştır. Özellikle Malezya, Endonezya ve Tayland’ın birbiriyle olan doğrudan ilişkileri ve rakip ürünleri ihraç etmeleri krizin bulaşıcılık özelliği göstermesinin temel nedenleri arasında yer almaktadır. Bunun yanı sıra söz konusu ülkeler ile Güney Kore arasında çok fazla ticari ve finansal ilişkiler gelişmemiş olup; aynı zamanda Güney Kore, yapısal olarak diğer ülkelerden farklılaşmaktadır. Ancak Güney Kore’nin yüksek düzeyde emek yoğun üretim gerçekleştirmesi ve bu ürünlerin önemli bir kısmının Malezya, Endonezya ve Tayland’a ihraç edilmesi krizin Güney Kore’ye sıçramasına da yol açmıştır. Bölgesel bulaşıcılığın ilk etkisi 3- 16 Mayıs tarihleri arasında görülmüştür. Bankalar arası faiz oranları Endonezya’da %14’den %16’ya; Malezya’da %7’den %19’a ve Filipinler’de ise %11’den %20’ye yükselmiştir. Bölgede yaşanan krizin ardından birçok ülkede kamu finansman dengesi bozulmuş, yurtiçi varlık piyasası çökmüş, banka başarısızlıkları yayılmış, pek çok firma iflas etmiş, özel sektör borç tutarı yükselmiş ve ekonomik büyümede ciddi bir düşüş yaşanmıştır. Bu kapsamda kriz boyunca finansal sistemde çok büyük değişikliklere gidilmiştir. Krizin etkisiyle finansal şirketler kapatılmış ve bankalar ise

riskli kredileri azaltmaya ya da faaliyetlerini durdurmaya zorlanmıştır. Ayrıca riskli yatırımlara kolaylıkla borç verme ve yükümlülükleri garanti altına alma gibi politikalar terk edilmiştir. Bölgede ekonomik toparlanmanın ilk belirtileri 1998 yılının sonuna doğru görülmeye başlanmıştır (Krugman, 1998; Moussa, 2015: 76- 79).

Birinci ve ikinci nesil modeller, krizleri açıklarken daha çok makroekonomik politikalar üzerinde durmaktadır. Birinci nesil modellere göre; kur politikasının terk edilmesi sabit kur sistemi ile tutarsız ekonomi politikalarının bir sonucudur. İkinci nesil modellerde ise döviz kuru politikasının sürdürülüp sürdürülmeyeceği, hükümetler tarafından yapılan fayda-maliyet analizine göre belirlenmektedir. Bu bağlamda birinci ve ikinci nesil kriz modelleri temelde döviz kuru üzerine odaklanırken; diğer varlık fiyatlarını arka planda bırakmaktadır. Böylece söz konusu kriz modelleri, Asya’daki krizin önemli yönlerini açıklamakta yetersiz kalmış ve Krugman (1997 ve 1998) tarafından üçüncü nesil modeller geliştirilmiştir. Bu model, krizlerin temelde finansal sistemdeki zayıflıklardan/sorunlu bankalardan kaynaklandığını öne sürmekte olup; Asya krizi özelinde krizlerin bulaşıcılığını teorik bir çerçevede açıklamaya çalışmaktadır. Asya krizini açıklamak amacıyla geliştirilen üçüncü nesil modellerde krizlerin temel nedeni olarak ahlaki tehlike, asimetrik bilgi ve bulaşıcılık (yayılma) kavramları ön plana çıkarılmaktadır. Hükümetler, bankaların ve şirketlerin yurtdışından sağlamış oldukları borçların geri ödeneceği konusunda karşı tarafa bir güvence vermektedir. Fakat alınan borçların hangi alanlarda kullanıldığının hükümetler tarafından yeterince kontrol edilmemesi ahlaki tehlikeye yol açabilmektedir. Elde edilen bu kaynakların verimsiz alanlarda kullanılması borçların geri ödenememesine neden olabilmektedir. Bu durumda merkez bankası rezervleri de borçların geri ödenmesi konusunda yetersiz kalırsa ülke krize sürüklenebilecek ve dolayısıyla sabit kur politikası terk edilebilecektir. Diğer yandan finansal piyasalarda şeffaflığın ve kontrol mekanizmasının yetersiz olması asimetrik bilgiye yol açarak, krizi tetikleyebilmektedir. Krugman’a göre; krizlerin ortaya çıkmasında belirleyici olan bir diğer unsur bulaşma (yayılma) etkisidir. Özellikle 1970’li yıllardan sonra ülkeler arasında ticari ve finansal bağımlılığın artması bir ülkede ortaya çıkacak krizin başka ülkelere kolaylıkla sıçramasına neden

olabilmektedir. Üstelik sürü psikolojisiyle hareket etme, krizlerin yayılmasında etkili olan bir diğer faktördür (Danışoğlu, 2007: 5-6).

Asya krizi, birinci ve ikinci nesil modeller kapsamında ele alınan konulardan birkaç temel noktada farklılaşmaktadır. Bu farklılıklar şu şekilde özetlenebilir (Krugman, 1998: 3-7):

 Birinci nesil kriz modellerinin temel ilkelerinden hiçbiri Asya ülkelerinde görülmemiştir. Kriz evresinde hükümetler, mali dengeye sahip olduklarından dolayı kredi yaratmak ya da para arzını genişletmek zorunda kalmamışlardır. Böylece bu ülkelerde enflasyon oranı düşük seviyelerde seyretmiştir.

 1996 yılında Asya ülkelerinin büyüme oranlarında bir düşüş yaşanmasına rağmen; kriz başladığında söz konusu ülkelerde ciddi bir işsizlik problemi ortaya çıkmamıştır. Fakat 1992 ERM krizinde hükümetler, işsizliği azaltmak amacıyla genişletici para politikası izleyerek sabit kur politikasını terk etmeyi tercih etmişlerdir.

 Ahlaki tehlike ve aşırı yükselen varlık fiyatlarının aniden çökmesi, Asya krizinin en önemli nedenleri arasında gösterilirken; Asya ekonomilerinde ortaya çıkan sorunların temelinde finansal aracılar yer almaktadır. Ekonomide aktif rol oynayan finansal aracılar, genel olarak döviz cinsinden kısa vadeli borçlanıp; daha sonra sağlamış oldukları fonları spekülatif/riskli yatırımları finanse etmek amacıyla borç vermektedirler. Üstelik söz konusu aracılar, kendi sermayelerini kullanmamakta, piyasaya giriş için herhangi bir bedel ödememekte ve sadece kira geliri elde etmeye çalışırken; aynı zamanda onların yükümlülükleri hükümetler tarafından garanti altına alınmaktadır. Bu kapsamda herhangi bir risk üstlenmeyen finansal aracıların yeterince denetlenmemesi, bölgede ahlaki açıdan ciddi bir tehlikeye yol açarak, piyasada aşırı yatırıma ve varlıkların değerinden daha yüksek fiyatlandırılmasına neden olmuştur. Finansal aracılar arasındaki rekabet, varlık fiyatlarının beklenen getirinin aksine Pangloos değerleri24 tarafından belirlenmesine yol açmıştır. Finansal aracıların varlık fiyatları üzerindeki etkisi, sayısal bir örnekle

24

Pangloos değeri, en iyi durum göz önünde bulundurulduğunda değişkenlerin alacağı değerdir (Krugman, 1998: 7).

şu şekilde açıklanmaktadır: Bir arazinin kira bedelinin 2/3 olasılıkla 25 dolar; 1/3 olasılıkla ise 100 dolar olacağı düşünülmektedir. Böyle bir durumda risk almak istemeyen yatırımcı arazi için 50 dolar ödeyecek iken; finansal aracı ise en iyi durumu göz önüne alarak, söz konusu arazi için 100 dolar teklif verecektir. Dolayısıyla arazinin fiyatı iki katına çıkmış olacaktır.