• Sonuç bulunamadı

5. KUR’ÂN-I KERÎM’İN TESPİTİ, TERTİBİ VE CEM’İ

5.1. Mekkî ve Medenî Ayet/Sûreler

Oryantalistler, Kur’ân-ı Kerîm ayetlerinin nüzulünün kronolojik sıralamasına riayet ederek tertip etmeye çalışmışlardır. Fakat bu çalışmaları yaparken, Kur’ân-ı Kerîm’in nüzulü ile ilgili sahih rivayetleri inkâr etmiş ve İslâm âlimlerini bu hususta noksan bulup eleştirmişlerdir. Nitekim oryantalistler de bu kronolojik tertibe riayet ederek yaptıkları çalışmalarda, İslâm âlimlerinin takip ettikleri metoda yani rivayetlere dayanmaktan başka bir metot bulamamışlardır. Bu çalışmayı yaparken oryantalistler, konu ile ilgili rivayetlere bağlılık, araştırma, ayıklama ve tahlil etmede objektif ve ilmî bir yaklaşım sergilememişlerdir.389

Nöldeke de Kur’ân-ı Kerîm’in kronolojik tertibinin zorunlu olduğu kanısında olmuştur. Kendisi de Kur’ân-ı Kerîm’i bu tertip üzere düzenlemeye dönük çalışmalar

386 Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, c. 1, s. 28. 387 Müzemmil Sûresi, 73/ 4.

388 Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, c. 1, s. 28.

154

yapmıştır. Fakat yaptığı tertip, bazen üslup eksenli olup bazen de Kur’ân’ın ihtiva ettiği siyasî ve dinî meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Böylece büyük çaba harcadığı bu tertip çalışması, konulara göre yapılmış olan bir tertipten öteye geçememiştir.390

Goldziher Mekkî ve Medenî ayetler arasında ki üslup farklılığına değinmiştir. Ona göre Hz. Peygamber, Mekke döneminde ateşli ciddiyetinin ona vehmî ve hayalî bir şekilde ilham da bulunduğu sûreleri konu alan vaazlarda bulunmuştur. Bu dönemin ayetlerde, cihada ve harbe dair bir vurgu olmamakla beraber muhatapları muharip ve barış toplulukları da değildir. Aksine muhalif topluluğa kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın birliğine, hesap gününe, inkârcı kavimlerin akıbetlerine vurguda bulunmuştur. Goldziher’e göre nübüvvetin hiddet ve keskinliği Medine dönemindeki ayetlerde belagatin vahiy gücünü yitirmesi ile yavaş yavaş dinmeye başlamıştır. Aynı şekilde bu ayetler ihtivası cihetiyle ele aldığı konu ve meseleler itibari ile daha aşağı seviyede olmuştur. Goldziher, Medenî ayetlerde Hz. Peygamber’in risâletinin muarızlarına karşı koymada evrensel bir bakış ve üslup kullandığını ifade etmiştir. Ayrıca bu dönemde İslâm dairesine giren Müslümanların tanzim edilmesi, bu topluma medenî ve dini kurallar koymaya ve sosyal ilişkilere dair kural ve kaideler belirlenmeye başlanmıştır. Hz. Peygamber’in özel hayatı, önemli iş ve incelikleri de kendisine gelen vahyin muhtevasını şekillendirmiştir.391

Goldziher’e göre: İlk nazil olan ayetler, Mekkeli kâhinlerin haberlerini yazdıkları üsluba benzemektedir. Eğer bu benzerlik olmasaydı hiçbir Arap Hz. Peygamber’in kendisine gelenin vahyi olduğunu ifade etmesinden hoşlanmayacak, iman etmeyecekti. Ancak Mekki Sûreler ile Medenî Sûrelerin üslubu arasında büyük farklar vardır. Mekke döneminde Hz. Peygamber’in ayetlerinin keşf ve ilhamı olan rüyalarını, kafiyeli ve kesik cümlelerle ifade ettiği görülür. Medine döneminde ise ayetlerde aynı kafiyeli şekli edindiği görülmekle beraber, Mekkî Sûreler de ele alınan konuların metotlarının Medenî’de tekrarlandığı hallerde bile Mekkî dönemdeki gibi hiddet ve kuvvetli bir üsluptan yoksundur.392

390 Sönmezsoy, Kur’ân ve Oryantalistler, s. 234. 391 Sönmezsoy, Kur’ân ve Oryantalistler, s. 260. 392 Sönmezsoy, Kur’ân ve Oryantalistler, s. 261.

155

Oryantalistler, Mekke ve Medine dönemindeki üslup farkını Kur’ân-ı Kerîm’in telif edilmesinde çevresel faktörlerden etkilendiği ve buna göre şekillendiğini ileri sürerek Kur’ân-ı Kerîm’in harici kaynaklı bir kitap olduğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Mekkî ayetlerde kesiklik, pasajların kısalığı, mana düzeyinde uyumsuzluk, anlaşılmazlık ve solukların kesik oluşu, bazen de cümlelerin eksik oluşu ile kendini gösterirken; Medine döneminde paragrafların tam olması, mana uyumu, yorucu olmayan akıcı bir üslubun hâkim olması, meselelerdeki açıklık ve arz edişteki akılcılık ile temeyyüz etmiştir. Zira bu da Hz. Peygamber’in mesele üzerinde düşünecek, muhakeme edecek kadar daha geniş bir zamanının olması ve ashâbıyla istişare edebilmesi üslubun bu yönde değişmesini sağlamıştır.393

Oryantalistlere göre, Mekke dönemi ayetlerinin kısa olmasının sebebi, Mekke halkının çoğunun bedevi, okuma yazma bilmeyen, cahil kimselerden olmalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim Medine’de ayetlerin daha uzun ve daha fasih bir üslupta olması ise Kur’ân-ı Kerîm’in Medine’de ikamet eden Yahudilerden etkilenmiş olması ve bu toplumun daha kültürlü ve bilinçli olmasının bir yansıması olmuştur.394

Diğer bir iddiaları ise: Kur’ân’ın Mekke’de yasa ve hükümler ihtiva etmemesi, Medine’de ise ibadet ve muamelatla ilgili tafsilatı ihtiva etmesi, onun ilâhî menşe’li olmadığı, zamana ve zemine göre ihtiva ve üslup bakımından değişkenlik göstermesi onun Hz. Peygamber ve ashâbı tarafından telif edildiğinin göstergesidir.395

Oryantalistler, Mekkî Sûrelerin başında yer alan mukataa harflerinin zahiri ile ilgilenmiş, kendilerine göre her türlü tahlil ve te’vilde bulunmuşlardır. Hz. Peygamber’in de bu harflerin manasına muttali olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bu durum Medine döneminde ortadan kalkmıştır. Çünkü Hz. Peygamber bu dönemde ortaya çıkan problemleri düşünerek, muhakeme ederek, ashâbıyla istişare ederek sakin bir şekilde Kur’ân ayetlerini telif etmiştir. Bu durumu, mukataa harflerinin kullanılmamasının nedeni olarak ileri sürmüşlerdir.396

393 Sönmezsoy, Kur’ân ve Oryantalistler, s. 261. 394 Sönmezsoy, Kur’ân ve Oryantalistler, s. 261. 395 Sönmezsoy, Kur’ân ve Oryantalistler, s. 262. 396 Sönmezsoy, Kur’ân ve Oryantalistler, s. 263.

156

Mekke’de indirilen ayetler, risâlet vazifesi ile görevlendirilen Hz. Peygamber’in eğitilmesine yönelik emirler, hakikat ile ilgili temel bilgiler, insanları batıla sevk eden, dalalete düşüren yanlışları tashih etmek ve temel ahlâkî ilkeleri toplumda etkin kılmak, insanlığın dünya ve ahirette kurtuluşa ermesini sağlayacak olan İslâm’a davet etmiştir. Bu ayetler üslup bakımından kısa ve yoğun cümleler, hitap ettikleri topluluğun dil zevkine mütabık olarak akıcı ve etkileyici bir nitelikte olmuştur. Bu mesajlarda evrensel hakikatlerin anlatılmasına rağmen hitaplar yerel niteliklerden de uzak olmamıştır. Bu dönemde indirilen ayetlerin kalıcı ve etkili olabilmesi için hitap kitlesinin yaşadığı çevreden örnekler, olaylar ve görüntülerle desteklenmiştir. Ayrıca bu ayetlerin kalıcı ve etkileyici olmaları için ilk hitaplar, o topluluğun tarihine, geleneklerine, adetlerini, inançlarına, ahlaklarına ve kötü davranışlarına da temas etmiştir. Risaletin bu ilk merhalesi 3-4 yıl sürmüştür. Mekkeli müşriklerin İslâmî davete karşı çıkması ve muarazaya tutuşması, yine bu davetin Mekke sınırlarını aşması ve diğer kabilelere ulaşması vuku’ bulmuştur.397

İslâmî tebliğ, dokuz yıl süren ikinci merhalesine girmiştir. Bu dönemde cahiliye toplumunun batıl hakikatleri ile İslâm dini arasında sert bir çatışma başlamıştır. Mekkeli müşrikler yanıltıcı propaganda, haksız suçlamalar ve yersiz iddialarla karşı çıkmışlardır. Bu faaliyetleriyle insanları İslâm’dan uzaklaştırmak için şüphe ve kuşkular oluşturmaya çalışmışlardır. Bunun yanı sıra Hz. Peygamber ve ona inananlara sosyal ve iktisadi manada ciddi boykotlar uygulamaya başlamışlardır. Bu boykotların etkisiyle gerek Habeşistan’a gerekse Medine’ye hicret süreci başlamıştır. Bu uzun ve şiddetli mücadele boyunca vahiy, şartlara mütabık olarak, ayetleri işitenlerin düşünce ve davranışlarını değiştirecek nitelikte inmeye başlamıştır. Bu ayetler bir yandan Müslümanlara önemli vazifelerini bildirirken o bir yandan da onlara dünya ve ahirette bahşedeceği nimetleri müjdeleyerek cesaretlendirmiştir.398

Medine’ye hicretten sonra ise risaletin üçüncü merhalesi başlamıştır. İslâm toplumu düzenli bir devlete ve cahiliye düzenini savunanlara karşı muhalefet edecek, savaşacak bir güce sahip olmuştur. Medineli Hristiyanlar ve Yahudiler zahirde Müslümanlarla sulh halinde olmalarına rağmen esasında İslâm ile muaraza ve çatışma

397 Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, c. 1, s. 21. 398 Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, c. 1, s. 22-23.

157

halindeydiler. Bu dönemde değişen zaman ve zemin şartlarının yanı sıra toplumda meydana gelen bu yeni düzen kendine has problemleri beraberinde getirdiği için Allah her özel durum için elçisine ayetler indirmiştir. Bu nedenle bu ayetlerin bazılarında bir korkutucunun hiddetli ifadesi vardır; bazılarında ise bir kanun koyucunun direktifleri yer alır. Bazı ayetler, bir eğitici, öğretici ve ıslah edicinin metodunu benimser ve toplumu tanzim etme, devlet kurma, hayatın çeşitli meselelerinde medeni bir çözüm geliştirme metotlarını ihtiva etmiştir. Bazı ayetlerde kâfirler, münafıklar, ehli kitap ile ilişkilerin nasıl düzenleneceğine dair direktifler verilir. Bunların yanı sıra iman, ibadet, muamelat gibi alanlarda hükümler bildirilmiştir.399

Zikredildiği üzere, Mekkî ve Medenî ayetlerin arka planının farklı olması, bu ayetlerin üslubunun da farklı olmasını gerektirmiştir. Bu cihetle böyle bir kitapta diğer sıradan kitaplar ve din kitaplarındaki gibi bir üslup bütünlüğü ve aynîliği aranmamalıdır. Kur’ân’ın çeşitli bölümlerinin indirildiği dönemde küçük risaleler şeklinde yayınlanmak üzere değil, ihtiyaca binaen mübeyyin hitabeler halinde sunulmak üzere gönderilmiş olduğu ve bu hedefe uygun bir şekilde yayıldığı unutulmamalıdır. Bu nedenle Kur’ân’ın telif edilmiş bir eserin üslubuna sahip olmaması normaldir. Peygamber’in görevi farklı zihin ve his dünyasına sahip pek çok insanla ilgilenmek, birçok farklı ortama uymak ve çok çeşitli meseleleri çözüm sunmak zorunda olması da bu muhteva ve üslup çeşitliliğini doğurmuştur.400

Mevdûdî bu mesele ile ilgili yaklaşımını tefsirinde şöyle belirtmiştir: “Mekkî ve

Medenî sûreler arasındaki fark göz önünde bulundurulduğu takdirde, Kur’ân’ın niçin nüzul sırasına göre tertip edilmediği sorusu da cevaplandırılmış olur. Bu soru özellikle İslâm düşmanları tarafından Kur’ân hakkında yanlış izlenimler uyandırmak ve sûrelerin şimdiki tertibi hakkında mesnetsiz ve basit tahminlerde bulunmak üzere yöneltilmektedir. Onlara göre Hz. Peygamber’e uyanlar, Kur’ân’ı ne kronoloji ne de başka bir şeye dayanan bir düzen içinde neşretmişler ve en uzun sûreleri baş tarafa koyma yoluna gitmişlerdir. Bu tip zanlar Kur’ân’ın tertibine dayanak teşkil eden hikmetten habersiz bir cehâlete dayanır. Kur’ân bütün zamanlara hitap eden bir kitap olmasına rağmen 23 yıl boyunca İslâmî hareketin geçtiği çeşitli safhaların

399Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, c. 1, s. 23-24. 400 Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, c. 1, s. 24-25.

158

gerektirdiklerine göre parça parça indirilmek zorundaydı. Bu nedenle, hareketin derece derece meydana gelen gelişimine uygun olarak indiği sırasının, Kur’ân’ın tamamlanmasından sonra uygun olmayacağı açıktır. O halde değişen şartlara uygun yeni bir düzenleme gerekiyordu. Hareketin ilk safhalarında Kur’ân, İslâm’dan tamamen habersiz olan kimselere hitap ediyorken tabii olarak her şeyden önce onları imanın temel ilkelerini öğretmek zorundaydı. Fakat tamamlandıktan sonra Kur’ân çoğunlukla İslâm’ı kabul eden ve kendilerini Hz. Peygamber tarafından emanet eden görevi yürütmek üzere bir toplum oluşturan kimselerle ilgilenmeye başladı. Her dönemdeki İslâm toplumlarının ihtiyaçlarına uygun olması için, tamamlanmış kitabın tertibin kronolojik düzenden farklı olması gerektiği açıktır. Daha sonra Kur’ân her şeyden önce Müslümanları, hayatlarında düzeni sağlamakla ilgili görevleri konusunda da donatmak zorundaydı. Ayrıca onları İslâm’dan habersiz olan kişilere Kur’ân’ın mesajını iletmek üzere de hazırlamalıydı. Devamlı uyanık olmaları için onlara, geçmiş peygamberlerin ümmetleri arasında ortaya çıkan sapıklık ve kötülükleri de hatırlatmalıydı. Bu nedenle “Alâk” ve benzeri Mekkî sûreler değil de Bakara ve benzeri Medenî Sûreler Kur’ân’ın baş kısımlarına yerleştirmeliydi. Bu bağlamda bir şey daha göz ününde bulundurulmalıdır. Birbirine benzer konuları ele alan sûrelerin bir araya toplanması fikri de Kur’ân’ın gayesine aykırıdır. İncelenmesinin herhangi bir ânında tek yönlülükten kaçınmak ve İslâm’ın tamamını okuyucunun gözleri önüne sermek amacıyla, Mekkî sûreler, Medenî sûrelerin arasına serpiştirilmeli; Mekkî sûreleri Medenî sûreler takip etmeli ve hareketin ilk safhalarında nâzil olan sûreler sonra nazil olanların arasına serpiştirilmiş olmalıdır. İşte Kur’ân’ın şimdiki düzenin hikmeti budur.”401

“Kur’ân’ın sûrelerinin şu anda bizim elimizdeki şekliyle yapılan tertibi hâlifeler tarafından değil aksine Allah’ın yol gösterdiği şekilde Hz. Peygamber tarafından yapılmıştır. Ne zaman bir sûre nazil olsa Hz. Peygamber vahiy kâtiplerini çağırır, kelime kelime onu dikte ettirir ve şu sûrenin, şu sûreden önce veya sonraya yerleştirilmesini emrederdi. Aynı şekilde başlı başına bir sûre oluşturmayan bir pasaj, bir bölüm veya ayet nazil olduğunda onun nereye yerleştirileceğini hangi sûrenin bütünü olduğunu belirtirdi. Namaz sırasında veya başka zamanlarda bu sıralamaya

159

göre Kur’ân okur ve ashabına da bu sıralamaya göre ezberle okumalarını söylerdi. O halde, Kur’ân’ın bugünkü sıralamasının Hz. Peygamber tarafından, vahyedenin bildirdiği şekilde tamamlandığı günkü tertiple aynı olduğu tespit edilmiş bir gerçektir.”402