• Sonuç bulunamadı

R

essam Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu’nun (Gaziantep -1946), resim sanatına merakı çocuk yaşlarında başlar. Liseyi Gaziantep’te bitirdikten sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin resim bölümünde ünlü ressam Neşet Günal’ın öğrencisi olur.

1971-76 yıllarında tamamladığı akademik eğitiminin ardından bir süre öğretmenlik ve son-rasında gazetecilik yapar. 1990 yılında basın mesleğinden kopunca, yeni bir iş bulma telaşın-dayken, ilk göz ağrısı olan ressamlığa döner. Orta birinci sınıf öğrencisiyken, resim öğretmeni Nevzat Arı Hanım’ın teşvikiyle, 250 gramlık DYO boyaları kullanarak başladığı resim mace-rasına kaldığı yerden devam eder. Küçük boyutlarda resimler yaparak, içindeki yeteneği ye-niden canlandırmaya başlar. Kendisine konu olarak kaybolan ya da kaybolmaya yüz tutmuş olan meslekleri ve ustalarını seçmesi de sebepsiz değildir. Çocukluk yıllarından itibaren, bu mesleklerin çoğunun çıraklığını, kalfalığını ya da ustalığını yapmıştır: “Resimlediğim yerlerde yaşadım, resimlediğim mesleklerin bazılarında çalıştım. Çıraklığını, kalfalığını, ustalığını yap-tım. Kullandıkları aletler bana yabancı değillerdi. Kısacası konular benim dışımda değil, ben konuların içindeydim.”

Diyarbakırlıoğlu, 6 yaşındayken amcasının demirci dükkânında körük çevirerek çalış-maya başlar. Babası semerci, babasının komşusu nalbant, diğer bir komşu boyundurukçu, bir diğeri tenekecidir. Hocalarından Ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun unutamadığı bir cümlesi de ona rehberlik eder: “Bir hamalın resmini yapacaksanız onun taşıdığı yükün altına

girmeli-86

G A Z İ A N T E P S A N AT- E D E B İ YAT 2 0 21 G A Z İ A N T E P ’ İ N V E S O N U S TA L A R I N I N R E S S A M I

87

siniz ki, ruh hâlini yansıtabilesiniz. Eğer bunu yapmazsanız resimleriniz havada kalır.”

Küçük yaşlardan beri yakından izleyip, takip ettiği bu mesleklerin teknolojiye yenik dü-şerek kaybolduğu gerçeğine yoğunlaşır. Bir bir yok olan bu meslekleri kayda geçirmek, gelecek kuşaklara ipucu bırakmak, belgelemek, değerlerimizi resimlerde de olsa yaşatmak amacıyla, bu ustaları ve kaybolan meslekleri tuvallerine aktarmaya başlar. Her bir mesleğin atmosferini ve aletlerini resimlerle tanıtırken, bir yandan da başta Ömer Asım Aksoy’un Gaziantep Ağzı gibi kaynak eserlere de başvurarak, mesleklerin kelime ve tarihi kökenlerini araştırır. Bununla da yetinmez, yaşayan son ustaları bulup, onlarla röportaj yapar, mesleğin inceliklerini, zorluk-larını ve neden kaybolmaya yüz tuttukzorluk-larını birinci ağızdan yazılı hale getirip, her mesleğin literatürüne, arkeolojisine çok önemli katkılarda bulunur.

Tenekeci Şükrü Usta, Keçeci Hökkeş, Şimşir Kaşık Ustası, Köşker Memik, Semerci Baba, Semerci Hüseyin Usta, Külekçi İsmail Usta, Harat Mehmet, Bakkal Şükrü, Çerçi Sadık, Keçeci Mustafa Usta, Kilimci Hatice, Tenekeci Zeynel Abidin Usta, Nalbant Abdullah Usta... Çoğu-muzun adını bile duymadığı bu meslekler ve ustaları konu ettiği resimleri, Mehmet Ali Diyar-bakırlıoğlu’nun Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar adını verdiği bir sergi ve kitaplar dizisine dönüşür. 2015 yılında bu resimlerden dördü PTT Genel Müdürlüğü tarafından pul olarak basılır, Maliye Bakanlığı da 12 meslek resmi ile duvar takvimi yapar.

Ressam Diyarbakırlıoğlu, uzun yıllardır İstanbul’da yaşasa da doğup büyüdüğü memle-ketiyle bağını hiçbir zaman koparmaz. Fırçasında olduğu gibi dilinin ucunda da çocukluğu-nun Gaziantep’i vardır her zaman: “Büyük abimin bir bisikleti vardı Yale marka, onu bana vermişti ve ben bisikletle Nurgana, Oğuzeli, Burç Köyü, Sam Köyü gibi Gaziantep’in köylerine;

bisikletimin selesine duralit tuval, boya malzemeleri, inceltici, biraz da yiyecek bir şeyler koyup köy yaşamını resmetmeye giderdim…” Gaziantep’in o yıllarına dair, çocukluktan itibaren zih-ninde yer eden bazı sahneleri de tuvale aktarır. Diyarbakırlıoğlu, şimdiye kadar ki sergilerinde çok öne çıkarmasa da sanat birikimi arasında Gaziantep’in gündelik yaşamından sahneler de önemli bir yer tutar.

Ressam Diyarbakırlıoğlu ile doğup-büyüdüğü, bağını hiç koparmadığı Gaziantep’i ve o yıl-lardaki sanatsal potansiyelini ve sanat serüvenini konuştuk.

Ömer Faruk Şerifoğlu

- 1950’lerde çocukluğunuzun geçtiği Gaziantep’ten neler hatırlıyorsunuz?

Annem, oturduğumuz Saçaklı mahallesinin eskiden mezarlık olduğunu anlatmıştı. İs-met İnönü Gaziantep’e geldiğinde yerel yönetime, mezarlık vasfını yitiren bu arazinin imara açılmasını önermiş. Parsellenerek satışa çıkarılan bu araziden babam da bir dönümlük yeri, 250 liraya almıştı. Babam, Cemil Bey’in dokuma fabrikasındaki iki tezgâhlık hissesini sata-rak da bu arsa üzerine kesme taştan tek odalı ev yaptırmıştı. “Saçaklı mahallesi, Karayılan caddesi, Hasip Dürri geçidi, No: 6, Gaziantep” evimizin adresiydi. 1950’de Gaziantep’in nü-fusu 97.500 idi. Kozanlı mahallesinden Saçaklı mahallesindeki yeni evimize taşınırken tek hatırladığım kucağıma taşımam için verilen karton bir fötr şapka kutusuydu. Bu kutu evi-mizin ekmek kabıydı ve ben dört yaşındaydım. Mahallemiz mezarlıktan dönüşmüş henüz, elektrik, su ve kanalizasyon hizmetinin gelmediği yeni bir yerleşim yeriydi. Çocukluğumdan aklımda kalan evimizin pencerelerinin camları da taşındıktan sonra takılmıştı. Akşamları

Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, Tandırbaşı sohbeti, 2005, Şahinbey Belediyesi koleksiyonu.

89

G A Z İ A N T E P ’ İ N V E S O N U S TA L A R I N I N R E S S A M I çakal ulumalarını sıkça duyardık. Kapı önlerinde ayakkabı bırakılmışsa çakallar alıp gö-türürdü. Sabah olunca unutulan ayakkabıları bazen bulamazdık. Çamaşır suları yollarda arıklar oluşturur ve biz bu suların önüne yaptığımız toprak bentlerin oluşturduğu göletler de oyun oynardık. Bir gün Hasan Amcamın bana verdiği gümüş elli kuruş harçlığımı bu gölet çamurunda yitirmiş ve annemden şamarı yemiştim. Bir an olsun çocukluğumu yaşamıştım aslında. Mahalleli suyunu çevrenin tek çeşmesi olan Saçaklı Camii duvarının dibindeki çeş-meden taşırdı.

Berberler hem tıraş yapar, hem diş çeker, hem de sünnet ederdi. Berberlerden başka elinde küçük deri çantayla sünnet yapılır diye mahalle kahvehanelerinde dolaşan sünnetçiler de olurdu. Radyonun çok az olduğu televizyonun hiç olmadığı zamanlarda kahvehanelerde hikayeciler vardı. Genellikle bu insanlar Ramazan aylarında ortaya çıkar ve kahvehanelerle bir ay boyunca anlaşma yaparlardı. Kahvehane sahipleri en iyi hikayeciyi almak için birbirle-ri ile yarışırdı. İftarı açanlar teravih namazından sonra koşarak gelirlerdi. Hikâyeci, anlattığı olayı en heyecanlı yerinde bırakır arkası yarın derdi. Uyuyan olursa da elindeki sopayı hızla masaya vurarak uyandırırdı. Kahveci de bu arada sahura kadar bolca çay–kahve satardı.

- Dünden bugüne baktığımızda, birçok sanat alanında önemli birikimleri ve yetiştirdi-ği değerleri olan Gaziantep’in resim sanatı alanında oldukça zayıf kaldığını görüyoruz.

Gaziantepli bir ressam olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gaziantep’te resim sanatı diye bir kavram gündeme bugüne kadar gelmediği gibi bugün-den öncede sanırım yoktu. Aslında Osmanlı Dönemine kadar gidersek bu topraklarda resim sanatının gelişmediğini, resim ve heykel yapımının hoş karşılanmadığını biliyoruz. Bugün bir Macar resim sanatı, Bulgar resim sanatından kısaca balkan resim sanatından konuşabiliriz ama Osmanlı resim sanatı deyince minyatür resim (Uzak doğu resim sanatı) ya da tezyini sa-nat dediğimiz süsleme sasa-natı aklımıza gelir. Hat Sasa-natının çok geliştiğini görürüz.

Gaziantep’i de bu bakış açısı içerisinde değerlendirmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Ancak şunu da eklemek isterim. 1980’li yıllarda TRT 2 de yayınlanan resim sevinci adı al-tında yayınlanan program nasıl ülke genelinde etkili olduysa, benim Gaziantep’te açtığım resim sergilerimin de benzer bir etkiyi yaptığı inancındayım. Gaziantep’te resim galerileri-nin çoğaldığını, resim sergilerigalerileri-nin açıldığını ve ilgi gördüğünü, resim kurslarının açıldığını kısaca resme olan ilginin arttığını görmek beni mutlu ediyor.

Cumhuriyet dönemine kadar resim alanında dünya sanat tarihinde isim yapmış birine rastlamak, suretin yasak olduğu bir ortamda resimden dem vurmak olanaksızdır. Peyzaj resimlerinde dahi insan figürüne tahammül yoktu. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte devlet bursuyla yurt dışına sanat eğitimi almak için sınavla seçilerek öğrenciler gönderilmiş. Bu öğrencilerin yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaşlaşma idealine sanat alanında katkıları

Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, Babaannem, 1965.

90

G A Z İ A N T E P S A N AT- E D E B İ YAT 2 0 21

büyük olmuştur. Bunlardan bazıları ilk aklıma gelenler: Nuri İyem, İbrahim Çallı, Fikret Mualla, Bedri Rahmi, Aliye Berger, Namık İsmail, Malik Aksel, Sami Yetik.

1914’ten sonra resimlerinde insan figürünü ilk uygulayan ressamlar olarak, Osman Hamdi ve Şeker Ahmet Paşa gibi isimleri sayabiliriz. Kısaca ülkenin içinde bulunduğu sanat ortamına göz attıktan sonra Gaziantep’te resim sanatından nasıl söz edebiliriz. Gaziantep’te benim çocukluk ve gençlik yıllarıma denk gelen isim İstanbul’dan Gaziantep’e çalışmaya ge-len Sakallı ismiyle tanınan kişidir. Sanat Okulu’nun bahçesine okulun giriş kapısına yakın bir yerde onun yaptığı Atatürk büstü vardır. Hem ressam hem heykeltıraştı, çok tabela yaz-mıştır. Bu alanda birçok usta yetiştirmiş biridir.

Bugüne gelirsek, tanıdığım Gaziantepli ressamlardan Mehmet Serakibi (Sonradan Ha-lep’e gittiler), Settar Birecikligil, Aslı Özen, Mustafa Bencan, Ayla Ilıman ve Ertan Aykın, Hüseyin Erdogan, Kıvanç Gülhan’ı sayabilirim.

- Sizin resim sanatına ilginizin oluşumu, bunu farketmeniz ve bu yolda ilerlemenizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanat yaşamınızı etkileyen ya da dönüm noktası olduğunu düşündüğünüz kişiler ve olaylar var mıdır?

Ben resim çalışmalarımın ilk kıvılcımını ilkokul 3. sınıfta öğretmenimiz Hayri Deve-ci’den aldım. Saçaklı İlkokulu’nun salonunda sınıf öğretmenimiz Hayri Deveci yere serdiği büyükçe bir bez üstüne manzara resmi yapıyordu. Birçok öğrenci onu izliyorduk. Ben ilk defa bir öğretmenimi resim yaparken görmüştüm. İçimden, ben de büyüyünce böyle bü-yük resimler yapacağım diye geçirmiştim. Zaten defterlerime, kitapların yazısız kenarlarına, bulduğum resim yapılacak her şeye resimler yapardım. Benden iki yaş büyük abim benim modelim gibi olmuştu. Sürekli onun portresini çizerdim karakalemle.

İlkokul bitti ve Gaziantep Lisesi’nde ortaokula başlamıştım. Ortaokuldaki resim öğretmenim Nevzat Arı idi. Resim derslerimdeki  çalışmalarım diğer arkadaşlarımdan farklıydı ve öğretmenim de bunu farkındaydı. Bana notu sürekli 9’du, kimseye 10 vermezdi ve onu kendime saklıyorum derdi. Ders esnasında yaptığım resimlerin dışında, kendimce özel çalışmalar yapmak istiyordum. Kendisine ben resim yapmak istiyorum dediğimde mütebessim bir ifadeyle “yap öyleyse” dedi.

Bir gün öğretmenim beni okul koridorunda kolumdan çekip “Hani resim yapacaktın, ne oldu” diye sordu. Siz güldünüz, ben de vazgeçtim, dedim. Öğretmenim elini başımın üzerine koydu ve şöyle dedi, “Güldüm çünkü söylediğin hoşuma gitti. Şimdiye kadar hiçbir öğrencim gelip, ders harici resim yapmak istediğini söylememişti, bundan sonra yaptığın

Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, Elmacı Pazarı, 1998, Vakkas Seydi Seyyar koleksiyonu (sağda).

92

G A Z İ A N T E P S A N AT- E D E B İ YAT 2 0 21 G A Z İ A N T E P ’ İ N V E S O N U S TA L A R I N I N R E S S A M I

93

resimleri bana göstermeni istiyorum” dedi.

İçimde yanıp tutuşan resim yapma sevdam bu konuşmadan sonra alevlenmişti. Hemen en yakın nalbura gittim, o yıllarda DYO marka 250 gramlık sanayi boyaları vardı ve ben birkaç renk sanayi boyası aldım ama kırmız renk boya bulamamıştım. İçinde kırmızı rengin olmadığı manzara resimleri yaptım. Öğretmenim, gösterdiğim resimlerime yol gösterici, teşvik edici eleştiriler yapıyordu. Öğretmenim bir gün, “Mehmet Ali senin resimlerin çok parlak, hangi resim boyasını ve verniğini kullanıyorsun” diye sorunca, “DYO marka 250 gramlık boyalardan kullanıyorum” dedim. “Oğlum sen sanayi boyasıyla nasıl resim yaptın, çabuk kuruyan boyadır, sana çalışma fırsatı vermez” dedi ve katıla katıla güldü. Ben de biraz mahcup olmuştum. Ertesi hafta bana bir kutu Talens marka her renkten resim boyaları, iki numaradan on dört numaraya kadar samur uçlu resim fırçası getirdi ve bana “Al oğlum

re-simlerini bunlarla yap” dedi ve ben de bundan sonra daha büyük heyecan ve şevkle resimler yapmaya başladım. 

Büyük abimin Yale marka bisikletini alır, Gaziantep’in köylerine gider, köy yaşamını konu alan resimler yapardım. Doğadan yaptığım tüm resimlerimde dahi mutlaka insan

fi-94

G A Z İ A N T E P S A N AT- E D E B İ YAT 2 0 21 G A Z İ A N T E P ’ İ N V E S O N U S TA L A R I N I N R E S S A M I

95

gürü olurdu. Bu arada Nevzat Arı Hocahanım çalışmalarımı daha ileri götürebilmem için evinde bana ücretsiz ders verirdi. Tugay’ın karşısında öğretmen evleri vardı orada otururdu.

Nevzat Hocam Ankara Gazi Eğitim resim bölümünde okurken hocası olan Malik Aksel’in kendisine verdiği resim boyalarını bana hediye etmişti. Halen saklarım onları.

- İlk serginizi 1962 yılında açmışsınız. Bugüne kadar Gaziantep’te kaç sergi açtınız, neler sergilediniz? Dahası resim eğitimi için İstanbul’a Akademi’ye gidişiniz nasıl oldu?

Öğretmenimin teşviki ve önderliğinde ilk sergimi 1962 yılında Türk Amerikan Kültür Derneği salonunda açtım. O yıllarda Gaziantep’te resim sergisi açacak galeri yoktu. İkinci sergimi de 1964 yılında Abide’nin karşısındaki Sıhhi Müze’de açtım.

Lisedeki resim öğretmenim Selami Gedik idi. Ben küçük küçük suluboya ve kuru boya resimler yapmaya devam ediyordum. Bunlardan birisi de Sam Köyü’ndendi. Bu resmi bir arkadaşım resim dersinde kopya yapıyordu. Selami öğretmen bunu görmüş ve arkadaşımıza kartpostallardan resim yapmayın sizi yanıltır deyince, arkadaşım da öğretmene, bu kartpos-tal değil, Mehmet Ali’nin yaptığı resim demiş. Duyduğum da bu söz, çok hoşuma gitmişti.

Ben resimlerimi Nevzat öğretmenime göstermeye devam ediyordum ve bir gün ba-na, “Oğlum artık resimlerini bana getirme Selami öğretmene götür onun fikirlerini al”

demişti. Bu da Nevzat Hocahanımın erdemini gösteriyordu. Daha sonra Vecdi Gülümser öğretmen resim derslerimize gelmeye başlamıştı. Ben ikinci sergimi Abide’nin karşısındaki Sıhhi Müze’de Vecdi Gülümser hocamın önderliğinde açmıştım. Onun ileride askerlik tecil belgesi almam için iyiliğini görecektim çünkü kendisi 1960 ihtilalinde emekliye sevk edilen yarbaylardandı. 1964’teki sergim de daha sonra Akademiye girmeme vesile olacak, bir ilaç firmasının tıbbi mümessili Cevat Sönmez’le tanıştım. Yine aynı yıl açtığım sergide bakırcı ustası Hacı Mehmet Horozoğlu ile tanıştım ve kartını verip, bana uğra demişti. Bir süre sonra kendimi bakıra nakış işlerken buldum ve bir gün bakıra nakış işlerken başucumda iki genç bayanın beni izlediğini fark ettim, biri bana “Siz nakışı çizmeden işliyorsunuz, di-ğerleri çini mürekkebi ile çizilmiş olan nakışları işliyorlar” dedi. Ben ressamım dedim o da bana neden Akademiye gitmediğimi sordu. Ben bir yıl önce üniversite sınavını kazanmıştım ama kayıt param olmadığı için İstanbul’a gelip Akademi yetenek sınavına girememiştim.

Akademi hayalim bitmemişti bunun için para biriktiriyordum. Yıldız Porselen’de çalıştığını söyleyen Yıldız Hanım, İstanbul’a gelirsen beni bul, deyip kartını vermişti. Kendisi Yıldız Porselen fabrikasının ressamıydı.

1971 yılında Akademi yetenek sınavı için İstanbul’a geldiğimde Yıldız Hanım’a uğra-dım onun tavsiye ve yönlendirmesiyle Tatbiki Güzel Sanatlar’da resim kursuna yazıluğra-dım.

İlk dersten sonra kursu veren arkadaş, senin kursa ihtiyacın yok git kurs paranı geri al, vermezlerse beraber gidip alalım, demişti. Daha sonra Akademi’ye ön kayıt için

gittiğim-de askerlik tecil belgem olmadığından kaydımı yapmadılar. Bu belgeyi o günkü imkanlarla kısa zamanda alıp getirmem mümkün değildi. Ben Perşembe günü başvurmuştum ertesi güne kadar getirmemi istemişlerdi. Bütün dünyam kararmıştı. Gaziantep’e dönmeden önce Cumhuriyet gazetesinde çalıştığını bildiğim Cevat Sönmez’in yanına gittim. Gaziantep’ten ayrıldıktan sonra onunla mektuplaşıyorduk, arkadaşlık bağımızı kopartmamıştık. Aynı ak-şam Cevat’ın gazeteci kimliği ile yazdığı mektupla, Cuma sabahı tekrar Akademi’ye gittim.

Akademi başkanına mektubu verdim, açtı mektubu okudu ve altını paraf edip, git kaydını yapsınlar, sende sınavdan önce tecil belgeni getirmeyi unutma dedi. Aynı gün Gaziantep’e geri döndüm, o zaman İstanbul-Gaziantep arası yolculuk 22 saat sürüyordu.

Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, Gergefte Antep İşi, 1996, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi koleksiyonu.

96

G A Z İ A N T E P S A N AT- E D E B İ YAT 2 0 21 G A Z İ A N T E P ’ İ N V E S O N U S TA L A R I N I N R E S S A M I

97

Gaziantep’te Vecdi Gülümser hocamla beraber Askerlik Şubesi’nden tecil belgesini alıp, otobüse verdim. Cevat Sönmez arkadaşım da Seç Otobüsleri’nin Laleli yazıhanesinden alıp, Akademi Sınav Başkanlığına iletmişti. Ben bu arada sınav gününü beklerken, bakıra nakış işlemeye devam ediyordum.

Fındıklı’daki Akademi binasında sınav günü bize bir paragraf verdiler. Bir çiftlik hayatını anlatıyordu, konu tam bana göreydi. Sınav sonucu açıklandığında birincilikle kazanmıştım. Nihayet ilkokul üçüncü sınıftan beri hayalini kurduğum sanat dünyasına adı-mımı atmıştım.

1976 yılında Prof. Neşet Günal atölyesinden mezun oldum. Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan mezun bir arkadaşla grafik ajansı kurduk ve 1977 yılında Fatma Ha-nım’la evlendim. Ortağımın askere giderken yerine bıraktığı kişiyle anlaşamadım ve ajansı kapatmaya karar verdim, öyle de oldu. Akademi de okurken Pedagojik formasyon dersine girmiş öğretmenlik yapabilir sertifikası almıştım. Milli Eğitim’e öğretmenlik için müracaat ettim ve tayinim İstanbul Mecidiyeköy Lisesi’ne çıkmıştı. Mecidiyeköy Lisesi’nde ortaokul-lara resim dersi, lisede ise sanat tarihi derslerine giriyor, aynı zamanda müdür yardımcılığı görevini de yürütüyordum. 1979 yılında askere alındım, ihtilalde Ankara Merkez Komutan-lığı’ndaydım. Askerlik dönüşü öğretmen olarak tayinimi beklerken Tercüman Gazetesi’nde grafiker olarak işe başladım. Bu arada tayinim İstanbul Cağaloğlu Kız Lisesi’ne çıkmıştı fa-kat ihtilal sonrası asılsız ihbarlarla memurların olur olmaz yerlere tayinleri çıkıyor ya da mesleklerinden ediliyorlardı. Çalıştığım işi de sevmiştim ve gazete de kalmaya karar verdim.

1991 yılında Tercüman spor servisinden yeni kurulan Meydan gazetesine transfer olduk. Al-tı ay geçmeden 6 kişiyi işten çıkardılar bunlardan biri de bendim ve bir anda işsiz kalmışAl-tım.

Eşim Fatma Hanım neden kara kara düşünüyorsun sen sanatçısın, sanatçı işsiz olmaz, otur resim yapmaya devam et dedi. Bu söz bana büyük moral oldu.

- “Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar” sanatsal üretiminizin ana teması olmuş, bu ko-nudaki misyonu nasıl üstlendiniz, bir öyküsü mutlaka vardır... Bu eserleriniz nasıl bir birikime dönüştü? Zaman içerisinde bu eserlerin topluca görülebileceği koleksiyonlar oluştu mu? 

İnsanın yeteneği ne yapılırsa yapılsın kaybolmuyor. Suya batırılan mantar gibi yine yüzeye çıkıyor. Ben hangi konulara değinmeliyim ki farkındalık yaratayım diye düşündüm.

Üstadımız Bedri Rahmi Eyüboğlu bir sergisinde bizlere şöyle söylemişti “Eğer bir hamalın resmini yapacaksan hamalın taşıdığı yükün altına gireceksin ki onun o yükü taşırken yü-zündeki ıstırabı resmine yansıtabilesin, yoksa resimlerinizin ayağı yere basmaz havada kalır”

bu söz bana rehber olmuştur. En iyi bildiğim konular 6 yaşından beri birçoğunda çalıştığım mesleklerdi. Bu arada şunu da belirtmek isterim rahmetli spor yazarı Ali Gümüş, Mehmet Ali resimlerin boyutunu küçük tutarsan daha iyi olur herkes büyük duvarlara sahip değil

demişti. Benim de evde çalışma ortamım zaten büyük değildi, bu fikir aklıma yatmıştı ve kü-çük boyutlu, sıfır numara fırçayla yağlı boya meslek resimleri yapmaya başladım. Bazılarını büyüteç altında yapıyordum. “Kaybolan Meslekler ve Gaziantep” adını verdiğim ilk sergimi Mecidiyeköy’de bulunan Gaziantep Eğitim ve Kültür Derneği salonunda 1994 yılında 30 resimle açtım. Resimlerimin tamamı satılmıştı. Konu ilginç gelmişti ve fiyatları da uygundu.

1996 yılında Gaziantep Büyük Şehir Belediye Başkanı Celal Doğan’ın davetiyle “Gazian-tep’te Kaybolan Meslekler” adıyla, 1998 yılında ve 2000 yılında Gaziantep Ticaret Odasının davetiyle aynı konudaki resimlerimi sergiledim. 2004, 2007 yıllarında yine Gaziantep Bü-yükşehir Belediyesi’nin davetiyle “Kaybolan Meslekler” adıyla, 2012 yılında ise “Kaybolan Meslekler ve Son Ustalar” adıyla sergi açmıştım. Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim, re-simlerimi İstanbul’dan Gaziantep’e kadar kendi arabamla götürüyordum. Eşim bana bir gün sen arabanla tek başına bu kadar emek verdiğin eserlerinle gidiyorsun başına bir şey gelse kim sahip çıkacak dedi ama ben Gaziantep sevdası ile resim sevgisini bu kente aşılamaya

Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu, Patlıcan oyanlar, 1999, Gülgün Ok koleksiyonu.

98

G A Z İ A N T E P S A N AT- E D E B İ YAT 2 0 21 G A Z İ A N T E P ’ İ N V E S O N U S TA L A R I N I N R E S S A M I

99

çalışıyordum, ayrıca birçok medya kuruluşunun da kaybolmaya başlayan mesleklere dikkati

çalışıyordum, ayrıca birçok medya kuruluşunun da kaybolmaya başlayan mesleklere dikkati