• Sonuç bulunamadı

2. Türkiye’de Medya Siyaset İlişkisinin Tarihi

2.4. Medyada Holdingleşme Dönemi

12 Eylül Darbesinin ardından yapılan 1983 yılındaki seçimle Türkiye, kesintiye uğrayan demokrasisini tesis etmek için yeniden adım atmıştır. Liberal, milliyetçi, muhafazakâr-İslamcı ve demokratik soldan oluşan dört eğilimi birleştirme iddiasıyla kurulan Anavatan Partisi, seçimde tek başına iktidara gelmiştir. ANAP’ın en büyük değişim politikası, ekonomi ihracata dayalı hale getirilerek dışa açılmada gerçekleştirilmiştir. Bu proje ülkenin küresel ticarete hızla adapte olmasına katkı sağlamıştır. Medya da bu değişimden önemli ölçüde etkilenmiş ve tecimsel yayıncılık, sektörü hızla dönüştürmüştür. Holdingleşme medya siyaset ilişkisinde de önemli etkiler oluşturmuştur.

1980’lerde, Türkiye’de tecimsel yayıncılığa geçilmesinde ilk olarak iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ve sermayenin sınır tanımazlığı gelmektedir. Ülke içinde ise yasal ve kurumsal düzenlemeler, pazar koşulları ve hükümetin siyasal-ideolojik yönelimi toplumsal güçlerin ilişkilerinde belirleyici olmuştur (Kejanlıoğlu, 2004: 197).

Yeni teknolojiler basının tirajlarını, dolayısıyla reklam gelirlerini arttırmış, medyanın gücünden hem iktidarlar hem de patronlar yararlanmak için çaba göstermeye başlamıştır (Sönmez, 2010: 149).

74 1980 darbesinden sonra Türkiye’nin dışa açılma hareketi ve güçlenen sermaye grupları ile kitle iletişim bağlamında “Basın Dönemi” olarak nitelendirilebilen bir dönemden “medya” olarak nitelendirilen yeni bir evreye geçilmiştir (Kaya, 2009: 233). Medya-siyaset ilişkisi medya-siyaset-ticaret ilişkisine dönüşmüş, medya ticari çıkarların savaş alanı haline getirilmiştir. Siyasetle olan ilişkiler tamamen ticaret ekseninde dönmeye başlamıştır (Demir, 2007: 237).

1980’li yılların sonunda Babıali olarak bilinen medyanın merkezine ANAP Hükümetinin kontrol çabaları damga vurmuştur. Haldun Simavi, Günaydın Grubu’nu, dönemin başbakanı Turgut Özal’ın desteklediği İş adamı Asil Nadir’e satmıştır. Nadir, Günaydın’ın ardından, Güneş Gazetesi ile Gelişim Dergi Grubunu da satın alarak sektörün en büyüğü durumuna gelmiştir. Bu hakimiyete, Aydın Doğan ile Dinç Bilgin’in ortak hareket ederek karşı koyması ve Nadir’in İngiltere’deki işlerinin bozulması eklenince Nadir, 1990’lı yılların başından itibaren piyasadan çekilmiştir (Sönmez, 2010: 38). Çavuşoğlu-Kozanoğlu grubu da bir süre sektörde etkili olmuştur (Özer, 2012: 126). 1970 sonlarında Milliyet’i satın alarak sektöre giren Aydın Doğan Hürriyet’i de satın alınca, özel televizyon yayıncılığı başlamadan önce, yazılı basında iki büyük grup kalmıştır: Doğan Grubu ve Sabah Grubu (Sönmez, 2010: 38).

1980’li yılların sonuna doğru medya kendisini politik olarak çok güçlü görmeye başlamıştır. Medyaya hâkim olanlar kendilerini, Erol Simavi’nin deyişiyle, dördüncü ya da ikinci değil, birinci güç olarak görmüştür. Bir dönem Türkiye'nin en büyük medya patronu olan Simavi, 1988 yılında Türkiye’de birinci gücün asker olmadığını, basın olduğunu ve askerin ikinci güç olduğunu belirtmiştir. Simavi’ye göre askeri darbelerin gerçekleştirilmesini sahneleyen de yine basındır (Aksoy’dan aktaran Demir, 2007: 210).

Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD gezisinde yaptığı bir açıklamada yurtdışından Türkçe televizyon yayını yapılmasını engelleyen bir kural olmadığını söyleyince özel yayıncılığın da önü açılmış, medya sektörü bambaşka bir evreye geçmiştir (Kejanlıoğlu, 2004: 311).

75 Pahalı bir faaliyet alanı olan televizyonunun medyada büyük sermayeyi ön plana çıkarması, başka sektörlerde faaliyet gösteren holdinglerin televizyon yayıncılığına girmesine neden olmuş, yatay ve dikey bütünleşme ile büyük medya grupları ortaya çıkmıştır (Demir, 2007: 192)

Televizyon yayıncılığına gösterilen ilgi ve kontrol mücadelesinin, TV yayıncılığının kârlı olmadığı yönündeki sayısız değerlendirme dikkate alındığında, bu alanda bulunmanın başka bir amaca, bir iktidar mücadelesine işaret ettiği açıktır. Hem ekonomik hem de siyasal bir güç elde etmek isteyen bu yayıncılık yaklaşımı, Özal Ailesi ile Star 1 kanalının sahibi Cem Uzan’ın bir araya gelmesini sağlamıştır (Çelenk, 2005: 246).

Uzan grubu medya, sermaye, siyaset ilişkisinin önemli örneklerinden biridir. Dergi ve gazetelere sahip olarak katıldığı ihalelerde iktidarın desteğini sağlamak isteyen grup, televizyon yayıncılığıyla daha da güçlenmiş, grubun sahibi Cem Uzan, daha sonra parti kurarak iktidara gelme niyetini de ortaya koymuştur (Koloğlu, 2013: 162).

ANAP iktidarlarından sonra onları medyaya baskı yapmak ya da medya gücünü kullanmakla eleştiren muhalefet partilerinin de kısa sürede “karşıtına döndüğü” görülmüştür. DYP-SHP koalisyonunda, radyoların ve uydudan yayın yapmayan televizyonların kapatılması yoluna gidilirken bazı belediyeler Star-1 yayınını vermeyi kesmiş, özellikle SHP’li belediyeler, kendi partilerinin zaman kiraladığı Mega-10 ya da Demokrasi Kanalı’nın yayınını yansıtmak için girişimlerde bulunmuştur (Kejanlıoğlu, 2004: 417).

1990’lı yıllarda medya-siyaset-sermaye üçlüsünün iç içe geçmesi, medyanın güvenilirliğini yozlaştırırken, siyaset de medyanın kontrolüne girerek yıpranmıştır. Bu karmaşık ilişkiler ağı nedeniyle cumhuriyet tarihinde ilk kez bir hükümetin düşürüldüğü belirtilmektedir (Işık, 2008: 158). Emin Çölaşan’ın Uğur Mumcu ile bir araya gelerek, ANAP Hükümetini devirmek için gayret sarf ettiklerini, DYP ve SHP yöneticileriyle bir araya geldiklerini ifade ettiği olay (aktaran Demir, 2007: 212), basının o dönem asli görevinin ne kadar dışına çıktığının önemli örneklerinden biridir.

76 Enerji, ulaşım, iletişim, inşaat gibi alt yapıda devletin sadece koordinatör olmasını öngören yeni liberal politikalara basın destek vermiş, kamuoyu oluşturmuş daha sonra da medya grupları bu ihalelere kendileri girmiştir (Kılıçatan, 2011: 108). Özelleştirmeler ve devlet ihalelerinde gazetelerin önemli yazarlarının siyasiler ve medya sahipleri arasında açıktan ihale takipçiliği ya da aracılık yaptığı da görülmüştür (Koloğlu, 2013: 163). Tansu Çiller'in başbakan olduğu dönemde, Sabah ve Doğan gruplarına milyonlarca dolar teşvik verildiğini, Devlet Bakanı Güneş Taner açıklamıştır (Asker, 2009: 558). Çiller düzenlediği bir mitingde, bazı medya gruplarının arkasında olduğunu iddia ettiği Koç Grubu’nun kendisine cephe almasının nedeninin teşvikleri kesmesi olduğunu iddia etmiştir (Asker, 2009: 565).

Muhalefetteki ANAP’ın Lideri de, hükümete yakın yayın yaptığını iddia ettiği Sabah grubunu aynı şekilde suçlamaktadır. Mesut Yılmaz’ın sözleri, medyanın siyaset alanında açıkça taraf olduğunun delili niteliğindedir (Hürriyet, 23 Ekim 1995 aktaran Aksoy, 2009a: 597):

“Sabah, Çiller’in yolsuzluklarını bir satır bile yayınlamıyor. Bu gazete, gazetecilik değil, borazanlık yapıyor. Bu gazetenin iktidarla maddi menfaati vardır. İktidarın da bu gazeteden destek bulma menfaati vardır”.

Özel televizyonların yayına başladığı dönemde sektöre giren Çukurova, Doğan, Bilgin ve Uzan grupları, izleyicinin büyük bölümüne ulaşan SHOW TV, ATV, Kanal D ve Star TV’nin sahibi olarak büyük etkinlik kazanmıştır. Bu gruplar koalisyon hükümetleri döneminde baskı kurma ya da “kol kola yürüme” yöntemleriyle siyasete etki ederek gerek sektörde, gerekse sektör dışı faaliyetlerinde büyük karlılıklara ulaşmıştır.

1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren, yerel yayıncılığın önem kazanması ve yayınlardaki tek yönlülüğün azalması gibi olumlu gelişmelere rağmen, haberlerin yozlaştığı, reytingin merkezde olduğu bir dönem başlamıştır (Aziz, 2006: 244-246). Televizyonlardan sansasyonel, tartışmalı, hedonist, şiddet sever, özel yaşam tanımaz bir genel görünüm yansımaya başlamıştır. Özellikle Refahyol iktidarı döneminde resmi ideolojiyi rahatsız eden tartışmaların dozu iyice yükselmiştir. Şahin (2010: 14),

77 1992-1997 arası medyanın, en özgür ve demokrat ama en ilkesiz ve başıboş olduğu dönem olarak tarihe geçtiğini belirtmektedir.

1995 seçimleri öncesinde Refah Partisi’nin güçlendiği ve çıkarlarına zarar vereceği öngörüsüyle hareket eden büyük medya grupları, parti aleyhinde politik bir atmosfer oluşturmaya çalışmış ancak ağırlıklı olarak medya yerine yüz yüze iletişim yöntemini kullanan RP hareketi, iktidar olmayı başarmıştır (Bostancı, 1998: 169).

Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında kurulan RP-DYP koalisyon hükümeti kısa sürede İslami gruplara ve başörtüsü gibi dini sembollere gösterdiği tolerans nedeniyle medya, laik elit ve ordunun tepkisini çekmiştir. Çiller’in serveti ve Bosna’ya insani yardım için toplanan yardımların akıbeti konusundaki yayınlar nedeniyle medya ile sıkıntılı bir dönem yaşayan hükümete (Çatalbaş, 2009: 378), ideolojik nedenlerin yanı sıra, basının promosyonlarına sınırlandırma getirilmesi, ihale almaya alışan medya sahipleri ve İstanbul sermayesinin, Anadolu sermayesinin karşılarına dikilme korkusuyla hareket etmesi de yapılan saldırıların sebepleri arasında gösterilmektedir (Demir, 2007: 219).

28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarından sonraki dönemde, Refahyol hükümetinin yıkılmasında medyanın rolü, sivil toplum ve yargıdan daha fazla olmuştur. Hükümetin yıkılmasından sonra, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükümeti kurma görevi verdiği Mesut Yılmaz’ın ilk ziyaretlerinden birini medya patronu Aydın Doğan’a, evine giderek yapması medya siyaset ilişkisi açısından dikkat çekicidir (Demir, 2007: 217).

Bu yaşananlar bir darbe olarak nitelendirilmiş ve silaha başvurulmadan yapılan bu “hükümet değişikliği operasyonu” medyanın ve resmi ideoloji güdümündeki sivil toplumun başı çektiği bir “Postmodern Darbe” ya da “Medya Darbesi” olarak da adlandırılmıştır.