• Sonuç bulunamadı

2. Türkiye’de Medya Siyaset İlişkisinin Tarihi

2.5. Ak Parti Hükümetleri Döneminde Medya-Siyaset İlişkileri

1990’lı yılların medya-siyaset-ticaret açısından oluşturduğu iklim 2000’li yıllarda sürmüştür. Tıpkı Refah Partisi’nde olduğu gibi Ak Parti’ye de mesafeli duran

78 ve o dönem “merkez medya” olarak nitelendirilen büyük gruplar, Ak Parti hareketinin Refah Partisi’nin devamı olduğu, gizli bir ajandayla rejimi değiştireceği yönünde yayınlar yapmış ancak 2002 yılında yapılan seçimde Ak Parti tek başına iktidar olmuştur. Bu seçimde, seçmenin medyadaki hakim mesajların aksine hareket etmesi daha sonra bir çok olay ve seçimde görülmüş, medyanın izleyici/okuyucu üzerindeki etkileri açısından farklı bir dönem başlamıştır.

Devran (2004: 160), medyanın özellikle Recep Tayyip Erdoğan hakkında izlediği yersiz ve saldırgan mesaj stratejisinin seçmende bir “mazlum” kanaati oluşmasına neden olduğunu, bunun Ak Parti’nin seçimi kazanmasının etkenleri arasında sayılabileceğini belirtmektedir.

Ak Parti iktidara gelmeden önce muhafazakâr-İslamcı kesim medyada küçük yayın organlarıyla temsil edilmektedir. Ancak bu dönemde de muhafazakâr medya, merkez medyanın belediye yönetimlerinin yolsuzluk yaptığı, medya kuruluşlarına sahip olan muhafazakâr şirketlerin haksız ihaleler aldığı iddiaları nedeniyle, bu gruplarla karşı karşıya gelmiştir. Doğan-Bilgin gruplarıyla Yenişafak Gazetesinin sahibi Albayraklar arasındaki medya savaşı, 2002’de yapılan seçim öncesi ülkedeki siyasi hesaplaşmaların provası niteliğinde olmuştur (Aksoy, 2009b: 617).

Ak Parti’nin medya alanına ilk müdahalesi Uzanlar üzerinde olmuştur. Uzanlar’ın 2002 seçiminde siyasete girmesi ve yüzde 7 oy alarak beklenmedik yükselişi, Ak Parti Hükümeti’nin 2003 ortalarında gerçekleştirdiği ciddi bir müdahaleyle engellenmiştir. ÇEAŞ ve Kepez’le ilgili imtiyaz sözleşmelerinin iptalini gündeme getiren çeşitli ceza davaları açılmıştır. Sonraki dönemde Star TV’nin başı çektiği medya şirketleri de dahil olmak üzere grubun tüm varlıklarına el konulmuş ve Cem Uzan yurt dışına kaçtıktan sonra Uzanlar’ın Türkiye’deki etkinlikleri sona ermiştir (Adaklı, 2006: 185).

2005 yılı sonrası Ak Parti’nin de medya sektöründe güç elde etmeye başladığı görülmektedir. Muhafazakâr – İslamcı olarak bilinen bazı sermaye sahipleri gazete ve televizyon kurmaya başlarken 4 büyük medya grubundan biri olan Sabah-ATV Grubu, TMSF’ye devredilmiştir. Hükümetin politikalarına ve ideolojik duruşuna destek

79 verecek, siyasi tartışmalarda propaganda görevini üstlenecek bir medya varlığına önem verildiğine, sonraki dönemde gerek seçimlerde, gerekse büyük siyasi çalkantılarda şahit olunmuştur. 2007 yılında Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinin engellenmesi ve Cumhuriyet Mitingleri, hükümeti medyada güç elde etme konusunda daha kararlı davranmaya iten olayların en önemlileridir. Medyada küçük gazete ve televizyonlar dışında etkinliği olmayan Muhafazakâr – İslamcı kesim, medya sahipliğinde önemli ölçüde denge sağlamıştır.

2007 yılında başlayan Ergenekon Davası Operasyonları ve medyanın takındığı tutum, politika alanındaki kutuplaşmanın da dozunun yükselmesine neden olmuştur. Ordu içindeki bazı muvazzaf subaylar ile emekli askerler ve sivil bazı kesimlerin hükümeti yıkmaya yönelik faaliyetler içinde olduğu iddialarıyla başlayan soruşturmalar Ulusalcı-Laik ve Muhafazakâr-İslamcı kesimleri yeniden karşı karşıya getirmiştir. Ergenekon ve Balyoz Davası süreçlerinde Samanyolu, Kanal 7 ve Sancak Grupları ile TMSF’den Çalık Grubu’na devredilen Sabah-ATV grubu, hükümetin davanın yanındaki duruşunu desteklerken, iki büyük televizyon kanalı ve çok sayıda gazetesiyle sektörün o dönem en büyüğü olan ve Doğan Grubu, Ana Muhalefet Partisi CHP’nin soruşturmalara karşı aldığı tavrı desteklemiştir.

Kavganın baş aktörlerinden biri, operasyonları devlet içindeki bürokratlarıyla yürüten ve o dönem Gülen Cemaati olarak bilinen gruba yakın yayın organları olmuştur. 17 Aralık 2013 tarihi sonrası ise mahkemelerce Paralel Devlet Yapılanması (PDY) ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak tanımlanan grup, 2000’li yıllardan itibaren medyada çok büyük yatırımlar yapmıştır. Abone ağırlıklı dağıtılan ve tirajı bir dönem bir milyona ulaşan Zaman gazetesi, Bugün Gazetesi, reytinglerde ilk sıralarda yer alan Samanyolu TV, Kanaltürk ve çok sayıda televizyon ve dergiye sahip olan örgüt, 2012 yılına kadar siyasi iktidarla kurduğu ilişkiler sayesinde büyük bir güce ulaşmıştır. 2013 yılı sonunda, bakanların da içinde bulunduğu bazı siyasiler ve iş adamlarına yönelik operasyonların, bu örgütün emniyet ve yargı içindeki üyeleri tarafından yapıldığının ortaya çıkmasının ardından, örgüte ve yakın şirketlerine bağlı tüm medya kuruluşlarına kayyum atanmış, 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından da bağlantısı tespit edilen tüm yayın organları kapatılmıştır.

80 TMSF’nin kontrolündeki Sabah-ATV Grubu, 2008 yılında hükümete yakın olduğu iddia edilen Çalık Grubu’na3 devredilmiştir. 1.1 milyar liraya gerçekleşen satışla ilgili o dönemde hükümet karşıtı medyada eleştiriler yayınlanmıştır. Medya grubu, 2013 yılında kamu ihaleleri de alan Kalyon Grup’a ait Zirve AŞ’ye satılmıştır.

Hükümete yakın yayın organlarının giderek güçlenmesiyle, medya patronlarının siyaset ve devlet üzerinde tahakküm ettiği ve uzun süredir devam eden dönem, siyasal iktidarın medya üzerinde etkisini daha fazla hissettirdiği yeni bir sürece yerini bırakmıştır. Doğan Grubu ile hükümet arasındaki “kavga”, bu durumun önemli bir gösterenidir. Deniz Feneri gibi davalarda hükümetin üzerine giden grup, bu çatışma nedeniyle verildiği iddia edilen ağır vergi cezaları sonrası daha tavizkar bir politika izlemiştir. Bu süreçte hükümete hakarete varan eleştirilerde bulunan Bekir Coşkun Hürriyet Gazetesinden ayrılırken, Ertuğrul Özkök de genel yayın yönetmenliğini bırakmıştır (Çoban, 2013: 277).

İki büyük televizyon kanalını (Kanal D ve Star TV) elinde bulunduran Doğan Grubunun, Star TV’yi 2011 yılında, hükümete nispeten yakın duran ve kamudan alt yapı ihaleleri de alan Doğuş Grubu’na satmıştır.

Politik ve ideolojik nedenlerin medya-siyaset ilişkisindeki belirleyiciliğinin yanı sıra ekonomik çıkarların da Ak Parti hükümetlerine karşı medyada bir karşıtlık oluşturduğu, farklı gruplardaki yazarların tartışmalarından anlaşılmaktadır. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da zaman zaman, bazı medya gruplarının kendilerinden talepleri olduğunu, yerine getirmedikleri için savaş açtıklarını söylemiştir (Kılıçatan, 2011: 174).

Haziran 2013’teki Gezi Parkı Olayları ve Aralık 2013’te, Ak Partili bakanlara yönelik yolsuzluk iddiaları ve başlatılan soruşturmalar, hükümet ile Doğan Grubu arasındaki kavganın yeniden başlamasına neden olmuştur. Bu dönemde Ciner Grubu’nun da, o dönem Gülen Cemaati olarak bilinen örgüte yakın isimleri yayınlarına çıkararak hükümet karşıtı bir yayın politikası izlediği görülmüştür. Muhalif

3 Şirketin yöneticiliğini dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadının kardeşi Serhat

81 hareketlere baskı ve yolsuzluk iddialarını gündemde tutan Doğan Grubu, 7 Haziran 2015’teki genel seçim öncesi HDP’ye destek vermekle eleştirilmiştir. 1 Kasım 2015’de yapılan ve Ak Parti’nin yeniden iktidar olduğu seçim sonrası normal bir seyre dönüşen Doğan Grubu-hükümet ilişkileri, 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişiminde sıcak bir döneme girmiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk olarak gruba bağlı CNN Türk’te yayına katılması ve halkı darbeye karşı harekete geçirmeye çalışması ardından darbeci askerlerin kanalı işgal etmesi hem hükümetin hem de halkın CNN Türk ve Doğan Grubu’na yaklaşımını değiştirmiştir.

Ak Parti hükümetleri döneminde medya-siyaset-ticaret ilişkisine bakıldığında, ilk dönem büyük grupların hükümete mesafeli ve zaman zaman karşıt bir duruş sergilediği görülmektedir. 2007 yılı sonrasında ise devletin, TMSF aracılığıyla borçlarına karşılık el koyduğu medya şirketlerinin, hükümete yakın sermaye sahipleri tarafından satın alındığı, bu sırada güçlenen bazı muhafazakâr – İslamcı sermaye gruplarının yeni gazete ve özellikle haber kanalları açarak iktidarın politika ve ideolojisine destek verdiği görülmektedir. Sektördeki bazı gruplar, siyasal iktidarla iyi ilişkiler içerisinde kalarak ekonomik çıkarlarının devamını sağlamaktadır. Görsel ve yazılı alandaki bazı gruplar ise ideolojik olarak iktidarın karşısında olmaları nedeniyle kâr kaygısı gütmeksizin muhalif bir yayın çizgisini sürdürmektedir. Çıkar odaklı faaliyet sürdüren grupların uzun süre aynı politikayı takip etmediği konjonktürel olarak siyasi duruş sergiledikleri, buna karşılık Ak Parti hükümetleri döneminde sektöre giren medya şirketlerinin koşulsuz destek verdiği kanaati bulunmaktadır.

Son 10 yılda sahiplik anlamındaki büyük değişikliklere rağmen sektörde faaliyet gösteren gazete ve televizyonların gerek etkinlik gerekse tiraj ve izlenme oranlarına bakıldığında, Türkiye medyasında şu anda bir tekseslilik olduğunu söylemek doğru görünmemektedir.