• Sonuç bulunamadı

2. İletişim Sistemleri

2.1. Medya Ekonomi Politiği ve Türkiye’de Medya Sahipliği

Colomb: “Altınla ruhların cennete girmesini sağlamak bile mümkündür”

(Marks, 2013: 135).

Sermaye odaklı endüstrileşmiş toplumu konu edinen Ekonomi politik, insanların maddi varlıklarını sürdürebilmek için gereken araçların üretim ve değişimini inceleyen bir bilimdir (Yaylagül, 2010: 139).

Ekonomi, modern dönemde toplumsal yaşamın merkezi haline gelirken, insanı salt üretim-tüketim ilişkisi içine koyma yönelimi ekonomik boyutun asıl amaç olması sonucunu ortaya çıkarmıştır (Güneş, 1996: 59).

23 Marks (2013: 347), kırsal üretime dayalı toplumun iktisadi unsurlarının yapısının, siyasetteki hareketlerden etkilenmediğini belirtmektedir. Birçok savaş ve yıkılan, parçalanan imparatorluklara rağmen köye dokunulmadığı sürece değişmeyen yapının, büyük sanayinin gelişmesiyle köylünün işçi durumuna düşmesinin yeni bir dönemi başlattığını vurgulamaktadır (Marks, 2013: 481).

Ekonominin politikayla ilişkisi, postmodern dönemde emeğin sömürüsü ve işçi- işveren ilişkilerinin ötesinde açıklamalara muhtaçtır. Doğru olan ise ekonomi ve politikanın dünyayı getirdiği noktada, “yeni olan her şeyin eskidiği, kutsal olanın

ayaklar altına alındığı, katı olanın buharlaştığı”dır (Marks ve Engels, 2003: 25).

Ekonomi politikte ekonomik boyut, her türden malın (maddi ya da kültürel) üretim, dağıtım ve tüketimiyle ilgilenirken, politik boyut ise bu sürece etki eden iktidar ilişkilerini incelemektedir (Özdemir, 2009: 7).

Medyanın ekonomi politiği içerisinde iki ana yaklaşım bulunmaktadır. Araçsalcılar, medya üzerindeki etkileri ve üretim sürecinde kapitalist sınıfın kendi çıkarları doğrultusunda kurduğu kontrol üzerinde odaklanmaktadır. Yapısalcı yaklaşım, medya sahiplerinin niyetlerinden ve eylemlerinden öte kapitalist ekonomik sistemin altında yatan temel dinamiklere dikkat çekmektedir (Yaylagül, 2010: 153).

Yapısalcı yani klasik ekonomi politikçiler, devlet müdahalesinin en aza indirilmesi ve pazar güçlerine en geniş hareket imkanlarının verilmesi gerektiği varsayımından hareketle analizlerini yürütmektedir. Araçsalcı yani eleştirel ekonomi politikçiler ise, pazar sistemlerinin bozukluklarına ve eşitsizliklerine işaret ederek sistemin kusurlarının devlet müdahalesiyle düzeltilebileceğini savunmaktadır (Golding ve Murdock, 2014: 59). Yapısalcı analizleri dikkate alan, kitle iletişim araçlarının çıktılarını birer kültürel ve ideolojik metin olarak çözümlemeyi öneren Kültürelcilerin kuramsal dayanağı, İdeolojik Aygıtlar Kuramının sahibi Louis Althusser ve Antonio Gramsci’nin Hegemonya kuramıdır (Kılıçatan, 2011: 40).

Kejanlıoğlu, (2004: 74), devlet müdahalesine dikkat çekse de eleştirel yaklaşımın, genel süreçlere ve medya endüstrisi ile mülkiyet tiplerine odaklandığı için politika konusuna daha yüzeysel yer verdiğini söylemektedir.

24 Liberal görüşün savunucuları, iletişim pazarında tüketiciler rakip ürünleri sundukları faydaya göre seçmektedir. Pazar güçlerinin hareket serbestisi ne kadar büyükse, tüketicinin seçme özgürlüğü de o kadar fazla olmaktadır (Fiske, 2014b: 53).

Eleştirel ekonomi politik yaklaşım ise ticari ve kamusal girişim arasındaki kaymaların kültür üzerindeki etkisini ortaya çıkarmayı temel amacı görmektedir (Golding ve Murdock, 2014: 63).

Kitle iletişiminin başlıca belirleyicileri; kitle iletişim araçlarının ortaya çıkması, yaygınlaşması, toplumsal süreçlerde etkisi olan ekonomi, siyaset ve ideoloji ile medya içeriklerinin formatı, dil ve ifade araçlarını anlatan kültürdür (Jakubovic ve Jerdewski’den aktaran Kejanlıoğlu, 2004: 135).

18. yüzyılda basın, kamuoyunun düşünmesine, akıl yürütmesine olanak sağlama açısından büyük bir görevi yerine getirirken, 20. yüzyılda televizyon ve radyo ile birlikte kitlenin seyirci-izleyici olarak görüldüğü bir mecraya dönüşmüştür. 19. yüzyılın ortalarından itibaren medya kamudan uzaklaşıp, özel çıkarlarla bütünleşerek, kültür endüstrisi içinde, oligopolleşmiştir (Köker, 1998: 105). Bu kitlesel endüstride iletişim ekonomisi, üretimi, dağıtımı ve finansmanını sağlayan ortam ve araçlar üretilen iktisadi değerden oluşmaktadır. Kitle iletişim araçlarının yanı sıra bu araçlara yönelik içerik hazırlayan, reklam geliri sağlayan tüm şirketler bu endüstrinin birer parçasıdır (Bilgili, 2009: 67).

Ticari yayıncılık ekonomisi, reklam geliri karşılığında izleyicilerin ya da onların satın alma potansiyellerinin satılması ilkesini benimsemektedir. Şirketlerin reklamlar için ödedikleri fiyat, programın ne kadar büyük bir kitle tarafından izlendiği verisiyle belirlenmektedir (Golding ve Murdock, 2014: 57).

Tellan, medyada oligopolistik yapının ekonomik nedenlerini şu başlıklarda sıralamaktadır (2009: 335- 340):

- Basının kamuoyu ve siyaset üzerindeki etkisini gören medya dışı sermayenin sektöre girişi.

25 - Baskıda yaşanan hız sorunu nedeniyle teknolojiye, sermayeye duyulan ihtiyaç ve üretim maliyetlerindeki artış.

- İlan ve reklam gelirlerindeki yetersizlik. - Tirajın giderleri karşılayamaması. - Devlet teşviklerinin eşitsiz dağıtımı.

Milyar dolarlık gelirlere sahip olan şirketler, kâr oranlarına zarar verebilecek her şeyi düşman görmekte, bölgesel, kültürel, ideolojik ve siyasal bağları gevşetmeye yönelmektedir (Meyer, 2014: 65).

Sektöre küçük şirketlerin girişi yapısal olarak güçleştiği gibi oligopol şirketlerin hamleleri de medya sahipliğinde çeşitliliğin önüne geçmektedir. En büyük balık olan devlet karşısında varoluşunu medya özgürlüğünü kalkan yaparak korumaya çalışan basın, kendisi büyük balık olduğunda küçükleri yutmakta tereddüt etmemektedir (Bostancı, 1998: 137).

Ekonomi politik, iletişim endüstrilerinde, 1990’lı yıllardan itibaren dört temel yaklaşım olduğunu ortaya koymuştur. Bunlar, küreselleşme, deregülasyon, birleşme ve sayısallaşmadır (Hamelink’ten aktaran Yaylagül, 2010: 247). Sayısallaşma ile bilgisayar sistemleri, kitle iletişimin temel etkileyenlerinden biri haline gelmiştir. Küresel iletişim medyasının mülkiyeti ve işletilişi, büyük maddi imkanlar gerektirdiği için uydular yoluyla kurulan iletişim endüstrisi, birkaç zengin ülkenin denetiminde bulunmaktadır (Keane, 2010: 132). Deregülasyon ile kamunun elindeki güçten kaynaklanan düzenleme ve kontrol etkisi kırılmış, kaynaklar hükümetler aracılığıyla sermayenin hizmetine sunulmuştur. Küreselleşme süreci ile de çok uluslu şirketler bütün dünyadaki iletişim içeriklerinin üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerini kontrol etmeye başlamışlardır (Yaylagül, 2010: 147).

İçerikler üzerindeki yönlendirici etkisi sürekli artan, bir toplumsal güç haline gelen ve büyük şirketler tarafından yönetilen (Encabo, 2014: 358) medyanın hakim kapitalist sınıfın bir ideoloji üretme ve yaygınlaştırma aracı olduğunu savunan eleştirelcilere göre en büyük kültür endüstrisi olan medya halkı bilgilendirmek, eğitmek ve eğlendirmek adı altında egemen değerlerin kültürel ve ideolojik

26 formasyonlarını aşılamaktadır (Yaylagül, 2010: 148). Onlara göre medya örgütlenmelerinin maddi yapısı, onların ideolojisini belirlemektedir. Medya üretiminin anlamı incelenirken bakılması gereken yer onun sermayesinin niteliğidir. Anlatı ideolojinin kodlarını çözmek için yeterli değildir (Bostancı, 2011: 138).

Herman ve Chomsky’e göre kapitalist ülkelerdeki medyanın amacı, 24 saat propaganda yaparak egemen değerleri topluma aşılamaktır. Çünkü düzenin kendini yeniden üretmesi için kitlelerin rızasının üretilmesi gerekmektedir. Totaliter bir rejimin kaba kuvvetle ürettiği rıza, demokraside propaganda yoluyla elde edilmektedir (Yaylagül, 2010: 168-169). Karşılıklı bağımlılık nedeniyle, medya mülkiyetindeki değişmeler iktidar ilişkilerini çok fazla etkilememektedir (Shoemaker ve Reese, 2014: 106).

Ticari televizyonun daha çok reklam almak için izlenme oranı baskısına tamamen boyun eğmesi, kamu yayıncılığını da etkilemiştir. Kamu yayıncılığının mali kontrolünü elinden bulunduran siyasal organların düşük maliyeti öncelemeye başlamalarıyla, bu yayın kuruluşlarındaki içerik üreticisi ve yöneticilerin kendilerini, mesleki başarı bakımından özel sektörle rekabet içinde görüp yüksek izlenme oranlarına ulaşmayı amaçlamaya başlamıştır (Meyer, 2014: 68).

Burada iki istisna bulunmaktadır: Haber ve bilginin itibarına önem veren kuruluşlar büyük zararlarla baş etmeye uğraşırken, ideolojik yayıncılık yapan ve izlenme/okunmayı birinci öncelik olarak görmeyen medya kuruluşları da, haberi bilgilendirme değil yandaşlarını yönlendirme aracı olarak kullanma eğiliminde olmaktadır.

Türkiye özelinde bakıldığında, geleneksel medya sahipliğinin yerini medya dışı sektörlerden gelen holdingler almıştır. Siyaset ve ticaretin medya düzenini önemli ölçüde belirlediği, ticari çıkarların kamunun menfaatlerinden önde tutulduğu, kamu yayıncılığının da hükümetlerin propagandası için araçsallaştırıldığı görülmektedir (Adaklı, 2006: 32).

Batı'da gazete; ekonomik, siyasi ve sosyal şartların ortaya çıkardığı bir sonuçken, Türkiye’de, siyasi dinamiklerle, devlet destekli olmuştur. Başlangıcından

27 itibaren Türk basınının genel görünümü devlete olan bağımlı tavrı olmuştur (Çakır, 2008: 62). Özel girişimcilerin gazete çıkardığı ilk dönemlerde, kar amacından öte yıkılmak üzere olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtarılmasına yönelik fikirlerin dile getirilmesi, halkın bilgilendirilmesi, özgürlük alanının genişletilmesi için yayıncılık yapıldığı görülmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yapı, 1950’lerden itibaren dünyaya kısmen ayak uydurmaya başlamıştır.

Bu yıllar, Türkiye’nin 1950’lere kadar sivil-asker bürokrasinin iktidar bloğunu burjuvaziye devretmeye başladığı yılların başlangıcı sayılmaktadır. Burjuvazi, siyaseti de ekonominin merkezi İstanbul’dan belirleme gücüne erişecektir. Endüstriyel medya 1980 ve özellikle 1990’lı yıllarla birlikte geniş alan kazanmıştır (Sönmez, 2010: 19).

1980-2000 döneminde Türkiye medya endüstrisi, küresel üretimindeki enformasyon devriminden etkilenirken, ekonomideki liberalleşme kamu hizmeti yayıncılığının önceliğini ortadan kaldırmış, medya ürünleri metalaşmıştır (Ekzen, 2009: 321).

Bu dönemde holdingleşme belirginleşmiş, sektör dışından büyük sermaye geçişleri yaşanmıştır. Medya sahipliğinde dikkat çeken bir özellikle grupların çok uzun süre sektörde kalmamasıdır. Yaklaşık 10’ar yıllık dönemlerde, medyanın en güçlüsü görünen grupların alandan çekildikleri görülmektedir. Bu durumun önemli nedenlerinden birinin, medya ve gazetecilik ile para kazanma değil, farklı sektörlerden şirketlerinin kalkınması için medyayı devletle ilişkilerde kullanma amacı olduğu görülmektedir (Adaklı, 2006: 182).

Uzan, Asil Nadir, Bilgin, Korkmaz ve Ilıcaklar gibi gruplar buna örnek olarak gösterilebilir. Medya sektörünün en eski patronu Aydın Doğan’dır. Bu güçlü grup, rakiplerinden farklı olarak yatay ve dikey olarak bütünleşmeyle sektörde halen etkinliğini sürdürmektedir (Adaklı, 2006: 264).

2002 yılında başlayan Ak Parti iktidarının ikinci dönemiyle birlikte sektörde el değiştirmeler yaşanmıştır. Uzan gibi büyük bir grup, medya, ticaret ve siyaset sahnesinden çekilirken, en büyük gruplardan biri olan Sabah-ATV, önce Çalık ardından Kalyoncu Grubunun yönetimine geçmiştir. Doğan Grubu da bir süreç içinde

28 gazete ve televizyon yoğunluğunu azaltmıştır. Şu anda Türkiye’de bulunan büyük medya grupları şu şekildedir1:

2.2. Türkiye’de Görsel ve Yazılı Medyada Faaliyet Yürüten Gruplar