• Sonuç bulunamadı

Medeni Cemiyetlerde Otorite: Sultanlık ve Hilafet otoritesi ve Mülk

5. DEVLETĠN DOĞUġU, OTORĠTENĠN DOĞASI VE ÇEġĠTLERĠ

5.2. Medeni Cemiyetlerde Otorite: Sultanlık ve Hilafet otoritesi ve Mülk

et-Ta‟rîf bi-İbn Haldun ve Rıhletuhu Garben ve Şarkan adlı hatıratında Timur‘un ―Hilafeti, Ġslam‘da bu döneme kadar Abbasi oğullarına ait kılan nedir?‖ sorusuna cevaben hilafet otoritesinin kısa tarihini Ģöyle açıklar;

―(...) Müslümanlar, Hz. Peygamber‘in (s.a.) vefatından beri, din ve dünyalarıyla ilgili iĢlerini yürütmeyi bir kiĢinin üstlenmesi gerekli midir, değil midir diye görüĢ ayrılığı içinde olmuĢtur. Bir bölük, gerekmediğini savunur. Hâricîler bunlardan biridir. Çoğunluk ise, gerektiği görüĢündedir. Ancak bu gerekliliğin dayanağında farklı görüĢler belirtirler. Bütün ġia, vasiyet hadisi bulunduğunu, Hz. Peygamber‘in (s.a.) bunu Hz. Ali‘ye vasiyet ettiğini savunur. Bu vasiyetin Hz. Ali‘den sonrasına geçiĢinde, burada sayılamayacak pek çok görüĢ belirtirler. Ehl-i sünnet ise,bu vasiyeti reddetmekte ve bu konudaki dayanağın içtihat olduğunda görüĢ birliği etmektedir. Kastettikleri Ģu: Müslümanların hakkını gözeten, fıkıh bilen ve adaletli kiĢilerden birini seçmekle içtihat ederler, iĢlerini görmeyi ona bırakırlar. (...)‖ 204

Alevî fırkalarla dönemin diğer fırkaları arasında doğan çatıĢmanın ancak o günün ümmet büyüklerinden oluĢan ehl-i hal ve‘l akd (seçici kurul) una danıĢarak, tarafların icması ile Ebu‘l Abbas es-Seffah‘ın iktidara seçilmesiyle çözüldüğünü, hilafetin böylece süregeliĢini anlatır.205

Hilafet ve imametin manası ve hilafetin hükmü, Ģartları hakkında

202 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 329.

203 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 333.

204 Ġbn Haldûn, et-Ta‟rîf bi-İbn Haldun ve Rıhletuhu Garben ve Şarkan, s. 250

205

61

ümmetin ihtilaflı olduğuna Mukaddime‟de de değinir. ġiaya göre imametin manasının farklı olduğunu da ortaya koyar. Ġbn Haldûn, ―Halifelik, dini korumak ve dünyevi politikayı idare etmek üzere, Ģeriatı koyan zata peygambere niyabet (vekillik) etmekten ibaret‖206

diyerek açıklar. Ona göre; ―Emiril mümünin ünvanı hilafetin ayırıcı vasfıdır.‖207 Fakat halifelik hükümdarlık Ģeklini alabilir.208

Nitekim tarihte böyle olmuĢtur.

ġari'in, insanlardan maksudu ve matlubu ise, ahiretteki salâhlarıdır. ġu halde, Ģer'i ahkâmın gereği olarak, dünya ve ahiretteki halleri itibariyle herkesi Ģer'i hükümlere göre sevk ve idare etmek zarurîdir. Bu hüküm (otorite, hakimiyet ve iktidar) ise Ģeriat ehline aittir. Bunlar da nebilerdir ve onlardan sonra da bu hususta onların yerine geçen zevattır, bunlar da halifelerdir. Bu açıklamamızdan halifeliğin manası açık olarak anlaĢıldığı gibi, insanlar için tabii olan hâkimiyetin umumî, maksat ve arzulara göre iĢ görmeye sevk etmekten ibaret olduğunu da anladın.209

Yukarıda bahsettiği gibi, Ġbn Haldûn'a göre hilafete dayanan siyaset ve kamu idaresi, en iyi idare Ģeklidir. Çünkü dinî davet, devletin aslındaki asabiye kuvvetine güç katar ve dine davet, asabiyeden baĢka bir kuvvetle tamam olamaz.210 Bu idare tarzının kanunları Allahu Tealâ tarafından konulmuĢtur. Yine de, ona göre; Ġslamî fakat elbette despotik ve zalîm bir devlet uygulaması tercih edilmemelidir. Allahu Tealâ bu hüküm ve kanunları koyarken, sadece insanların dünyevî saadetini değil, aynı zamanda ahiret saadetini de dikkate almıĢtır.

―Sahabe dini ve Ģer'i ahkâma tabi olmuĢtur, buna rağmen bu durum onların metanetini eksiltmemiĢtir. Bilakis onlar insanların en metini idiler; denilmek suretiyle anlattıklarımız yadırganamaz ve reddedilemez. Çünkü ġari'den (s.a.) aldıkları kanunlara ve dini hükümlere tabi olan müslümanlar, içlerindeki (manevî ve vicdanî bir) müeyyideye uyarak sözkonusu hükümleri uyguluyorlardı. Bu müeyyide sınai bir öğretmeye ve talimle ilgili bir te'dibe dayanmıyordu; nakledilerek alınan ve öğrenilen dinin ahkâmı ve adabı idi. Müslümanlar, içlerine iyice kök salan tasdik ve imana dayanan akidelerin tesiriyle o hükümlere tabi oluyor ve kendilerine tatbik ediyordu. (...) Sonraları halkta dini duygular zayıfladı, kanuni müeyyidelere göre hareket etmeye baĢladılar, daha sonra Ģeriat talim ve te'dible öğrenilen bir ilim ve sanat haline

206

Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 462-477.

207 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 478.

208 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 429, 441.

209 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 406, 407.

210

62

geldi, insanlar hadariliğe ve kanunlara boyun eğme vaziyetine döndü, o zaman insanlardaki metanetin müessiriyeti azalmıĢ oldu.‖ 211

Açıkça görülmektedir ki, Ġbn Haldûn‘un düĢüncesine göre hükümet tarafından zorakî uygulanan kanunlar ve hükümler bireydeki metaneti bozacağı Ģeklindedir. Çünkü bahsedildiği gibi bu kanunlardaki yaptırımlar dıĢsaldır, insanın tabiatına uygun değildir. Onun için insanın dayanma ve direnme güçlerini tahrip eder. ġer'i kanunlar ise metanet ve mukavemeti bozmaz, çünkü iman akidelerine ve gönüllü tabiiyete dayanır. Sultandan, kanunlardan ve bunlardan doğan gayri tabii yaptırım türlerinden uzak kalan bedeviler, bu nedenle cesaretlerini kaybetmezler. Ġbn Haldûn bu fikrini çeĢitli vesilelerle tekrar tekrar vurgular.

5.3. (Mülk) Devletin Tanımı ve Mahiyeti

Ġbn Haldûn, insan doğasında düĢmanlık ve zulüm olmasından hareketle baĢlarında bir koruyucu vasıtaya ihtiyaç duyacakları ve buna muhtaç olduklarını zaman zaman belirtir. Devletin manası olarak belirlediği özellikleri bu minvalde Ģunlardır;

- Hüküm verecek ve kendilerini koruyacak otoritenin kendi içlerinden biri olması, - Onlara üstün gelmiĢ, iktidarı eline almıĢ ve kendine itaat ettirmiĢ kimse olarak

koruyuculuğu sağlaması,

- Böylece hüküm veren olmak bakımından hükümdarlığın tabii bir netice olarak açığa çıkması,212

olarak tasnif edilebilir.

Ġbn Haldûn, hükümdarlık ya da yöneticiliğin bu bağlamdaki özelliklerden hareketle peygamberliğe dayanmadan da kendi gücü ya da asabiyesinden aldığı güçle otoritesini kurup insanlara boyun eğdirebileceğini tarihten örneklerle hatırlatır. Fakat ehl-i kitap olmayanların da devletleri ve büyük eserlerinin var olduğunu belirtir. Nitekim kaos ve karmaĢada yaĢamın mümkün olamayacağını, kitap ehli olmayan gayri müslimlerin cemiyet ve devletlerinde anarĢinin olmayabildiğini vurgular.213

211 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 284

212

Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 128.

213

63

Hilafetin mülke dönüĢmesi Ġbn Haldûn'a göre, yukarıda bahsettiğimiz, tespit ettiği ilkeler bağlamında kaçınılmazdı. Hilafetin ilk zamanlarında asabiyesi temel olan Mudar kabilesinin gücü devamlı olarak artmakta, öbür boy ve aĢiretlerini kendi etrafında toplamakta, KureyĢ‘te ilerlemekteydi, Ġslamiyetin de yayılması ile öncü bir kuvvet haline gelmiĢti. Bu nedenlerle Muaviye zamanında bu güçlenmenin tabii neticesi olarak mülk olması, Ġbn Haldûn‘a göre, zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Dönemin hilafete dair görüĢlerini anlatan Ġbn Haldûn‘a göre, Mutezile ve Hariciler gibi kimi görüĢ sahipleri, Muaviye'nin mülk tarzındaki idare ve siyaset sistemi ile Ġslam öncesi bedevî Mudar ve KureyĢ'in riyaset Ģeklindeki idaresi arasında bir geçiĢ ve ara dönem olduğunu düĢünürler. Bu düĢüncede olanlar sadece buna hilafet adı verilebileceğini iddia ederler.214

Bu bağlamda devletsiz de olunabileceğini iddia ettiklerini fakat bunda icma olmadığını belirtir. Amaçlarının devlette görülen zulümlerden ve dünya nimetlerinden kaçmak olduğunu söyler.215

Fakat Ġbn Haldûn‘a göre ―insanlar devletsiz yaĢayamazlar; çünkü bu takdirde onların sosyal bir hayat yaĢamaları ve dünyayı imar etmeleri imkânsızdır‖216

Ona göre; bilinmelidir ki, Ģeriat, devleti bizzat yermez, devletin kurulmasını da mahzurlu görmez. 217 Bununla birlikte Ġbn Haldûn, hâkimiyet sahası geniĢ devletlerin din esasına dayandığını ve dinin nübüvvete ve Hak‘ka davet olduğunu vurgular.218

Mudar asabiyesi ve KureyĢ asabiyesi aĢama aĢama mülk sahibi olmaya ilerlerken, bahsi geçen mücadele kanunları neticesinde, HaĢimîlerle Emeviler ortaya çıkmıĢtır. Hz. Ali ve Muaviye bu zorunlu tabii ilkenin yani asabiye gücü gereğince cemiyetin öncü kıldığı ve çatıĢtırdığı Ģahsiyetlerdir. Ġbn Haldûn‘a göre bu geliĢmeler karĢısında baĢka türlü davranamazlardı. Ġbn Haldûn nazarında Hz. Ali de Muaviye de müctehit idi ve kendi içtihatlarına göre hareket ederek hak yolundan ayrılmamıĢlardı. Fakat ilki isabet, ikincisi hata etmiĢtir. Dolayısıyla Sünnî geleneğe göre ilki iki, ikincisi bir sevap almıĢtır. Böylece Muaviye'yi mecbur ve mazur kısmen de haklı görmüĢtür. Ġbn Haldûn ―devletçilik tabiatında olduğu için Muaviye kendisini ve kavmini bundan alıkoyamazdı, asabiyenin

214

Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 409.

215 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 409.

216 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 330.

217 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 410.

218

64 tabiyatı onları buna sevk ediyordu‖219

demektedir.

Yine de Ġbn Haldûn'un hilafeti övmesini ve beğenmesini, sünnî çevrenin tesiri ve etrafını kollama ihtiyatkârlığı ile izah etmek, teorisindeki tutarlılığı görmezden gelmek olur. Çünkü yine de o, bedevîliğin riyaset tarzındaki idaresi gibi, hilafetin de artık tarihe karıĢtığı kanaatindedir. Ona göre; mülk her iki tarz idare biçimini ortadan kaldırmıĢtır.

Ayrıca Ġbn Haldûn‘a göre devlet, zulmün ve çatıĢmanın üzerindeki engelleyici egemen güçtür. Fakat devletin mahiyeti ve çeĢitleri vardır.220

Ġnsanın toplum halinde

yaĢamasının mecburiyeti, devleti zorunlu kılıyor ise ―kanun‖a ve ―kanun koyucu‖ya zorunlu bir ihtiyacının da doğduğu kanaatindedir. Bundan dolayı Ġbn Haldûn‘a göre insanın, baĢkalarına zarar vermesini engelleyecek mutlaka bir güce ihtiyaç vardır. Bu nedenle mülkün veya devletin en belirgin ve apaçık anlamı budur. Genel itibari ile devleti zorunlu ve doğal bir sürecin neticesi olarak görür demiĢtik.

Bununla birlikte devletin iki temeli vardır. Ġbn Haldûn‘a göre, bunlar, ordu ve hazinedir; devlette meydana gelebilecek bozulmalar ancak bu iki temelin zayıflaması ile ortaya çıkar.221

Bundan dolayı Ġbn Haldûn‘un, devletin temel vazifelerini ‗halkın güvenliğini sağlamak‘ ve ‗denetim altında tutmak‘ olarak belirlediğini ifade edebiliriz.

Yeni bir hanedanlığın doğuĢu ise iki Ģekilde olur;

1- Hanedanlığa bağlı uzak eyaletlerin valileri istiklallerini ilan ederler veya,

2- Hanedanlığın komĢuları olan milletlerdeki kabilelerden bir kiĢi, diğerinin üzerine yürür.222

Ġbn Haldûn‘a göre her devlet belli oranda toprağa sahip olur ve ondan fazlasına ulaĢamaz.223

Aynı zamanda, devletlerin sınırlarının geniĢliği ve ömrünün uzunluğu, o devleti koruyanların sayılarının azlığı ve çokluğu ile orantılıdır.224

Ona göre; birçok kabile

219 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 435.

220

Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 400.

221 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 598.

222 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 607.

223 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 354.

224

65

ve asabiyenin yaĢadığı memleketlerde kuvvetli ve istikrarlı bir devletin kurulduğu az görülür.225

Tek baĢına Ģana sahip olmak, refah içinde olmak, rahat ve sakinliği tercih etmek, devlet olmanın özelliklerindendir 226

demektedir.

Yine devletin özelliklerine değindiği farklı yerlerde Ģu fikirlerini dile getirir. Öncelikle devlet refahı ilk kuruluĢ zamanında devlet gücüne güç katar.227

Henüz asabiye güçlü ve dayanıĢma hali yüksektir. Devletin bahsedilen evrelerinde, halkın ahlak ve tabiatı devletin evrelerine göre değiĢir.228

Bedevîlikte insanın ilk hali fıtratındaki basitlik ve bununla bağlı sadelik, cesaret, kabalık ve yaĢam temini için ihtiyaç kadarı ile yetinme gibi özellikleri vardır. Fakat ĢehirleĢme, asabiyenin çözülmesi ve geniĢleme ile birlikte artan refah ve lüks, halkın ahlakında bozulmaya neden olur. Cesaret gibi önemli faziletlerini yitirir. Devletin meydana getirdiği bütün eserleri, o devletin kuruluĢ temellerindeki gücü oranındadır.229

Ġbn Haldûn‘a göre iyi hasletler devletin varolmasına, kötü hasletler ise devletin yıkılmasına sebep olur.230

Ġbn Haldûn önemli bir kanun olarak ifade eder ki; bir devletin merkezi mağlup edilirse, çevresinin ve sahasının var olmaya devam etmesinin ona bir faydası olmaz. Böylesi bir durumda devlet derhal yok olmaya baĢlar. Çünkü merkez, kendisinden ruhun ve canın çevreye yayıldığı kalp gibidir. Kalp mağlup edilir ve ona malik olunursa, onunla bağlı bütün organlar zarar görür. Organik devlet anlayıĢının devamı niteliğinde bir analoji olarak kalp benzetmesine yer verdiğini görüyoruz. Teorisini Ģöyle örneklendirir;

―Bu hususta Ġran devletine bakınız: (Sasanilerin) merkezi Medain idi. Müslümanlar, merkez olan Medain' i mağlup edince (H. 636), Ġran hâkimiyeti tümden inkıraza uğradı. Çevredeki illerin ve memleketterin elinde kalması, Yezdicurd'a bir fayda temin etmedi. Hâlbuki Suriye'deki Bizans devletinde durum bunun tam tersi oldu. Çünkü Bizans'ın merkezi Konstantiniye idi. Müslümanlar onları Suriye'de mağlup edince, Bizanslılar merkezleri olan Ġstanbul'a çekilerek orada tutundular, Suriye'nin ellerinden çıkmıĢ olmasının onlara bir zararı dokunmadı. Allah (ve onun ictimai kanunları) inkırazına izin

225 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 359.

226

Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 363.

227 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 377.

228 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 378.

229 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1.Cilt, s. 381.

230

66

verinceye kadar oradaki mülkleri aralıksız olarak sürüp gidecektir‖231

demektedir.

Buradan anlaĢılabileceği gibi, iktidar, otoritesi için merkez olan bölge neresi ise orayı elinde tutmak zorundadır. Aksi takdirde, çözülme kaçınılmazdır.