• Sonuç bulunamadı

Çevrenin Ġnsan ve Toplum Doğasına Etkisi; Coğrafya ve Ġklimler Ġle Bağlı

2. ĠNSAN DOĞASI, BĠREYĠN BĠYOLOJĠK VE PSĠKOLOJĠK KANUNU

2.3. Çevrenin Ġnsan ve Toplum Doğasına Etkisi; Coğrafya ve Ġklimler Ġle Bağlı

Ġbn Haldûn, yukarıda belirttiğimiz etkilere bir baĢka unsur olarak insan doğasını etkileyen, değiĢtiren ve dönüĢtüren hatta kısmen zorunlu karakteristik neticeler doğuran coğrafya ve iklim koĢullarını dahil eder. Aynı yaklaĢım yine Spencer‘da insan ve toplum doğası açıklamalarında benzer niteliklerle yer almaktadır. Yeri geldiğinde bu konuya tekrar değinilecektir.

Ġbn Haldûn‘a göre, ―yeryüzünün umran bulunan bölgelerinde, yeryüzünde yetiĢen bazı ağaçlar, nehirler, iklimler birbirleri ile etkileĢim halindedir.‖102

Dolayısıyla coğrafya ve iklimlerin değiĢime açık fizik kuralları yanında, mevcut ve somut gerçeklikler üzerinden yaptığı gözlemlerini de net olarak ortaya koyar. Örneğin, ―Havası ılıman olan bölgelerde, hava insanların renklerine ve farklı hallerine, ahlaklarına tesir eder.‖103

Görüldüğü gibi Ġbn Haldûn, coğrafya ve iklimlerin insanlar üzerindeki neticelerini, ‗etki eder‘ vurgusuyla savunmaktadır, nitekim mutlak bir yaklaĢım sergilemediğini anlıyoruz. Özellikle ılıman iklim insanlarının niteliklerini över; buraların halklarının üstün özelliklerle yaratıldıklarını savunur. Ġtidal üzere ahlakın, en çok bu bölgede görüldüğünü ifade eder. Çünkü ―umranda bolluk ve kıtlık olması, insanların fizikî özelliklerine, vücut ve ahlaklarına etki eder.‖104

Burada yaĢayan insanların vücutları, huyları, orta halli yani itidal üzeredirler. Hatta ona göre; ―bu iklimlerin halkının öyle üstün özelliklerle yaratılmasının sebebi Allah tarafından kendilerine gönderilen peygamberlerin dine çağrısını kabul etmeleri içindir.‖105

Dolayısıyla geçim temini, yerleĢik hayata ulaĢmak, sanat ve ilim üretmek, baĢkanlık ve mülk gibi hususlarda, kendi nitelikleri sayesinde refaha ulaĢabilmeleri onlar için daha mümkündür. Bu nedenle riyaset, nübüvvet, mülk, devletler, Ģeriatlar (kanunlar, hukuk), kurmaları; buralarda Ģehirler ve mekânlar, binalar inĢa edip ilim ve sanatlarda eserler mevcuda getirmeleri mümkün olmuĢtur. Öte yandan, Ġbn Haldûn, umranda bolluk kıtlık nedenlerini anlatırken, ılıman iklimlerin hepsinin verimli olmadığını, iliman ilklimlerin

102 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, ss. 130-138.

103 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, ss. 195-200.

104 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, ss. 201, 203, 204-209.

105

36

bütün halklarının refah ve bolluk içinde yaĢamadığını da belirtir.106

―Yeryüzünün kuzeyindeki dörtte biri, güneyindeki dörtte birine nispetle daha mamurdur.‖107

Rahat yaĢayarak çok yiyenlerin yaĢadığı iklimlerin, hayvanlarının da insanlarının da bedenlerinde yaramaz fazlalıklar, kötü artıklar hâsıl olacağını, zihinleri ve fikirlerinin de zayıf insanlar haline geleceklerini savunur. Ġklim ve itidal dairesinden uzaklaĢan coğrafyalarda yaĢayan insanların, tabiatlarının bilgisiz ve vahĢet içinde olmak gibi niteliklere dönüĢtüğünü, hatta hallerinin insanlarınkinden uzak, hayvanlarınkine yakın olduğunu belirtir. Sebze ve hububatı bol olan Berberileri örnek olarak verir. Az tüketmenin ve açlığın aslında beden için faydalı olduğu kanaatindedir. Ona göre; açlık insan için zararlı değil, bilakis faydalıdır; bu minvalde ilaçların baĢında açlık gelir der. Çok yemek yemenin bedendeki tesirleri o kadar çoktur ki, ona göre; din ve ibadetler konusunda dahi açığa çıkmaktadır. Ġbn Haldûn, lüks içinde yaĢamayıp da kendilerini zevk ve lezzetlerden uzak tutanların, lüks, refah ve zevk içinde yaĢayanlardan daha dindar olduklarını savunur.108 Böylece her hastalığın temelinde oburluk olduğunu düĢünmektedir. Açlıktan ölenleri, açlık değil, daha önce alıĢkın oldukları tokluğun öldürdüğünü düĢünür.109

Ayrıca, Ġbn Haldûn, dönemin düĢünürleri tarafından yapılan yanlıĢ genellemeler hakkında da örneklemelerde bulunur.

ġu halde güneyin veya kuzeyin belli bir cehetinde ve bölgesinde ikamet eden halk hakkında: "Bunlar tanınmıĢ falan kiĢinin sülalesi olduklarından atalarında mevcut olan hususiyet, renk ve sima kendilerine intikal etmiĢtir." diye bir genelleme yapmak, varlıkların tabiatından ve coğrafi ilkelerinden gafil olmanın yol açtığı hatadan baĢka bir Ģey değildir. Hiç Ģüphe yok ki, bahis konusu hususların ve vasıfların hepsi nesilden nesile geçerken değiĢir, (olan bir Ģey gider, yerine baĢka bir Ģey gelir: tebeddül). Bu gibi Ģeylerin sürekli ve aralıksız devam etmesi zaruri de değildir. Kulları hakkında Allah'ın sünneti (adeti ve kanunu) budur ve "Sen Allah'ın sünnetinde (tabii ve ictimai olan ezeli nizamında) bir değiĢiklik bulamazsın.110

106

Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 204

107 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, ss. 139-194.

108 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 206.

109 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 207; 2. Cilt, s. 857.

110

37

Bu sözlerinden de anlıyoruz ki; Ġbn Haldûn dönemin kabulleri ve mevcut inanıĢlarında yer alan, soy bağı nedeniyle renk ve sima bakımından insanların benzeĢtiğine dair yaygın kanaati reddediyor. Ġnsanın tabiatına etki eten çevre ve iklim koĢullarının evrime tabi olduğunu düĢünmektedir ve nitekim insanın da aynı ilkenin ya da kanunun etkisiyle değiĢip dönüĢtüğünden Ģüphe etmemektedir.

Günümüzde ise antropoloji disiplinin, iklim ve coğrafyanın mutlak bir biçimde, belli coğrafya ve iklimlerde hep aynı insan ırklarını ya da yaĢam biçimlerini ortaya çıkarmadığı tespitinde bulunmaktadır. Fakat bu tezimizin genel çerçevesini aĢan bir araĢtırma konusudur; dolayısıyla iklim ve coğrafyanın, insan doğası üzerindeki etkisi kabul edilmekle birlikte, ölçümlenme sorunu geçerliliğini korumaktadır.

Çağımız Arap düĢünürlerinden Cabiri gibi kimi Ġbn Haldûn araĢtırmacıları, Ġbn Haldûn‘un amacının kanunlar bulmak olmadığını iddia ederler. Fakat Cabiri de Ġbn Haldûn‘un kanun nitelikli bir görüĢünü aktarırken ―tabii Ģeyler‖ gibi tam karĢılığını veremediği muğlak ifadelerle, kendi tezini desteklemek zorunda kaldığını görüyoruz.111

Tezimiz süresince örneklemelere devam ederek, Ġbn Haldûn‘da ilke, kaide ve kanunların ortaya konulduğunu göstermekteyiz. Ġlk olarak bu örnek üzerinden bir inceleme yapacak olursak; Ġbn Haldûn gibi, felsefe ilminin ve Gazâlî‘ye kadar yapılan fikrî tartıĢmaların, tüm ilmî sürecini iyi bilen bir âlimin, daha felsefenin ilk eğitim konularından olan ‗bir önermenin, hüküm ve kanun‘ anlamına geleceğini bilmemesinin imkânsız olduğunu ifade etmeliyiz. Üstelik Ġbn Haldûn tasnif yöntemi olarak kategorik bir metod kullandığı için, kimi zaman değiĢken olabilecek tarihle bağlı kaideleri ortaya koyarken, kimi zaman da Ģerî kanunlar da dâhil olmak üzere mutlak kanunlara atıfta bulunmaktadır.

Ġbn Haldûn‘un varsayımlarına genel olarak baktığımızda ilk olarak, Mağrip tarihini açıklamak için somut, toplumsal, ekonomik ve siyasal olguların evrimini çözümlediği eserinde, bu yolu tutmadıkları için öncelikle tarihçileri eleĢtirir. Özellikle tarih alanındaki eleĢtirilerini gerçekleĢtirirken açıkladığı bir husus olarak, insan doğasının ve insanın kurduğu toplumsal yaĢamında bir takım kanunlar olduğunu belirtir. Mukaddime eserindeki çeĢitli bölümler içinde farklı vesilelerle insan doğasının bu niteliklerine değinir. Fakat daha

111

38

ziyade psikolojik ve ahlaki niteliklerden bahseder. Örneğin; insan doğasında Ģu özellikleri belirler;

- otoriteye kör bir güven,

- zevke düĢkünlük ve özellikle de yasak zevklere,

- iĢledikleri suç ve cezalardan kaçınmak için zaaf aramak, - olayların hedef ve amaçlarını kavramada yetersizlik,

- olay ve Ģartlar arasındaki iliĢkileri yanlıĢ görüp, yanlıĢ aktarmaları, - gerçek anlamlarına eriĢememeleri,

- servet ve mal biriktirmeye dair istekleri,

- Ģan ve Ģöhrete düĢkünlük gibi pek çok fikri, ahlaki yetersizlik ve kusurları çeĢitli durumlar için tespit ederek, siyasi alana etkilerini anlatır.

Fakat bu anlattıklarımızdan hareketle, Ġbn Haldûn‘un Hobbes ile hemfikir bir biçimde insanoğlunu özü itibari ile kötü bir varlık olarak kabûl ettiğini savunan müdakkiklere112

katılmıyoruz. Çünkü Ġbn Haldûn ―Her çocuk fıtrat üzerine doğar. Sonra anne ve babaları onları ya Yahudi ya Hristiyan ya da Mecusi yaparlar‖ hadisini de vurguladığı eserinde, çocuk iyi ve kötü Ģeylerden hangisiyle daha önce karĢılaĢır ise onu kabûl eder ve diğerinden uzaklaĢır, uzaklaĢtığı bu iĢi kabûl etmek nefse ağır gelir demektedir.113 ―Hayırlı bir kimsenin nefsi, hayırlı iĢlerle karĢılaĢır nefsinde buna meleke

hâsıl olur ise, o kimse kötülükten uzaklaĢır, kötü yollara sapmak ona zor gelir. Daha önce nefsine kötü Ģeyler yerleĢmiĢ kimsenin de durumu böyledir, kötülüğe alıĢtıktan sonra hayırlı iĢe yanaĢmak zorlaĢır.‖114

Yine Ġbn Haldûn‘a göre Ģehirliler de lüks, refah, bolluk içinde yaĢamaya alıĢtıkları için Ģehirlilerin beĢeri heveslere düĢkünlükleri artar; bu ve benzeri davranıĢlarla nefislerini kirletirler. Böylece iyilik ve hayırdan, manevi güzelliklerden uzaklaĢırlar. Utangaçlık kalkar, sövmek, fuhuĢ gibi Ģeyleri açıktan söylemek ve iĢlemeye sevk eder. Bedevilerde

112 Bakınız; Orvin, A. (2018). Dawla and Leviathan: Ibn Khaldun and Hobbes in defense of state authority.

Ġbn Haldun ÇalıĢmaları Dergisi, 3(1), 47-64.

113

Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 278

114

39

ise kötü huy edinmenin Ģehirlilere nazaran daha az olduğunu belirtir. 115

ġehirlilerde geliĢen kötülükle bağlı olarak, Ġbn Haldûn insan tabiatı hakkında metafizik ya da ontolojik bir tasnif yapmadığına, çağın ve tarihin realitesinden keĢiflerini ortaya koyduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü sözün baĢında peygamberin hadisi ile aslında ontolojik anlamda iyi bir varlığın, beĢeri âlemdeki değiĢim ve dönüĢümlerini, tarihi sürecin yansımalarının bir neticesi olarak belirlemektedir. Dolayısı ile bedeviler gibi göçebe topluluklar için ilk fıtratlarına daha yakın topluluklar olduklarını, günümüzde Ġbn Haldûn‘un söyleyemeyeceği toplumlar elbetteki mevcuttur. Yine bunun yanında kentli ve medeni toplulukların hayır iĢlemeye sevk hallerinin daha fazla olduğu toplumlar da çağımızın gerçekliklerindendir.

Ġbn Haldûn ayrıca insanlar içinde yüksek Ģahsiyetlerden de bahseder. Ona göre; bunların nefis ve ruhları Allah-u Tealâ‘nın yaratmıĢ olduğu tabii hallerinde kalanlardır, bu söylemi ile aslında insanın tabii halinin iyi olduğuna inandığına iĢaret etmektedir. Ona göre; bu Ģahsiyetlerin nefislerinin sınırlarına yani nefsi nâtıkalarına karanlık perdeler örtülmemiĢ olduğu için, ruhları yüksek âlemlere ulaĢan ve melekler gibi beden, maddi kuvvet ve vasıtaları yardımından baĢka, muhtaç oldukları ilim ve ruhanî bilgilerin nurlarıyla aydınlanmıĢ insanlardır. Ġbn Haldûn, üç sınıf beĢeri nefis tanımı ile anlattığı bu kısmı detaylı olarak izah ettikten sonra, Ģahıslarında hayrı toplamıĢ velilik derecesinde insanların varlıklarından bahseder. Ona göre; ―Kimileri yaratılıĢtan, kimileri ise nefislerini terbiye ederek gaybı bilgiler edinir, vahiy ve rüya gibi.‖116

Ġbn Haldûn‘a göre Ġslam Ģeriatının norm ve kanunlarını, insan doğasının ve toplumun mahiyetini, gözönüne almayan ilkeler, kurallar, kanunlar koyması, Ġbn Haldûn‘un deyimiyle ―umranın menfaatlerine aykırı‖ olmaları imkânsızdır. Ona göre; Ģeriatla ilgili bir yasanın, herhangi bir varlığın ihtiyaçlarına aykırı olması mümkün değildir. Ġbn Haldûn, peygamberin vaz ettiği Ġslam Ģeriatinin, yani nebevî kanun koyucunun inĢa ettiği hukukun en iyisi olduğunu, beĢerî kanun koyucuların hukukundan üstün olduğunu her fırsatta dile getirir. Ona göre;

115 Ġbn Haldûn, Mukaddime, 1. Cilt, s. 278

116

40

Ġslam istikrar bulup halkın bünyesine iyice yerleĢti. Uzak memleketlerdeki milletler bu dini (ilk) sahiplerinin elinden aldı ve öğrendi. Günlerin ve zamanın geçmesi ile dini ahval değiĢti. Vakaların çoğalması ve üstüste gelmesi sebebiyle naslardan çıkarılan Ģer'i hükümler fazlalaĢtı. ĠĢte bunlar, hüküm çıkarırken, insanı hatadan koruyan kanun ve kaidelere ihtiyaç duyulmasına sebep oldu. Artık ilim, talime ihtiyaç gösteren bir meleke (ve ihtisas kolu) haline geldi. Böylece eğitim, sanat ve zenaatlardan biri Ģekline girdi.117

Umran ilmi ile neden bir takım kanunları açığa çıkarma gayretinde olduğunu da yeri geldikçe böylece tekrar tekrar vurgulamaktadır.

Ġbn Haldûn araĢtırmacılarının bu hususta en çok sorguladıkları Ģunlardır: ġeriat acaba insan doğası ve toplumun mahiyetinin zorunlu olarak gerektirdiği Ģeyler olarak

asabiye ve mülkü onaylamakta mıdır? Umrân biliminin insanî- toplumsal hayatın mümkün

olması için asabiye ve mülkün zorunlu oldukları yönündeki sonuçlarını kabûl ederek bu ikisine karĢı olumlu bir tavır mı takınmaktadır yoksa onları red mi etmektedir? Iç içe geçmiĢ kavramlar ve kuramlar bütünü olan sistematik düĢüncesi, eserini oluĢtururken bir çeliĢki arz ediyor mu? Dinî ve aklî yaĢam biçimleri ile yönetim Ģekilleri arasındaki benzerlik ve farkları ortaya koyarken, hangisini olumluyor ya da önceliyor?

Öncelikle Ġbn Haldûn‘un düĢüncesinde, ―devletin hukuk türü, devletin geliĢimindeki belirli bir zamandaki siyasî ve tarihî durumuna ve devlet baĢkanının kanunu uygulama kudretine bağlıdır. Ġbn Haldûn, hukuk ve siyaset arasındaki bu bağlantıyı göstermek istedi‖118

diyen Rosenthal‘in bu görüĢünü paylaĢıyoruz. Diğer sorularımızı da yeri geldikçe cevaplamaya devam edeceğiz.