• Sonuç bulunamadı

Meclis ve Milletvekilleri

III. BÖLÜM: İÇERİK AÇISINDAN HİCİV

1.2. Meclis ve Milletvekilleri

Ülkemizde milletvekilliği ve parlamento geleneği her ne kadar I. Meşrutiyet’le birlikte başlasa da bu meclisin ömrü kısa sürmüştür. 31 Mart 1877’de açılan ilk Meclis-i Mebusân 14 Şubat 1878 tarihinde 93 Harbi’nin getirdiği siyasi sorunlar nedeniyle kapatılmıştır. 1908’de yaşanan kansız darbe sonucunda II. Abdülhamit Meclis-i Mebusân’ın tekrar toplanması için gerekli mazbatanın hazırlanmasını emretmiş (Güneş, 1997: 238) ve 24 Temmuz’da da II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Meclis ise 17 Aralık 1908’de çalışmaya başlamıştır. Parlamento, Meclis-i Mebusân ve Meclis-i Ayan olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Osmanlı parlamenter sistemi 1920’ye kadar bu şeklini korumuştur. 1908’den 1920’ye kadar 4 genel seçim yapılmıştır. (Güneş, 1997: 671)

100 5 Nisan 1920’de Osmanlı Mebusân Meclis’i kapanmış, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi (I. Meclis) kurulmuştur. Buraya hem önceki dönemin vekilleri hem 19 Mart 1920 tarihli beyanname sonucunda seçilmiş adaylar katılmıştır. Birinci Meclis, Kurtuluş Savaşı’nı yürütmüş, saltanatı kaldırmış, Cumhuriyet’i hazırlamış ve ilk anayasa sayılabilecek “Teşkilât-ı Esasîye”yi kabul etmiştir. (Alkan, 1999: 51) Cumhuriyet’in ilanından 1946’ya kadar başarısız ve suni denemeler dışında meclise tek parti (CHP) hâkim olmuştur. Bu dönemde milletvekili seçimlerinin serbest ve tam anlamıyla demokratik olduğunu kabul etmek mümkün değildir. (Güvenir, 1982: 229) CHP içinden çıkan vekillerin 1946’da kurduğu DP ile Türkiye gerçek anlamda çok partili siyasi hayata adım atmıştır.

14 Mayıs 1950 seçimleri demokratik bir ortam içinde ve hiçbir itiraza yer vermeyecek şekilde gerçekleşmiştir. TBMM’nin 9. dönemini oluşturan seçimler, politika tarihinde “Beyaz Devrim” adıyla bilinmiştir. 1950 sonrasında TBMM’nin 10. ve 11. dönemlerinde DP tek başına iktidardadır. DP yönetimi 27 Mayıs 1960’ta yapılan askerî darbe neticesinde son bulmuş ve bu tarihten 25 Ekim 1961’e kadar ülkeyi MBK yönetmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra yayımlanan hicivlerde meclislerin el verdiği ölçüde eleştirildiği görülmektedir. Bu meclislerden ilki Osmanlı Mebusân Meclisi’dir. Mebusân Meclisi, siyasi ve askerî karışıklığın hüküm sürdüğü Birinci Dünya Savaşı’nın başında ve devamı boyunca gösterdiği tutumla hicvedilmiştir. Neyzen Tevfik “Maşallah” adlı manzumesinin büyük bölümünde sorumsuz bir tutum sonucunda savaşa girme kararı alındığını ve baştaki hayallerle sondaki hakikatin uyuşmadığını alayla ortaya koymuştur. Neyzen, hicvinde ironi ve mübalağaya başvurarak, milletvekillerini hayalperestlikle suçlamıştır:

Yanacak İngiliz’in kuvvet-i bahr ü berri, Sanacak Leh’le Fransız, bizi dehrin pederi, Kanacak bir yalan atsak da eğer cinn ü peri.

Bu işe ilk şaşıran hasılı şeytan olacak! (Kolaylı, 2009: 17)

Manzumenin ilerleyen dizelerinde ironi devam ettirilerek savaşın sonunda büyük zafer kazanan (!) birliklerin tüm dünya üzerinde hâkimiyet kurduğu ama bu başarının bile yeterli gelmediği ifade edilir. Neyzen’e göre Mebusân Meclisi’nin önündeki yeni hedef, Kuzey ve Güney Kutbu arasında bağlantı sağlayacak bir geçit inşası olmalıdır. Bu hayalî proje için gerekecek dubalar yerine de milletvekillerinin boş kafaları kullanılacaktır:

101

Bir tünel açmak için şöyle Kutub’dan Kutub’a, Köprü inşası için lazım olan hayli duba,

Vükelâ Meclisi’nin boş kafasından olacak! (Kolaylı, 2009: 18)

Neyzen Tevfik, “İkinci Arz-ı Hâl” adlı uzun manzumesinde yanlış ve gülünç bulduğu sosyal ve siyasi eksikleri tespit eder. Sıra son Osmanlı Mebusânı’na geldiğindeyse şikâyetini istikrarsızlık ve iktidarsızlık merkezinde toplar. Dizelerde bu kez ironi değil yakarış hâkimdir:

Âraz mı, Bâb-ı Âlî mi, sıfat mı yâ Rasûlallah? Hükümet mi, esas-ı meskenet mi yâ Rasûlallah? Belanın ismi yoksa ma‘delet mi yâ Rasûlallah? Devâir hep mezar-ı marifet mi yâ Rasûlallah?

Diyar-ı eşkıya mı, memleket mi yâ Rasûlallah? (Kolaylı, 2009: 20)

Cumhuriyet dönemi meclisleri hiciv oklarından uzak kalmamıştır. Halil Nihat Boztepe’nin 1923’te yayımladığı “Kaside-i Vatan” şiirinde Cumhuriyet sonrasındaki ilk mecliste yer alan vekillere dair mısralar vardır. O günlerdeki siyasal ortamı ele alan bu şiir, inkılap kadrolarını hicvedişiyle önemli bir boyuttadır. (Apaydın, 2001a: 34) Boztepe manzumesinde, mecliste vasıfsız siyasetçilerin bulunmasını, Ziya Paşa’nın dizesine telmihle eleştirir:

Her zaman nûr ile rencide olan göz bulunur Galiba şimdi de eksik değil âmâ-yı vatan Zümre-i ehl-i âmâ öyle uzaklarda değil

Belki bir kısmı da âzâ-yı Kurultay-ı vatan (Boztepe, 1924: 17)

Boztepe, TBMM’deki vekilleri ve Ankara yollarını aşındıran şahsiyetleri hicvetmesine rağmen kendisi de bu görevde bulunmuştur. Yusuf Ziya Ortaç’ın tanıklığına dayanarak ifade edilecek olursa Halil Nihat, dostu İbrahim Alâeddin (1888-1949) ile beraber başlarına birer melon şapka, arkalarına birer kuyruklu elbise giyip Ankara’nın yolunu tutmuştur. (Ortaç, 1963: 164) Şair, Tek Parti Dönemi’nde beş dönem vekillik yapmıştır. Onun meclis ve vekiller hakkındaki hicivleri de kendisinin mecliste olmadığı dönem hakkındadır.

Şair “Kaside-i Vatan”daki diğer mısralarda Kurtuluş Savaşı sırasında devre uyup pragmatik davranan aydın ve siyasetçileri hedef alır. Bu kimseleri vatansızlıkla suçlayan Boztepe, Millî Mücadele Dönemi’nde risk almaktan çekinen şahıslara mecliste yer verilmiş olmasından şikâyetçidir:

Ne mümeyyizleri gördük ki gidip Ankara’ya Aldılar her biri bir mansıb u vâlâ-yı vatan Bazılar tehlike vaktinde durup beklediler

102

Ettiler sonra şitab almak için pay-ı vatan

(…)

Sürüler geldi koşup Ankara’nın yaylasına Barekâllah zihî vüsat-ı mera-yı vatan Acaba Ankara’nın âb u havasında ne var

Ki vatansızlara ettirmede peydâ-yı vatan (Boztepe, 1924: 19-20)

Halil Nihat Boztepe, 2 Şubat 1340/1924’te yazdığı “İntibaât” adlı şiirinde, “Kaside-i Vatan”da yaptığı gibi meclisi hicveder. Şair bu sefer doğrudan hiciv yerine aşırı övgü aracılığıyla ortaya çıkan ironiye başvurur. Meclisin ekonomik sıkıntılarla ilgilenmediğini, nasılsa halkın karıncalar gibi çalışıp açığı kapatacağını ifade edip okuruna parlamenter sisteme geçmekle her şeyin çözüme kavuşmayacağını düşündürmek ister:

Ne ehemmiyeti var bütçe açık olsa dahi Kapatır milletimiz say ederek mûr gibi Yaşasın Türkiye’nin meclis-i mebûsânı

Sayesinde vatanın dört başı mamûr gibi (Boztepe, 1340: 2)

Boztepe, aynı manzumenin devamında siyasilerin meclisteki oylamalarda sergiledikleri tavırları hicveder. Tek Parti meclisinde milletvekillerinin kararlarında özgür olmadıklarını ve muhalif fikirlere saygı göstermediklerini belirtir:

Kimi müstenkif olur kimi olur nâ-mevcût Zahiren hatır-ı âlîleri meksûr gibi Gizliden gizliye muvâfıkları alkışlarlar

Her muhâlif görünür düşman-ı menfûr gibi (Boztepe, 1340: 2)

Vekillerin muhalefete tahammül edememesi ve hep aynı fikrin etrafından toplanmaları sonraki dönemlerde de hicvedilmiştir. DP’nin mecliste bulunduğu dört dönem boyunca İstanbul milletvekilliği yapmış Faruk Nafiz Çamlıbel, 1946 seçimleri sonrasındaki meclisi tasvir ederken, bir muhalif olarak ve karamsar bir tavırla CHP vekillerini iğnelemiştir:

Eller otomatikman kalkmalıdır havaya: Lâkin bilinmemeli, niçin kıyam ediyor? Farzdır alkışlanması bir tempodan hatibin: Sormanın faydası yok, neyi meram ediyor? Sorsan da anlasan da zahmetin beyhudedir:

103 Halil Nihat, 21 Şubat 1923’te “açıkta kalan bir memûr lisanıyla” kaleme aldığı manzumesinde meclise girme şartının iyi bir eğitim sonucunda ortaya çıkacak liyakatten değil; birtakım kişisel bağlantılar bulmaktan geçtiğini iddia ederek mevcut siyaset yapısının adaletli olmamasından yakınmıştır:

Aldanıp eylemişim boş yere tahsil-i ulûm Meclis azâsına sorsan buna hiç yoktu lüzum Âkıbet işte bugün oldu hakikat malûm?...

Ah vaktiyle niçin gitmemişim Ankara’ya (Boztepe, 1924: 75)

Boztepe, “Dünkü Âşinâlara” başlıklı manzumesinde şahsi ilişkilerle yönetime yaklaşmış isimleri -adlarını anmadan- hicveder. Dizelerde biz ve onlar ayırımı söz konusudur. Şiirin başlığından dolayı burada meclise girmeyi başarabilmiş edebî şahsiyetlerin kastedildiği düşünülebilir:

Hükûmet siz, mücâhit siz, vatanperver, muzaffer siz Bugün sâhibkırân siz, hâl ve istikbâle rehber siz Zalâm-ı cehle dalmış gâfiliz bizler, münevver siz

Siz ilhâm ettiniz, şiirim de naçiz armağan olsun! (Boztepe, 1925: 24)

Yukarıda da belirtildiği gibi Halil Nihat, Millî Mücadele’yi desteklemiş edebî şahsiyetlerden biri olmasına rağmen mecliste yer alamayışından rahatsızlık duymaktadır. Meclise girebilmiş isimlerin liyakate dikkat edilerek ve hakkaniyetle belirlenmediğini düşünmektedir. Aşağıdaki dizelerde Falih Rıfkı, Ruşen Eşref (1892-1959), Yakup Kadri ve Yahya Kemal üzerinden şikâyetini dillendirmektedir:

Eğer âkilsen ol bir bâba mensûb! Olursun mutlaka mebus-ı mansûb! Nedir Falih, nedir Rûşen’le Yakûb?

Unuttum sanmayın Yahya Kemal’i! (Boztepe, 1925: 4)

Faruk Nafiz Çamlıbel de Tek Parti Dönemi’nde mecliste yer almadığı için muzdarip olmuş ve siyasi hayatındaki bahtsızlığı mizah dizelerinde anlatmıştır. Bir manzumesinde edebiyat camiasındaki diğer arkadaşlarının vekil olmak için gösterdiği çabayı alaylı bir dille tasvir eder. Ercüment Ekrem Talu’nun parlamentoya girebilmek için eleştirel bir üslup takınmasını sarakaya alır: “Saylavlık aşkıyla Ercüment Ekrem/ Ateşler püskürür misal-i

kerem.”. Fazıl Ahmet ve Yahya Kemal’in CHP’nin güçlü figürlerinden Recep Peker’e (1889-

1950) sempatik görünme çabalarıyla alay eder: “Şirin görsün diye Bay Recep Peker/ Fazıl

104 Çamlıbel, meclis dışında kaldığı dönemde yazdığı diğer bir manzumede vekil olabilen arkadaşlarının tavır değişikliğine gitmelerinden yakınır. Şairin iğnelediği herkes siyaset sahnesinde boy göstermiş simalar arasındadır. Fazıl Ahmet hakkında: “Geçende görmüştüm

Fazıl Ahmedi/ Başını açıp da selâm vermedi” diyen Han Duvarları şairi, devrin diğer

isimlerini anmadan edemez: “Falih başkalaştı, Yahya değişti.”. Çamlıbel, meşhur ressam İbrahim Çallı’yı da bu kişilerin arasında hatırlar: “Sanırdım, ne olsa bir o değişmez,/ Çallı

İbrahim de hattâ değişti.”. Bu dizelerden sonra Tek Parti yönetimiyle yakın ilişkili Akbaba

dergisinin başındaki Orhan Seyfi ve Yusuf Ziya’nın tavrını da iğneler:

Ey Ozan, derdine bir çare ara, Ölsen de demezsin beyaza kara. Vermezler yazına sonra beş para,

Nitekim Seyfiyle Ziya değişti!... (Çamlıbel, 1938: 14)

TBMM’nin özellikle ilk dönem vekillerinin içinde yönetim sorumluluğu taşımayan bazı asker kökenli şahıslar bulunmuş ve bu kişiler zaman zaman askerlikten kalma alışkanlıklarını parlamentoda devam ettirmişlerdir. Mebuslar tarafından, “İttihatçı” zihniyetin yansıması gibi görülen bu keyfî ve külhani tavırların bir sonucu olarak Ardahan vekili Halit Karsıalan (Halit Paşa), Ali Çetinkaya (Kel Ali) tarafından TBMM koridorlarında vurulmuştur. Ahmet Emin Yalman, anılarında o dönemde mecliste bir derebeylik havası estiğini ve basın camiasının bundan rahatsızlık duyduğunu dile getirmiştir. (Yalman, 1997a: 985) Vurulma olayı mizah basınına yansımıştır. Halil Nihat, “Silahşörlere İbretli Şarkı” manzumesinde, meclise silahlarıyla giren vekillere değinirken ironiye başvurur:

Belde lâzım bir revolver her vekil-i millete Böyle layıktır ricâl-i devr-i cumhuriyete Say ü ikdâm eyleyen ihyâ-yı din ü devlete

Şiire mevzû-ı ittihâz ettim efendim ben sizi (Boztepe, 1925: 44)

Fazıl Ahmet Aykaç vekillerin sorumsuz tavırlarını ve başıboş davranışlarını genel olarak eleştirdiği bir manzumesinde Ziya Paşa’ya telmihle meclisin durumunu betimler. Aykaç, şaşkınlık duygusundan yararlanarak parlamentonun düzensiz işleyişini okurlarına şikâyet eder:

Ziya Paşa diyor, viranedir pek çok taraf amma Diyâr-ı küfrü gezdim, serteser keşâneler gördüm Uzaktan şöyle bir an meclis-i âliye baktım da

105 İki dönem milletvekilliği yapmış Yusuf Ziya Ortaç, henüz parlamentoya giremediği 1937’de Akbaba’da yayımladığı bir pastişte gerekli nitelikleri taşımadığı için milletvekili olamadığını ifade eder. Ortaç, kendinde olmayıp vekillerde mevcut olumsuz nitelikleri sayarak şahsına üstünlük atfedip meclisteki vekilleri eleştirir:

Mebuslar der ki bana: Mebus ağır baş gerek,

Sen mebus olamazsın! Biraz çatık kaş gerek,

Sıfırsın bundan yana, Mebusa savaş gerek,

Sen mebus olamazsın! Sen mebus olamazsın! (Çimdik, 1937: 3)

Meclise girebilmiş simaların tavırlarında görülen değişiklik, Namdar Rahmi Karatay’ın dizelerinde de taşlanmıştır. Kendisi devletin burslu olarak Fransa’ya gönderdiği parlak gençlerden birisidir. Ayrıca Dil Kurultayı’nda Atatürk’ün teveccühüne mazhar olmuştur. Ancak kısa sürede gözden düşerek unutulan Karatay, arkadaşlarının ikiyüzlü davranışlarla meclise girmesini taşlamasında şöyle anlatır:

Onlar bizden daha sağ, bizden daha soldular, Anlamadık bir türlü ne ettiler, noldular, Bizim gibi halk iken şimdi halkçı oldular,

Unuttular yollarda yaya gezip tozmayı,

Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı. (Karatay, 1954: 47)

Meclis’in bürokratik yapısı ve milletvekillerinin kayıtsız tutumları şahıs planında ya da genel olarak hicvedilirken eleştiri oklarının daha çok siyasi partilerin üzerine yöneldiği görülmektedir. Bu açıdan partiler özelindeki hicivler önemlidir.