• Sonuç bulunamadı

Firari Azınlıklar Sorunu ve Kılıç Ali-Celâl Nuri İleri Kavgası

III. BÖLÜM: İÇERİK AÇISINDAN HİCİV

1.3. Tarihî Seyir İçinde Siyasi Partiler ve Kuruluşlar

1.3.2. Tek Partili Cumhuriyet: Cumhuriyet Halk Partisi ve Muhalifler

1.3.2.1. Cumhuriyet’in Kuruluşu Sırasında Mizaha Yansımış Bazı Siyasi Olaylar

1.3.2.1.3. Firari Azınlıklar Sorunu ve Kılıç Ali-Celâl Nuri İleri Kavgası

Cumhuriyet’in ilanından sonra yaşanan ve İçişleri Bakanı’nın istifasına da neden olan büyük çaptaki yolsuzluklardan biri Ermeni-Rum firarilerle ilgilidir. Buna göre 1924 başlarında eski Osmanlı yurttaşı azınlıklardan bazı kimseler, kamu görevlilerine para yedirerek Türkiye’ye dönmenin ve mallarını geri almanın yollarını bulmuşlardır. (Tunçay, 1981: 98) Yolsuzluğun üzeri o dönemde önde gelen siyasetçiler tarafından örtülmeye

64 Masuniyet-i Şahsiye’nin olumlu etkileri 2 Nisan 1923 tarihli Akbaba’da şu sözlerle anlatılmaktadır: “Kozmidi’nin çuvalıyla Mihran Efendi’nin torbası boşalırken İstanbul’da Masûniyet-i Şahsiye Kanunu’nun

tatbikine başlanıyor. Yoksa her çuvaldan çıkanın kafese girmesi mümkündü. (...) Artık falan İttihâtçıyla yarım saat lafa daldınız veya filan İtilâfçının kutusundan enfiye aldınız diye kasavet çekmeyeceksiniz” (Akbaba, 1339b:

141 çalışıldıysa da sonunda bir tahkikât komisyonu kurulması mecburiyet hâlini almış ve olaylar büyümüştür.

Ahmet Emin Yalman anılarında bu olaya genişçe yer ayırır. Yalman’ın tanıklığına göre Mütareke yıllarında bazı Ermeni ve Rum zenginleri yabancı pasaportlarıyla yurt dışına çıkmış ve geride bıraktıkları her şey “metruk mal” sayılıp hükûmet tarafından bunlara el konulmuştur. Lozan görüşmelerinde konu gündeme geldiğinde Türk tarafı firar eden vatandaşların kendi istekleriyle milliyet değiştirdikleri için geri dönemeyeceklerini belirtmiş ve haklı bulunmuştur. 1924 yılı başlarındaysa Karnik Sebuhyan, Gümüşgerdanyan, Yenon Değirmenciyan gibi bazı zengin Ermeniler yurda dönmenin ve mallarını geri almanın yollarını bulmuşlardır. Kısa sürede böyle bir sonucun bazı nüfuzlu adamların araya girmesiyle elde edildiği ve bir rüşvet skandalı yaşandığı rivayeti yayılmıştır. (Yalman, 1997a: 932-933) Gazetelerde geniş yankı bulan bu durum mizahın gözünden kaçmamıştır. 21 Nisan 1924 tarihli Akbaba’da, Abdülbâki Fevzi, meseleyi bir manzumeyle anlatır. Şair kafiyesini Ermeni vatandaşların soyadlarında kullandığı ve oğul/-gil anlamındaki “-yan” ekinden kurmuş, böylece hem içerik hem de ritim yoluyla azınlık meselesini akla getirebilmiştir:

Ey kalem eyle ki temhide şitâp ilk önce En mühim meseledir âmeden-i Ermeniyân Soktu zengince firârîleri hep memlekete Nice dolab-ı denâ‘it çevirip mürtekibân Açarak bâbını bir altın anahtarla hemen İbtidâ dâhil-i şehr oldu Gümüşgerdânyân Onu takip ederek geldi Sebuhyân, Seleyân Narlıyân, Tahtaburunyân daha birçok kodaman Feth edip keseyi -taklit ile cünbüşeyânı-

Girdi en sonra da İstanbul’a İstanbulyân Yalnız Ermeniler sanma bugün avdet eden

Geldi Rumdan dahi rüşvet vererek hayli kesân (Uluboy, 1340f: 3)

Olayların basında yer alması ve tepkilerin artması üzerine İçişleri Bakanı Ferit Tek (1878-1971), 21 Mayıs 1924’te istifasını sunmuş ve yerine Recep Peker gelmiştir. Recep Peker, yolsuzluğun üzerine sonuna kadar gidilmesine destek olmuş, mizah basını da sorumluların bir an önce ilan edilmesi için baskı yapmıştır. Örneğin kararların altına kimin imza attığının hâlâ ortaya çıkmamış olmasını Halil Nihat şöyle anlatmıştır: “Getiren gemiler

142

imiş Ermeni zenginlerini/ Öyle bir sırr-ı hâfidir ki bilen bir Asvaz65” (Boztepe, 1925: 35). Faruk Nafiz ise 19 Şubat 1925’te yayımladığı bir manzumesinde aynı belirsizlikten yakınmıştır. Şair kendi beytini Senih Efendi’den (ö. 1900) alıntıladığı dizelerin altına eklemiştir:

“Ağardı rîş-i siyahım civân arar gezerim Açıldı tan yeri ben şamdan arar gezerim” Girince her köşeden Ermeni firariler

Zamanı geçti mi kimdir sokan arar gezerim (Kalender, 1341: 1)

Yolsuzluğun araştırılması için kurulan tahkikat komisyonunun çalışması sonucunda hazırlanan raporda önemli isimlerin adı mevcuttur. Raporlar basında yer alınca ismi buralarda geçen bazı şahsiyetler hukuksuz davranışlara başvurmuştur. Bunların en meşhuru, komisyon raporunda adı geçen Kılıç Ali’nin gazeteci ve milletvekili Celâl Nuri İleri’yi (1881-1938) darp etmesiyle son bulur.

Asıl ismi Süleyman Asaf Emrullah olan Kılıç Ali, demokratik davranış geleneklerinin dışına çıkan hâl ve hareketleriyle mizah dünyasına konu olmuştur. Halil Nihat Boztepe, 2 Şubat 1340/1924 tarihinde meclisten intibalarını aktarırken, Kılıç Ali’nin parlamenter sisteme uygun olmayan davranışlarını şöyle tasvir eder: “Bir Ali var ki meram etse kılıçtan geçirir/

Dizip etrafa muhabirleri tabur gibi” (Boztepe, 1340: 2). Boztepe, yurt dışı gezisine çıkmış

Velid Ebüzziya’ya hitaben yazdığı manzumesinde de Kılıç Ali’den bahseder. Konu yine Kılıç Ali’nin başına buyruk davranışlarıdır: “Ali var kılıç var karışmam keser!/ Başından acaip

havalar eser!” (Boztepe, 1925: 32). Abdülbâki Fevzi de Kılıç Ali’ye seslenerek çeşitli

karanlık işlerinin bir gün ortaya çıkacağını ifade eder: “Ey Kılıç Bey ne zaman, ah zaman

muhtesibi/ Kırdığın kozları tadâd edecekir bilmem” (Uluboy, 1340h: 3).

Bir kabadayı gibi tasvir edilen Kılıç Ali’nin gazeteci Celâl Nuri’yi darp etmesi basın özgürlüğüne karşı bir tutum olarak yorumlanmıştır. Örneğin Velid Ebüzziya’nın Tevhid-i

Efkâr’ında “İki Mebus Arasında Müessef Bir Vakaa: Kılınç Ali-Celâl Nuri Bey’ler Hadisesi”

başlığıyla yayımlanan haberde basının kendine has bir tartışma dili olduğu ve buna riayet edilmesi gerektiği söylenmiştir: “Matbuât münâkaşaları kalem sahasından harice çıkmamak

lazım gelir. Hürriyet-i matbuât bunu icap ettirir.”. Haberin devamında olayı özetleyen

gazetenin ifadesine göreyse Kılıç Ali, Celâl Nuri’ye telefon açarak önce küfretmiş ardından

65 Ermenice Allah (Boztepe, 1925: 35).

143 da Rize milletvekili Rauf Bey’le (Rauf Benli) birlikte, İleri matbaasına gelmiştir. O an içeride Celâl Nuri Bey, onun kardeşi Suphi Nuri İleri ve Dersim milletvekili Feridun Fikri Bey bulunmaktadır. Kılıç Ali, koltukta oturan Celâl Nuri’ye silahının kabzasıyla birkaç kez vurmuş, Feridun Fikri Bey ve Suphi Bey de araya girerek Celâl Bey’i yan odaya almışlardır. (İmzasız, 1340d: 1) Bu olaydan sonra, Kılıç Ali’nin basın özgürlüğünü hiçe sayan külhani tavırlarının alaya alınıp hicvedildiği görülür.66 Özellikle Halil Nihat Boztepe’nin dizelerinde bu konu işlenmiştir:

Rûy-ı Celâl-zâre nigâh eyler ağlarım Güyâ ki irtikâb-ı günâh eyler ağlarım! Gâh eylemem esef bile gâh eyler ağlarım

Seyf-i Ali’yi yâd eder âh eyler ağlarım! (Boztepe, 1925: 21)

Boztepe, yaşananları özetlediği bir manzumesinde Kılıç Ali’ye “Attın Celâl Nuri’ye

hakkıyla bir dayak/ Bîçarenin başından akıp gitti kanları” (Boztepe, 1925: 18) dedikten sonra

olayın detaylarını da okurlarıyla paylaşır. Suphi Nuri İleri’nin de darp edildiğini ekleyen şairin en rahatsız olduğu şey, eski İttihatçılık alışkanlığı gibi duran ve şüphesiz sadece savaş zamanlarında kabul edilebilecek keyfî davranışlardır:

Mecrûh gönderildi o gün hastahaneye Kanlarla doldu matbaanın nerdübanları

(…)

Birkaç tokat da mîr Rauf attı Subhi’ye Söz birliğiyle hakladınız şaklabanları! Sûzişli oldu pek o biraderlerin işi

Yılmak ne bilmeyen o kalem kahramanları

66 4 Ağustos 1924 tarihli Zümrüd-i Anka’nın ilk sayfasında “Masûniyet mi Sihirli Şerbet mi” başlıklı yazıda milletvekili dokunulmazlığına sahip Kılıç Ali Bey’e ironik bir dille hitap edilir: “Siz kalpağı heybetli, cüzdanı

bereketli ve eli şerbetli kişilerdensiniz; tuttuğunuz altın, vurduğunuz kuzgun olur. Kırdığınız ceviz kırktan efzûn olsa da sorgu, suâl için dünyada ihtimal yoktur. Belki ahirette de Münker, Nekir din-i melâikeye paso gösterip cennetlik gövdeyi menzil-i maksuda ulaştırır ve cennet kapısını otomobilinize açtırırsınız. Öyleyse haydi İleri’ye: “Böyle bir herze-gû Celâl olmaz;

Başını kesmeyince lâl olmaz!

kasidesiyle yâ Ali! diyip kılıcınızı bir kere havale ettiniz mi akan sularla beraber karşınızda polisler dahi selam durur!” (Zümrüd-i Anka, 1340: 1). Dönemin mizah dergilerinde çıkan bazı yazılardaysa olaya farklı açılardan

yaklaşılır. Örneğin 2 Ağustos 1924 tarihli Akbaba dergisinde bu konuya dair yayımlanan başyazıda keyfî davranışlar gösteren Kılıç Ali değil mağdur olan Celâl Nuri İleri suçlanır. Gerekçe olarak da geçmişte İttihatçı olan Celâl Nuri’nin yine bir İttihatçı olan Cemal Paşa ülkeyi terk edince yazdığı bir makalede fırıldaklık yaptığı iddia edilir. Yazıda fırıldak olarak adlandırılan Celâl Nuri İleri’nin başına gelenler aracılığıyla kazançlı çıktığı da ileri sürülerek mizah yoluyla Kılıç Ali’nin davranışı aklanmaya çalışılır: “...Yakışıksız olan bir şey var, ki o da

kılıcın bir fırıldağa inmesidir... Malum ya, fırıldaklara silah çekmek, Donkişot’un kârıdır!... Yalnız, on beş gün hastanede yatmak pahasına da olsa, bu işte Celâl Nuri Bey iki cihetten kâr etti: Evvelâ, bütün gazetelerde resimleri çıktı, tekrar tekrar isminden, cisminden bahsolundu. Sâniyen, son günlerde yalnız kıraathanelerde meccânen okunmaya başlayan İleri, aldı yürüdü...” (Akbaba, 1340: 1).

144

Hakk-ı kelamı onlara kanun mudur veren Söyletme söyleyenleri sustur yazanları Destinde parlayan kılıcından çekinmeyip Fâş ettiler cihana o râz-ı nihânları

(…)

Gördükçe bir muharrir o heybetli Türk’ü Kaldırmasın da gayri ne yapsın tabanları Yad eyledikçe namını hatırda canlanır

Mazîye şan veren derebeylik zamanları! (Boztepe, 1925: 20)

Osman Cemal Kaygılı ise 2 Ağustos 1924’te Akbaba’da yayımladığı manzumesinde, basındaki genel muhalif tavrın aksine bir tutum sergiler. Her iki tarafı da eleştiren Kaygılı, Kılıç Ali’nin davranışını yanlış bulurken; Celâl Nuri’yi de fırıldak olarak nitelendirir:

Ey Gazi-i Ayntab mebusu Kılınç, Hiç Celâl Nuri’den alınır mı hınç?...

(...)

Silah çekilir mi bir fıraldağa?... Doğrusu yaptığın ayıptır ağa!... Yâ Ali!... Galiba kana acıktın! Açıkça söyleyim, saklı diyemem, Ben sana bu işte haklı diyemem! Zira zorbalığı almıyor aklım,

Burası Ankara değil kalpaklım (Kanber, 1340b: 1)