• Sonuç bulunamadı

3.2. Türklerin Kabul Ettiği Başlıca Dinler

3.2.3. Mani Dini (Manihaizm)

MS III. yüzyılda Babil’de Mani (216-276) tarafından kurulan Maniheizm, İran dinlerine has düalistik yapısının ve gnostik niteliğinin yanı sıra Hıristiyanlık, Budizm ve Zerdüştlük dinlerinin prensiplerinin bir sentezi olarak dinler tarihindeki önemli ve sıra dışı yerini almıştır. İyi-kötü, ışık-karanlık, dünya-ışık ülkesi gibi karşıt unsurları temel prensip olarak ele alan Maniheizm’de ışık âleminin hâkimi Yüce Işık Tanrısı (Ezrua, Zurvan), karanlık âleminin hâkimi ise ondan daha aşağı seviyede konumlanan Karanlık Tanrısı’dır (Ahriman) ve ikisi devamlı mücadele hâlindedir. Karanlık Tanrısı tarafından yaratılan insan, maddi bedeni yüzünden olumsuz kabul edilir ve kurtuluş için maddi dünya ve bedenin arzularından uzak durması gerekir. Mani’nin aldığı ikinci vahiyden itibaren evrensel olma iddiasını taşıyan bu senkretik din, bu hedefine gerek kurucusu ve halefleri din liderlerinin Sasani Hanedanı ve yabancı devletlerin hükümdarları ve devlet adamları ile kurduğu yüksek temaslar, gerekse sıradan ruhban sınıfının misyoner çabaları ile ulaşmaya çalışmıştır. III.-

51 XVII. yüzyıllar arasında Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya, Roma’dan Türkistan ve Güney Çin’e kadar geniş bir coğrafyaya yayılmasına rağmen Zerdüşt Sasani, Hıristiyan Roma ve Müslüman Arap devletleri tarafından kovuşturulmuş ve nihayet sükûneti MS VIII. yüzyıl ortalarında, onu ilk defa ve tek olarak resmi din edinen Uygurlarda bulmuştur. Maniheizmin Uygurlar arasında ne kadar süre boyunca kabul gördüğüne dair uzmanlar arasında farklı görüşler bulunmakla birlikte Turfan’da X.- XI. yüzyıllarda Maniheizm'in Budizm karşısında gerilediğine ilişkin arkeolojik ve yazılı deliller çoğunluktadır (Zeren, 2017: 141).

Ticaret yapmaları sebebiyle çok dil konuşabilen, farklı kültür ve dinlerin taşıyıcısı olan Soğdlular, Türklerin hem Budizm, hem Maniheizm ile tanışmalarına vesile oldukları gibi, yaptıkları tercüme faaliyetleri ile bu dinlerin kutsal kitaplarını İran dillerinden Türkçeye çevirmişler, hem de gerekli ruhban sınıfı ihtiyacını bizzat karşılayarak bu dinleri Türkler arasında teşkilatlandırmışlardır (Zeren, 2017: 142). Uygurlar başlangıçta Budizm'e sempati ile baksalar da Buku-Böğü Kağan zamanında Bizans ve İran’ın baskısıyla Orta Asya’ya geçmeye çalışan Mani din adamları ve inananları Çin ülkesinde baskı ile karşılaşınca Çin ile gerilen ilişkileri askeri, siyasi ve ekonomik faydacılığa çevirebilmek amacıyla Mani dinini kabul ederler (Argunşah, 2015: 363).

Şinasi Tekin, Mani dininin Uygurlar tarafından kabul ediliş tarihinin kesin olarak bilinmemekle birlikte eldeki kaynaklara göre 762 yılının sonları olabileceğini belirtir. Araştırmacı yine Mani dininin Uygurlar arasındaki yayılış derecesinin bilinmemekle birlikte yüksek tabakanın hemen hepsinin bu dini kabul etmiş olabileceğini de ifade eder (Tekin, 1988: 9).

Uygur devletinin yıkılmasından sonra İç Asya’ya dağılan Uygurların bir bölümü Tanrı Dağları, Başbalık ve Turfan taraflarında Mengli Kağan başkanlığında tekrardan bir devlet kurarlar. Bu devlet, hükümdarlarına “idikut” unvanını vererek onu mukaddes şahsiyetler seviyesine yükseltir. Bahaeddin Ögel, Tola ve Selenge nehirleri asındaki bir ağaca inan ışıktan (nur) Bögü Han’ın doğması olayını Mani dini ile ilişkilendirmektedir (Ögel, 1991: 81). Yine Oğuz Han efsanesinde, Oğuz’un gökten inen bir nurdan peyda olan kadınla evlenmesinde bu dinin bir etkisi olmalıdır. Uygur devletinde Budizm yanında Manihaizm’in de yaşadığı, bu dinin daha sonra

52 İran felsefelerini kaybederek astrolojik yönünde güç kazandığı (Güngör ve Günay, 1997: 138). görülür. Hatta bu iki din o kadar bütünleşir ki Manihaistler “Burkan“ kavramını kendi rahipleri için, Budistler de “nom” kavramını kendi kitapları için kullanır. Bu dönemi anlatan Cüveyni, Toyinlerin kitaplarına “nom” adı verdiklerini anlatır (Cüveyni, 2013: 105). Uygurlar arasında hem Mani dini, hem de Budizm, Hristiyanlık, Gök Tanrı Dini gibi dinler beraberce yaşamıştır. Bu kervana daha sonra İslamiyet de katılır. Mani dini daha çok saray ve çevresinde itibar görür (İnan, 1976: 7). Daha doğrusu Türklerdeki Tanrı anlayışı ile Manihaizm’deki düalist anlayış pek birbirine uymaz. Fakat bu durum, Mani dininin Türkler arasında hiç kabul edilmediği anlamına da gelmez. Bögü Han’ın rüyasında aksakallı ihtiyar görmesi, Akdağ’da buluşarak eşiyle bir araya gelmesi (Ögel, 1991: 87) Mani dini ile eski Türk dini arasında sıkı bir ilişki kurulduğunu gözler önüne serer.

Mani dinî akide ile Türk inançları, birçok bilim adamı tarafından destanlara karışmış olarak da görülmektedir. Bögü Han efsanesindeki ağaç motifi ile Oğuz Han Destanında geçen ağaç motifi arasındaki benzerlik oldukça önemlidir (Ögel, 1991:87). Ayrıca, Altay Yaratılış Destanı'nda şeytanın insanı yaratmasını Mani dininin tesirine bağlayan bilim adamları da vardır (Güngör ve Günay, 1997: 139). Bugün Anadolu'da "Tahtacı" denilen kişilerin atalarına, daha önceden "Ağaçeri" denmesi, bu Türkmen taifesinin de Türklerin Müslümanlığı seçtiği sırada Mani dini mensubu olmaları, kazı kutsal bir hayvan olarak kabul eden Tahtacıların varlığı bu dinin unsurlarının günümüze kadar geldiğini göstermektedir (Güngör, 1998: 145). Mani dininin kabulü ile Uygur Türkleri akıncı ve savaşçı olma özelliklerini kaybetmiş ve Kırgız akınlarına dayanamayarak Ötüken’i terk edip Tarım’ın vaha şehirlerine yerleşmişlerdir. Böylece eskiden göçebe olan Uygurlar şehirli kimliği kazanarak kervan yollarından vergiler alan, refah düzeyi yüksek bir millet olmuş bunun yanında da Burkan, Mani ve Hristiyanlık'a ait metinleri Türkçe’ye kazandırarak kültürel devamlılığa katkı sağlamışlardır.

Uygurların hakimiyetini kaybetmesiyle önemini yitiren Mani dininin Türkler arasında şehirleşmeyi hızlandırdığını, kitaplık, basımevi, kütüphane, tapınak, kanalizasyon gibi unsurları daha da önemlisi çeşitli din ve mezhepler arsındaki

53 hoşgörü anlayışıyla Hoço Uygur medeniyetinin temellerini attığını zikretmek de yerinde olacaktır.