• Sonuç bulunamadı

1.4. Hacı Bektaş Veli’nin Hayatı

2.1.2. Bektaşilikte Âyin ve Erkan

Kendine has bir anlayışı adab, erkân ve felsefesi olan bu tarikat mensupları "Bektaşi"7 olarak adlandırılmaktadır. Bektaşi, Allah ile samimi diyaloglara girer, Allah’a karşı duyduğu sonsuz muhabbetle Allah’ın sonsuz rahmetinden asla ümidini kesmez. Hadiselere hoşgörü ve mizah perspektifinden yaklaşır. Halkın psikolojisini iyi bilir ve halktan biri olmanın tüm özelliklerini üzerlerinde taşır. Bütün bunlardan dolayı halk içinde büyük kitlelere ulaşan bir kabul görmüştür (Özcan, 2002: 144). Bütün Bektaşi ayin ve erkânı “dört kapı-kırk makam“şeklinde ifade edilen meşhur tasavvufi telakkiye dayandırılır. Kul ancak şeriat, tarikat, marifet ve hakikat

demektir.” (Usluer, 2009: 125-127). “Hurufîliğin temeli, eski çağlardan gelen ve harflerle sayıların kutsallığını kabul edip bunlara çeşitli sembolik anlamlar yükleyen anlayışa dayanır. Çok eskiden beri tabiatta varlığı kabul edilen gizli güçler şekil ve harflerle ifade edilmeye çalışılmış, sonuçta tabiat bilimlerinden önce efsun, tılsım, sihir gibi tekniklerle 'huruf' ilmi adı altında sözde ilimler ortaya çıkmıştır. Hurufiliğin ne zaman ve nasıl doğduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte gerçek anlamıyla milâttan önce IV. ve III. yüzyıllardan itibaren Ortadoğu’daki Helenistik-gnostik karakterli dinlerde ortaya çıktığı görülmektedir. İslam dünyasında harflerin bazı gizli özelliklere sahip olduğu düşüncesi hayli eskidir. Hurûfî anlayış ve yorumlar, başta bazı mutasavvıflar olmak üzere çeşitli İslamî gruplar arasında ilgi görmüş, özellikle İbnü’l-Arabî’nin katkılarıyla bu ilgi daha da artmış, İbn Haldûn ve Katib Çelebi gibi âlimler bile bu anlayışın etkisine kapılmışlardır. Fakat İslam dünyasında bâtınî düşüncelerin ışığında Hurufiliği bir sistem şekline sokan ve bir fırka halinde yayan kişi Fazlullah-ı Hurûfî olmuştur. Timur’un saltanatı döneminde (1370-1405) İran, Harizm, Azerbaycan ve Irak bölgeleri çeşitli tarikatlar ve şeyhlerin yaygın şekilde faaliyet gösterdiği muhitlerin başında gelmekte, ilim ve tarikat ehline değer veren Timur’un hoşgörüsü de bunların faaliyetini kolaylaştırmaktaydı. Böyle bir kültür atmosferinde Fazlullah-ı Hurûfî, bâtınî şeyhlerinden olan ve Serbedârîler’le birlikte Horasan'da isyanlara karışan Şeyh Hasan-ı Cûrî ve onun halifelerinin tesiriyle sistemini kurmaya, akîdesini yaymaya çalışmıştır. Hurufiliği kurarken Bâtınîler’in te’vil usullerini başarılı bir şekilde kullanan Fazlullah rüya yoluyla gerçeği bulduğunu, bazı sırların kendisine bu yolla bildirildiğini ileri sürerek Arapça’daki yirmi sekiz harf ve bunlara ilaveten Farsça’daki dört harf ile sayılar arasında çeşitli ilişkiler kurmak suretiyle Hurufilik sistemini yerleştirmiştir.” (Aksu, 1998: 408).

7 Bektaşi kavramı için bk: Rıza YILDIRIM, “Bektaşi Kime Derler?”: “Bektaşi” Kavramının Kapsamı

ve Sınırları Üzerine Tarihsel Bir Analiz Denemesi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma

Dergisi, GÜ Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi, 2010, S. 55, s. 24-58. Cavit

SUNAR, Melamilik ve Bektaşilik, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara, 1975, s. 20. Tazegül DEMİR, Cem ERDEM, “Bektaşilik Öğretisinde Terim ve Kavramlar”, Türk Kültürü ve

Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2010, S. 55, s. 439. Bedri NOYAN, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevilik, Ardıç Yay., 2006, C. VII, s. 296-298.

21 kapılarını ve her kapıdaki on makamı geçerek Hakk’a ulaşır. Bütün ayin ve erkan kulun bu yolculuğunu temsil eder (Ocak, 1992: 375-376).

Dört Kapı8 aynı zamanda evrenin yaratılışındaki dört unsur olan ateş, hava, su, toprak ile de simgelenmiştir. İlk kapı şerîat kapısı, simgesi yel (hareket eden hava) dir. Bu gurupta yer alan kişilere abidler denilmiştir. İkinci kapı, tarikat kapısı dır ve simgesi ateştir. Bu grupta yer alan kişilere zahidler denilmiştir. Üçüncü kapı, mârifet kapısıdır, simgesi sudur. Bu grupta yer alan kişilere arifler denilmiştir. Dördüncü kapı, hakikât kapısıdır, simgesi topraktır. Bu grupta yer alan kişilere muhibler denilmiştir. Hacı Bektaş Veli, muhibler grubunu “teslim u rıza olan grup” olarak tanımlamakta ve her şeyin aslına döneceğini vurgulamaktadır (Temren, 1995: 71,80). Dört kapı-kırk makam anlayışı Bektaşiliğin ve Aleviliğin bireysel eğitim sisteminde vazgeçilmez bir yer edinmiştir. Daha sonraları kaleme alınan Erkanname'lerde de aynı şekliyle varlığını sürdürmüştür (Aktürk, 2016: 197).

Bektaşiliğin bir diğer önemli kavramı da “cem ayini”dir. Tasavvufi bir kavram olarak ayin-i cem, kulun ontolojik manada olmaksızın Allah’ta eriyip, kendini kaybederek O'nunla bir olmasıdır (Cebecioğlu, 2009: 175). “Toplantıların en

faziletlisi” veya “tevhidin ta kendisi” mânasına gelen bu terkipte yer alan cem’ (عمج)

kelimesi “toplanma, bir araya gelme” anlamında bir mastar ve tasavvufî bir terim olmakla beraber söyleyişteki yakınlığı sebebiyle Cem (مج) ile karıştırılmıştır. Aynı şekilde “göz, kaynak, hâlis” gibi mânalara gelen ayn (نيع) kelimesi de âyin (نييآ) ile karıştırıldığından tamlama halk arasında âyîn-i Cem şekline dönüşmüş ve bu şekilde kullanılagelmiştir. Ancak âyîn-i Cem sadece Bektaşi ve Alevilerin toplantıları için kullanılan bir terimdir (Pala, 1992: 106).

Alevi ve Bektaşilerde mahiyeti yönüyle bir içki ve eğlence meclisi özelliğine de sahip olarak icra edilen bu törenler, Alevîlerde hasat tamamlandıktan sonra dedelerin, bağlıları arasındaki ihtilâfları halletmek, dargınları barıştırmak, hediyelerini almak için köylere giderek düzenledikleri “görgü-sorgu” toplantıları

8 Dört kapı ve makamları çalışmanın “Makalat“ başlığı altındaki tabloda verilmiştir. Bu kavramlarla

ilgili daha geniş bilgi için bk.: Hüseyin ÖZCAN, “Bektâşîlikte Dört Kapı Kırk Makam”, Journal of

Turkish Studies, 2004, S. 24. Ferudun Hakan ÖZKAN, “Eşrefoğlu Rûmî Dîvânı’nda Dört Kapı Kırk

Makam”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2011, S. 59, s. 254-256. Kemal ÜÇÜNCÜ, “Bektaşilik“, Türkler, Yeni Türkiye Yay., Ankara, C.7, s. 481. Ahmet GÜNŞEN, “Gizli Dil Açısından Alevîlik-Bektaşîlik Erkân ve Deyimlerine Bir Bakış”, Turkish Studies / Türkoloji

22 başlamadan, Bektaşilerde ise tarikata giriş yahut niyaz töreni bittikten sonra toplantı meclisinde dem almak, gülbank çekmek, nefesler okumak suretiyle yapılır (Pala, 1992: 106).

Bedri Noyan, ayin-i cem teriminin aynu’l-cem kavramından gelip günümüzde yanlış kullanıldığını, gerçek, varlık, öz anlamına gelen aynın ayn-ı cem olarak kullanıldığında “birliğin özü” anlamını karşılayan bir deyim olarak Bektaşiler ve Mevleviler arasında kullanıldığını belirtir (Noyan, 1995: 87).

Ocak, bu ayinin kökeninin İslamiyet öncesinde Türkler arasında yapılan, evli çiftlerin katıldığı, çok sıkı kuralları bulunan, içkili (kımız) dinî toplantılara dayandığını; bu dinî ritüelin göçebe Türkmenlerce Yeseviliğe taşınıp böylece Anadolu'da Babai muhitlerinde uygulanmaya başlandığını söyler (Ocak, 1992: 376). Cem törenleri bir Dede’nin yönetiminde yapılmakta ve amacına göre farklı isimler taşımaktadır. Bunların başlıcalarını şöyle sıralamak mümkündür: 1.İrşat Cemi: Gençleri, yeni yetişenleri aydınlatma cemi. 2.Koldan Kopma Erkânı: Suç işleyenlerin, düşkünlerin, toplumsal suçların yargılandığı cem. 3.Musahiplik Cemi: İkrar veren aileler arasındaki birlikteliği, dayanışmayı işleyen ikrar cemi. 4.Lokma ve

Dardan İndirme Cemi: Herhangi bir konuda adak adayanların veya anne-babası

Hakk’a yürüyenlerin helâllik alma cemi. 5.Abdal Musa Kurban Cemi: Kurban kesilip çevreye dağıtılan cem. 6.Görgü Cemi: Alevîlerde çok özel, önem taşıyan cem (Ünal, 2011: 13-14).

Cem töreninde kadın-erkek, zengin-yoksul, bilgili-bilgisiz, âlim-cahil yan yanadır ve bir aradadır. Günahkâr, kul hakkı taşıyan ve tövbe etmemiş kimselerin katılamadığı cem töreninde hem bireysel hem de toplumsal bir hesap verme söz konusudur. Cem töreninin ilkeleri, gelenekleşmiş kuralları vardır ve kimse bu kurallara aykırı hareket etmemektedir. Cem töreninin kurallarına uygun şekilde yerine getirilmesi için "12 Hizmet Kademesi" görev yapmaktadır (Ünal, 2010: 161).

Tüm bu ayin ve erkânların başında Bektaşilikte eski Türk inançlarıyla birlikte Şamanizm , Budizm ve İran dinlerine dayanan bazı ayin ve erkanların geliştirildiği, bunlara İslami bir hüviyet kazandırılmak için de bazı tasavvufî kavram ve anlayışlar

23 kullanılarak Hz. Peygamber zamanına kadar götürülen bazı menkıbeler teşekkül ettirildiği gerçeğini de unutmamak gerekir (Ocak, 1992: 375).