• Sonuç bulunamadı

3.2. Türklerin Kabul Ettiği Başlıca Dinler

3.2.4. Hıristiyanlık

Türklerin, dinî tarihlerinin belli bir döneminden itibaren temas ettikleri evrensel ve büyük dinlerden biri de Hıristiyanlıktır. Türklerin Hristiyanlıkla teması çok eskilere uzanmaktadır. Barthold, Maniheizm'in kesinlikle Orta Asya'da Hristiyanlıktan önce yayılmaya başladığını ve bunun MS III. yüzyıl ile tarihlenebileceğini düşünmektedir. Hristiyanlığın Orta Asya’daki varlığı ile ilgili bilgiler ise IV. yüzyıldan daha gerilere gitmemektedir (Barthold, 1975: 19).

Hristiyanlık, MS 4. yüzyıldan itibaren Orta Asya'ya yayılmaya başlamıştır. Eren Jerom’un Hunların Zebur’u öğrendiklerini gösteren ve o dönemde yazıldığı düşünülen bir mektubu bunu tasdik etmektedir (Aygil, 1995: 12). Bu ilk temaslara ve Hunlardan bazılarının Hristiyanlığı benimsediklerine dair bazı küçük delillere rağmen, Hristiyanlığın daha düzenli bir şekilde Orta Asya’daki halklar arasında yaygınlaşma süreci 5. yüzyıldan sonra Hristiyanlığın Nasturilik mezhebin aracılığıyla olmuştur.

Nasturilik, MS 431 yılında Efes Konsülünden sonra Hristiyanlıktan ayrılıp mezhep haline gelen İstanbul Patriği Nasturyus’un görüşlerine denilmektedir. Nasturiliğin diğer ismi diofizittir. Bu akıma göre Meryem Ana, tanrısallıkla ilgisi olmayan bir insan doğururken vaftiz olurken İsa Mesih’e Kutsal Ruh inmiştir. Bundan dolayı bu görüşe katılan insanlar, Meryem Ana’ya “Tanrının Annesi” olarak hitap edilmesinin yanlış olduğunu ifade edip "Mesih’in Anası" demeye başlamışlardır. Bu görüş, önce Antakya keşişleri tarafından benimsenmiştir ve Nasturyus’un MS 428 yılında İstanbul Patrikliğinin başına getirilmesiyle yayılmaya başlamıştır. Bunun üzerine 431 yılında gerçekleşen Efes Konsülünde Nasturyus’un görüşleri, sapkınlık olarak değerlendirilmiştir. Nastur yanlıları ise İran’a sürgün edilip orada görüşlerini yaymaya devam etmişlerdir. 498 yılında İran hükümdarının onayı, Nasturilik adı taşıyan yeni bir Hristiyanlık mezhebinin resmi olarak kurumlaşmasına sebep olur. Aynı dönemde ortaya çıkan monofizit görüşü ile ilgili tartışmaların sonucunda

54 Antakya kilisesi, monofizit Süryani Kadim kilise ve Doğu Nasturi kilisesi olmak üzere ikiye ayrılır (Dalyan, 2011: 662-663).

Orta Asya Türklerinin bir kısmı, Nasturiliği kabul edip Bağdat Nasturi Patrikhanesine bağlı kalmışlardır. Tarihî kayıtlara bakıldığında bunu destekleyen birçok belge mevcuttur. MS 644 yılında Merv metropoliti Elizah’ın yöredeki birçok Türk'ü Hristiyanlığa çevirdiği, MS 680 yılında yazılan bir belgeye dayanarak bir Türk kökenli padişahın vaftiz olduğu, 781 yılında ise Nasturi Patriği Timothe’nin mektuplarından bir başka Türk hanı ve halkının Nasturiliği kabul ettikleri ve Tibetliler ile Türklere episkopus gönderdiği anlaşılmaktadır (Aygil, 1995: 13-15). Ligeti, Nasturiliğin faaliyetlerinin Çin topraklarında yoğun olmasına rağmen, bu mezhepten en çok etkilenen etnik unsurların, Çinliler değil, Moğol ve Türkler olduklarını belirtir. Ünlü Macar araştırmacı, Nasturiliği kabul eden ilk göçebe kabilenin Türk olan Kereitler olduklarını ifade eder. Türkolog, XI. yüzyılda Merv Nasturilik metropolitinin patriğe mektup göndererek, Kereitlerin oruçlarını hafifletmesini talep ettiğine değinir. Ayrıca XIII. yüzyılda Kereitlerin, Orhon vadisinde yaşayıp Cengiz Han’ın müteffikleri oldukları ve Marguz, Kurcakuz, Georgius gibi Hristiyan isimleri taşıdıklarını da ifade eder (Ligeti, 1986: 298-299). Arap eserlerinde XIII. yüzyılda yaşayan bir yazar tarafınca kaydedilen, fakat şüphesiz ondan evvelki zamanlara ait olan bir rivayette Oğuzlar arasında Hristiyanların bulunduğuna değinilir. Oğuzların hem İslamiyet hem Hırıstiyanlık’la tanışıklık kurmaları kendilerinin pek sıkça ticari münasebetlerde bulundukları medeni saha olan Harizm vasıtasıyla mümkün olur. Harizmliler içinde Hırıstiyanaların bulunduğunu XI. yüzyıl Harizm âlimlerinden Biruni de zikreder. Şurası dikkate değer ki, bu Hıristiyanlar, İran ve Türkistan’daki Hıristiyanların çoğunluğu gibi Nesturi mezhebine değil, Ortodoks mezhebine bağlıdırlar (Ligeti, 1986: 141).

Bundan önce Türkler daha Göktürkler döneminde Hıristiyanlıkla temasa geçmişlerdir. Eski dinlerini toptan bırakarak Hıristiyanlığa geçen, anayurtlarından çıkarak Avrupa içlerine giren ve oralarda devlet kuranlar Türk boyları üzerinde önemle durulması gerekir. Genellikle Hazar Denizi kuzeyinden geçerek Rusya üzerinden Avrupa’ya giren Türklerin, bir süre sonra Şaman dinlerini bırakıp

55 Hıristiyanlığa geçtikleri görülmektedir. Bu sırada etkisi altında kaldıkları kiliseye göre Ortodoks ya da Katolik mezhebini seçmişlerdir. IX. yüzyılda Bulgarlar Bizans ile sıkı olan ilişkileri dolayısıyla Ortodoks İstanbul kilisesine bağlanmıştır. Dillerini de değiştirerek Slavca konuşmaya başlamışlardır. Bu arada Macarlar da toptan Hıristiyanlığa geçmişlerdir. Ancak onlar Katolikliği seçtikleri için Roma Kilisesine bağlanmışlardır (Turan, 1990: 107) .

Müslüman Oğuzların bir kısmı Anadolu’ya yönelirken bir kısmı da Karadeniz’in kıyısından Balkanlara inerler. Tuna’yı geçenlerin sayısı 1065 yılında altı yüz bin olarak kaydedilmektedir. Bu Türklerin bir kısmı, daha sonra Bizans ordusunda paralı asker olurlar ve “Türkopol” adını alırlar. Oğuzlar gibi Kıpçaklar da aynı kaderi paylaşırlar. XII. asırda Kafkasları aşan Kıpçaklar, Gürcülerle temas ederler ve kısmen Hıristiyanlaşırlar. Bu Kıpçaklar son Kıpçaklardır (Güngör ve Günay, 1997: 151). İlk Kıpçaklar MS 300 yılında Hıristiyanlığa girenlerdir. Bu Kıpçakların bir kısmı daha sonra Rus ve Moğol baskısıyla Balkanlara geçmiş, bunlara dinî propaganda amacıyla Codex Cumanicus adlı sözlük meydana getirilmiştir. Bu sözlükte Kıpçakların 1223’te Hıristiyanlığa geçmeye başladığı kaydedilmektedir (Grönbech, 1992).

Ukrayna ve Moldova ile Romanya ve Bulgaristan'ın Dobruca yöresinde yaşayan Gagavuz Türklerinin XI. yüzyılda Romanya ve Bulgaristan’a girdikleri kabul edilmektedir. Gagavuzlar bir süre sonra Bizans kilisesinin etkisiyle Ortodoksluğu kabul etmişler, fakat Slav ve Latin çoğunluk arasında kimliklerini korumasını bilmişlerdir. Gagavuzların Hıristiyanlığı diğer Hıristiyanlara göre oldukça farklıdır. Gagauzların dinî inanışlarında, İslam öncesi Türk kültürünün izlerine rastlamak mümkündür. Şöyle ki, Gagauzlar Hristiyanlığın temel esprisine aykırı olarak kurban ibadetine fazlaca önem verirler. Hemen her işe başlarken ve işler başarıldıktan sonra kurban kesilir. Kurbanlar büyük baş hayvanlardan yani, sığır cinsinden olabileceği gibi, küçükaş hayvanlardan koyun ve keçiden de olabilir. Gagauz inançlarında horoz kurbanına da rastlanır. Horoz kurbanı eski Türk dininde olmadığı gibi, İslam’da da yoktur. Horoz kurbanının Hrıstiyanlık öncesi Slav dininden Gagauzlara geçmiş olması muhtemeldir (Güngör ve Argunşah, 1991: 36). Ayrıca ölülerin yıkanması, ölen kişinin ardından "can pidesi" nin dağıtılması (Güngör, 2002: 469-470), ihtiyaç sahiplerine “hayır” adı altında yardım yapılması, domuz etinin yenmemesi, kiliselere

56 ayakkabı çıkarılarak girilmesi de bu farklılıklar arasında söylenebilir (Altınkaynak, 2003: 7). Günümüzde Ortodoksluk hakim mezhep olmasına rağmen Gagauzlar arasında özellikle Babtist ve Adventist mezhebi de yayılmakta ve taraftar kazanmaktadır (Aygil, 1995: 79).

Daha önceleri Fener Rum Patrikliğine bağlı olan Gagauzlar, 1870 yılında dinî olmaktan ziyade siyasi bir amaçla kurulmuş olan Bulgar Ekzarkhanesine bağlı kalmışlardır. Günümüzde ise Moskova Ortodosk patrikliğine bağlı bulunmaktadırlar. İbadet dilleri Türkçe olan Gagauzlar, Gagauz dilinde yazılmış İncili ve diğer dinî kitapları okumaktadırlar(Güngör, 2002: 470).

Hıristiyanlığı benimseyen bir başka Türk topluluğu da Ortodoks Karamanlılar’dır. Dinî inanç olarak Hıristiyanlığın Ortodoksluk mezhebini benimsemiş, yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlı kalmalarına rağmen Rum olarak değil de Karamanlı olarak adlandırılmış ve ibadet dili olarak Türkçeyi kullanabilecek kadar Rum diline uzak, gelenek görenekleri açısından da Müslüman Türk toplumundan bir farkı olmayan ve 1923 Türk-Yunan nüfus mübadelesiyle Yunanistan’a gönderilen Karamanlı Ortodoksların kökeni hakkında farklı görüşler öne sürülmektedir. Bugüne kadar Karamanlı Ortodokslar üzerine yapılan çalışmalar genelde iki görüş üzerine odaklanmıştır: 1- Karamanlı Ortodokslar Türkleşmiş Rumlardır, 2-Karamanlı Ortodokslar Bizans İmparatorluğu döneminde imparatorluk ordusunda görev yapmış ve Anadolu'nun birçok yerine yerleştirilmiş Türk askerlerinin soyundan gelmektedirler (Anzerlioğlu, 2009: 40). Bu iki görüşün dışında Karamanları, Orta Anadolu’da beylik kuran Karamanoğullarına bağlayanlar olduğu gibi (Güngör ve Günay, 1997: 155) Türk fatihlerinin kendilerini Anadolu içlerinden İstanbul ve Trakya’ya kadar kabul ettirdiklerini ileri sürenler, Malazgirt savaşından iki asır önce Volgalı Türkler gemileriyle Doğru Akdeniz kıyılarına gelerek Tarsus’a yerleşmişler, Bizanslar da Trabzon’dan Karaman–Tarsus hattına kadar bu Türkleri iskân etmiştir görüşüne katılanlar da vardır. Bu bağlamda Karamanlıların Türk olduğu gerçeği aşikardır. Bu Türkleri Rumlar’dan ayırmak için onlara Karamanlar denmesi, XIII. yüzyılın ilk yarısında yazılan bir eserde “Karaman” tabirinin geçmesi bu görüşü destekler niteliktedir (Arısoy, 1999: 50-51).

57 Türklerin Hıristiyanlaşma süreci Orta Asya’nın Ruslar tarafından işgaliyle devam etmiştir. Hıristiyanlaşan bu Türler arasında Altay, Yakut, Çuvaş ve Hakas Türkleri vardır. Bu Türkler geç dönemde propagandaya mazur kaldıkları için eski inançlarını Hıristiyan görüntüsü altında yaşatmayı becermişlerdir. Tanrı’nın bazı özellikleri, bakire Meryem ve Koruyucu Melek gibi inançlar, Gök Tanrı inancındaki mevcut ruhlarla birleşmiştir. Anadolu Aleviliğindeki Hz.Ali, Baba İshak, Âşık Paşa ile ilgili inançların temelinde Hıristiyanlığın etkisini pekâlâ görmek mümkündür. Ayrıca yatırlarla ilgili inançların temelinde de Hıristiyan etkisi varlığını kabul etmek doğru olacaktır (Çeribaş, 2004: 35-36).