• Sonuç bulunamadı

Avrupalılar, birçok husûsatta, biz Türkler‟i hâlâ hakkıyla tanımazlar. Hele << bedi„iyyât>> sâhasında bizim de hâiz-i isti„dâd ve kâbiliyet bulunduğumuzu hatırlarına bile getirmezler; << sanaât-ı nefîse >> ile <<türküler>> arasında münâsebet tasviri – ekseriyet itibariyle- garb zihniyetinin kabul edemediği bir Ģeydir.

Bu hâle karĢı Avrupa‟ya kendimizi tanıtmak vazifesinin bizim uhdemize terettüp ettiğine Ģüphe yok; acaba Ģimdiye kadar bu vazifeyi ifâ için ne gibi teĢebbüsâtta bulunduk? Kemâl-i Ģükrânla itirâf etmeliyiz ki ahyâren mabeyn-i hümâyûn orkestrasının müttefik memâlikte icrâ ettiği seyâhat-ı mûsıkiyye bu zeminde atılmıĢ gayet musîb bir hatvedir. ġüphesiz bu orkestra, Türklerin garp âsârını da yine garblılar tarzında icrâ edebilmekteki ehliyet ve kabiliyetlerinin derecâtını göstermesi itibariyle, hakkımızda yerleĢip kalmıĢ olan efkâr-ı bâtılayı tashîh edecektir.

Mamâfih gönül arzu eder idi ki sırf millî mûsikîmizi milli sazlarımızla icrâ edecek bir heyet-i mûsıkiyyede yine Avrupa‟da ikinci bir cevelân daha yapsın; ve aynı zamanda heyetin terennüm edeceği makâmat ve elhân-ı Ģarkıyyeye dâir mahallî gazetelerinde ilmî makâleler neĢr ederek esâtize-i mûsıkiyyeyi hakîki Türk mûsikîsinin mâhiyet-i ilmiyesi hakkında tenvîr etsin. Emin olmalıyız ki böyle bir teĢebbüs daha ziyâde hüsn-i telakkiye mazhar olacak ve sanaât-ı nefîsede bu âna kadar pek fenâ tanınmıĢ olan << millî >> mevkîimizin inkiĢâfıyla lâyık olduğu dereceye irtikâsına hizmet edecektir. Bu noktayı bilhassa ulyâ-yı umûrumuzun nazar-ı dikkatine arz ederiz.

Böyle bir seyâhat-ı mûsıkiyyeye zemîn ve zamanın ne kadar müsâit olduğunu göstermek için, son senelerde Ģark mûsikîsine dâir Avrupa‟da tahassül eden meyl ve teveccühün ekseriyet-i kâriînce mechûl bulunan safahâtından bahs etmeyi münâsip görüyorum.

Rubu„ asra karîb bir zamandan biri garp mûsikîĢinâsânı arasında Ģark mûsikîsine karĢı ciddi bir fikr-i tecessüs uyanmıĢtır. Bu yolda ilk teĢebbüs, Fransız âlimi(Dökodre[Docoudray]) tarafından vaki„ olmuĢ idi. Yine Fransızlardan bestekâr-ı

Ģehîr (Sen Sâns[Saint-Saëns]) dahi aynı yoldaki mesaisiyle temâyüz etmiĢ ve 1884 senesinde akademi huzurunda yaptığı müsâhabesinin sonlarına doğru << âtî-i mûsikî>> hakkında Ģu beyânatta bulunmuĢ idi :

<<… Bahsimize hitâm vermek için biraz da mûsikînin gayet uzak âtîsine atf-ı nazar ve mesela kırkıncı asırda bu fennin nasıl bir Ģekil alacağını tahmin edelim. ġüphesiz bu bâbdaki sözlerimiz faraziyât-ı sarfa hudûdunu geçemez; mamâfih ihtimâl ki bahsin bu ciheti de dâ„î-i merak addolunur. Çinliler asırlardan beri mûsikîlerinde (lu) tesmiye ettikleri <<yarım perde>> leri tanıdıkları ve nazarî kitaplarında bu perdelerin tarz-ı isti„mâlini irâe ettikleri halde ameliyât-ı mûsikîde bunları isti„mâl edememektedirler. Gariptir ki biz Avrupalılar da aynı vaziyette bulunuyoruz. Tam bir perdenin << koma>< dediğimiz (1/9) kısmını nazarî alarak hesab ediyoruz da bunu mevki-i isti„mâle koymuyoruz. TeĢekkülât-ı hâzıramıza <<yarım perdeler>> kifâyet ediyor; halbuki <<diyez>> ile <<bemol>>ün aynı nağmede birleĢtiği notalara istinâd eden Ģimdiki nazariyelerimizle hakîkat-i mûsikîye vusûl imkân hâricindedir. Ġhtimâl, bir zaman gelecek ki kulaklarımız daha ziyâde hassâsiyet kesb edecek ve mehmâ-emken bir idâre-i maslahattan ibâret olan bu nazariye ile iktifâ edemeyecektir. ĠĢte o vakit yeni bir sanat doğacak ve mûsikî-i hâzır, enâfis-i âsârı bâkî iken tekellüm olunmayan elsine-i meyyite hükmüne girecektir. Bunun nasıl bir mûsikî olacağını keĢf ve tahmîni kâbil değildir. Çünkü böyle bir mûsikî ânî olarak meydana çıksa bir Çinli (Bethouven)‟in bir senfonisini anlamakta ne kadar dûçâr-ı müĢkilât olur ise bizim de bu yeni mûsikî karĢısında aynı vaziyette kalacağımıza Ģüphe etmemelidir.

Garbiyyûn nezdinde istikbâl-i mûsıkiyyeye dair bu yolda beyân-ı fikir edildiğini gördüğüm vakit, Avrupalılar‟ınki gibi <<tam perde- yarım perde>> nazarî-i mahdûdasını takip etmeyen Türk mûsikîsinin tâbi„ olduğu kavâid-i lahniyyenin garbiyyûn için mûcib-i istifâde bir tetebbu„ zemini teĢkil edeceğini düĢünerek, Paris‟te çıkan (Revue musicale) mecmûasına, yedi sekiz sene mukaddem , makâmat-ı mûsıkiyyemizin nazarî ve amelî ta„rifâtını hâvî birkaç makâle yazmıĢ ve misâl olarak, uĢĢak, buselik, nihavent makâmlarını –teĢekkülât-ı lahniyeleri itibariyle- izâh ederek, bu makâmların garb mûsikîsinde isti‟mâlinden kazanılacak servet-i lahniyyeyi göstermiĢ idim.

Meğerse (Sen Sâns[Saint-Saëns])‟in iĢaret ettiği yolda yürümek fikri Avrupa‟da bazı terakkîperver zevâtın zihinlerini iĢgal eden bir mesele Ģeklini almıĢ imiĢ. Sonradan

muttali„ olduğuma nazaran bu fikirde ittihâd eden kimseler (anarmonizm) nâmıyla bir meslek te‟sis etmiĢler; bu mesleğin gayesi ise bir notanın diyezi ile fevkindeki notanın bemolü arasındaki farkı Ģimdiki gibi birleĢtirmeyip her ikisini de icâbına göre

kullanmak ve binnetice bir bu„d-i zülkül dâhilinde (oktav) <<yirmi dört>> perde kabul ve isti„mâl ederek garb mûsikîsine Ģimdiye kadar hâiz olmadığı vüs„at ve tenevvü„-i lahniyyeyi vermekten ibâret imiĢ.

<<Mûsikî-i âti>> taraftarlığı mânâsına olarak (fütürizm) dahî denilen bu mesleğin taraftarları Avrupada gittikçe çoğalarak 1911 senesinde bir beyannâme neĢr etmiĢlerdir. Mûsikîde büyük bir inkılâb yapmak fikri ile çalıĢan (fütürist)lerin beyannâmesinde dermeyân edilen temenniyât arasında bizce en ziyâde Ģâyân-ı dikkat görülen cihet, (anarmonizm) mesleğinde mûsikîmiz nazariyesinin hemânda aynen kabûl-i teklif edilmesidir. ĠĢte tam bu sırada bizim makâlelerin (Revue musicale) de intiĢârı bittabiî (fütürist)‟lerin iĢine çok yaramıĢ. Aradan birkaç ay geçmiĢ idi ki bu zümreden Mösyö (Artur Maquaire) isminde bir Belçikalı bestekâr Brüksel‟de (Armonizm & Füturizm) isminde bir risâle neĢr etmiĢ bir nüshâsını muharrir-i âcize göndermiĢ idi.

Sâhib-i risâle, bilhassa garb mûsikîsinde dahî Ģarklıların kullandığı perdelerin isti„mâlinden husûle gelecek vüs„at-i lahniyeyi isbât etmek istiyor ve Ģark mûsıkisi lehindeki << tez >> yeni müdafaa için (Revue musicale) deki makâlelerimi delil gösteriyor idi.

BeĢ fasla munkasım bulunan bu risâlenin birinci ve ikinci fasıllarında Avrupa Darülelhân‟larının takip ettikleri usûl-i tedrîs dolayısıyla genç zekâların serbestî-i inkiĢâfına ne gibi mevâni„-i ikâ„ edildiğinden, garb âlem-i mûsikîsinde hükm-fermâ olan yolsuzluklardan bahs edilmekte üçüncü faslında dahi (fütürist)lerin maksadı ber- tafsil izâh olunmakta idi.

Risâlenin (Anarmonizmin tarîk-i amelîsî) serlevhâlı dördüncü faslında ise Avrupa mûsıkisi nazariyesinin esâsı olmak üzere garp hikmet Ģinâsânının âsârında münderic <<kavâid-i resmiyye>>nin sekâmeti ile (muaddil mıstar) nazariyesinin nevâkısı bilcümle delâiliyle izâh olunuyor idi. Buna mukâbil (füturist)lerin kabul ettikleri mıstarın her tanini (ton) dört kısma taksim edilerek icâbına göre rub„,selâse, nısf perdelerin kullanılacağı ve böyle bir mıstarın sâha-i ameliyâta îsâli için ((Mikyâsü‟s- savt) ın iânesine bilmürâcaa bulunacak nagamâtın enâbîb-i mutasavvıta yahut (Kristallufon anarmonik) denilen billûrî safîhalara tespit edileceği ve bundan sonrasının

da alât-ı mûsıkiyye fabrikacılarınca düĢünülecek bir mesele olduğu dermeyân kılınmakta idi.

Risâlenin (Ġstikbâl yolları) ünvanını hâiz olan beĢinci faslında mösyö Mâker (fütürist)‟lerin tarîk-i teceddüde azimkârane ilerlemeleri için bir mani olmadığını ve hatta vaktiyle (Lui Luka) nâmında bir zât tarafından yazılan eserde (majör) ve (minör) makâmları haricinde vücûdundan bahs edilen makâmatı mevki-i icrâya koymak mümkün olacağını söylüyor ve bu münâsebetle Alman hikmetĢinâsı (Helmolc)‟un (Mûsikînin nazariye-i fizyolojiyesi) ismindeki eserinden Ģu sözleri naklediyor idi .

<< Biz küçük yaĢımızdan beri mi kulaklarımızı ancak << muaddil mıstar>>ın seslerine alıĢtırıyormuĢ ve bu suretle has mûsikîmizi, makâmatı kadîmenin tetevvuât-ı lahniyyesi meyânında yalnız majör ve minör dediğimiz iki makâmın pek kolay olan farklarını bula[bilme]k üzere perverde etmiĢ bulunuyoruz. Bizim (akort) teĢkili, makâm değiĢtirilmesi (modülasyon) vesâitine müracaat sâyesinde elde etmek istediğimiz furuk- ı ifâdeyi mûsikîlerine îlm-i âhengi kabul etmeyen akvâm-ı Ģarkiyyenin muhtelif makâmlarındaki daha nâzik, daha mütenevvi„ vesâit ile icrâ edecekleri tabiîdir. Bundan dolayı akvâm-ı mezkûrenin kulakları bu gibi nâzik farkı idrak hususunda bizimkilerden ziyâde hassas olmasında teaccüb edecek bir Ģey yoktur.>>

Alman âlim-i Ģehîrinin bu sözleri mösyö (Mâker)e beyânâtında biraz daha cesâret-bahĢ oluyor ve bilmünâsebe bizim (Revue Musicale) deki izâhatımızı makâm-ı istiĢhâdda irâd ederek diyor idi ki :

<<Helmolc‟un sözleri ne kadar doğrudur! Mantıkî düĢünelim. (Fisagores koması) denilen 524388/531448 nispetindeki bu„d-ı mûsikî, mâdemki bir kıymet-i lahniyeyi hâizdir; ve mâdemki Ģarkiyyun –Rauf Yektâ tarafından nihavent, uĢĢak, bûselik makâmları hakkında yazılan makâlâtta isbât edildiği vechiyle- biz bu„d-i zülkül dâhilinde 24 bu„du gerek sesleriyle gerek sazlarıyla icra edebiliyorlar imiĢ; o halde biz garblılar sâha-i mûsikîde onlardan niçin daha dûn mevkide kalıyoruz? Niçin?.... Niçin?....>>

Münderecâtın-ı bâlâya naklettiğim bu risâleden sonra (fütürizm) cereyânının ne gibi safahât geçirdiğini takib edememiĢ ve alel-husus harb-i umûmîyenin zuhûru böyle cereyanları velevki muvakkaten olsun durduracağını zannetmekte bulunmuĢ idim. Bu zannımda yanıldığımı geçenlerde (Osmânişer lüed) gazetesinde profesör (Für ġimid[Schmidt]) tarafından yazılan mühim bir makâleden anladım. Muhterem

profesörün verdiği malûmata göre (füturizm) cereyânı, harb-i umûmî gavâili içinde bile Almanya‟da seri adımlarla yürümüĢ ve son zamanlarda << tam ve yarım perde >> tarzının tevsîi maksadıyla yapılan yeni tecrübeler netâyic-i mûcib-i memnûniyet görülerek yarım perdeden baĢka bir de çârek perdenin kabûlü karargîr olmuĢtur! Zemîn- i mûsikîde Ģark ile garb arasında mes„ud bir tekarrubun husûlü esaslarını ihzâr edecek olan bu fevkalade mühim cereyan hakkında daha etraflı malûmat almak üzere Berlin‟de mukim Alman ulemâ-yı mûsikîsinden bir dostuma müracaât ettim; alacağım tafsilâtın

(Âtî) ile neĢri mukarrerdir.

Bu münâsebetle birkaç ay mukaddem (Tanin) gazetesinde (Milli Mûsikî) serlevhası altında yazılan ve mûsikîmizdeki lahnî perdelerin adem-i isti„mâli lüzûmundan bahs eden (M.M) imzalı makâlelerin hatıra gelmesi kâbil değildir. Filvâki„, biz bir taraftan Ģarkta bu perdelerin (ilmî değildir) kavl-i mücerredi ile terki lüzûmundan bîpervâ bahsederken, diğer taraftan garpta Almanlar‟ın <<ifâde>> nokta-i nazarından mûsikînin tevsîmi için bizim atacağımız perdeleri ma„al-memnûniyye kabul etmeleri her halde Ģâyân-ı ibret bir hadisedir.

ġimdilik Ģu kadar söyleyelim ki âtî-i mûsikîmiz pek parlaktır; Türk mûsıkisini milel-i sâire mûsikîlerine cidden gıpta-bahĢâ bir mevki„ sâhibi olmağa namzettir. Lâkin ihtiyâc-ı zamâna göre çalıĢarak nevâkısımızı ikmâl ve mevcûdiyetimizi isbât etmek Ģartıyla. (Darülelhân)‟ımızın bu bâbda uhdesine düĢen o kadar çok vezâyif vardır ki bunların tadâdını baĢka bir müsâhebeye bırakıyorum.

Bir de Almanlar‟ın ahîren kabulüne karar verdikleri çaryek perdeleri hangi âsâra tatbik edecekleri câ-yi suâldir; Mozart‟ın, Wagner‟in eserleri bittabiî bu perdelere muhtac değildir.O halde bunların mahal-i tatbîki olan makâmatımızı onlara vesâit-i fenniye ile izâh ederek:

-Aradığınız Ģeyler zâten Ģarkda bilfiîl iĢte mevcuttur! Der isek, hem mûsikî husûsunda Ģark ile garb mâbeynini ayıran kuvve-i mâni„ayı ortadan kaldırmak sûretiyle tarafeynin mütekâbil istifâdesini te‟min etmiĢ, hem de asırların tekallübât-ı dûrâ-dûrı arasında nasılsa mevcûdiyetini muhâfaza edebilmiĢ olduğumuz bir mûsikînin, henüz garbiyyûnun sem‟an lezzetini bilmedikleri, makâmat-ı latîfesini garb alemine tanıtmakla iftihâra hak kazanmıĢ olur idik…