• Sonuç bulunamadı

B. MAKALENĠN ÖZETĠ

XVII. DELLÂLZÂDE

A. MAKALENĠN LATĠN HARFLERĠNE ÇEVĠRĠSĠ

Onsekizinci karn-ı hicrînin pâ-yi taht-ı Osmânî'de yetiĢdirdiği esâtize-i mûsikiyye arasında "Dede Efendi" den sonra hüsn-i tabîat ve vüs‟at-i karîha itibâriyle nâm-ı muhteremi serlevha-i makâlemizi tezyin eden "Dellâlzâde" ye tefevvûk edecek bir bestekâr gösterilemez. Böyle olduğu halde bugün bilhassa mûsiki ile iĢtigâl edenlere:

-Dellâlzâde kimdir?

Suâli îrâd edilse alınacak cevap hiç Ģüphesiz bir iki kelimeden ibâret kalacaktır. Bunun sebebi ise pek basit ve besâteti nisbetinde de Ģâyân-ı teessüftür: Çünkü, evet çünkü... üstâd-ı Ģehîrin târîh-i vefâtı olan 1286 târihinden beri müĢârün ileyhin hüviyyet-i mûsikiyyesini teĢrîh sadedinde iki satır olsun yazı yazılmamıĢ, daha doğrusu yazılmaya lüzûm görülmemiĢtir.

ġimdi burada kendi kendimize de bir suâl îrâd edelim: acabâ niçin bu derece kadir-nâ-Ģinâs oluyoruz? Herhangi fenn ve sanata dâir olur ise olsun, eâzım ve meĢâhirimizi niçin bu kadar unutuyoruz? Geçende Fransa'nın medâr-ı iftihârı olan esâtizeden biri, meĢhûr "Masne" vefat etti; Paris‟in cerâid-i yevmiyesi üstâd-ı Ģehîr hakkında günlerce makâleler, mersiyelerle doldu; derhâl Masne'den bâhis birkaç cild kitap bile neĢr edildi; Ģimdi de resâil-i mevkûte daha husûsi ve etraflı bir sûrette üstâdın hayât ve muvaffakiyyât-ı mûsikiyyesini teĢrîh ile meĢgul bulunuyor. Kim bilir, bu neĢriyât ne vakte kadar devam edecek? Maamâfîh Ģuna emin olmalı ki, bütün bu takdîrât ve tezâhürâtın sonunda zâten efkâr-ı umûmiyyenin meçhûlü olmayan sevgili Masne bir kat daha nazar-ı millette teâlî edecek ve Pâris'in müĢa„Ģa„ bir meydânına nazar-rübâ bir heykeli rekz edilerek ilelebed ibkâ-yı nâm etmiĢ olacaktır.

Muhîtimizde yetiĢen meĢâhîre karĢı ibrâz edilecek kadirĢinâslık âsârının boĢa gitmeyeceğine emin olmalıyız. Bizde kadr-i mesâî ne vakit takdir edilmeye baĢlar ise eâzım-ı fenn ve sanatın yetiĢmesini de o dakîkadan itibâren temîn etmiĢ oluruz, iĢte bu fikre müstenîden bu makâlemizde nesl-i hâzır arasında nâm ve Ģânı unutulmak derecelerine gelmiĢ olan mûsikî-i Osmânî üstâdı esbak sermüezzin Dellâlzâde Hacı Ġsmail Ağa‟nın bir hayli taharriyât neticesinde elde edebildiğimiz terceme-i hâli ile meslek-i mûsikisi hakkındaki mütâlaât-ı âcizânemizi yazmak istiyoruz.

Hacı Ġsmâ'il Ağa, Sarây-ı Hümâyûn kapı arası dellâlı Mustafa Ağa‟nın sulbünden 1212 târihinde Ġstanbul'da Sarıgüzel mahallesinde tevellüd etmiĢtir. Altı yedi yaĢlarında iken hânesi civârındaki mektebe devama baĢlayarak o zaman mahalle mekteplerinde okunan dersleri ikmâl ve Kur'ân-ı Kerim'i hâfıza-i tekrîmine almağa ihrâz-ı muvaffakıyyet ettikten sonra sesinin fevkalâde latîf olmasından dolayı asrın en muktedir hâce-i elhânı olan Dede Efendi'nin telâmîzi sırasına dâhil olmuĢtur. Dede Efendi, daha ilk günlerde Hafız Ġsmâil‟in meftûr olduğu istidâd-ı mûsikîyi anlamıĢ ve en güzîde

Ģâkirdi olan Çilingirzâde Ahmed Ağa ile Ģakirdi-nevini Dellâlzâde'nin terbiyye-i mûsikiyyelerine bilhâssa bezl-i ihtimâm etmiĢtir.

Dede Efendi o târihte "musâhib-i Ģehrîyârî" ünvânını hâiz ve cennet mekân Sultan Mahmûd Hân-ı sânî‟nin sûret-i mahsûsada nazar-ı teveccühüne nâiliyetle beynel-akrân mümtâz bulunmakta idi. 1231 senesi evâsıtında idi ki birgün huzûr-ı pâdiĢâhîde "muhayyer-sünbüle" faslı okunduğu sırada fasıl takımında tiz sesli hânendelerin fıkdânı Mahmûd-ı sânî'nin nazar-ı dikkatini celb etmiĢ ve bunun üzerine yine haricindeki Ģâkirdânı arasında tiz sese mâlik olanlardan iki muktedir hânendenin bil-intihâb Enderûn-ı Hümâyûn‟a kayd ettirilmesi taraf-ı pâdiĢâhîden Dede Efendi'ye emr olunmuĢtur.

Dede merhum bu vesîleden bil-istifâde Çilingirzâde ile Dellâlzâde'yi intihâb ederek Enderûn-ı Hümâyûn‟a kayd olunmalarına irâde-i seniyye istihsâl etmiĢtir ki "Târîh-i Enderûn" bu iki nevreste-i mûsikînin sûret-i kabullerini 1231 senesi vakâyî„i sırasında aynen Ģu cümle-i latîfe ile kayd eder:

“Ġlm-i mûsikîde sânî-i Fârâbi ve lihân ve elhânda mesîl-i a„râbî add olunan ricâl-i hânendeden DerviĢ Ġsmâîl Dede'nin mümtâz ve müntehib Ģâkird-i müeddeblerinden Çilingirzâde Ahmed Ağa ile Dellâlzâde Ġsmâil Ağa‟nın sadâları müessir ve meĢreb ve mezhebleri de bir gibi olduğundan ehadühümâ âhara denk ve ikisine de bir diyecek olmadığı hâlde Dellâlzâde delâlet-i tevfîk nime‟r-refîk ile hazîne-i humâyûni istek ve Çilingirzâde kendüye kapı açmak ümidi ile seferli odasında meĢgul usûl-i âhenk-i düm ve tek oldu."

Dede Efendi zâten Enderûn-ı Hümâyûnda musikî muallimi olduğundan Dellâlzâde, o dârülirfâna duhûlünden sonra daha muntazam sûrette üstâdından istifâdeye müdâvemet eder. Gerçi 1238 târihinde pederinin irtihâli üzerine mikdârı kesîr olan ailesinin bâr-i maîĢeti Dellâlzâde'yi haylice perîĢân-ı hâtır etmiĢ ise de bu vakca Mahmûd-i sânî'nin mesmûcu olmasıyla pâdiĢâh-ı kadirdân tarafından Dellâlzâde'nin "ser-heng-i Ģehriyârı" ünvanıyla Sarâ-y-ı Hümâyûn müezzinleri zümresine iltihâkına irâde sâdır olur.

1241 senesinde Dellâlzâde'nin baĢına gelen bir vaka-i ibtilâ, bî-çâreye Enderûn-ı Hümâyûnu zindân-ı belâ-hâline koyarak nihâyet baĢını alıp ötede beride serseri bir hayât takip etmesine sebeb olmuĢtur.

Dellâlzâde'nin bu sûretle Enderûn‟dan gaybûbeti, yeniçerilerin imhası tasavvurâtıyla Sultan Mahmûd'un pek meĢgul olduğu bir zamana tesadüf ettiğinden Hâkân-ı mağfurun vâsıl-ı sâmiası bile olmamıĢ idi. Sevdâzede üstad, birkaç ay mecnûn gibi âvâre-ser dolaĢtıktan sonra vakca-i hayriyye zuhûr ederek ehl-i ırzı sancak altına davet için tayîn olunan münâdîlerin hiçbirisi memerr-nâs mahallerde serbest ref-i savt edemedikleri bir sırada Dellâlzâde içinde bulunduğu hâl-i cünûnun tesîr-i hıred-süzuyla olmalı ki tâ zorbaların içtimâgâhına kadar bit-takarrub bî-pervâ : "ehl-i ırz sancak altına gelsün!" nidâsını i„lâ ile Dellâlzâdeliğini isbât etmiĢ ve bunun üzerine taraf taraf münâdîlere de cesaret gelerek müteğallibenin münhezim ve periĢan olması esbâb-ı istihsâl edilmiĢtir. Yeniçeri vakasının hitâmını müteâkib Mahmûd-i sâni, Dellâlzâde'yi bilâhare mesmûcu olan bu hizmet-i fedâkârîsine mükâfaten tekrar saraya celb ile müstevfî maaĢ tahsîs ve "müsâhib-i Ģehriyârî" ünvanı ihsânıyla taltîf etmiĢtir.

Vakca-i hayriyyeden Sultân Mahmûd'un irtihâline kadar güzerân olan müddetde Dede Efendi ile Dellâlzâde'nin gayreti ve Ģehriyâr-ı zamânın bu iki dâhi-i mûsikî hakkında ber-devâm bulunan âsâr-ı teveccühü sayesinde Osmanlı mûsikîsi Selîm-i sâlis devrine tefavvuk edecek dereceye, denilemez ise de herhâlde o devirden aĢağı add olunamayacak bir mertebe-i terakkîye itilâ etmiĢ idi. Bu hâl 1255 târihinde cennet- mekân Abdülmecid Hân‟ın cülûsundan sonra da devam etmiĢtir; çünkü PâdiĢâh-ı nev- câh da peder-i cennet-makarları derecesinde mûsikî-perver idi.

1261 târihinde istihsâl ettiği müsâade-i seniyye üzerine Dede Efendi ifâ-yı farîza-i hacc niyetiyle cânib-i Hicaz'a azîmet etmiĢ ve refâkatında Mutâfzâde Ahmed Efendi ile Dellâlzâde‟yi de götürmüĢ idi. Dede Efendi'nin ba„delarafat Mekke-i mükerreme‟de vefâtı vukuc bulmasıyla Dellâlzâde refîki Ahmed Efendi ile beraber Ġstanbul'a avdet etmiĢtir. 1263 senesinde Dellâlzâde, Sultân Mecîd tarafından BeĢiktaĢ'ta tesîs olunan Mûsîka-i Hümâyûn‟un hânende kısmı muallimliğine tayîn buyurulmasına mebnî o civarda bir hâne satın alarak BeĢiktaĢ'ta ikâmete baĢlamıĢ; maahâza haftada bir gün Topkapı sarayına azîmetle Enderûn-ı Humâyûn'daki mûsiki dersine de müdâvemet eylemiĢtir.

1279 da Çilingirzâde‟nin irtihâli üzerine Hâkân-ı zamân Abdülazîz Hân Dellâlzâde‟yi müezzin baĢılığa terfi' ettirmiĢtir. Yedi sene kadar bu hizmeti ehliyet-i müsellemesiyle hüsn-i îfâdan sonra 1286 târihinde yetmiĢ dört yaĢında olduğu halde BeĢiktaĢ NiĢantaĢı mahallesinde Karakol sokağındaki hânesinde irtihâl ederek Yahya

Efendi dergâhı kabristânına defn olunmuĢtur. Merhumun kitâbe-i seng mezarı ber-vech- i âtîdir:

ġâh-ı devrâna müezzin baĢı iken nâgehân Hacı Ġsmâîl Efendi eyledi azm-i bekâ

ġöhreti Dellâlzâde kendisi âli-cenâb Hakkına her dem büzürg ve küçek eylerdi senâ

Kendisi bir perdede üstâd idi kim itmeye Kâdir idi zühreye talîm-i esvât-ı sabâ GüĢ edince nağme-i emr-i celîl “ Ġrcicî ”

Eyledi tekmîl-i nevâ ömrünü ol bî-nevâ Bezm-i ukbâda ilâhî rû-siyâh etme anı Güft ü gû-yi ehl-i mahĢer ola mûsikâr ana Dâne-i eĢkimle Hâfız bir düĢürdüm târihin Huld-i Dellâlzâde‟ye dâim mekân ide Hüdâ 1286

Dellâlzâde ile hem asr olan zevâtın rivâyetine nazaran müĢârün ileyh orta boylu, zaifu‟l-bünye, maamâfîh elleri gayet büyük, kara gözlü, uzun kirpikli, nürânî-likâ bir zât imiĢ. Biri erkek diğeri kız iki çocuğu dünyâya gelip ismini tahkîk edemediğimiz büyüğü pederinin vefâtından on sene sonra irtihâl etmiĢtir. Küçüğü olan Ferdâne hanım ise yakın vakitlere kadar ber-hayât idi.

Dellâlzâde merhûm, Dede Efendi mekteb-i mûsikîsinin en güzîde bir Ģâkird-i marifetidir. Üslûb-ı mûsikîsi üstâdı vâdisinde olmakla beraber Ģâyân-ı dikkat bir husûsiyyete mâliktir. ġarkılarının cümlesi üstâdânedir. Alelhusûs makâm-ı segâhdaki; "Çok kıldı harâb dilleri ma'mûr nigâhın" güfteli Ģarkısının bugün tanzîri gayr-ı kâbildir. Enfes-i âsârı olan "yegâh" faslı ise üstâdın dehâ-yı mûsikîsini gösteren bir âbide-i uzmâdır. Asrında mertebe-i nisyâna gelmiĢ olan "karcığar" makâm-ı latîfini; "Ġki turnam gelir allı karalı" Ģarkısından alarak koca bir fasıl hâlinde tevsî„ ve ihyâya muvaffak olması Dellâlzâde'nin ne mertebe müstesnâ-yı fıtrat-zevâttan olduğunu müsbet delâildendir. Dede Efendi'nin ısrârı üzerine bestelediği "sûzinâk" faslındaki "devr-i kebir" murabba„ı da o faslın sâmica-nüvâz bir rükn-i rekînidir.

1242 târihinde Halil Rıfat PaĢa'nın Ģeref-i sıhriyyete mukâreneti münâsebetiyle tertîb olunan Sûr-i hümâyûn esnâsında bestelediği "ferahnak" kâr'ı, nagamât-ı Ģarkıyye

ile Ģevk ve Ģâdînin ne derece bâlâterînde tasvir olunabileceğini gösterecek bir eser-i bî- nazîrdir.

Dellâlzâde'nin mûsikîden mâadâ müneccimliğe de merakı olduğu meĢhurdur. Hattâ bu merak sâikasıyla makâmâtın her birisine birer vakt-i terennüm tahsîsi ile uğraĢmıĢ ve bu bâbda bir çok tecrübelerde bulunmuĢtur. Huzûr-ı pâdîĢâhîde fasıl okunması irâde olunduğu vakit saatine bakar bir takım hesap yaptıktan sonra okunacak faslı tayîn eder imiĢ. Evâhir-i hayâtında biraz da nazariyât-ı mûsikiyyemizi tetebbuca gayret etmiĢ ise de bir Ģey istihrâcına muvaffak olamamıĢtır.

Dellâlzâde‟nin âvân-ı iĢtihârı memleketimizde notanın yeni öğrenilmeye baĢladığı bir zamana tesadüf etmekle beraber teĢekkür olunur ki eserlerinin kısm-ı a'zâmı Mûsîka- yı Hümâyûn‟da nota öğrenen zevât tarafından notaya alınarak ziyâdan kurtarılmıĢtır.

B. MAKALENĠN ÖZETĠ

Rauf Yektâ bu makâlesinde Dede Efendi‟den sonra devrin en büyük mûsikî üstâdları arasında gösterilen Dellâlzâde Ġsmail „in hayatını anlatmıĢtır. Türk mûsikîsine bu kadar katkısı olmuĢ birinin vefat ettikten sonra bile kendisi hakkında herhangi bir yazı yazılmamasından, daha doğrusu gerekli görülmemiĢ olmasından duyduğu rahatsızlık sebebiyle makâleyi kaleme alan Rauf Yektâ batıda ise fen ve sanata dair büyük katkısı olan kiĢiler hem hayatlarında iken hem de vefat ettikten sonra onların kıymetini gösterecek birçok etkinliklerin yapıldığını hatta bazılarının heykellerinin bile dikildiğinden bahsetimektedir. Rauf Yektâ makâlenin devamında Dellâlzâde‟nin nerede doğduğunu, eğitimini nerede aldığını, Dede Efendi‟nin kendisini nasıl keĢfettiğini ve saraya nasıl alındığını anlatmıĢtır. Küçük yaĢta hafız olan Dellâlzâde‟nin, Dede Efendi‟nin talimatıyla Çilingirzâde Ahmed Ağa tarafından özenle yetiĢtirildiğini, bir gün PadiĢah huzurunda fasıl icra edilirken tiz seslerin eksik olduğunu fark eden Sultan‟nın derhal iki tane tiz sesli hânendenin alınmasını Dede Efendi‟den istemesi neticesinde saraya girmesi sağlanmıĢtır. Bundan sonra Dellâlzâde Dede Efendi‟den daha düzenli eğitim almıĢ ve mûsikîdeki maharetini bestelemiĢ olduğu yegah fasılıyla göstermiĢtir. Dellâlzâde mûsikînin yanında müneccimlikle uğraĢmıĢtır hatta hangi vakitte hangi makamın icrâ edilmesinin uygun olduğu konusunda çalıĢmalar yapmıĢtır ve huzur-i padiĢâhîde bunları tatbîk etmiĢtir. Rauf Yektâ makâlenin devamında Dellâlzâde‟nin sarayda yapmıĢ olduğu görevlerden bahsetmiĢtir. Son olarak mûsikî

nazariyatıyla ilgili çalıĢmaları olmasına rağmen bunlardan bir sonuç alamadığını makâleden öğrenmekteyiz.

SONUÇ

Tezimizin sonuç bölümünde Rauf Yektâ Bey‟in öneminin daha iyi anlaĢılması için yaĢadığı dönemden kısaca bahsettikten sonra incelediğimiz makaleler hakkında genel bilgiler ve değerlendirmelerde bulunarak çalıĢmamızı nihayetlendirmeyi uygun bulduk. Türk mûsikîsini bir bilim olarak incelemenin gerekliliğini anlayan ve bu konudaki ilk çalıĢmalara ev sahipliği yapan yer Mevlevîhânelerdir. Özellikle Galata Mevlevîhânesi Ģeyhi Ataullah Dede (1842-1910), Yenikapı Mevlevîhânesi Ģeyhi Celaleddin Dede (1849-1908), Bahariye Mevlevîhânesi Ģeyhi Hüseyin Fahreddin Dede(1854-1911) Türk mûsikîsi nazariyatının ilk temellerinin atılmasında büyük bir çaba içinde olmuĢlardır. Bu kiĢiler birçok müzik eserini ve bestelerini inceleyip bilgi sahibi olmuĢlar, ancak bilgilerini yazılı hale getirmeyip bilgi ve tecrübelerini öğrencilerinden Rauf Yektâ ile Dr. Suphi Ezgi‟ye aktarmıĢlar, onları yönlendirmiĢler.1

Osmanlı‟nın son dönemlerinde özellikle Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid‟in Türk mûsikîsi yerine Batı müziğine daha çok iltifat etmeleri mûsikîmizin sarayda geliĢmesine büyük engel teĢkil etmiĢtir. Bunun yanında dönemin o çalkantılı zamanlarında, bir yandan savaĢlar bir yandan hükümet değiĢiklikleri arasında bu kadar önemli çalıĢmalar içinde bulunan Rauf Yektâ Bey‟in, mûsikîmizin anlaĢılması ve tanıtılması bakımından yapmıĢ olduğu Ģahsi gayretlerin, yaĢadığı dönemin mûsikîĢinasları ve kendinden sonraki mûsikîĢinasların çalıĢmalarında ana kaynak olarak gösterilmesi onun ne kadar ehemmiyetli bir kiĢi olduğunu açıkça göstermektedir.

Farklı mecmûalarda toplam 27 makalesini incelediğimiz Rauf Yektâ Bey‟in Türk mûsikîsinin hak ettiği seviyeye gelmesi için yapmıĢ olduğu ameli ve nazarî çalıĢmalarının dönemin hemem hemen bütün mûsikîĢinaslarınca kabul gördüğünü, ortaya attığı fikirlerin ve çözüm yollarının mûsikîmizin ilerlemesine büyük katkı sağladığını bügün daha açık bir Ģekilde görmekteyiz.

Safiyüddin Urmevî‟nin (1294) 17‟li ses sistemini geliĢtirerek meydana getirdiği 24‟lü sistem sayesinde mûsikîmizi belirli bir sisteme oturtan Rauf Yektâ Bey‟den

sonraki nazariyatçılar onun yapmıĢ olduğu sistemi geliĢtirerek ilerlemeler kaydetmiĢlerdir. Özellikle Hüseyin Sadedin Arel ve Suphi Ezgi ile yapmıĢ olduğu çalıĢmalar mûsikîmizin bir sisteme dayandırılmasında çok önemlidir. Mûsikî ile ilgili hemen her alanda yazıları bulunan Rauf Yektâ Bey‟in kısaca eleĢtiri, araĢtırma, övgü, yorum, müzik tarihi ve tartıĢma içerikli yazıları hem yurtiçinde hem de yurt dıĢında önemle takip edilmiĢtir. Türkiye‟de müzikolog olarak gösterilebilecek ilk kiĢi Rauf Yektâ Bey olması hasebiyle, biz de onun önemine binaen Âtî Gazetesi, Resimli Kitap,

Yeni Mecmûa ve Şehbâl‟deki toplam 27 makalesini inceledik. Âtî Gazetesinde 5, Resimli Kitap‟ta 2, Yeni Mecmûa‟da 3 ve Şehbâl‟de 17 makalesi bulunan Rauf Yektâ

Bey‟in makalelerinin konu bütünlüğü olmadığından tezimizi mecmûa adlarına göre bölümlere ayırarak sınıflandırdık. Rauf Yektâ Bey‟in makalelerini Latin harflerine çevirdikten sonra hemen ardından herkesin rahatlıkla okuyup anlamasına yardımcı olmak maksadıyla özetini vermeyi uygun bulduk. Bunun yanında ekler bölümüne yerleĢtirdiğimiz tabloda, makaleleri mecmûa adına göre ve bu mecmûalardaki makaleleri kendi içinde tarih sırasına göre sıraladık

Rauf Yektâ Bey „in incelenen bu makalelerini kısaca sınıflandırmak gerekirse bunların 8‟i araĢtırma, 6‟sı eleĢtiri, 7‟si biyografi, 2‟si tartıĢma, 3‟ü mûsikî tarihi ve 1 tanesi Çanakkale SavaĢı‟nın yıl dönümü münasebetiyle bestelemiĢ olduğu marĢın tanıtımı hakkındadır.

AraĢtırma makalelerinde genellikle Batılılar‟ın mûsikîmizi incelemesi hususundaki görüĢlerini belirtmektedir. Söz konusu makalelerde batıdaki mûsikî anlayıĢının giderek değiĢeceğini yani Türk mûsikîsindeki gibi küçük komaların kullanılacağına dair yönelimlerin gerçekleĢeceğini iddia etmektedir. Batıda tanınmıĢ bazı mûsıkiĢinasların kendi bestelerinde doğu müziğinin nağmelerini kullanmaya baĢladıklarını ve bunun zamanla yaygınlaĢtığını söyleyip, Türk mûsikîsinin öneminin artacağını belirtmiĢtir. Aynı zamanda bu makalelerde, yanlıĢ bilinen bazı tarihi bilgileri de tespit ederek gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlamıĢtır. NevĢehirli Damad Ġbrahim PaĢa‟nın mûsikîĢinas olmadığını ispatlaması, bunlardan en dikkate çekenidir. AraĢtırma yazılarının bir diğer kısmında ise çeĢitli enstrumanlardan bahseden Rauf Yektâ, özellikle tanbur hakkındaki bir makalesi önemlidir. En önemli Türk sazının tanbur olduğunu ve bu konuda tanbura sahip çıkılması gerektiğini de yine bu makalesinde vurgulamıĢtır.

EleĢtiri makalelerinde ise mûsıkimizin ilerlemesi ve hak ettiği yere gelmesi için hem içeride hem de dıĢarıda neler yapılması gerektiğine dair görüĢlerine rastlamaktayız. Rauf Yektâ bu makalelerinde, Darülelhân‟ın kurulmasının önemine, bir konservatuvar gibi çalıĢması gerektiğine, sadece meĢk yeri olarak kullanılmayıp mûsıki tarihi ve nazariyat derslerine de ev sahipliği yapması gerektiğine değinmiĢ, bunların devlet desteğiyle yapılmasının zorunluluğuna dikkat çekmiĢtir. Diğer eleĢtiri makalelerinde ise çeĢitli salonlarda icra edilen Batı müziği konserleri ile yaptığı mukayese sonucunda kendi müziğimizin eksikliklerini dile getirmiĢ ve bunların giderilmesi için daha fazla çalıĢılması gerektiğini vurgulamıĢtır. O, aslında bu eleĢtirileriyle herkesin kendisine düĢeni yapması gerektiğine ve bunun Ģahsi bir iĢ değil, milletin selameti için ictimâi bir yükümlülük olduğuna iĢaret etmektedir.

Rauf Yektâ Bey biyografi yazılarında yerli ve yabancı önemli mûsikîĢinaslar hakkında bizlere bilgiler vererek onların bilinmeyen yönlerini gün yüzüne çıkarmıĢ ve tarih sayfalarına geçmelerini sağlamıĢtır. Özellikle bazı önemli mûsikîĢinaslar hakkında daha önce çalıĢma yapılmamıĢ olması dikkatini çekmiĢ ve bu önemli Ģahsiyetlerin gelecek nesillere tanıtılmasını kendine görev adderek söz konusu makalelerini kaleme almıĢtır. Bilhassa Dellâlzâde Ġsmail, Hacı Arif Bey, Tanbûrî Osman Bey ve Kantemiroğlu hakkında daha sonra yapılacak araĢtırmaların temel kaynağı Rauf Yektâ Bey‟in yazmıĢ olduğu bu makalelerdir. Yine bu çalıĢmalarında ele alınan yabancı mûsikîĢinaslardan Villateau ve Jean Jacques Rousseau hakkındaki bilgiler de bize kaynaklık etmektedir.

Rauf Yektâ Bey‟in bazı makalelerinin tartıĢma içerikli olduğuna yukarıda değinilmiĢti. Bunlardan en dikkat çekeni ise Muallim Ġsmail Hakkı Bey‟e yazdığı reddiyedir. Bunun yanı sıra Sultan Bayezid‟in mûsikîĢinaslığı, onun Fârâbî ile aynı dönemde yaĢayıp yaĢamadığı, söz konusu dönemde devr-i kebîr usûlünün bilinip bilinmediği gibi bazı tartıĢmalı meseleler de makalelerinde iĢlediği konular arasındadır. Bu tartıĢmalar mûsikîmizin eksik veya yanlıĢ yönlerinin ortaya çıkmasına vesile olmuĢ ve mûsikîmizin geliĢiminde önemli bir rol oynamıĢtır.

Mûsikî tarihi ile ilgili yazılarında özellikle notanın hem batıda hem de doğuda nasıl geliĢtiğine dair önemli bilgiler vermiĢtir. Bunun yanı sıra II. Mahmud (1807-1839) dönemindeki Osmanlı MarĢı‟nın nasıl ortaya çıktığı hususunda kayda değer bilgiler vererek mûsikî tarihine büyük bir katkı sağlamıĢtır.

Rauf Yektâ Bey‟in makalelerini genel olarak incelediğimizde onun Ģu hususlara dikkat çektiğini görmekteyiz: Köklü bir geçmiĢe sahip olan mûsikîmiz günümüze kadar meĢk yoluyla geldiğinden birçok önemli eserimiz unutulmaya yüz tutmuĢtur. Mûsikîmizin ameli ve nazari çalıĢmalarını bir sisteme oturtmamız zorunlu olduğu gibi mûsikîmizi diğer milletlere kendi enstrümanlarımızla en iyi Ģekilde sunmamız da büyük önem arz etmektedir. Aynı zamanda konservatuvarların kurulması da kaçınılmazdır. Özetle söyleyecek olursak mûsıki adına yapılması gereken her Ģeyin sistematik bir Ģekilde devletin de desteğiyle sürdürülmesi gerekmektedir.

YapmıĢ olduğumuz bu çalıĢmada Rauf Yektâ Bey‟in anlaĢılmasında bir parça katkımız oldu ise bizim için büyük bir onurdur. Türk mûsikîsinin ilerlemesi için gecesini gündüzüne katan bu önemli Ģahsiyetin kendi döneminde kadir ve kıymetinin yeteri kadar anlaĢılmadığı ise bir gerçektir. Bu duruma dikkat çeken Cemal ReĢit Rey‟in çok az sayıda katılımın olduğu cenaze töreninde Rauf Yektâ‟yı mûsıki şehid2

i olarak

tanımlaması çok manidardır.

MÜZĠKOLOG RAUF YEKTÂ BEY’Ġ TANIYALIM

1

Yrd. Doç. Dr. Recep Uslu

Süleyman Erguner, Rauf Yektâ Bey: Neyzen, Müzikolog, Bestekâr, Ġstanbul: Kitabevi yayını, 2003, 238 s.