• Sonuç bulunamadı

II. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.2. Maden ve Kuyumculuk Tarih

Madenler insanoğlu tarafından çok eski yıllardan beri kullanılan materyallerdir. Gerek günlük kullanım eşyası, gerek aksesuar gerekse takı olarak madenler insanoğlunun her zaman dikkatini çekmiş ve yaşamına girmiştir. Dayanıklı olması, şekil verilebilir olması verilen şekli iyi muhafaza etmesi, yenilenebilir ve onarılabilir olması; insanoğlunun kullandığı lif, ağaç, toprak ve taş gibi diğer materyallere oranla madenlere büyük bir üstünlük kazandırmıştır (Eruz 1993:25).

Madeni ısıtarak kullanmaya hazır hale getirme, diğer madenlerle alaşımlar elde etme, çeşitli tekniklerde eserler yaratma ve bunları süsleme, ilk olarak Yakın Doğu topraklarında denenmiş ve geliştirilmiştir. Yakın Doğu' da ilk keşfedilen ve işlenen madenIerden biri olan altın doğada yaygın olarak bulunmaktadır. Keşif tarihi neredeyse

insanlık tarihi ile eş tutulabilecek altın, süs eşyası olarak ortaya M.Ö. 6. binden itibaren çıkmaya başlamıştır. Maden yatağının geçtiği dere ağızlanndan toplanan veya kayalar arasındaki damarlardan çıkarılan altın, içinden bulunan diğer maddelerden arındınldıktan sonra kullanmaya hazır hale gelmektedir. Yumuşak ve kolay işlenebilen bir maden olan altın, soğuk haldeyken de işlenmeye müsaittir. Bu yatkınlığı yüzünden, döküm ve dövme teknikleri uygulanarak istenilen formlarda pek çok eserin yaratılmasında, çağlar boyunca kullanılmıştır (Eruz. 1993:23).

Soy metallerinden bir diğeri de gümüştür. Doğada doğal olarak bulunmaktadır. Altın gibi maden kaynaklarının geçtiği dere yataklarndaki yada kayalar içinde damarlar halindeki doğal gümüşün keşfedilmesi, M.Ö. 4. bine tarihlenmektedir. Bu devirden itibaren, süs eşyası olarak ufak çapta kullanılmaya başlandığı tahmin edilmektedir. Yumuşak bir maden olduğundan soğuk haldeyken de işlenmeye müsait olması, kullanım kolaylığı yaratmıştır. Gümüş ayrıca cevher olarak da bulunmaktadır. Bunlann başında galen ve gümüş klorür gelmektedir.

En önemli madenIerden biri olan bakır, insanlık tarafından ilk keşfedilen ve işlenen bir maden olarak önemini hiçbir zaman yitirmemiştir. Doğada hem doğal maden hem de cevher olarak bulunmaktadır. Kirman, Afganistan ve Belucistan zengin bakır bölgeleridir. Anadolu'da da çok zengin bakır yataklarıyla karşılaşılır. Yapılan kazılar, bakırın ilk olarak Anadolu' da kullanıldığı ve metalurjinin ilk bu bölgede başladığı konusuna ışık tutulacak bulgular vermektedir (Eruz. 1993:23).

Altın ve gümüşten daha sert bir maden olduğu için bakır, soğuk halde dövülüp şekillendirilemez, gevrekleşerek dağılmaya başlar. Bu yüzden dövülürken sertleşen bakır, ısıtılıp tekrar yumuşatılır ve işleme devam edilir. Fakat bakır sıcakken de dövülmeye elverişli değildir, bu Yüzden ılınması beklenir. Isıtılıp soğutma işlemine "bakıra tavlama" denmektedir. Doğada bol miktarda bulunur. Metalurji tarihinde cevherlerinden ilk ayrılan maden yine bakır olmuştur. Bir genelleme yapacak olursak, gerçek anlamda metalurji tarihini, bakır cevherinin tasfiyesi ile başlatabiliriz.

Bir bakır-kalay alaşımı olan bronzun keşfi, maden teknolojisinde yeni bir çığır açmış ve çeşitli maden sanatı tekniklerinin gelişmesini sağlamıştır. Bakırdan daha sert ve sağlam olan bronz, tavlama sureti ile ısıtılarak işlenebilir. Bronz'un özelliklerinden biri ise eriyik halde iken kabarcıklar yapmasıdır. Bu yüzden döküm işleminde öncelikle tercih edilmiştir.

İran bölgesinde M.Ö. 4. binden itibaren geliştirilerek kullanılmaya başlanan bronzun merkezi Luristan'dır. M.Ö. 8-7 yy'lara tarihlendirilen idoller, plaka ve aletler, baltalar Luristan örneklerinin en eskileridir.

Yine bir alaşım olan pirinç, bakır-çinko beraberliğinden oluşmaktadır. Altın gibi sarı ve parlak olan pirincin içindeki çinko miktarı arttırılıp azaltılarak renginin sarılığı ve parIaklığı ayarlanır. Çinko fazlalığında, pirincin rengi beyazlaşıp, par1ak1ığı kaybolmaktadır. M.Ö.binin ilk yarısında bulunduğu tahmin edilen pirincin, ilk nerede

keşfedildiği kesinlik kazanmamıştır. Bronz kadar sert ve sağlam olan pirinç, tavlanmadan işlenemez.

Tarihi araştırma ve kazılar, neolitik devirlerden itibaren Orta Asya' da maden sanatının ileri seviyede olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Yedinci yüzyıldan l0. Yüzyıl ortalarına kadar olan dönemin madeni eserleri sayılıdır. 12. yüzyıl maden sanatı ustaları, varlıklı aileler içinde de eserler yapmışlardır. Sanatı koruyan zümrenin çoğalması sonucunda, malzeme ve teknikler, kap formları, süsleme konuları ve yazı tipleri çeşitlilik kazanmıştır. 12. ve 13. yüzyıllarda Horasan bölgesi, Musul, Şam, Konya ve Artuklu bölgesi önemli maden yapım merkezleridir (Eruz. 1993:23).

Binlerce yıllık tarihinde çeşitli uygarlıkların kültür mirasları ile gelişen Türk El Sanatları içerisinde yer alan değerlerimizden biride maden sanatlarıdır. Orta Asya’dan İspanya içlerine kadar geniş bir alana yayılmış İslam dünyasında güzel eserler verilmiştir (Eruz 1993:24).

Maden sanatı teknikleri, bu sanatın malzemesi olan madenlerin kendilerine has özelliklerinin anlaşılmasına bağlı olarak gelişmiştir. Eski çağ içinde gerçekleştirilen her metalürjik keşif, yeni bir maden sanatı tekniğinin doğmasına yol açmıştır

Maden sanatları içinde ilk kullanılan madenlerden biri gümüş olmuştur. Bu maden dere yataklarından toplanır veya bazı kaynakların içinde damar halinde bulunur. Doğal gümüş çok az miktarda mevcut olduğundan altından daha geç bir tarihte fark edildiği tahmin edilmektedir. Doğal gümüşün, MÖ. 4000’nin başlarından itibaren süs eşyalarının yapımında kullanıldığı görülmektedir (Erginsoy 1978:344).

Gümüş ender bulunması yumuşak ve kolay biçimlendirilebilir olması, alet yapımında kullanımını engellemiş ancak gerek bu özellikleri, gerekse parlak rengi ve oksitlenmeye karşı direnci ile el sanatlarında çok kullanılmıştır (Kayabaşı 2011:32).

Gerek günlük kullanım eşyası, gerek aksesuar gerekse takı olarak madenler insanoğlunun her zaman dikkatini çekmiş ve insanın yaşamına girmiştir (Eruz 1993:25).

Anadolu’da altın ve gümüşten yapılmış eserlerin yoğun olarak ortaya çıkması, MÖ. 1800-1500 yılları arasına rastlamaktadır. Dolayısıyla en eski altın ve gümüş takılarının Orta Tunç Çağına ait olduğu ve Alacahöyük mezarlarında ortaya çıkarıldığı bilinmektedir (Erginsoy 1978:344).

Maden işlerinin tarihinin çok eskiye dayandığı bilinmektedir. Anadolu insanının gerek tarih öncesi, gerek tarih çağlarında değişik şekillerde ve muhtemelen değişik amaçlarla süs eşyası ve takılar kullanmış olduğu yurdumuzda yapılan arkeolojik kazılarla saptanmıştır. Yine yapılan kazılar gösteriyorki eskiden kullanılan takılar ve süs eşyaları altın, gümüş, tunç gibi günümüzde geçerliliğini devam ettiren madenlerden yapılmaktaydı (Eruz 1993:25).

Türk maden işçiliği Altay-Orhon Türklerine kadar dayanır. Selçuklu ve Osmanlı dönemleri ise maden sanatının en güzel örneklerini verdiği dönemdir. Türk maden sanatı içinde kuyumculuğun ayrı bir yeri vardır. Altın, gümüş ve kıymetli taşları bir arada işleyerek eserler üretme sanatı olan kuyumculukta ise bu iki madenin yeri daha da özeldir (Meriçboyu 2000:45).

Türk maden sanatında “dövme” ve “döküm” olmak üzere iki ana yapım tekniği uygulanmıştır. Üçüncü usul olan “tornada çekme sanat eseri niteliği taşımayan seri imalatta kullanılmıştır. Sığ ve ağzı geniş olan tas, tabak, sini, sahan gibi kaplar gene dövme tekniği ile “çökertme” denen, levhayı içten çekiçleme usulüyle yüksek ve derin olan ibrik, maşrapa, vazo gibi kaplar ise “yükseltme” denen levhayı dıştan çekiçleme usulüyle yapılır. Dövme tekniğinin uygulandığı eserlerde emzik, kulp ayak gibi kısımlar isteniyorsa, bu parçalar ayrıca şekillendirilir gövdeye lehimle birleştirilir. Ancak çok mahir bir usta tek parça levhadan da kulplu, ayaklı ve emzik kaplar ortaya çıkarabilir. Eritilmiş madenlerin istenen biçimlerde hazırlanmış kalıplara dökülerek dondurulmasına “döküm” denir. Dövme tekniğinde usta her parça ile tek tek uğraştığından bu yöntemle çalışmak uzun zaman alır. Döküm usulünde ise, çok sayıda eser kısa sürede dökülebilir. Büyük boy eserler genellikle birkaç parça halinde dökülüp sonra lehim ile birleştirilir (Erginsoy, 1978:345).

Türk maden sanatı içinde kuyumculuğun ayrı bir yeri vardır. Altın, gümüş ve kıymetli taşları bir arada isleyerek eserler üretme sanatı olan kuyumculukta ise bu iki madenin yeri daha da özeldir. Altın, çağlar boyunca süslenme, takıp takıştırma ve para ihtiyacını çok yakından hisseden insanoğlunu parlaklığı, göz alıcılığı ve değeri açısından çok ilgilendirmiştir. Günümüzde bazı madenler yerlerini eskiye oranla başka madenlere veya malzemelere bırakmışlarsa da kullanım alanı ve değer birimi olarak bu iki soy maden yerlerini başka madenlere bırakmadan ve kullanım alanlarından herhangi bir şey kaybetmeden yine gözde madenler olma özeliklerini korumaktadırlar. Bu madenlerden yapılan eşyaların müzelerde sergilenen veya elde bulunan örneklerinin incelenmesinden kuyumculuk sanatının geçmiş yıllarda toplumların yaşamında çok önemli yeri olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumun günümüzde de değişmediği ve kuyumculuk sanatının yaygınlaşarak ve modern teknikleri de kullanarak sürdürdüğü söylenebilir. Kaldı ki bazı yörelerimizde geleneksel kuyumculuğu sürdüren küçük atölyelere de rastlanmaktadır (Ayter, 1996:12).

Türk maden sanatı gelişmesini büyük ölçüde Anadolu dışında sağlamıştır. İran ve Mezopotamya’dan Türk eseri olarak hayli çok sayıda eser günümüze gelmiştir. Özellikle Musul ve çevresine mal edilen eserler pek çoktur (Demiriz, 1984:902).

Şanlıurfa’da telkari sanatının takılarda uygulanışı oldukça gelişmiş takı çeşitlerini meydana getirmektedir. Telkari işleyen kuyumcuların çoğunun burada bulunduğu ve birçoğunun adları bilinmektedir. Elli yıl öncesine kadar telkari “Eski Kuyumcu Pazarı” denilen kapalı çarşıda icra edilirken, bugün “Yıldız Meydanı” civarındaki dükkanlarda, Bedesten yakınındaki Pamukçu ve Kınacı kapalı çarşılarında üretilmektedir. Şanlıurfa’da ve ilçelerinde telkari gerdanlıklar, bilezikler, yüzükler,

küpeler, kemerler, tepelikler; hamaylılar, göğüslükler (yaka iğnesi) vb. takılar olarak üretilirek ve satılmaktadır. Yöreye göre çok ve çeşitli özellikler ve adlar almış olan telkari takılar Şanlıurfa’da adlara yansıyan özellikleri ile özdeşleşmişlerdir. Telkari akıtmalı gerdanlık, incili telkari, telkari kapaklı akıtma-telkari kapaklı yarım akıtmalı bilezik, incili telkari bilezik, telkari kemer, telkari Urfa kelebeği gibi isimler alan takılar bulunmaktadır (Şatır, 2007:122).

Geleneksel Türk El Sanatlarının bir dalı olan Kuyumculuk Sanatının uzun bir tarihi geçmişi vardır. Takı takmanın yaygınlaşması ile tarihin akışı içinde belirli olaylar insanların farklı amaçlarla bedene veya giysiye taktıkları, değerli ya da yarı değerli taşlarla bezenmiş metallerin, farklı doğal malzemelerle düzenlenmiş olan süs eşyalarının yapılma sanatına kuyumculuk denilir. Takı çağlar boyu nesilden nesile ulaşan bir kültürdür (Büyük Ansiklopedi, 1990:3406).

Değerli madenlerden, taşlardan süs eşyası yapma isine kuyumculuk denir. «Kuymak» eski Türk dilinde maden eritmek anlamınadır. Tunç dökmeye de «kuyum» denir. İlk mücevherler, maden dökmeciliğiyle başladığı için, sonradan değerli taslarla süs eşyası (mücevher) yapma isine de kuyumculuk denilmiştir. İnsanlar daha çok ilkel çağlardan beri süslenmeye karsı ilgi duymuşlardır. Madenleri eritmesini öğrendikten sonra da kuyumculuğun ilk temellerini atmışlardır. O çağlarda altın ve gümüş, potalarda eritiliyor, birtakım biçimlere konularak süs eşyası olarak kullanılıyordu. Eski Mısırlılarda, eski Yunanlılarda, Romalılarda, Etrüsklerde kuyumculuk ileri gitmişti. Anadolu, dünya kuyumculuğunun doğum yeri olarak nitelendirilebilir. Kuyumculuğun ilk örnekleri tunç çağı eserleri arasında yer alır. Alacahöyük, Boğazköy, Truva hazineleri bunu göstermektedir (Kırtunç, 1990:77).

Anadolu’da yaşamış tüm uygarlıklar, değerli ve yarı değerli taşlar ve metalleri, birlikte yada ayrı ayrı işleyerek gerek kutsal gerekse sanatsal amaçlara yönelik takı ve benzeri pek çok eser üretmişlerdir (Savaşçın,1985:11).

Anadolu topraklarında Neolitik çağa ait, Diyarbakır yakınlarındaki Çayönü, Konya yakınlarında olan Çatalhöyük yerleşim alanlarında yapılan kazılarda, çeşitli eşyaların yanı sıra taş, kemik, diş ve yumuşakça kabuklarından yapılmış olan kolye, bilezik gibi takılar da çıkartılmıştır (Köroğlu, 2004:15).

Anadolu, ilk tunç çağından itibaren altın ve gümüş takıların ve çeşitli süs eşyalarının ana yurdu olarak kabul edilir. Anadolu’da Yunan, Roma ve Bizans dönemlerinde de kuyumculuk oldukça saygın bir sanattı (Sakaoğlu, Akbayır, 2000:112).

Kuyumculuk sanatının zirveye çıktığı en eski merkezse yine Anadolu topraklarındaki Lidya krallığının başkenti Sardes’ti (Sakaoğlu, Akbayır, 2000:113).

İlkçağda Anadolu’da kuyumcu ustaları altın, gümüş, bakır üzerine kabartma, kalıpla çakma, telkari, burma, som döküm, savat, kakma, kaplama, oyma, yaldızlama gibi teknikleri büyük ustalıkla uygulamışlardır (Sakaoğlu, Akbayır, 2000:113).

Anadolu’daki ustalar, sanatkarlar bir yandan kendilerinden önceki kültür mirasına sahip çıkarken, aynı zamanda da yeni göçlerle Anadolu’ya gelen değişik uygarlıkların getirdikleri teknik ve üslupları da özümlemişlerdir, ancak Anadolu’nun özgün karakteri de korunmuştur (Savaşçın,1985:11).

Eski Türkler de kuyumculuk sanatında, hele ince döküm islerinde çok ileriye gitmişlerdir. Osmanlılar devrinde de kuyumculuk ileri gitmiş; altın, gümüşle değerli taşlar islenerek, paha biçilmez sanat eserleri meydana getirilmiştir. İstanbul’da Kapalıçarşı, öteden beri kuyumculuğun merkezi durumundadır. Burada ayrıca bir Kuyumcular Çarsısı vardır.

Son zamanlarda kuyumculukta birtakım makineler kullanılmaya başlanmışsa da, kuyumculuk daha çok el sanatına dayanmaktadır. Yine de Kuyumculuğun en önemli ürünü mücevher küpe, bilezik, iğne, kolye gibi takılacak süs eşyalarıdır. Bu ürünlerin insanlık tarihi kadar eski olduğu sanılmaktadır. İnsanlar çok eski çağlardan beri çeşitli şekillerde yaptıkları mücevherleri, çeşitli sebeplerle kullanmışlardır. İlkel çağlarda kemik, tahta, demir parçalarını, bunlardan yapılmış halkaları kulağa, buruna, hatta dudaklara takmak, yaygın bir gelenekti. Bugün bile Dünya’nın bazı yörelerinde hala hayvan dişlerinden, kuru tohumlardan, kavkılardan deniz kabuklarından, boynuzlardan yapılan kolyelerin, bileziklerin takıldıkları görülmektedir.

İnsanlar altın, gümüş gibi değerli madenlerden mücevher yapmaları, bu madenlerin keşfedilmeleriyle başlamıştır. Özellikle altının iyi islenebilmesinden dolayı mücevher yapımında en çok seçilen madenlerden biri olmuştur. Eskiden, bugünkü sanatçıların bile görünce şaşırdıkları güzellikte mücevherler yapılmıştır. Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar, Etrüskler güzel örnekler vermişlerdir (Çakıroğlu, 1983:41-42).

Ülkemizin birçok bölgesinde günümüzde kuyumculuk varlığını sürdürmektedir. Kars, Erzurum, Trabzon, Sivas, Van, Mardin, Diyarbakır, Mersin, Midyat, İstanbul gibi illerimiz bu konuda önde gelmektedir (Adli,1996:5). Şanlıurfa’da da kuyumculuk önemlidir.