• Sonuç bulunamadı

13 Kasım 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile birlikte yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönem Mütareke dönemidir. Mütareke dönemi, basın açısından “ne oldu-ne bitti, ne yapılacak-ne yapılması gerekir?” sorularının tartışıldığı bir dönemdir. Özellikle İttihat ve Terakki’nin iktidarı bırakıp liderlerinin Avrupa’ya kaçmaları üzerine, İstanbul’da siyasal yönetim olarak büyük boşluk doğmuştur. Padişah ve onun zümresi de Müttefiklerin dayattıkları şartları mümkün olduğunca kabul ederek uzun süre iktidarda kalabilmek arzusunda görünmüşlerdir (Ahmed 1999:64).

İttihat ve Terakki’nin yerine Hürriyet ve İtilâf Partisi’nin (HİF) iktidara geçmesiyle birlikte bunları destekleyen yayın organları, İttihat ve Terakki’yi eleştirmek ve ülkede ikilik çıkartmak ve muhalefet basını ezmek için ellerinden geleni yapmışlardır. İktidar basını, ikilik çıkarmakla kalmamış bütün Türk milletini kötüleyecek kadar düşüncelerini ileri götürerek toplumda düşünce olarak neler oluyor, sorusunun sorulmasına neden olmuşlardır. Geçmiş kötülenirken mevcut devlet sistemine de saldırılmış, siyasal hınç her şeyin önüne geçmiştir. Sadece İstanbul değil, Anadolu şehirlerinde de durum aynıdır. Örneğin İzmir’de etnik azınlıkların çıkardıkları gazetelerin İttihat ve Terakkiye yaptığı saldırılardan önce HİF taraftarı gazeteler aleyhte kampanya başlatmışlardır (Arıkan 1989:40-62).

Mütareke Dönemi, aynı zamanda Millî Mücadele’nin başlangıç dönemidir. Ülkenin içine düştüğü durumdan nasıl kurtulacağı sorusuna verilecek cevaplar, basında Millî Mücadele’yi başlatmıştır. Millî Mücadele basını, Osmanlı mirasının son kalıntısı ile Türk milletinin yeni bir devlet oluşunun arasında geçen zaman diliminde yer alarak, azınlıklıkların terk etmesine rağmen bazı Türklerin hâlâ savunduğu Osmanlıcılık zihniyetinin karşı karşıya geldiği bir dönemdir. Daha da kestirme olarak, unutulmuş Anadolu vilâyetleri ile, köhneleşmiş yönetim zihniyetinin hesaplaşmasıdır.

Devletin “resmen” etkisiz kalıp, vatandaşın vatan savunmasına giriştiği bir durumda

basının tavrı önemlidir. İşgal altında kalan yerlerdeki gazetelerin ya sustuğu ya da işgalciler lehinde yayın yaptığı görülüyordu. Özellikle başkent İstanbul basını, bu konuda “Mütareke Basını” kavramının, iğneli bir muhteva ile doğmasına sebep olmuştu. Zira bir çok tanınmış

gazeteci ve gazete, vatan savunmasına koyulanları “maceracı, eşkıya, İttihatçı” vb. küçümseyici tabirlerle dışlarken, işgalcilerle işbirliği içinde olma anlamında “manda”nın gerekliliğini, İngiliz, Fransız, Amerikan mandalarını savunuyor, hatta bu ülkelere davetler çıkarıyorlardı. Amerikan, İngiliz mandacılarının aydın kesim içinde etkisi büyümüştü. İşte vatansever insanlar gibi, gazetelerin de millî bir tavır alamayarak işgalcilerle aynı cephede gözükmeleri, “Mütareke Basını” kavramıyla ifade ediliyordu (Arabacı 2003)97. İşgalcilerle işbirliği, devletin üst zirvesinden en alt piramidine kadar değişik vesilelerle sürdüğü bir zamanda basının da bundan etkilenmesi doğaldır.

İstanbul basınından bazıları, (Sabah, Alemdar, Peyam gazeteleri gibi) Ateşkes’in gelmesiyle birlikte basın üzerinden sansür de kaldırılınca, o zamana kadar iktidarda bulunan İttihatçılardan korkarak yapamadıkları yayıncılığı, İttihatçılara karşı bir saldırıyla yayın hayatlarının çizgisini değiştirmişlerdir. Ayrıca yeni hükümet, İttihat ve Terakki’nin siyasi olarak sürgüne gönderdiği siyasi suçlular için Ekim’de genel af ilan etmiştir. (Criss 2000: 74) Böylece İstanbul basını, gerekli yasal desteği ve insan gücünü bulmuş, bu durum bir anlamda II. Meşrutiyet’in ilk ilan edildiği dönemi çağrıştırmıştır. Basın özgürlüğü, siyasi aflar, geçmişin kötülenmesi ve yeni gözdelerin ortaya çıkması. Bir müddet sonra eskiye dönüş başlamıştır. Sadece kişilerin değiştiği aynı yapılanma ve sorunlar, iki dönem için de aynı özellikleri taşır. Mütarekeyle birlikte Bab-ı Âlide türeyen muhâlefet basını, dört tarafa zehir saçmaya başlayarak Türk milletini harp suçlusu durumuna düşürmek için adeta birbiriyle yarış etmişlerdir. Diğer taraftan millîyetçi basının sesi ise, muhaliflerin gücü, yenilginin verdiği eziklik ve hükümetin muhalif gazetelerin desteğinde olan İtilafçı’lardan teşekküllü olması nedeniyle, gittikçe kısılmıştır (Dursunoğlu 2000:28).

Mütareke Dönemi, iktidara gelen HİF’in desteğiyle, Ali Kemâl’in Peyam-ı Sabahı, Refi Cevat Ulunay’ın Alemdar’ı, İngiliz Muhipler Cemiyeti üyesi ve aynı zamanda onların sözcüsü konumunda olan Sait Molla’nın Yeni İstanbul gazetesi, Millî Mücadele aleyhtarlığıyla ön plâna çıkmışlardır. Daha sonra mizah türünde yayınlanan Refik Halid’in Aydede’si, bu gruba eklenmiştir. Millî Mücadele lehine yayın yapan önemli gazeteler ise, Yeni Gün, Akşam, Vakit, İleri, İkdam, Tasvir-i Efkar, Tanin, Güleryüz, Büyük Mecmua’dır (Gevgili 1983:211).

İstanbul’da aynı zamanda yoğun şekilde propaganda yapan Rum ve Ermeni gazeteleri vardır. Birde bu gazetelere Beyoğlu çıkışlı yabancı gazeteler eklendiğinde İstanbul’un renkli

97 Refik Halit Karay, bu günleri daha sonraki muhalif tutumu ile ilgili düşüncelerini Falih Rıfkı Atay’a anlatırken şu ifadeleri kullanır. “Biz evde okulda padişahım çok yaşa diye büyütüldük. Yedi evliya kudretinde olan padişaha

dil uzatılamazdı. Tarihte de görüyorduk. Anadolu’da bir sergerde çıkıyor, bir paşa bayrağını kaldırıyor, İstanbul kapılarına kadar geliyor, orada da kelle elden gidiyordu (Ilgar 1973:6).

gazetecilik hayatı ortaya çıkmaktadır. Rum basını iki yüzlü ve Pontus millîyetçisi bir yaklaşımla yayın yapmaktadır. Bu gazeteler İstanbul halkı üzerinde etkili olmaktadırlar. Anadolu’da yayınlanan gazetelerin Yunanlılarla ilgili bazı haberler de, İstanbul’da yayınlanan Rumca gazetelere aittir.

Millî Mücadele Dönemi’nde azınlık basın olarak Rum ve Ermeni basını, birbirlerinin toprak taleplerini destekleyen ve bu yolda yazı yazan bir tutuma sahiptirler. Birbirlerinin düşmanı ortak olduğu için, aynı payda üzerinde anlaşabilmektedirler. Mütarekeden sonra Osmanlı Meclisine dönen Rum ve Ermeni milletvekilleri, Rum ve Ermeni muhacirler için teklifler vererek tehcir olayından dolayı olaya katılanların cezalandırılması için kanun teklifleri dahi hazırlamışlardır (Çiçek 1990: 296).

Daha sonra bu baskılar nedeniyle İstanbul’da Millî Mücadele hareketinin başlatan sembol olaylardan Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl Bey’in tehcirden dolayı asılması gerçekleşmiştir. İdam olayı, dönemin gazetelerine uygulanan sansür nedeniyle gerekli ilgiyi görmemiş, idam olayı ile ilgili neredeyse hiç haber çıkmamıştır. Sansür ekipleri tarafından gazeteler değişik şekillerde kullanılmışlardır. Sansür ekipleri kendi aralarında vazife taksimi yaparak Mütarekeden sonra, İtilâf Devletleri’ni memnun etmek için kurulan sözde Ermeni soykırımını araştıran Divan-ı Harp’te, milliyetçi kesim üzerine terör estirmiştir. Şahit bulunamadığı zamanlarda da gazetelere ilan vererek şahitler aramış ve buna göre bir çok kişiye idam cezası verilmiştir (Berkem 1960:49-50).

Bu dönemde aynı zamanda Mütareke Antlaşması’yla Sivas Kongresi’ne kadar devam eden süreçte bir mandacılık olgusu yaşanmıştır. Bu mandacılık konusunda başı, bazı gazeteciler çekmişlerdir. Mandacılar iki ülke üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bunlar İngiliz ve Amerika devletidir. Mandacılar, İngiliz ve Amerikan taraftarlıklarını resmîleştirmek için cemiyetler kurmuşlardır. 4 Aralık 1918 tarihinde İstanbul’da Wilson Prensipleri Cemiyeti kurulur98. Üyelerine bakıldığında bunların çoğunluğunun gazeteci ve devletin ileri gelenleri olduğu görülür. Dönemin ileri gelen kadın muallimlerinden ve Türk Ocağı’nın ileri gelen üyelerinden Halide Ediple99 beraber, Celalettin Muhtar, Ali Kemâl, Hüseyin Avni’nin kurduğu cemiyetin Faaliyet Heyeti’nin tamamı gazetecilerden oluşmaktadır. Bunlar; Ati ve İkdam gazeteleri başyazarı Celâl Nuri, Akşam gazetesi başyazarı Necmeddin Sadık, Zaman gazetesi

98 Wilson Prensipleri ve Osmanlı basını hakkında bakınız: (Özdemir 2000).

99 Halide Edip, Millî Mücadele dönemi hayatını anlattığı “Türkün Ateşle İmtihanı” adlı eserinde ilginç bir gelişme olarak dönemle ilgili düşüncelerden bahseder. Ancak cemiyetle ilgili bilgiler vermez. İstanbul’da Fransız, Amerikan ve İngiliz ileri gelenleriyle olan ilişkilerini anlatır, hatta Anadolu’ya geçişte kaldığı evlerin duvarlarına varıncaya kadar değinir ama Wilson Prensipleri Cemiyeti hakkında detaylı bilgi vermez.

başyazarı Cevat, Sabah başyazarı Ali Kemâl, Yeni Gazete başyazarı Mahmud Sadık, Vakit başyazarı Ahmet Emin, Yeni Gün başyazarı Yunus Nadi’dir (Tevetoğlu 1991: 156-160).

Basın, Mütareke Dönemi Başkan Wilson’a ve ABD’ye karşı, sempati duymaktadır. Servet-i Fünun, Köylü, Ses, İkdam, Serbesti, Vakit, Zaman gibi gazeteler destekte ön plâna çıkarken, Minber, gazetesi bu düşünceye karşı gelmektedir (Özdemir 2000:33). Dernek, Amerika Başkanı Wilson’a 5 Aralık 1918’de ilk icraat olarak bir muhtıra göndermiştir. Buna göre ABD, Müttefikler ile arabuluculuk yapma ve ordusuz bir Türkiye’nin varlığını sürdürme konusunda destek olacaktır. Muhtırada imzası bulunanlar yine aynı isimlerdir: Halide Edip, Yunus Nadi, Ahmet Emin, Celâl Muhtar, Velid Ebüzziya, Ali Kemâl, Celâl Nuri, Necmeddin Sadık, Mahmut Sadık, M. Cemâl ve ismi okunamayan iki kişi vardır. Aynı ekip İngilizlere de başvurarak Amerikanların Türkiye’yi mandasına almaları için yardımcı olmasını isterler (Topuz 2003:99).

Amerikan mandasını cemiyet kurulmadan önce başlayarak en hararetli savunan Ahmed Emin100, seri makalelerle alt yapı oluşturmaya çalışmıştır. Atatürk’ü de ikna etmeye

çalışan Halide Edip’le, Rauf, Ahmet üçlüsü en önde gelen Amerikan mandacıları olarak tanınmışlardır. Bu üçlüyle, Mütareke döneminde İstanbul ve Orta Doğu’ya gelen bütün Amerikan heyetleri temasa geçmişlerdir. Mandacılar içinde dikkat çeken gazetecilerden bir diğeri, Abdullah Cevdet’tir. Abdullah Cevdet101 Amerikan Mandasını, müstakil bir Kürdistan özlemi için, özellikle istemektedir.

Gazetecilerle birlikte Amerikan mandasını, diğerlerine göre “ehven-i şer” olarak kabul edebileceği görüşünü savunan sivil ve askerî şahsiyetler bulmak mümkündür. Bunlar Kara Vasıf, Ahmet Rıza, İzzet, Cevad Paşa, Çürüksulu Mehmed Paşa, Reşat Hikmet, Cami, Sadi ve Esad Paşa’dır. Bunların hepsi dönemin etkin ve yetkin, siyaset ve devletin ileri gelenlerindendir (Şahingöz, Keleşyılmaz 1996: 361-365). Ancak “Dönemin önemli

gazetelerinin başyazar ve sahipleri cemiyetin ileri gelen üyeleri arasında yer almaktaydı. Bu durum başlangıçta Cemiyetin Türk basını tarafından desteklendiği yönünde bir kanaatin oluşmasına sebep olmuşsa da, özellikle Söz ve Serbesti gibi gazetelerin cemiyeti şiddetli bir şekilde protesto etmeleri söz konusu havanın kısa zamanda kaybolmasına yol açmıştır”

(Şahingöz, Keleşyılmaz 1996: 367).

100 Ahmet Emin, Türkiye’de gazetecilik doktorası olan ilk kişidir. Columbia üniversitesinde Osmanlı basını üzerine doktora hazırlamış ve Amerikancı bir zihniyet taşımaktadır. Türkiye’den ayrıldıktan sonra gittiği yer yine Amerika’dır.

101 Abdullah Cevdet, 150’likler listesi mecliste tartışılırken, adı bazı milletvekilleri tarafından listeye eklenirken, daha sonra 150’liklerdeki gazetecilerin arasından ismi çıkarılır. Konunun detayı için bakınız: SOYSAL, İlhami 1985. 150’likler, Gür Yayınları, İstanbul.

Mütareke’de İngiliz taraftarlığı ise mandacılıktan öte bir hayat tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır. Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurulduğu zamanlarda, Yeni İstanbul gazetesinde Sait Molla, kurtuluşu İngilizlerde gören yayınlar yapmaktadır. Aynı zamanda Danıştay üyesi olan bu zat, 20 Mayıs 1918’de İngiliz Muhipler Cemiyetini kurmuştur (Tevetoğlu 1988:55). Sarayın desteklediği bu cemiyetin üyeleri arasında daha sonra infaz (linç) edilecek Ali Kemâl, Sadrazam Damat Ferit Paşa ve İngilizlerin dönemin etkili ismi (ajan) Papaz Frew’de yer alacaktadır. Sait Molla’nın aynı zamanda Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin Genel Merkez üyeliğine seçilmesi (Topuz 2003:113), işgal kuvvetleri, iktidar, basın ilişkilerinde, ağırlığın İngilizlerden yana döndüğünü göstermektedir.

İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin yirmiden fazla şubesi ve 50.000 üyesi vardır. Sait Molla’nın gazetesi daha sonra kapatılmış, kapanan gazetesinin ardından ise Molla, yeni bir gazete olarak Dersaadet gazetesini çıkarmıştır. Alemdar gazetesinden Ali Kemâl Bey’le, atışmış olan Sait Molla, Türk düşmanlığını iyice artırmıştır. Bu konuda her kesimle işbirliği yapacak zihniyet ve kabiliyette olduğunu göstermiş (Tunaya 1999:467) olan Sait Molla, 150’likler listesiyle birlikte, yurt dışına sürülmüştür. Sait Molla, 12 Ocak 1921 tarihli Hakimiyet-i Millîye gazetesine göre adli olaylar yüzünden İstanbul zabıtasınca yakalanmış, yakalanmadan önce firar edip İngilizlere başvuran Sait Molla’nın isteği ise geri çevrilmiştir.

Mütareke sonrası oluşan durumda ortaya çıkan çözümsüzlük yolları, insanların mandacılık fikrine sıcak bakmalarını sağlamıştır. Özdemir’e (2000:21-22) göre İstanbul’da beş çeşit fikir, Mütareke dönemi insanların zihnini meşgul etmiş bu düşünceler basına yansımıştır. Bunlardan birincisi, millî duyguları harekete geçirerek bağımsızlık yanlısı olanlar, ikincisi olumsuz durumu İttihatçılara yükleyip, bunları Müttefiklere teslim niyetinde olanlar, üçüncüsü Rus devriminden etkilenen solcu akımlar, dördüncüsü azınlıkların devletten ayrılma isteği, beşincisi ise Millî Mücadele’yi fiilen desteklemek için, Anadolu’ya silâh ve cephane kaçıranlardır. Bu fikirlere ilâveten çeşitliliğe, mandacılığı, saray taraftarlarını ve günü birlik yaşayıp herkesle işbirliği içinde olanları da eklemek gerekir.

Basın iktidar ilişkileri bu dönem çok iyi değildir. Mütareke’den hemen sonraki Ocak ayında İttihatçılar tutuklanırlar ve gazeteler bu konuda taraf olarak siyasi kimliklerini ortaya koymaya başlarlar. 9 Şubat 1919’da yayınlanan Kararnameyle basına sansür gelir. Bu sansür Sultan Vahideddin sansürüdür (Oral 1968:224). 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgaliyle birlikte İstanbul’da gazetelerin safları artık belli olmuştur (Varlık 1995:1200). Bu saflar Anadolu millîyetçilerinin örgütlediği Kuva-yı Millîye’ye taraftarı olanlar ve diğer tarafta İstanbul’un meşruiyet zemini olan Osmanlı düşüncesinde ısrar ederek Millî Mücadele aleyhinde olanlardır (Koloğlu 1994:60.)

Basın tarihini, dönemlerin toplumsal durumundan hareketle, genişleme ve kasılma kavramları çerçevesinde değerlendiren Mazıcı (1996:138) Mütareke dönemi basınını gelişme kavramlarıyla açıklar. Ancak Mazıcı’nın bu dönem için iddia ettiği gibi basını çeşitlilik ve demokrasi kavramları çerçevesinde değerlendirmek oldukça zordur. Ülkede iki başlı ve başsızlığın hakim olduğu bir siyaset güdülmesi, İstanbul’un Anadolu basının denetleyecek güçte olmaması ve Anadolu Hükümeti’nin başlangıçta kendi basınına yön verecek hukuksal ve idari yapılanmayı sağlayamaması, basının serbestliğinde ve basın çeşitliliğinde önemli bir etken olmuştur.

Mütareke dönemi, ülke hakkında herkesin söyleyecek bir sözü ve savunacak bir fikri vardır. İnsanlar bu düşüncesini eyleme geçirmek için harekete geçmişlerdir. Fakat karşı düşüncede olanlarla da savaşmak zorundadırlar. Bu zamanlarda toplumun çekirdeğinin patlayıp yeni filizlerin ortalığı kapladığı an olarak, fikirler için silâh kadar gazete de lâzımdır (Bozdağ 1992:151).

Criss (2000:75-76) “İşgal altındaki İstanbul’da basına topluca bakarken toplam on bir Türkçe gazete çıktığını söyler. Gazeteler hükümetin emriyle bazen kapatıldığı için aynı gazete, o gazeteyi çağrıştıran yeni bir adla yayınlanmaktadır. İstanbul gazetelerini tasnif ederken Anadolu yanlısı olanları, Tevhid-i Efkâr, Vakit, İleri, İkdam, Akşam olarak sayar. Tercüman-ı Hakikat ise siyasi olarak taraf tutmamaktadır. Tanin, millî bir yaklaşım sahibi olmasına rağmen, anti-Kemâlist’tir. Peyam-ı Sabah, Alemdar102, Serbestî aleyhte yayın yaparlar. Takvim-i Vekâyi’den resmî gazete olarak söz etmeye gerek yoktur. Yalnız o ortamda Karagöz, Zümrüt, Akbaba, Diken adlı mizah gazeteleri çıkar. Karagöz, Anadolu yanlısı karikatürlerle çıktığı halde kapatılmadan yayınına devam eder. Bu dönem gazeteleri siyasi tercihlerini açıkça belirtmişlerdir. Ya Kuva-yı Millîye’ci ya da onun aleyhindedir. Diğer dillerde çıkan gazeteler, dikkat çekici farklar ortaya koyar. Fransızca çıkan altı gazete içinde Siyonist, Türk taraftarı, aleyhtarı, Yunan yanlısı olanlar kadar değişik bakış acıları mevcuttur. İşgalci İngiliz askerlerinin okumaya izinli oldukları yegâne gazete, İngilizce çıkan The Orient News’dir. Gazetenin 1919’da İngiliz işgal yetkililerince kurulduğu tahmin edilmektedir.

Osmanlı azınlıklarının gazetelerine gelince Ermenilerin beş gazeteleri vardır. Biri Komünist Hınçak Partisi’nin yayın organı, diğerleri ılımlı gazeteler durumundadır. Anadolu’da Ermenice yayın yapan gazeteler bu rakama dahil değildir. Anadolu’da garip bir

102 Alemdar gazetesi ve Refii Cevat için bakınız: ÖZBEY Mustafa 1990. Millî Mücadele Döneminde Basın ve

Alemdar Gazetesi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,

fesat ittifakı kurulmuştur. Türk köylerini yakıp-yıkan Ermeni çetelerinin tahribatı, nasıl Yunan işgali altındaki bölgelerde sürüyorsa; Ermenice basın da benzeri bir anlayışla işgal bölgelerinde çıkar. Adana’daki Ermenice gazeteler bunlardandır. Yalnız 1921 Kasım’ında Fransızların bu şehrimizden çekilmesi üzerine, Adana’daki Ermenice gazeteler de yayınlarını durdurarak yayın ekibi ve matbaalarıyla birlikte, bu şehri terk ederler (Çiçek 1990: 299). Yalnız sona doğru Ermeniler, Avrupa’dan ümidini kesip Türklerle geçmiş problemleri unutarak barış içinde yaşama zemini ararlar. Azınlıklar içinde en çok gazete sahipliği ise Rumlarındır. Yedi gazete çıkaran Rumlar düşmanca bir tavırla, bir çok konuda istismarcı ve propagandacı bir yayın içindedirler. Yahudilerin ise ikisi Hahambaşılığın resmî sözcüsü olmak üzere dört adet gazeteleri vardır (Criss 2000: 78).

Mütareke Dönemi basını, Millî Mücadele basını için bir geçiş dönemidir. Her geçiş döneminde olduğu gibi bu dönem gazetelerinde de kafalar karışık, kimse ciddi olarak ne istediğini bilmemektedir. Mandacılar, işbirlikçiler ve azınlık basını, Müttefik Güçler’in ve İstanbul Devleti’nin gücünü arkasına alarak basın alanında hakimiyet kurmuşlardır.