• Sonuç bulunamadı

MÜLKİYET VE ZİL YEDLİK

Belgede İSLA.M HUKUKUNA GİRİŞ (sayfa 142-146)

Mülkiyete, yani bir şey üzerinde tam tasarruf hakkına mülk, bir şeyi elinde bulundurmaya ;::,ilyedlik, mülkün sahibine mdlik veya rabb, bir şeyi elde bulundurana da zilyed denilir. İslam hukuku bir şeyi elde bulundurma (zilyedlik) ile bir şeye el koyma (vazı'u'l-yedlik, zilyed yardımcılığı) arasında bir ayırım yapmaz. Mülk ve malik, sadece şeyler üzerinde mülkiyet hakkı ile ilgili olarak değil, aynı zamanda menfaat gibi hakları veya evlenmeden, ya da odalık edinmeden do­

ğan cinsi münasebet hakkı ile ilgili olarak kullanıldığı halde, yed sözü ayrıca evlilikte kocanın veya babanın yetkisine de delalet edebilir.

Asıl zilyedlik sınıfları, yed-i emdnet, meşru ve gayrı meşru zilyedlik (yed-i muhikka ve yed-i mubtıle) 'dir. Mesela, bu son husus, gasp halinde ortaya çıkar. Mülkiyet ve zilyedliğin birbirinden açıkça farklı olduğu bir çok hususlar arasında en önemlisi mükdteb kölenin durumu­

dur. Bu köle, efendisinin mülkiyetinden değil, zilyedliğinden çıl<mış­

tır.

Mülkiyetin iktisabı, asit olduğu gibi, fer'f de olabilir :

a) Asli iktisab, her şeyden önce maliki olmayan şeylerin ele geçi­

rilmesi (istila) ile ortaya çıkar. Burada beklenen haklar meselesiyle karşılaşırız. Eğer bir kimse kuş yakalamak üzere ağ kurarsa, yakalanan kuşların mülkiyetini elde etmeyi bekler. Fakat ağı, kurutmak üzere sererse, ağa düşen kuşları elde eden kimse, başkasına ait bir arazide bi­

le olsa, onların mülkiyet hakkını kazanır. Aynı zamanda arazi sahibi, bu arazide yetişen ağaçlar ve alüvyonu üzerinde tam bir hakka sahip­

tir. Değerli madenlere gelince, maden yatağı ile d�fine (rikaz) arasında bir fark vardır. Bu her ikisinden ve aynı zamanda savaşta kazanılan ganimetten beşte birinin Beytu'l-Mal'e ödenmesi gerekir. Maden

ya-tağı, arazi sahibine aittir ; ancak arazt sahipsizse, bulana ait olur.

De-1 3 7 fine ise, her iki halde de bulanındır. (Bu, Ebu Yusuf'un görüşüne uy­

gundur. ) Fakat bu, ancak define İslam öncesi bir devire aitse, geçer ..

lidir ; İslamdan sonraki bir devire ait olan define ise, sahipsiz değil­

dir ; sadece sahibinin zilyedliğinden çıkmıştır ve buluntu bir mal (lu­

kata) sayılır. Bulma ile hiçbir zaman mülkiyet elde edilmez. Ancak kayıp bir malı bulan kimse, halka duyurma müddeti içerisinde sahibi çıkmadığı takdirde, onu sadaka olarak verebilir. Fakirse bulduğu malı kendisi kullanabilir. Fakat onu emanet olarak muhafaza etmek daha iyidir. Emanet, malın tekrar sahibine iade edilmesi niyetini içine alır. Böyle bir niyet yoksa, bu malın muhafazası gasp olur.

İrad elde edilmesi (istiglal) , mülkiyet hakkının esaslı bir bölümünü teşkil eder.

Malın şeklini değiştirme (tağyir) ve onu başka bir malla karış·

rıştırma, mülkiyet açısından değil, kısmen gasp açısından kısmen de vedt'a (emanet bırakılan şey) açısından ele alınır. İslam hukuku, bu konuda sorumluluğun türü ve ölçüsünü tespite önem verir. Bundan dolayı malın asıl sahibi, ekseriya, ya malın tam değerinin tazminini veya malın değerindeki artışa karşılık olarak kendisinin bir meblağ ödemesi suretiyle, yahut da değerdeki azalmaya karşılık olarak gas­

pedenin belli bir meblağı tazmin etmesi suretiyle iadesini isteme hak­

kına sahiptir. Bir başka görüşe göre, malın tağyiri, isminin ve kul­

lanıldığı amaçların değiştirilmesi halinde gaspedilen şeyde mülkiyet doğurur. Aynı türden iki malın birbirine karıştırılması hususunda görüş ayrılığı vardır. Ancak bu, gaspedenin bir dahli olmaksızın ortaya çıkarsa, malların nispetine göre iştirak hakkını doğurur. Ay­

rıca gasp, eğer gaspeden malı bilinemez bir hale getirmiş ve değerini ödemekle yükümlü kılınmışsa, mülkiyet doğurur. Gaspeden malın değerini ödemekle gaspettiği andan itibaren onun sahibi olur ; fakat bu takdirde bile malın asıl sahibi, bazı durumlarda gaspedilen mal tekrar tanınabilir bir hale gelecek olursa, mülkiyet hakkı iddia ede­

bilir.

Mülkiyetin asll iktisabının bazı türleri usul hukuku açısından önemlidir. Mülkiyetin tespitinde bir şey örme, süt sağma, yün kırp­

ma gibi tekrarı mümkün olmayan iktisab çeşitlerinin delili ; bina yap­

ma (çünkü bina bu arada çökmüş olabilir) , ağaç dikme ve tohum ek­

me gibi tekrarı imkan dahilinde olan iktisab türlerinin deliline tercih 138 edilir. İktisabı zamanaşımı (murur-i zaman), böyle telaki edilmez.

Bununla birlikte onun neticeleri şu usule göre tayin edilir : Zilyede

karşı arazide, herhangi bir müdahale olmaksızın belli bir zaman (30, 3 3 veya 36 yıldan söz edilir) geçerse, bir mülkiyet hakkı iddia edile­

mez.

b) Fer'i mülkiyet iktisabı, 1 ) mülkiyetin el değiştirmesi, yani teslim ve tesellüm (kabz, istifa, takabuz) yoluyla ortaya çıkar. Bu çeşit bir mal iktisabı, bazı borçlarla birlikte vuku bulur. Teslim ve kabz:,, bütün hallerde mülkiyetin el değiştirmesini zorunlu olarak ge­

rektirmez. Sözgelişi, bir malın fesih hakkı saklı tutulmak suretiyle satışı böyledir. Bunun, mülkiyetin başkasına devredilmesi hususunda tam bir niyetin mevcut olmayışından ileri geldiğine dair bir düşünce İslam hukukunda yoktur.

2) Bundan başka fer'i bir mülkiyet iktisabı, tek başlarına mallar üzerinde bir takım haklar doğuran, yani tesellüm olmaksızın mülkiyeti gerektiren muamelelerle ortaya çıkar. Bunlar arasında en önemlisi vasiyettir ki, bu, mirasçılara karşı sadece bir hak değil, mülkiyet do­

ğuran bir şeydir. Akitlerin de hazan doğrudan doğruya şeyler üzerinde bir takım haklar doğurduğu kabul edilir. Bu konuda İslam hukuku açık bir ayırım yapmaz (bak., s. 1 4 1 , 1 52 ) .

3) Rehn, özel bir yer işgal eder ; zira mal e l değiştirdiği halde mül­

kiyet el değiştirmez. Mülkiyetin el değiştirmesi, ancak bazı hallerde akdin bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Mülkiyetin ortadan kalkması, normal olarak bir şeyin el değiş­

tirmesinden doğar. Bu, mal sahibinin iradesi dışında da vuku bula­

bilir. Mesela, gaspeden gaspettiği şeye malik olduğu zaman durum böyledir. İslamdan dönmek (irtidad) de bu konuda önemli bir mese•

ledir. Burada mülkiyetin zevali, ilkin geçicidir ve ancak mürted ölürse veya İslama dönmeden İslam ülkesini terkederse kesinleşir.

Müşterek mal (müşa', şeriket-i mal) özellikle arazi ve köleler­

le ilgili olarak ayrıntılı bir şekilde ele alınır. Bu çeşit mülkiyet, çoğu zaman mirastan, aynı zamanda kasıtlı veya kasıtsız malları karıştır­

madan ve bir ortaklık dolayısıyla irad iktisabından doğar. Malların karıştırılması ile ortaya çıkan müşterek mülkiyet, tasarrufun sınırlan-1 39 dırılmasını gerektirir. Ortaklardan biri payını kendi ortağından baş­

kasına ancak onun rızası ile satabilir. Çünkü, bu durumda her ortak malın ihtiva ettiği parçalardan bir bölümünün sahibidir. Fakat ger­

çekte bu mal, öteki ortağın sahip olduğu parçalardan ayrılmaz. Ortak mülkiyet, bölünebilir veya bölünemez olmasına göre ikiye ayrılır.

Bölme (kısmet) normal bir durumdur ve çoğunlukla diğer ortakların

rızası hilafına yapılabilir. Ancak bölmekle ortaya çıkacak parçalar kullanışsız bir hale gelecekse, böyle bir bölme yapılamaz. Bölmeyi icra eden kadının uyacağı usul konusunda pek çok maddi hükümler vardır. Eğer malın kendisi bölünmüyorsa, kullanma hakkı, ya yer itibariyle bölünür ki böylece, sözgelişi, her ortak bir evin belirli oda­

larına oturur veya bu imkansızsa zaman itibariyle bölünür ki mesela her ortak evde birer ay süre ile oturur, ya da kölenin hizmetinden bi­

rer gün yararlanır.

İslam hukukunda üzerinde çok durulan mülkiyetin himayesi, diğer hükümler arasında iyiniyetli kazancın himayesi ile kendisini gösterir. Bir üçüncü şahıs bir mal üzerinde hak iddia ederse (istihkak davası açarsa) , malı satan şahıs ödenen bedel miktarınca mülkiyet­

teki kusurundan (derek) dolayı sorumlu olur. Bir başka sonuç da şudur : Mal sahibi, kiracıyı kiraladığı malın kaybından dolayı doğru­

dan doğruya sorumlu tutabilir. Fakat zilyedliğin himayesi fikri İs­

lam hukukunda mevcu t değildir. Zilyedlik, mülkiyet bakımından bir zarar teşkil eder. Eğer zilyedliğin kendisi münakaşalı ise, iddialar fıkıh mantığına göre karara bağlanır. Bir elbiseyi üzerinde bulundu­

ran kimse, elbisenin yeninden tutan kimseden üstündür. Bazan bey­

yine hukukunun özel hükümleri zilyedi daha az menfaatli bir duruma sokmakla sonuçlanır. Hem zilyed hem de bir yabancı aynı türden bir mülkiyet delili ileri sürerlerse, yabancının deliline bazı hallerde üs­

tünlük verilir ; zira yabancı davacıdır ve dolayısıyla delil getirme kül­

feti ona yüklenir. Bu, onun delilinin dinlenilmesine öncelik tanınma·

sını sağlar.

3. REHN

Rehn akdi icap ve kabul'ü gerektirir. Rehn, teslim edilince ke­

kesinleşir (lazım olur) . Akdin İslam hukukunda üzerinde önemle durulan zorunlu bir ciheti vardır. Rehni alan, ya rehnin değeri nis­

petinde ya da verilen borcun miktarı kadar, hangisi az ise, ona göre 140 rehn'den sorumludur. Fakat rehn, rehni alanın kusurundan dolayı kaybolursa, bu kimse rehnin değeri nispetinde sorumlu olur. O, aynı zamanda borç ödenince rehni iade etmeye mecburdur. Bu akit mü­

nasebetinin malarla ilgili ciheti, mesela, onun haiz olduğu zilyedliğin el değiştirmesinde açıkça görülür. Rehin verenin rehin üzerindeki ta­

sarrufu tamamıyla kaldırılmıştır. Hatta onun borcunu ödemek üzere satmak için rehnin teslimini isteme hakkı da yoktur. Zilyedliğin el değiştirmesi, anlaşmak suretiyle rehni adil bir şahsa emanet bırakmak­

la da olabilir. Rehni alanın, borcun vadesi geldiğinde rehnin iradını

tamamıyla ödemek şartıyla, onu satma hakkı vardır. Rehin bir bor­

cun varlığını gösterir. Emanete dayanan kıyemi malların emanet veya ödünç verilmesi, mülkiyetteki km.ur (ayıp) dan dolayı sorumluluk, şahsa kefalet, kısas, şuf'a hakkı v.b. gibi hukuki ilişkilerde rehin veri­

lemez. Rehin, aslında çift taraflı teminattır. Rehnin satışından elde edilen meblağ borcu karşılamıyorsa, borç aynen kalır ve rehnin satı­

şından sonra geriye kalan fazla para ise, rehni alan tarafından rehni veren adına emanet olarak tutulur. Sadece istisnai hallerde rehnin tah­

ribi veya kaybı borcu ortadan kaldırır. Sözgelişi, rehin olarak veril­

miş olan bir köle bir cinayet işler ve kendisini rehin veren maliki ta­

rafından teslim edilir veya kurtarılırsa, borç kalkar. Rehin veren, rehnin mülkiyetini muhafaza eder. Dolayısıyla o, aynı zamanda hay­

vanın yavrusu, ağacın meyvesi gibi gelirlerinjn de sahibidir ; fakat bunlar da rehnin birer parçası olur. Rehnin bizzat gerektirdiği mas­

rafların, rehni veren tarafından ödenmesi icap eder. Rehnin muhafa­

zasından doğan masrafların ise, rehni alan tarafından ödenmesi ge­

rekir. Rehin hiç biri tarafından kullanılamaz. İslam hukukunda ipotek bilinmemektedir.

Bir şeyle ilgili olan bir hakkı temin etmek üzere o şeyin lzabs'i, rehinden farklıdır. İslam hukuku bir şeyin imalinden doğan ücrete karşılık olarak habsi veya ücrete karşılık olarak vekaleten satın alınan bir şeyin habsi, yahut da buluntu bir malın bu mal için yapılan gerekli masraflarına karşılık olarak hapsi (ve hatta bazı hallerde gayrı meşru bir şekilde elde edilen malın hapsi) gibi bir takım özel hallerde şey­

ler üzerinde böyle bir hapis hakkını kabul eder. Hapseden kimsenin sorumluluğunun rehin alan kimseninki ile aynı mı, yoksa daha mı geniş olduğu ihtilaflı bir konudur.

Belgede İSLA.M HUKUKUNA GİRİŞ (sayfa 142-146)