• Sonuç bulunamadı

ALIM-SATIM (BEY' VE ŞİRA')

Belgede İSLA.M HUKUKUNA GİRİŞ (sayfa 155-161)

Satış akdi İslamda borçlar hukukunun özünü teşkil eder. Bunun sınıfları bütün teferruatı ile bu akdi gözönüne alarak geliştirilmiştir.

152 Diğer mübadele veya eşit iki taraflı akitler kendi başlarına hukuki

1 5 7

müesseseler sayılmakla beraber bey' akdi örneğine göre ele alınır ve hazan da bey' çeşitleri şeklinde belirtilir. Alım-satım akdi bir mal değişimidir. Bu sebeple trampa ve mübadeleyi içine alır. Alım-satım, dar anlamda gözönüne alınırsa, satılan şey fiyat (semen) ve değer (kıymet) 'den ayrılır. Biri diğerinin bedelidir. Satılan mal genellikle kryemt bir şey olduğu halde, fiyat (normal olarak altın veya gümüş gibi) mislı şeylerden ibaret olduğu için her ikisine uygulanan hüküm­

ler tamamıyla birbirinin aynı değildir. Sözgelişi, satıcı, henüz tes­

lim almadan önce misli fiyat üzerinde tasarruf hakkına sahip olabi­

lir. Satış akdi, karşılıklı olarak tesellüm (kabz) etmekle tamam olur.

Bu terim de gösteriyor ki, sırf akit, tamamıyla borç doğurucu (ilza­

mi) sayılmaz. Alıcının satın aldığı köleyi azad etmesi gibi akdin ama­

cının dışında olan, taraflardan birinin lehine veya aleyhine ileri sü­

rülen bir şart geçersizdir ve akdi fasid kılar. Eğer bir kimse satıcının ayakkabı yapması şartıyla ondan deri satın alırsa, akit bu hükme göre fasid olacaktır. Fakat genellikle benimsenmiş bir usul olduğu için bu akit istihsan'la geçerli kabul edilir9°. Fasid bir satış, her iki taraf tesellüm ettikten sonra dahi sadece kötü bir mülkü (milk-i habis) ifade eder ve mal yeniden satılıncaya kadar feshedilebilir. Mek­

ruh olup, batıl olmayan satış akitleri arasında Cuma namazı için ezan okunurken yapılan satış; küçük bir kölenin yakın akrabasından ay­

rılmasına sebep olan köle satışı bulu nmaktadır. Bazı imamlara göre küçük köleler ana-babalarından ayrılırlarsa satış batıldır.

Hryar hakkı, bir akdi tek taraflı jesih veya imza hakkıdır ve özel­

likle bir satış akdi hükmündedir. Eğer bu hak, belirli bir süre içeri­

sinde kullanılmazsa satış, bir bakıma tamamlanır. Bu hak, hukuken verilebildiği gibi akdi yapan tarafların rızası ile de olabilir. Alıcının satın aldığı malı gördüğü anda hıyar hakkı (hıyar-ı ru 'ye) vardır.

Burada görme fiili, pek dar bir açıdan ele alınmamalıdır. Aynı za­

manda bir kusur, yani tüccar arasında fiyatta bir indirmeye sebep olan herhangi bir ayıbın bulunması veya şart koşulan vasıfların bu-153 lunmaması halinde alıcının hıyar hakkı (hıyar-ı ayb) vardır. Kusur,

indirim hakkı değil, sadece hıyar hakkı verir. İndirim hakkı ise ancak satılan malın iadesi, ya kaybedilmek suretiyle veya teslimden sonra ve ilk kusurun tespitinden önce yeni bir kusurun ortaya çık­

masıyla (bu durumda iade ancak satıcının rızası ile mümkündür) , yahut d a kumaşı boyamak gibi değerde bir artışın husule gelmesi ile imkansız olursa, ortaya çıkar. Satıcı, şart koşulan miktardan daha

90. Bak., s . 146, not : 90.

azını teslim ettiği takdirde, alıcı, satışın feshi ile fiyatın kısmen indirimi arasında muhayyerdir. Alıcı, mesela, köleyi öldürür veya bir bedel karşılığında azad ederse, ya da satın aldığı yiyeceği tüketirse, hıyar hakkını kaybeder. Bir satış akdinde alıcının hıyar-ı ayb'dan vazgeç­

mesi mümkündür. Bunun sonucunda borcu n düşmesi "bera'et"

adını alır. Alıcı, bir kaç mal arasından birini seçme (hıyar-ı ta'yin) hakkını şart koşabilir ve akit yapan tarafların rızası ile birine veya her ikisine, yahut da üçüncü bir tarafa üç günden fazla olmayan bir süre zarfında (yaygın görüşe göre) genel hıyar hakkı (hıyar-ı şart) verile­

bilir.

Özel bir satış çeşidi de, ayrı bir akit türü sayıldığı halde, selem'­

dir. Bu da, peşinen ödenen para karşılığında daha sonra teslim edi­

lecek malların siparişidir. Bu akitte parayı göstermek üzere kullanı­

lan re'su'l-mal (sermaye) deyimi, muamelenin iktisadi anlamını ortaya koymaktadır. Küçük bir tacirin veya sanatkarın işinin müşteriler ta­

rafından mali bakımdan desteklenmesi buna girer. Selem'in konusu çoğunlukla misli mallardır ; fakat altın veya gümüş olamaz. Bunun riba yasağına yakın olması dolayısıyla selem akdi dikkatle ele alın­

mıştır ve bu sebeple de çok özel hükümlere tabidir. Bunun karşıtı, yani peşin olarak teslim edilen mallar için geç ödeme (nesi'e) yapıl­

ması mümkündür. Fakat bu türden bir alım-satım, İslam hukukunda pek küçük bir rol oynar. Kredili satış tabiri (bey'u'l-ine), bu muame­

leye dayanan ve riba yasağına karşı başvurulan mekruh bir hileyi ifade eder. Mesela, A (alacaklı) bir malı gelecek bir tarihte ödemek üzere sermaye ve faiz toplamı karşılığında B (borçlu) 'ye satar ve he­

men sonra aynı malı peşinen ödemek üzere sermayesine geri alır. Bu, teminatsız bir borç demektir. Ödünç karşılığında bir teminat sağ­

layan bir başka hey'u'l-tne şekli hakkında bak. , s. 7 9 .

1 5 4 İslam hukuku, alınan fiyata satmak anlamına gelen tevlfye'yi, alış fiyatının altında satış anlamına gelen vadt'a'yı ve karıyla satış anlamına gelen murahaha'yı, oldukça ilmi ayrıntıları ile ele alır.

Gözönünde tutulan asıl husus, haksız kazancın önüne geçilmesidir ; fakat bu muamelelerin ilk İslam toplumunun iktisadi hayatında oy­

nadığı kesin rol, her zaman açıkça görülmez.

İslam hukuku, eski mü;::,ahene ve muhakale akitlerini yasaklar (bak., s. 1 46) . Fakat belli bir miktarda kuru hurmanın aynı miktarda ağaç­

taki taze hurma ile değişimi veya satışı (bey'u'l-araya, bak. , s. 40) lehinde bir istisna kabul eder.

Ticari malların değişimi, İslam hukukunda hemen hemen hiç yer almaz. Buna karşılık para değişimi (sarf) ve genellikle değerli madenlerin satışı ile uğraşmak ,ribanm yasaklanması dolayısıyla dikkati üzerinde toplar. Değerli madenlerin değişimi, paranın para ile satışı sayılır. Riba ile ilgili hükümlerin bir neticesi şudur : Altının altınla, gümüşün gümüşle mübadelesi, evsaf ve işçilik farklarına bak­

maksızın, ancak aynı miktarda olursa mümkündür. Öyle ki, altın bir tas, ağırlığınca altın paraya eşittir. Fakat bu güçlük, diğer değerli bir madenle ödeme yapmak suretiyle kolayca bertaraf edilmiştir.

Daha bir çok iktisadi açıdan imkansız durumlar da dahil olmak üzere bu konuda zengin bir fıkıh mantığı geliştirilmiştir.

3 . KİRA (İCARE)

Kira akdi bir menfaatin satışıdır. Hıyar-ı ru)ıe, hıyar-ı ayb, hıyar-ı şart, fesih ve ikale (şuf'a hariç) gibi bir satış akdi ile ilgili hükümler buna da uygulanır. lcare'nin sonuçlandırılmasından sonra ortaya çıkan bir kusur, eğer bu kusur kiralanan bir kölenin hastalanması veya kiralanan bir evin çökmesi gibi kullanma imkanını engelliyor veya azaltıyorsa, kiracının onu feshetmesini mümkün kılar. Kiracı, ayrıca geçerli bir özürü varsa, özellikle akdin amacı ortadan kalk­

mışsa, icareyi feshedebilir. Bir merkep kiralayan kimsenin bile seya­

hattan vazgeçtiği takdirde, merkebin kirasını feshedebilmesi için bu husus pek geniş bir şekilde belirtilmiştir. İcare, aynı zamanda akit yapan taraflardan birinin ölümüyle de feshedilmiş olur. Fasid bir icare durumunda adil bir ücret (ecr-i misi) tatbik edilir.

İslam hukuku, bir süreye bağlı veya bir işin (hizmetin) yerine

1 5 5 getirilmesi ile ilgili iki çeşit icareden söz eder. Sürenin tayin edilmesi gerekir. Belli bir miktar karşılığında aylıkla icare akdi caiz değildir*.

Süreye bağlı icarenin özel bir şekli de arazinin kiralanmasıdır. Kira­

cının da kanalları temizlemek gibi kendisine menfaat temin eden bir işi kiralayanın üzerine almasını şart koşması yasaktır. Kiranın süresi sona erdiğinde mahsul henüz toplanmamışsa, akit ecr-i misl karşılı­

ğında mahsul yetişinceye kadar devam eder. Arazinin arazi karşılı­

ğında kiralanması, ribaya gireceği için yasaktır. Buna karşılık, itti­

fakla olmamakla beraber özel muzara' a ve müsakat akitlerine izin ve­

rilmiştir. Burada kira, mahsulün belli bir orandaki miktarından iba­

rettir. Muzara'a (bir nevi) arazinin kiralanması, müsakat ise (bir bakıma) meyve ağaçları veya bağın kiralanmasıdır.

* Böyle bir akit, ııncak bir a y için muteberdir. Gelecek aylar için akdin yenilenmesi

\•eya kaç aylık akit yapılacaksa tamamının baştan zikredilmesi gerekir. (Çev.)

Hizmetler, ya belirli bir süre için, ya da iş akdiyle kiralanabilir.

Kiralanan kimseye ectr, işçiye edr-i hds, kendi başına iş yapan sanat­

kara da ectr-i müşterek denir. Örfte bulunduğu için istihsan ile caiz görülen eski bir akit şekli, yiyecek ve giyecek karşılığında bir süt-an­

n enin kiralanmasıdır. Sanatkar, işi akdin hilafına yapmışsa, özel bir takım hrydr hakları vardır. İşverenin, işi reddetme ve verdiği malze­

meyi ödetme (tazmin ettirme) veya işi kabul edip şart koşulan ücret­

ten fazla olmamak üzere ecr-i misl ödemeyi seçme hakkı vardır. Bu durumdaki sorumlulukla ilgili olarak sanatkarın, emanetçinin sahip olduğu imtiyazlı bir mevkide bulunup bulunmadığı hususu tartışma konusu yapılır (bak., s. 1 47) . Bunun dışında, sanatkarın, üzerinde bir iş yapmakla tahrip ettiği şey için özel bir sorumluluğu vardır. Çoğu hallerde işveren, ya ücreti ödeyip yapılmış işin kıymetini isteyebilir veya ücreti ödemeyip verdiği malzemenin tazminini talep edebilir.

Yapılan işe karşılık ödenmesi gereken ücretler dolayısıyla sanatkarın bir şeyi alıkoyması hakkında bak., s. 1 40.

Öte yandan imalat akdi (istısna') , ancak bir selem akdidir. Bu, örfe uygun oldukça geçerlidir.

4. ŞİRKET

İslam hukukunda kurum (corporation) kavramı olmadığı gibi, hükmt şahsiyet kavramı da yoktur (bak., s. 1 25). Sadece dkile bir ilk kurum şekli olarak kabul edilebilir. Aynı zamanda bugünkü anlam­

da işbirliği kurma hürriyeti de yoktur. Ancak bazı şirket çeşitleri veya

1 5 6 daha ziyade müşterek mülkiyetin karşıtı olan ticari ortaklık (şeriket-i akd) çeşitlerine müsaade edilmiştir. Bu ticari şirket, vekalet sahasına girer. Genellikle sadece iki ortak tasavvur edilir.

İslam hukuku şu ortaklık çeşitlerini ele alır :

a) Her ortağın tam selahiyet ve sorumluluğa sahip olduğu gayrı mahdut ticari ortaklık (mufavada) . Bu, karşılıklı vekalet ve kefaleti ifade eder ve ancak eşit hisselerle mümkün olur. Böyle bir şirket, her iki ortağın da bütün mallarını kapsar ; ancak kendileri ile ailele­

rine ait ayrıca satın aldıkları yiyecek ve giyecekler bunun dışında kalır. Bunun içindir ki, ayrı bir toplu sermaye yoktur. Hürlerle kö­

leler, müslümanlarla zimmller v.b. arasında bu türlü bir ortaklık kurmak mümkün değildir.

b) Mahdut mesuliyetli şirket (şeriket-i inan) . Bu, karşılıklı ve­

kalete dayanır. Her ortak kendi muamelelerinden dolayı üçüncü

şa-hıslara karşı sorumludur ve diğer ortağa kendi hissesi oranında rucu etme hakkı vardır. Bu çeşit ortaklık, sadece katılan sermayeyi ilgi­

lendirir ve belirli türden muamelelere inhisar edebilir. Ortakların hisseleri farklı olabilir. Her ikisi aynı miktarda iş yapmıyorlarsa, ka­

zançtaki hisseleri sermayedeki hisselerinden farklı olabilir.

c) Sanatkarların bir ticareti veya belli ticaretleri birlikte yapmak için kurdukları ortaklık (şeriket-i sanayı' ve tekabbi.il) .

d) Sermayesiz kredi kooperatifi (şeriket-i vücuh) . Bu şirket, kredi ile mal almak, bu malı satmak ve kazancı aralarında paylaşmak için ortakların ortaya koyduğu kredinin toplanmasından ibarettir.

Müzara'a ve müsakat'la ortak özelliklere sahip olan mudarabe şirketi, tam bir şirket sayılmaz. Bu, emanete dayanan bir münasebet ve bir vekalet meselesidir. Ancak kazanç söz konusu olunca şirket sayılır. Bu şirketteki sermaye sahibi (rabbu'l-mal) zararı çeker. Fa­

sid bir müdarabe, hizmetlerin kiralanması gibi işlem görür. Eğer ka­

zancın belli bir oranı yerine, tespit edilmiş bir miktarın ortaklardan birinin hissesi olması veya işgören ortak (müdarib) 'in zararı çekmesi şart koşulursa, yahut da kazanç tam olarak tespit edilemiyorsa, mese­

la, işgören ortağın sermaye sahibine ait bir evde kalması ve böylece evin farazi kirasının kazancın bir bölümü olması şart koşuluyorsa, müdarabe fasid olur. Masrafların ne ölçüde işgören ortak tarafından karşılanacağı ve ne ölçüde şirket tarafından ödeneceği ayrıntılı bir 157 şekilde ortaya konmuştur. Kardan sonra zarar edilecek olursa, bazı durumlarda takip edilecek usule göre karın daha önce dağıtıldığı farzedilir ve işgören ortak zarardan etkilenmez. Mudarabe akdi fes­

hedildiği takdirde işgören ortak, fesih kendisine bildirildikten sonra da, işe konan sermaye gümüş veya altınsa, gümüşe karşılık altın ve altına karşılık da gümüş alıp verebilir. Bu, örfe uygun olduğu için istihsan ile kabul edilmiştir. Asıl kıyasa göre işgören ortağın sadece malın kalanını satma hakkı vardır ; çünkü her iki değerli maden aynı derecede para sayılır. Müdarabe, riba yasağından kurtulmak için önemli bir şer'! hile olmuştur.

s . VEDİ' A (EMANET)

Vedi' a, mal sahibinin bir başkasına malını muhafaza etmesi için verdiği yetkidir. Vedt'a, emanete dayanan bir münasebettir. Malın korunmasının, ya emanetçinin kendisi, ya da aile fertlerinden biri tarafından sağlanması gerekir. Emanetçinin, emanetin iadesini red- . detmesi, emanetin varlığını inkar etmesi ve onu kendi malıyla

karış-tırması gasp olup, sorumluluk doğurur. Emanete tecavüzün diğer türleri (ta'add1, bak., s. 1 47 ) , özellikle emaneti kullanmak da sorum­

luluğa sebep olur. Emanetle ilgili olan bu ta'add1 çeşitlerinin hüküm­

leri, icare, kira ve kıyemi malların ödünç verilmesi konularındakin­

den farklıdır. Emanet konusunda ta'addi ortadan kalkınca, sorum­

luluk da ortadan kalktığı halde, diğer akitlerde, akit münaı.ebeti sona erinceye kadar devam eder.

6. ARİYET (KIYEMİ MALLARIN ÖDÜNÇ VERİLMESİ)

Belgede İSLA.M HUKUKUNA GİRİŞ (sayfa 155-161)