• Sonuç bulunamadı

C. BÖLGEDEKİ EMVÂL-İ METRUKE DURUMU VE İSKÂN ÇALIŞMALARI

3- Mübâdelenin Değerlendirilmesi

1923 yılında imzalanan nüfus mübâdelesi antlaşmasının hem Yunan, hem de Türk hükümetleri açısından büyük sorunlar doğurduğu ortadadır. Fakat bu olayın Yunan hükümeti ve Türk hükümeti üzerindeki etkileri farklı olmuştur. Çünkü Yunanistan’a giden yaklaşık 1.2 milyonluk bir mübâdil vardı ki, bu da oranın nüfusunun yaklaşık dörtte birini teşkil etmekteydi. Türkiye’ye gelen 400.000 civarındaki mübâdilin ise ülke nüfusu üzerinde aynı derecede bir etkisinin olduğu söylenemez. Tabi bu orantı emvâl-i metrûkeler için geçerli değildi. bilakis tam tersi bir durum söz konusu olmuştur.

Yunanistan’ı terk eden Türk mübâdillerin bıraktıkları haneler ve bütün binalar, hiçbir zarara uğramadan Yunanlıların eline geçmiş olduğu gibi, Türk mübâdillerin çift hayvanları, ziraat aletleri ve bütün üretim vasıtaları çok ucuz bedellerle Rum mübâdiller elde etmiştir. Bu durum, Rum mübâdillerinin hükümetin büyük bir yardımı olmadan üretici duruma gelmelerine sebep olmuştur. Böylece Yunanistan’a gelenler bütün hayvanlarını ve taşınabilir

399 TBMM Arşivi, Kayıt nu: 1/259, Dosya nu: 1331. 400 TBMM Arşivi, Kayıt nu: 1/259, Dosya nu: 1331.

mallarını beraber götürmüşlerdir ki, Türk mübâdillerden bu şekilde gelen hiç yoktu. Yunan mübâdillerinin çoğu daha Türkler kendi evlerinde iken bu evlere girmişler ve her şeyi tam düzeninde ve tam işler bir halde tam mamuriyetle ele geçirmişlerdi. Türklerin Yunanistan’da bırakmış olduğu ev miktarı belki Rumların Türkiye’de bırakmış olduğundan azdı. Ancak Rumlardan sağlam olarak kalan evlerin miktarından çok fazlaydı, belki de iki misline yakındı. Yine Rumların Türkiye’de bırakmış olduğu arazi, Türklerin bıraktığının yarısı dahi değildi. Yunanlıların biraz Bulgaristan’dan ve kısmen Yugoslavya’dan gelmiş bir miktar muhacirleri varsa da, bunlara karşılık çok fazlası ile de Bulgar, Sırp ve Leh muhaciri gitmişti ve durum Yunanlıların lehineydi401. Bununla birlikte mübâdele antlaşmasında bazı hususların açıkça yazılmayışı pek çok durumu bu şekilde Yunanlıların lehine ve Türkiye’nin aleyhine işletmişti.

Bu husulardan birisi, mübâdillere ait gayr-i menkullerin kayıtsız ve şartsız olarak mahallî hükümetin tasarrufuna geçeceğini bildiren 7 Aralık 1923 tarihli ve 8 sayılı karardır. Bu kararın belirsiz yazılışı ve sonradan Balkan Savaşlarının ardından yerlerini terk etmiş bulunan Türklere de uygulanması nedeniyle tamamen Türkiye’nin aleyhine işlemişti402. Yine

mübâdillerin hiçbir gümrüğe tabi olmaksızın beraberlerinde götürebilecekleri menkuller arasında tütüne açıkça yer vermeyen 24 Ekim 1923 tarih ve 3 sayılı karar, özellikle tütün ekim ve satımı ile geçinen Makedonya ve diğer bazı bölge Türklerini büyük zarara uğratmıştı. 7 Ekim 1923’ten sonra el konmuş bütün malların sahiplerine iade edileceğini ifade eden 27 Ekim 1923 tarihli ve 5 sayılı karar, Yunanistan tarafından hiçbir suretle yerine

getirilmemişti403. Bununla birlikte Türkiye’den giden Rumlar, buradan giderken sık sık

mallarını kıymetinden aşağı satmakla şikâyet ederek Tük hükümetini suçlamışlardır.

Türkiye’den mübâdele suretiyle Yunanistan’a göç eden Rumlardan Hacı Stefanu göç ederlerken yanlarına eşya alamadıklarından bahisle şunları söylemiştir: “Yanımıza çok az şey alabilecektik. Para, ziynet eşyası, altın gibi kıymetli eşyaları götürmek kesinlikle yasaktı. Mallarımızı yok pahasına Türklere satmak zorunda kaldık. Yüz kuruşluk mal, bir kuruşa kapanın elinde kaldı”404. Buna karşılık kilise eşyaları rahatlıkla Yunanistan’a taşınabilmişti. Hacı Stefanu bunu şöyle anlatmıştı: “Mutasarrıfın emri üzerine papazı kimse aramadı.

401 BCA; 30.10/ 124.885.4.

402 Ömer Dürrü Tesal, “Türk Yunan İlişkilerinin Geçmişinden Bir Örnek Azınlıkların Mübâdelesi”, Tarih ve

Toplum, C. 9, S.53, Mayıs 1988, s. 307.

403 Agm., s. 307.

Dolayısıyla kilise eşyaları rahatlıkla taşındı”405. Mübâdele sırasında bazı sû-i isti’mâllerin görülmesi her ne kadar hoş olmasa da, bu gibi durumların önüne geçmek mümkün olmamaktaydı. Yunanlıların mallarını Türkiye’de yok pahasına satmalarına izin verilirken, pek çok mübâdil, sadece canlarını kurtarmak pahasına mal ve mülklerini satmadan Yunanistan’ı terk etmek zorunda kalmışlardır. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’den giden Rumların çok daha rahat koşullarda göç ettikleri görülür. Öyle ki, yıllarca Türkiye’de çok rahat ve yabancılık çekmeden yaşamış olan Rumların, büyük sorunlarla karşılaşması beklenemezdi. Bu durumu ispatlar nitelikte Hacı Stefanu, Türkiye’deki yaşamını özetle şöyle aktarmıştı: “Rahat, iyi ve bereketli seneler yaşadık Türklerle. Türkler bizim yakınımız

dostumuz, akrabamız, kardeşimiz gibiydi”406. Göç esnasında yaşanan bazı olumsuz

durumların sebeplerinden biri de muhakkak ki o dönemde Türkiye’ye yapılan göçlerin sadece Yunanistan’dan değil dünyanın pek çok yerinden yapılmış olmasıdır. Haliyle bu durum, hükümetin kontrol mekanizmasının rahat bir şekilde işlemesine engel teşkil etmiştir.

Türkiye iskân işleri ile meşgul olurken, Yunan hükümeti de 135.164 ailenin iskânı ile meşgul olmuştur. Bu ailelerden 72.581 adedi hükümet tarafından yerleştirilmiş ve 62.583 adedi de muhtar iskân komisyonu tarafından iskân olunmuştur. Yunan hükümeti yalnız Türkiye’den gitmiş bulunan mübâdil Rumların iskânı ile meşgul olmuştur. Bu muhacirlerden esasen Trakya ve Ege sahilinden olan 100.000 kişiye yakın bir kısmı, mübâdeleden evvel

Yunanistan’a göç etmişlerdi407. Bunun yanında Yunan hükümetine ABD’nin öncülüğünde

pek çok kurum ve kuruluş yardımda bulunmuştu ki, bu yardımların en önemli yanı, parasal destek şeklinde olmasıydı. Fakat mübâdelede Amerika’nın Yunanistan’a yardımı yalnız parasal olmamış, Yunanistan’a gelen yüz binlerce muhacire gıda dağıtımı, ilk anda konut görevini yerine getirecek çadırlar sağlamak, kurmak; kimsesiz kalan çocuklara yetimhaneler açmak, o sırada baş gösteren tifüs, kolera gibi salgın hastalıklar karşısında gerek ilaç sağlamak, gerek karantina istasyonları kurmak görevini de üstlenmişti. Bu ihtiyaçlara çözüm bulmak için yedi ayrı Amerikan hayır teşkilatı, Yunan hükümetiyle ortak çalışmışlardı408. Bununla birlikte aynı şekilde Türk hükümetine bu kuruluşların hiçbir şekilde aynî ya da nakdî yardımı olmamıştır.

405 Age., s. 51. 406 Age., s. 49.

407 BCA; 30.10/ 124.885.4.

408 Seçil Akgün, “Birkaç Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübâdelesi Sorunu”, Üçüncü Askeri Tarih

Mübâdelenin temelinde, her iki taraf için de meşruiyeti olan etnik bir yapılanma söz konusudur. Gerçekten de gerek mübâdele sorunuyla ilgili görüşmelerden, gerekse protokolün incelenmesinden de ortaya çıkan sonuç, milliyetçiliği homojen yapıya sahip millî devlet oluşturmayı esas almış olan iki ülke, mübâdele konusunda din faktörünü temel almışlardı. Bazı görüşe göre değişim, Hristiyan Türkler yani Anadolu’daki Rumlar ve Müslüman

Yunanlılar yani Yunanistan’daki Türkler arasında uygulanıyordu409. Anlaşılan odur ki,

karşılıklı değişimin dayanağı, dil ya da ulusal bilinç değil, dindi. Örneğin Türkiye’deki Hristiyanların çoğu Türkçe konuşurken, Yunanistan’daki özellikle de Girit’teki Müslümanlar

Yunanca konuşuyordu410. Bu dil problemi sebebiyle mübâdiller yeni yerlerine alışma

açısından sıkıntı çekmişler ama zamanla özellikle de din faktörünün etkisiyle yeni yerlerine ısınabilmişlerdir. Aslında mübâdele sebebiyle her iki devletin de çeşitli yönlerden sağlamış olduğu yarar ve bir o kadar da katlanmak zorunda kalacakları zararlar vardı.

Muhacirler yüzünden kısa vadede iskân, iaşe, işsizlik, hayat pahalılığı v.b. büyük zorluklar yaşayan Yunanistan, uzun vadede büyük kalkınma hamlesi başlatmış ve ekonomik açıdan Türkiye’den daha iyi bir yere ulaşmıştı. Bundaki en büyük sebeplerin başında Anadolu Rumlarının girişimciliği, sanatkârlığı ve nitelikli birer insan olmalarıydı. Türkiye ise Anadolu Rumlarının gitmesiyle birlikte, bazı sektörlerde uzun vadede toparlanamamıştır. Türkiye’ye gelen mübâdillerin %90’ının tarım sektöründen olması ise Türkiye’ye sadece tarım sektöründe avantaj sağlamıştır. Ayrıca nüfus yoğunluğu açısından daha homojen bir yapıya kavuşan Türkiye, Osmanlı Devleti’nden beri süregelen azınlık meselesini de böylece halletmiştir411. Mübâdelenin sadece toplumsal birlik açısından değil, ekonomik açıdan da olumlu ve olumsuz etkileri olmuştur. İlk başta Türkiye’den giden Rumların pek çoğunun ticaret ve sanayi ile meşgul oluyor olması, ülkenin kalkınması noktasında zararları olmuş ama uzun süreçte millî bir sermayenin kurulmasında da etkili olmuştur.

Bununla ilgili olarak Mübâdele, İmâr ve İskân Vekillerinden Mahmut Celal Bayar şöyle diyordu: “Mübâdele meselesinde Türkiye hayli servet sahibi olmuştur. Gelen muhacirlerin önemli bir kısmı üretici, müteşebbis birer faal unsur olduklarından memleketin birkaç sene sonra iktisaden çok terakki edeceği şüphesizdir”412. Buna karşın İmâr ve İskân

409 Agm., s. 256.

410 Richard Clogg, Modern Yunanistan Tarihi, (Çeviren: Dilek Şendil), İletişim Yayınları, İstanbul 1997,

s. 126.

411 H. Yıldırım Ağanoğlu, age., s. 307. 412 Kemal Arı, age., s. 173.

Vekili Refet Bey, gelen mübâdillerle gönderilen Rumların arasındaki farka değinerek Türkiye’ye gelenlerin daha çok ziraatla meşgul olduklarını ve bunların da iskânı hususunda zorlanmalarıyla ilgili; “Bir milyondan fazla Rum gitmiştir. Bunların sekiz yüz bini sanat veya ticaret adamı idi. Hâlbuki bizim gelen muhacirlerimiz içerisinde ancak seksen yüz bini sanat ve ticaret erbabı idi. Onun için sanatkâr olan muhacirlerimizi iskân hususunda zorlukla

karşılaşmadık”413larını belirterek Türkiye’ye gelenlerin çoğunlukla çiftçi olduğunu

bildirmiştir. Gerçekten de Anadolu’ya gelen mübâdillerin en büyük kısmını tütüncüler oluşturmaktaydı414. Nüfus mübâdelesi ile Türkiye’ye gelen muhacirlerin büyük çoğunluğunu çiftçiler oluştururken, Türkiye’den giden Rumların ise çoğunluğu şehirde oturan ticaret ve sanayi erbabı kimselerdi. Yunan yazar Yiannakopoulos’un belirttiği gibi “Yunan şehirlerine doluşmuş muhacirler ucuz ekmek kaynağı olduğu kadar, aynı zamanda beceri sahibi zanaatkârlardan oluşuyordu. Ticari açıdan ehliyetleri sabit ve tecrübeli kişilerin varlığı ülke için bir zenginlik kaynağı oldu”415.

Ekim 1930’da Amerikalı diplomat Raymond Hare tarafından hazırlanan bir rapor, Türkiye ve Yunanistan açısından nüfus mübâdelesinin yarattığı ekonomik ve siyasal sonuçları hakkında; “Genel bir durum muhasebesi yapmak gerekirse nüfus mübâdelesinden Yunanistan’ın ekonomik açıdan kârlı çıkarken siyasal açıdan zarar ettiği ve Türkiye’nin siyasal açıdan kazançlı çıkmasına rağmen, ekonomik açıdan kayıplar verdiği söylenebilir”416 yorumunu yaparak, aslında pek çok kişinin ortak görüşü olan Türkiye açısından ekonomik kayba değinmiştir. Tabidir ki mübâdeleyi sadece ekonomi olarak görmek de mümkün değildir. Fakat mübâdelenin etkisine bakıldığında bu etkinin en fazla iktisadî alanda olduğu görülür.

Nüfus mübâdelesi Türkiye açısından organik veya tamamlayıcı bir özellikten uzaktı. Türkiye’den ayrılanlar, büyük ölçüde tüccar ve sanat sahibiydi. Bu sebeple Yunanistan’da sanat sahibi kişilerde bir yoğunluk yaşanırken, Türkiye’de bunun tam tersi bir durum yaşanmıştı. Türkiye’ye gelenlerin ezici çoğunluğu ise köylüydü. Rum mübâdillerin ayrılmasından sonra, gelen Türkler için bulunan işlerin sayısı ancak eskinin yarısı kadardı.

Oysa giden mübâdillerin sayısı gelenlerden çok daha fazlaydı417. Yunanistan açısından

413 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: II, İçtima: II, C. IX, s. 60. 414 İbrahim Erdal, age., s. 204.

415 Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, İletişim Yayınları, İstanbul 2000, s. 25. 416 Age., s. 20.

bakıldığında ise durum çok daha farklı olmuştur. Bazı mübâdiller yanlarında bir miktar para ya da en azından girişimci ruhlarını getirebilmişlerdi. Böylelikle ekonomiye yeni bir dinamizm kazandırmışlardı. Ayrıca, Georgios Theotokas, Georgios Seferis gibi yazar ve şairlerle, Photis Kontoğlu gibi ressamların gelişinin ülkenin kültür yaşamına belirgin bir

katkısı olmuştu418. Durumun Türkiye açısından olumlu etkisi ise sadece siyasal açıdan

olmuştur.

Amerikalı diplomat Raymond Hare’ye göre, mübâdeleden Türkiye’nin en büyük siyasal kazancı, 1923-30 yılları arasında dış güçlerin Türkiye’nin iç işlerine pek karışmamış olmasıdır. Bilindiği üzere XIX. yüzyıl boyunca büyük devletler her vesile ile gayr-i müslim azınlıklarla ilgili konularda Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etmişlerdi. Şüphesiz nüfus mübâdelesi sonucunda Anadolu’nun tamamen Türkleştirilmiş olması bu tür

müdahalelere imkân vermemiştir419. Hakikaten, Cumhuriyet’ten önce ve sonra gerçekleşen

büyük nüfus hareketleri, bir taraftan etnik birlik sağlayarak millî devletin kitle temelini oluşturmuştur; bir taraftan Türk asıllı bir zengin sınıfının oluşumunu kolaylaştırmış; bir taraftan Türk toplumunu önce olumsuz ve sonra olumlu yönde olmak üzere etkilemiştir420.

Fakat zamanın hükümeti bu yorumlardan farklı olarak mübâdelenin ekonomik açıdan bir kazanç olacağını söylemiş ve bunu savunmuştur.

Yunanistan’dan mübâdele suretiyle gelecek olan Türklerin hem nüfus politikasında, hem de ülke kalkınmasında büyük katkılarının olacağı 1924 Mübâdele, İmâr ve İskân Vekâleti bütçesinde ifade edilmişti. Burada, Türkiye’nin geniş topraklarında her türlü tabi hazinenin mevcut olduğu ancak bu geniş ve zengin arazinin boş denecek derecede tenha durumda bulunduğundan bahsedilmişti. Bu zenginliği işletecek kolların eksikliğinden dolayı, bu zenginlikten istifade edilemediğinden yakınılıyordu. Bu servetin işletilmesi için çalışacak Türk kollarının artırılması, nüfusun yoğunlaştırılması hükümetin başlıca vazifesini teşkil ettiği bildiriliyordu.

Lozan Antlaşması gereğince mübâdele suretiyle Türkiye’ye yarım milyona yakın Türk nakledilecekti. Yurtlarını, servetlerini terk ederek, sürekli harpler neticesi maddî vasıtadan mahrum bu Türkler, düşmanlar tarafından kasten tahrip edilmiş anavatanlarına kavuşacak ve

418 Richard Clogg, age., s. 129. 419 Ayhan Aktar, age., s. 20. 420 Gülten Kazgan, agm., s. 326.

nüfus boşluğunu dolduracaktı. Böylece bir an evvel mesut ve müreffeh bir kalkınmada büyük

bir etken olacaklardı421. Bu muhacirlerden beklenen hiç şüphesiz homojen bir nüfus

oluşturulurken, aynı zamanda büyük çoğunluğunu çiftçilerin oluşturması nedeniyle, işlenmeyen toprakları bir an evvel işlenilebilir hale getirebilmekti.

Muhacir hareketlerinin nüfus artışındaki payı, çeşitli sayım dönemlerinde değişik orandadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarına rastlayan 1923-1927 döneminde muhacirler nüfus artışının %22,8’ini oluşturuyordu. Gerçekten bu yıllarda Yunanistanla yapılan nüfus mübâdelesi bu oranın hayli yüksek olması sonucunu doğurmuştu. 1927-1935 döneminde de nüfus artışında muhacir hareketlerinin payı %9,17 oranındaydı422. Bu dönemden sonra ise 1950’li yıllara kadar azalmış ve dışarıdan gelen göç hareketleri hızını yitirmiştir. Göçün nüfusa etkisinin yanında yine aynı bağlamda bir sorun olarak muhacirlerin ortak kültüre uyumu sorunu ortaya çıkmıştır. Anadolu’nun gerek yakın ve gerek uzak tarihinde, komşu ülkelerden Anadolu’ya göçlerde ortak özellik, paylaşılan bir kültürdür. Ortak kültürel kökenin var oluşu diğer göç alan ülkelerde olduğu gibi, yerli kültürün norm ve değerlerini sarsıcı, tehdit edici bir yapının ortaya çıkışını engellemiştir. Nüfus yapısının etnik olarak çeşitlenişi, kültürel özelliklerin de çeşitlenişini getirmiştir. Bu nedenle Türkiye muhacir nüfusun uyum sorunlarıyla az karşılaşan bir ülke olmuştur423. Bütün bunlar dikkate alındığı zaman nüfus mübâdelesinin Türkiye açısından etkileri şöyle sıralanabilir:

a- Ekonomik açıdan gidenlerin ticaret ve sanayi ile uğraşması, bunun

yanında gelenlerin ise çoğunlukla çiftçi olması sebebiyle, mübâdele iktisadî anlamda Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir.

b- Çok kültürlü yapısıyla pek çok karışıklığa şahit olmuş olan Türkiye,

mübâdeleyle birlikte homojen bir Türk toplumu ve kültürü yaratmıştır.

c- Savaşlar sonucu toprak kaybının yanında nüfus kaybına da uğrayan

ülkede nüfusun artması sağlanarak askeri açıdan avantaj elde edilmiş oldu.

421 TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: II, İçtima: II, C. VII, s. 1061. 422 Cevat Geray, agm., s. 18.

423 Belkıs Kümbetoğlu, “Göçmen ve Sığınmacı Gruplardan Bir Kesit: Bulgaristan Göçmenleri ve Bosnalı

Sığınmacılar”, Yeni Balkanlar Eski Sorunlar, (Yayına Hazırlayanlar: Kemali Saybaşılı, Gencer Özcan), İstanbul 1997, s. 230.

d- Mübâdeleyle gelenlerin Türk kültürüne uyumları ilk başta sorun oluşturarak yerli halk ile çeşitli problemlerin ve anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

e- Savaştan yeni çıkmış bir ülkenin ilk planda 500.000 civarında bir

mübâdili âdî iskâna tâbi tutması mâlî anlamda büyük bir külfet oluşturarak hem devleti, hem de vatandaşını sıkıntıya sevketmiştir. Bütün bunlarla birlikte mübadillerin iskânı belirli hukukî temellere dayandırılarak yapılmıştır. bu çalışmaların belirli esaslar dairesinde yapılmış olması ise, ileride olası şikâyetlerin önüne geçilmesi açısından önemli olmuştur. Bilhassa emvâl-i metrûkelerin mübadillere verilmesinde çok titiz davranılmıştır. Zaten iskân işlemleri sadece Türk hükümetinin tasarrufunda olmadığından Karma Komisyon üyeleri bu işlemleri bizzat yakından takip etmişlerdir.