• Sonuç bulunamadı

Harikzede ve Felâketzedelerden Kaynaklanan Aksaklıklar

B. MUHACİRLERİN İSKÂNINDA YAŞANAN AKSAKLIKLAR

2- Harikzede ve Felâketzedelerden Kaynaklanan Aksaklıklar

Ülke içerisinde savaşla birlikte en çok zarar gören gruplardan olan felâketzede ve harikzedelerin büyük bir çoğunluk oluşturması ve bunların bir an evvel iskân edilmeyi beklemesi, hükümeti uğraştıran ve iskân işinin aksamasına neden olan sebeplerden biridir. Özellikle ülke içerisindeki Rumların mübâdele suretiyle göç etmelerinin ardından bu gruplar, sefil vaziyetlerinden kurtulmak için onların terk etmiş olduğu yerlere yerleşmişler fakat Yunanistan’dan mübâdillerin gelmelerinin ardından ise bu yerleri boşaltmak mecburiyetinde kalmışlardır. Bu tür bir döngü sürekli bir iskân işinin ortaya çıkmasının sebebini

84 BCA; 272.12/ 47.87.11. 85 İbrahim Erdal, age., s. 268.

oluşturmuştur. Bunun üzerine hükümet bunlar için çeşitli kanun ve kararnameler çıkarmak suretiyle işin çözüm yolunu bulmaya çalışmıştır.

Harikzede ve Felâketzedeler için çıkarılan bir kanuna göre; Ermenilerden kalan emlak, arsa, arazi v.s. 4 Kasım 1923 tarihinden önce gelen mübâdeleye tâbi olmayan muhacirler ve mültecilerle evleri düşman veya görülen lüzum üzerine hükümet tarafından yıkılmış ve yakılmış kişilere ayrılmış olduğundan, bundan sonra emvâl-i metrûkelerde mübâdeleye tâbi muhacirler iskân edilmeyeceklerdi. Rumların terk etmiş oldukları evlerde yerleşmiş bulunan mübâdeleye tâbi olmayan muhacirler, mülteciler ve istilâzedeler, parça parça yerlerinden çıkarılarak o civarda kendilerine ayrılmış olan Ermenilerin terk etmiş oldukları yerlere iskân edileceklerdi. İskân hakkına sahip olmayan şahıslar hakkında ise, kanun gereği uygun şekilde boşaltma işlemleri yapılacaktı. Kanun gereğince iskân hakkına sahip şahısların hiçbir sebeple açıkta bırakılmaları uygun olmayacağı gibi, üretici duruma geçebilmeleri imkânının geciktirilmesi de uygun değildi. Fakat yukarıda sayılan sınıflara mensup ve mübâdeleye tâbi şahısların iskânı için gereken ev, arsa, arazi kesin bir ihtiyaç ortaya çıkmadığı sürece komisyonlarca kiralanmış olan emvâl-i metrûkeye ait kira sözleşmesinin de iptali uygun görülmemekteydi. Özellikle de mübâdeleye tâbi muhacirlere verilebilecek Rum haneleri mevcut ise, Ermeni emvâl-i metrûkelerinin kira sözleşmesi kesinlikle feshedilmeyecekti86. Fakat bu çalışmaların tamamen olumlu sonuç verdiğini söylemek mümkün değildir. Hatta muhacirlerle birlikte bu grupların sıkıntıları da basında yer yer gündeme gelmiştir.

20 Temmuz 1924 tarihli İkdam gazetesinde muhacirlerle ilgili olarak, Türk hükümetinin ve milletinin en büyük derdinin muhacir meselesi olduğunu; “Bu meselenin büyüklüğü ve önemini göz önüne getirmiyoruz da söz söylemek çareler düşünmek için kendimizde güç bulamayacak hale geliyoruz. Zira bu dertlerle beynimiz dolmuş bir duruma gelmiştir. Hatta bu derdin büyümesiyle devlet adamlarımızın beyinleri de ne derece dolmuş ki, geçen haftaki Manisa nutkunda İsmet Paşa bu durumu muhaceretin kendisi şikayet

maddesidir sözüyle vasıflandırmıştır” haberiyle İsmet Paşa’nın konuşmasından bahsetmiş ve

meselenin zorluğuna dikkat çekerek, bir taraftan da onu şu sözlerle eleştirmişti: “Muhaceret meselesi dertleri bugün öyle kendisi şikayet maddesidir şu halde mühim bir dert değildir. Çünkü çaresizdir demekle basit bir sorun değil, memlekete hayat ve mematı ile hatta tarihi zaferleriyle ve onun mesut neticesiyle beklenen bir meseledir”87.

86 BCA; 272.12/41.48.23. 87 BCA; 272.12/42.51.13.

Şikâyet edilen ve bir yönüyle de insanı üzen mühim sorunlardan birisi çoluğunu, çocuğunu, anasını, babasını, eşini kısacası her şeyini ülkesi uğrunda kaybetmiş olan felâketzedelerin sahipsiz bir vaziyette kalmalarıydı. Bunun yanında bu kişileri iskân edecek henüz bir kanun hazırlanmamış olduğundan bu gibi kimseler mağdur duruma düşmüşlerdi. Hatta bu adamların kaybolan bazı haklarını korumak için hükümetten bir vesika istendiğinde henüz iskân edilmemiştirler, geçici iskân edilmiştirler cevabı alınarak vatandaşlık

hukukundan soyutlanmışlardı88. Şüphesiz felâketzede ve harikzedelerin bu durumları

hükümeti uzun süre uğraştırmış ve bu süreçte de onların sefil durumlarına engel olamamıştır. 3- Vekâlet ve Mahallî Memurlardan Kaynaklanan Aksaklıklar

İskân işinde kargaşalık ve aksaklıklar yaşanmasındaki sebeplerden birisi de, bazen yerel memurların sû-i isti’mâlleri ve yanlış tutumları, bazen de vekâletteki görevli memurların aynı davranışlar içerisinde bulunmalarıdır. Bununla birlikte Mübâdele, İmâr ve İskân Vekilinin kısa aralıklarla üç kez değiştirilmesi, vekâlet memurlarının ihtisas sahibi olmayıp, diğer vekâlet memurlarından oluşması, mahallî memurlarla vekâlet memurları arasında sağlıklı bir diyaloğun kurulamaması, vilâyet memurlarıyla vekâletin mıntıka memurları arasındaki yetki çekişmesi gibi sebeplerden dolayı, Mübâdele Vekâletinden istenilen başarı sağlanamamıştır89. Yine İskân memurlarının mübâdillere karşı takınmış oldukları katı tutum ve davranışlar bunlarla ilgili çeşitli şikâyetlere sebep olmuş ve bu da sağlıklı bir iskân politikasının uygulanmasında bir başka engel olmuştur90. İskâna engel bir diğer nokta ise, mübâdillerin nüfusa kayıt edilmesi noktasında yaşanmıştır.

Mübâdele suretiyle Türkiye’ye gelenler, kati surette iskân olunmadıkça nüfusa kaydedilmeyeceklerdi. Bu sebeple mübâdiller uzun süre nüfus kütüklerine kaydedilmemişti. Mübâdelenin intizamsızlığı yüzünden iskân daireleri bunların çoğunun kayıtlarını tutamamış, defterlerini nüfus idarelerine vermediğinden, bunlar tescil harici kalmışlardı91. Dolayısıyla böyle bir yanlışlık sadece iskân açısından değil, memlekette gizli bir nüfusun varlığını da ortaya çıkararak, bir nüfus sorunu da yaratmıştır. Bunun örneklerinden biri Konya’da yaşanmıştır. Vekâletten Konya mıntıkasına yazılan bir yazıda, mıntıka dâhilinde çalışan imâr ve iskân komisyonlarının uygun bir şekilde çalışmayıp, özellikle de talimatnamenin belirttiği

88 BCA; 272.12/42.51.13. 89 Nedim İpek, agm., s. 16. 90 Ayhan Aktar, age., s. 48. 91 BCA; 30.10/ 124.885.4.

tamirat işlerinde kayıtsız davrandıkları belirtilmiş ve işlerin çıkılmaz bir hal alması nedeniyle müfettiş Nahit Bey’in bu işle meşgul olacağı bildirilmişti. Daha sonra müfettiş Nahit Bey’in göndermiş olduğu raporda, şimdiye kadar gelen muhacirlerin esas kayıt defterlerine kayıtlarının yapılmamış olduğu ifade edilmişti92. Fakat bu yanlışlıkların düzeltilmemiş olduğu nüfus sayımlarında ortaya çıkmıştır.

Düzenli bir iskân politikasına engel olan noktalardan bir diğeri ise para meselesidir. Bu sorun aslında paranın yokluğundan değil, bizzat var olan paranın ya yanlış kullanımı, ya da para karşılığında iş yapma şeklinde ortaya çıkmış olmasıdır. Bu konuda yapılan yanlışlık veya eksikliklerin başında yardım paralarının fazladan verilmesiydi. Örneğin Niğde’de yapılan incelemeler sonucunda 21 aileye bu şekilde boş yere yardım parası ödendiği ortaya

çıkmıştı93. Bundan başka iskân mıntıkaları belirlenirken, o yerlerin iskân ve iaşe

bakımlarından müsait olup olmadıkları iyice araştırılmamıştı94. Bunu fırsat bilen bazı kişiler, muhacirlerin mevcut yerlerini değiştirmek veya iskân edildikleri yerlere giden muhacirlerden para koparmak amacıyla onların istedikleri yere iskân edilebileceklerini söylemekte ve bu suretle kendilerinden para almaktaydılar. Bunun üzerine Mayıs 1924 tarihinde Mübâdele, İmâr ve İskân Vekili bir genelge yayımlayarak, muhacirlerin bu gibi aldatmalara kanmamalarını, iskân yerlerini hiçbir şekilde terk etmemelerini, eğer bir şikâyetleri varsa bunu oradaki mülkî amirlere iletmelerini kesin surette bildirmişti95. Bu tür sahtekârlıklarla sık sık karşılaşılmakta ve hatta bunun sonuçlarının çok büyük sayıya ulaştığı zamanla anlaşılmaktaydı.

Böyle geniş kapsamlı bir sahtekârlık, gayr-i mübâdil Rumlara vatandaşlık vesikası vermekle meşgul olan altıncı tâli mübâdele komisyonunda ortaya çıkmıştı. Vaziyetleri şüpheli olan bazı Rumlar, vatandaşlık vesikası alamayacaklarını ve işlerini başarıyla tamamlayamayacaklarını anlar anlamaz, sahte vesika tedarikine başvurmuşlar ve bunda da

başarı sağlamışlardı96. Bu haber Kasım 1927 tarihinde İkdam gazetesinde çıkmış ve buna

göre, Hamit, Feridun ve Zeki ismindeki üç şahıs aralarında anlaşarak sahte vesikalar yapmışlar ve bunları da Rumlara satmışlardı. Hamit ismindeki şahsın mübâdele komisyonunda memur olarak bulunması sebebiyle burada sahte evrakları kendisi

92 BCA; 272.11/18.84.3. 93 BCA; 272.11/20.100.2.

94 Mesut Çapa, “İstikbal Gazetesi’ne Göre Trabzon’da Mübâdele ve İskân”, Atatürk Yolu, C.2, S.8, 1991,

s.633.

95 “Mübâdele, İmâr ve İskân Vekilinin Neşrettiği Bir Tamim”, Açıksöz, nu: 1082, 26 Mayıs 1924, s. 1. 96 “Sahte Etabli Vesikası Veriyorlarmış”, Akşam, nu: 3252, 2 Teşrîn-i Sânî 1927, s. 1.

mühürlemekteydi. Bu şekilde sahte evrak düzenlediği kişi sayısı 15.000’e ulaşmıştı. Bu

durum, nüfus müdürlüğünün farkına varmasıyla ortaya çıkmıştı97. Bütün bu yanlışlıklar,

memurların katı tutumu, yine bu memurların su-i isti’mâlleri ve işlerini önemsememeleri ve sahte evrak düzenlemeleri yüzünden iskân işinin düzenli yürümesi sağlanamadığı gibi, ülke içerisinde iskân edilmeyi bekleyen çeşitli grupların da artık hükümetten ümidi kesmelerine ve başlarının çaresine bakmalarına yol açmak suretiyle pek sefil bir hâle düşmelerine sebep olmuştur.

4- Dağıtım İşlerinden Kaynaklanan Aksaklıklar

İskân işinde, iskân görenlere verilecek yapı ve toprakları süratle vermenin yanında, bunları süratle tapuya bağlayıp tapularını ellerine vermek de önem taşımıştır. Tapusunu eline almayan bir muhacir, nakil olunan bu yapı ve topraklara kendi malı gözüyle bakamıyor ve gayet tabi olarak yapılar harabeye dönüşüyor, topraklar da bakımsız kalıyordu. İskân işlerinin uzaması yüzünden mübâdele döneminde muhacirlere verilmiş binlerce yapının harap olduğu görülmüştü. Hâlbuki tapusu verilenlerin sahibi derhal imâra, harap olmaktan kurtarmaya çalışıyordu98. Fakat bu işin geciktirilmesi iskânını uzamasına ve pek çok yapının da zarar görmesine sebep olmuştu. Mıntıkalardan yazılan yazılarda, gelen muhacirlere dağıtım işine hemen başlanırsa, bundan sonra gelecek olan muhacirlere hiçbir şey kalmayacağı, bunun da âdil bir dağıtım olmayacağı bildiriliyordu. Bu sebeple, bu konuda acil davranılmaması hedeflenmişti. Gelen muhacirlerin yerlerinde bulunan ve ara ara gelmekte olan muhacirlerin beraberlerinde getirecekleri vesikaların ne miktara ulaştığı da bilinmemekteydi. Bunun yanında Rumların terk etmiş olduğu malların tapu kıymetleri de henüz tespit edilmiş değildi99. Açıkçası kimin ne kadar alacağı kime ne kadar verileceği bilinmiyor, bu da dağıtım işlerinin çıkılmaz bir hal almasına sebep oluyordu.

Bu durum karşısında mıntıkaların düşüncesi ise, önce adalet için biraz gecikmenin gerektiği, sonra Rumlardan kalan malların tapu kıymetlerinin tespit edilmesiydi. Bundan sonra muhacirlerin ellerinde bulunan vesikaların kıymetleri belirlenip, buna göre rakamların gösterdiği doğrultuda işe başlamaktı. Tabi bu şekilde davranılmadıkça da, birçok haksızlığa meydan verilmiş olunacak ve dolayısıyla da şikâyetlerden baş alınamayacaktı. Yine bu sırada,

97 “Rumlara Sahte Vesika Veren Kumpanya”, İkdam, nu: 10966, 2 Teşrîn-i Sânî 1927, s. 1. 98 Galip Pekel, “İskân ve Muhaceret III”, Siyasî İlimler Mecmuası, S.95, Şubat 1939, s. 39. 99 BCA; 272.11/18.86.6.

malların sayım ve döküm işlemleri esnasında hatalar yapılmıştı. Bu hususta yapılan şikâyetlerden birinde şöyle deniliyordu: “Çok yerlerde tapu idarecileri arazi kaydından acizdirler. Genellikle İstanbul’dan kayıt suretiyle bazen cevap alınsa bile bazen de eski kayıtların mahzende çürümüş veya rutubetin tesiriyle yazıların okunamaz bir hale gelmiş olduğundan, kayıtların suretinin alınmasına imkân olmadığı cevabı yazılıyor. Bu durum karşısında verilecek emlakın tapu kıymeti nasıl takdir olunacaktır”100. Bu aksaklıkların ortaya çıkmasına sebep bir nokta da bununla ilgili hazırlanmış kanunların gerekli çözümü getirememiş olmasıdır.

Mal dağıtımıyla ilgili olarak hazırlanmış olan kanunun 6. maddesi sorun oluşturmaktaydı. Çünkü bu kanun maddesine göre, dağıtılacak emvâl-i gayr-i metrûke, her memleket halkı için ancak belirtilen iskân mıntıkaları içerisindeki emvâl-i metrûkeden verilecekti. Ayrıca, emvâl-i metrûkenin dağıtımında terk ettikleri emvâl-i gayr-i metrûkenin çeşidi ve mevkisi göz önüne alınacaktı. Bu suretle arazi veya çiftlik, dükkân gibi mülklerle, değirmen veya fabrika terk etmiş olanlara, yine aynı çeşitten iskân olundukları yerlere göre köy, kasaba veya şehirlerde olmak üzere emvâl-i gayr-i metrûke verilecek, fakat iskân mıntıkalarında aynı çeşitten emvâl-i gayr-i metrûke bulunmadığı takdirde, yalnız terkedilmiş olan emvâlin mevkisi gözetilerek mal dağıtımı yapılacaktı101. Burada özellikle mıntıkalardan iki hususta eleştiri gelmiştir.

Eleştirilen hususlardan birincisi, muhacirlerin gelmesinde eski durumlarının layıkıyla düşünülmemesidir. Zorunlu olarak iskân ve ihtiyaçları karşılanmıştır. Bu itibarla şehirliler köylere, köylüler şehirlere kısacası herkes nasibi olan yerlere düşmüştür. İskân mıntıkası içerisinde örneğin Konya merkezde yerleştirilmiş birine yine aynı mıntıka içerisinde beş saat uzaklıkta bir tarla verildiği zaman, o köylüye hiçbir şey vermemiş demek olduğu gibi, köyde yerleşmiş bir muhacire de şehirden emlâk vermek de aynı şekildeydi. Gerçi kanun güzel düşünülmüş ve adaletin sağlanması hususunda mümkün olan ne ise göz önüne alınmıştı. Ancak köylü iken şehirde, şehirli iken köyde iskân ettirilmiş ve oralarda az çok iş tutmuş olanların da durumlarının göz önüne alınmasının gerekli olduğu102 savunulmaktaydı.

100 BCA; 272.11/18.86.6. 101 BCA; 272.11/18.86.6. 102 BCA; 272.11/18.86.6.

İkinci nokta ise, yukarıdaki maddeye göre muhacirlere memleketlerinde terk ettikleri malların cinsi ve mevkisine göre ona eşit gelen mal verilecekti. Fakat buradaki sorun terk edilen malın burada dengini bulmak ne derecede mümkün olabilecekti. Yüzde onu bulunsa dahi yüzde doksanı bulunmayacaktı.

Yapılması istenilen nokta ise, mallarını terk edenlerden her birisi için ibraz edeceği vesikanın %20’si karşılığında nakit olarak verilmesi, bu sebeple muhacire iskân edildiği mıntıkanın herhangi bir yerinde yerleşme imkânının kendisine verilmesidir. Böyle bir uygulama yapıldığı zaman ise köyde tarla terk etmiş olan bir çiftçi şehirden dükkân alamayacak ve şehirde dükkân terk eden birisi de köyden tarla alamayacaktı. Böylece köydeki çiftçi tarlasına, şehirdeki dükkâncı da dükkânına sahip olmuş olacaktı ki, neticede her iki kesim de üretici bir hale gelebilecekti. Fakat böyle bir durum yoktu. Herkes bir yer kapmış ve kendisini o yerin sahibi görmekteydi. Buna karşın boş olan yerlerin muhacirler arasında ihale suretiyle satılması da teklif edilmişti. Bu şekilde keyfi bir dağıtımdan kaçınılmış olunacaktı103. Fakat her ne şekilde olursa olsun, daima bir aksaklığın ortaya çıkması mümkündü. İşte bu aksaklıkların önüne geçilememesi ise pek çok muhacirin yerlerini terk etmesine sebep olmuştur. Muhacirler arasında yerleştiği köyü bırakıp gidenlerin çeşitli sebepleri vardı. Bu nedenler arasında toprakla ilişkili olanlar başta yer almaktadır. Toprağın yüz ölçümü olarak yetmeyişi, ya da veriminin düşük oluşu yanında, dağıtılan toprağın hukuk açısından anlaşmazlık konusu olması önemli bir nedendir. Uzun yıllar geçmesine karşın, yerleştirilenlerin tümünün ya da bir bölümünün tapuya kavuşamadığı muhacir köyleri vardı.

Yerleştiği köyü bırakıp gitmenin bir başka nedeni de, çevredeki yerli halkın muhacirler üzerine yaptığı çeşitli baskılardır. Yerli halkın yararlanamadığı ya da, borçlanma yoluyla yararlanabildiği haklardan muhacirlerin çoğu kez doğrudan doğruya ve karşılık aramaksızın yararlanabilmeleri yerli halkta çekememezlik ya da kıskançlık duyguları yaratmıştır. Özellikle muhacirlere dağıtılan topraklardan daha önce yerli halkın kullanmakta bulduğu toprakların çoğunlukta olması, bu kıskançlığa ve geçimsizliklere kaynak olmuştur. Alt yapı ve kamusal hizmetler alanındaki yetersizlikler de bazı muhacirlerin yerleştirildikleri köyleri bırakmalarını etkilemiştir104. Bununla birlikte yukarıda da bahsedildiği üzere, şehirlinin köye köylünün ise şehre iskânı da, bu işin uzamasına ve dolayısıyla firarlara neden olmuştur.

103 BCA; 272.11/18.86.6. 104 Cevat Geray, agm., s. 30.

Firar eden muhacirler kendilerine göre haklıydı. Onlar, eski yerleşim yerlerinin merkez olması, köy yaşamına alışkın olmadıklarını düşünerek, merkez kaza ve kasabalarda kalmak istemişlerdir. Bu suretle Yunanistan’da sıkıntı çektikleri gibi Türkiye’ye gelince de bu sıkıntıları bitmiş değildi. Örneğin Erbaa’ya gelmiş bir aile kendilerine hiçbir mal verilmediğinden şikâyet ederek yardım talebinde bulunmuşlardı105.

Lozan Antlaşması gereğince, Yunanistan’daki emvâl-i metrûkesi mübâdeleye tâbi kılınmış mübâdillerin birçoğu, göç esnasında Yunan ve Bulgarların zulüm ve baskılarına maruz kalmışlardı. Öyle ki, bütün mallarını bıraktığı gibi ev eşyalarını ve diğer ağır yüklerini dahi bırakmak zorunda kalmışlar, sadece hayat ve namuslarını kurtarmak derdine düşmüşlerdi. Bu şekilde Türkiye’ye göç eden muhacirlerin en büyük sorunu ise arazi ve mal dağıtımı esnasında ortaya çıkmıştı. Bu hususta bölgelerden Dâhiliye’ye gönderilen bir yazıda, bu durumun muhacirlerin mağduriyetine sebep olduğundan bahsedilerek, ev eşyalarını tamamen ve kısmen yanında götürenlerin I. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele dönemlerinde bir memleketten diğer memlekete göç etmeleri neticesinde yağmalanmış olduğu ve bu muhacirlerin bugün ne ev eşyası ne de onunla ilgili memleketinde terk ettiği malların tapu senetleri mevcut olduğu bildirilmişti106. Görüldüğü gibi çeşitli yollarla Türkiye’ye gelmiş olan muhacirlerin, ellerinde böyle bir senetleri mevcut değildi. Buna karşın hükümet, bunu zorunlu koşmaktaydı. Genelge gereğince emlâk ve arazi dağıtımında esas alınacak nokta, bahsettiğimiz tapu senetleriydi. Bu karışıklık ortaya çıkınca, mıntıkalar konunun ehemmiyetine binaen başka bir çıkar yol bulunması, aksi takdirde buradaki muhacirlerin hiçbir şekilde üretici duruma getirilemeyeceği gibi, sefil ve perişan bir duruma da düşmelerine sebep olunacağı bildiriliyor ve ısrarla bu konunun yeniden ele alınması noktasında teklifler gönderiliyordu. Fakat hükümet, mübâdillerin sefil vaziyette kalmamaları yönünde çalışmalar yaparken bu kez de karşısına malların kıymetinin belirlenmesi noktasında hükümetler arasında farklılıklar ortaya çıkmıştı.

Yunanistan’dan göçüp gelen mübâdillere, orada bıraktıkları mallara karşılık Yunan hükümeti ve Türk hükümetinin ayrı ayrı belirlemiş olduğu kıymetler vardı. Ancak Yunan hükümetinin verdiği vesikadaki kıymetler ile Türkiye’deki eski tapu senetlerinde yazılı kıymetler arasında büyük farklar vardı. Tabi Yunan hükümetinden alınan vesikanın değeri gerçek kıymetine daha yakındı. Bunun karşısında Türkiye’deki eski tapu senedine göre

105 BCA; 272.11/20.101.2. 106 BCA; 272.12/44.68.20.

kıymet biçmek ise haksızlık olacaktı. Örneğin Selanik’te yan yana yapılmış aynı şekilde iki evin, Selanik Osmanlı’da iken belirlenen tapu kıymetlerinin 5.000 kuruş olduğu farzedilirse, bu evlerden birisi Yunan hükümeti zamanında alım-satım görmüş ise, Yunan hükümetinin muhacire vermiş olduğu vesikadaki kıymet, şüphesiz ki alım-satım kıymetine yakın değerdeydi. Şimdi bu vesika ile Türkiye’deki eski tapu senetlerindeki yazılı kıymetler aynı derecede farzedilecek olursa, işlem gören ev için ibraz edilen vesikaya verilecek önem, işlem görmemiş olan ev için ibraz edilen tapu senedine verilecek önemden çok fazla olacaktı. Kanuna göre 5.000 kuruşlu tapu kıymetli eve 1.000 kuruş verileceğine karşılık aynı kıymette Yunan hükümetince kıymeti artırılmış olan ev için ibraz edilen vesikaya belki 100 lira kıymet verilecekti107. Bu da son derece dikkat edilmesi gereken ve ne muhaciri ne de hükümeti zarara uğratacak uygulamalardan kaçınılmazı gereken bir durumdu.

Mübâdeleye tâbi muhacirlere verilecek mallarla ilgili talimatnamenin itiraz gören bir diğer yönü de beyannamelerle ilgili olanıdır. Buna göre, henüz karma komisyon tarafından kıymet belirleme işlemine itiraz edilmediğinden, halk arasında iki nüsha olarak bizzat düzenlenen ve komisyonlarca bir nüshası tasdik edilen beyannameler, hakikate uygun olmadığından bunlar üzerinden hareket etmenin doğru olmayacağı bildirilmişti. İlk bakışta doğru düşünülmüş isabetli bir karardı. Fakat işin kötü tarafı muhacirlerin yaklaşık %80’inde bu beyannamelerden başka vesika yoktu. Tapu senedine nadiren tesadüf edilmekteydi. Bu beyannameler bizzat şahısların kendisi tarafından tanzim edilmiş ve komisyonlarca da aynen tasdik edilmiş olduğundan, içerikte tapu senetlerinden pek farklı olup, neredeyse tamamı terk edilen malların gerçek kıymetlerinden çok fazlası yazılmıştı. Bunun yanında, bunların hiç dikkate alınmaması da doğru değildi. Elde bulunan terkedilmiş mallar eğer tapu senedi olanlara önce verilirse bu kez de diğerlerine bir şey kalmayacaktı. Bu sebeple dağıtımın bir müddet daha ertelenmesi tavsiye edilmekteydi108. Ancak bir taraftan dağıtım intizamlı bir şekilde yürüsün diye işin erteleme yoluna gidilirken, diğer taraftan da muhacirlerin sefaletine ve üretici duruma geçememelerine sebep olunuyor, yani ülke ekonomisine zarar veriliyordu. Aslında mesele sadece bundan da ibaret değildi. Bu işin ertelenmesinin ardındaki bir diğer nokta ise, henüz emvâl-i metrûkelerin tespitinin yapılamamış olmasıydı.