• Sonuç bulunamadı

1.2. BANKACILIK SİSTEMİ

1.2.2. Türk Bankacılık Sektöründe Yaşanan Mali Riskler

1.2.2.4. Likidite Riski

Likidite riski, sahip olunan kıymetin istenildiğinde paraya çevrilememesini, kıymetini cari piyasa değerinin altında elden çıkarılmasını ifade eder. Likidite riski, finansal piyasalarda karşılaşılan önemli risklerden biridir. Şüphesiz, bankaların amacı riskini büyütmeden karını maksimize etmektir. Çünkü, daha yüksek karlara daha büyük risk maliyetine katlanıldığında ulaşılmasıdır.

Likidite riski, bankacılıktaki ana risklerden biridir. Likidite, fon taleplerinin karşılanabilme yeteneği olup, finansal kurumlar için yaşamsal öneme sahip bir kavramdır. Banka fon yöneticileri, aşırı likit olma ile yeteri kadar likit olmamanın maliyetini dengelemek zorundadır. Bankanın likidite açısından aşırı düzeyde açığa düşmesi, ödemelerinde kullanabileceği yeterli düzeyde hazır parasının olmaması, bankanın iflas etmesine yol açabilir. Aynı zamanda bankanın, önemli bir kredili müşterisinin iflası, zincirleme etki ile bankanın kullanımına tahsis edilmiş kredi limitlerinin ve olanaklarının da durdurulmasına neden olabilir. Bu durum, bankanın kaynak girişini ve nakit akışını ciddi şekilde etkileyeceği için, bankanın iflasına veya çok zor durumda kalmasına yol açabilir.

Bankalar herhangi bir likidite darboğazı sonucu zor durumda kalmaması için aktiflerin büyük bir kısmını likit değerlere yatırmaları gerekmektedir. Bankaların denetiminden sorumlu kamu otoriteleri de, bankalara belirli likidite zorunlulukları getirerek bankaların likidite riskini belirli ölçüde azaltmaya çalışmaktadır.

Likidite riski bankaların varlık ve yükümlülüklerinin farklı vadelerde olmasından kaynaklanır. Likidite riski altında yatan asıl problem, bankalar tarafından mevduat sahiplerinin ne zaman ve ne miktarda geri çekeceklerinin ve kredi talep edenlerin de ne zaman ve ne miktarda paraya ihtiyaçlarının olacağının bilinmemesidir. Bankanın belli bir dönem için nakit borçları; nakit çıktıları ve nakde çevrilebilecek varlıkları ile nakit varlıkları toplamından fazla olursa, banka likidite riski ile karşı karşıyadır. Bankalar ve bünyelerindeki bu piyasalar güven müesseseleri oldukları ve sistemin tıkanmaması için kar amacından önce bu riski minimize etmeye çalışırlar. Sorumluluğunu yerine getiremeyen bankalar cezai faize maruz kalır ve piyasada itibar kaybederler. Bu nedenlerle bankalar, gerek kredi faaliyetlerini ve yatırımlarını sürdürebilmek, gerekse mevduat sahiplerinin taleplerini karşılayabilmek için yeterli miktarda kullanabilir hazır fona sahip olmak zorundadırlar.

Para piyasalarında, uzun vadeli borç verip, bunları kısa vadeli kaynaklar ile fonlamak, döviz piyasalarında ise, bir para cinsinden, piyasaya göre çok büyük pozisyon taşımak ve forward işlem valörlerinde farklılık likidite risklerinin esas kaynağını oluşturur. Forward işlemlerde, satın aldığımız tutarın vadesi yakın, geri ödeme vadesi uzak olursa, likidite riski yoktur.

Bankanın likiditesini ölçebilmek için çeşitli rasyolar geliştirilmiştir. Standart olarak kullanılan rasyolardan biri toplam kredilerin toplam mevduata oranı, diğeri ise Hazine bonosu ve devlet tahvilleri portföyü toplamının mevduata oranıdır. Ancak her ikisi de likiditeyi ölçmek bakımından yeterli olamamaktadır.

Toplam krediler/toplam mevduat rasyosu bankanın kredi taleplerini karşılamada mevcut kaynakların ne kadarının kullanılmış olduğunu göstermekte ve ne kadar yüksekse bankanın kredi verme kapasitesinin o kadar azaldığını ortaya koymaktadır. Ancak bu arada bankanın kullanılabilir fona dönüşebilir diğer aktiflerini göz ardı etmektedir.

Hazine bonosu ve Devlet tahvili portföyü toplamı/Toplam mevduat kullanılabilir fonları göstermek bakımından daha iyi bir gösterge olmakla birlikte,

burada da, portföy toplamının ne kadarlık kısmının disponibilite yükümlülükleri ve repo işlemlerine bağlı olduğu gözden kaçmaktadır.

Bankanın gerçek likiditesine bağlı faktörler şöyle özetlenebilir:

• Mevduatın yapısı ve vol atilitesi (volatility)

• Mevduat dışındaki pasiflerin kompozisyonu ve vadeleri • Mevduat akımları ve kredi taleplerindeki mevsimsel özellikler • Kredi portföyünün kompozisyonu

• Çeşitli aktiflerin pazarlanmasına yönelik ikincil piyasaların varlığı • Bankanın ilave fonlar için borçlanma kabiliyeti

Banka yönetimi bankanın likidite politikasını saptarken yalnız bugünü değil, gelecekte ortaya çıkabilecek gelişmeleri de göz önünde bulundurmak durumundadır.

Bankaların likidite bulundurmaları için asıl olarak dört ana neden sözkonusudur.

• Toptan fonların yenilenmesi ya da perakende mevduatın çekilmesi nedeni ile oluşan net fon çıkışlarını tekrar yerine koyma gereği,

• Beklenen fon girişlerinin gerçekleşmemesini karşılama gereği, • Olası sorumluluklar sözkonusu olduğunda yeni fonlar bulma gereği, • Bankanın yapmak istediği yeni işlere girebilme gereğidir.

Bankalar likiditeye ihtiyaç duydukları an ile bu ihtiyacı tedarik etme süresi arasında bir uyumsuzluğun sözkonusu olması likidite riskini doğurur. Vade uyumsuzluğu da belirli bir zaman dilimi içinde her vade aralığındaki aktif ve pasiflerin kalan vadelerine göre sınıflandırılması ile büyük ölçüde giderilebilir.

Bankaların pozisyonlarındaki para birimleri kolay pazarlanabilir değilse ve fazla miktarda ise, net döviz pozisyonunun çok büyük olması önemli ölçüde likidite

riskinin olduğunu gösterir. Bu nedenle, nakit akış limitleri likidite riskinin kontrol edilmesi açısından faydalıdır.

Likidite riskini kontrol altında yönetebilmek için, önce bankaların likidite ihtiyacını doğru olarak tahmin etmek gerekir. Likidite ihtiyacının belirlenmesinde yöneticilerin geçmiş tecrübe ve önsezilerine güvenileceği gibi, sayısal yöntemlerde uygulamada ön planda yer almaktadır.

Bankalar likidite ihtiyaçlarının bilançonun pasif kısmından sağlanmasına yönelik bir çok likidite enstrumanı geliştirdiler. Bu enstrumanlar;

• Kısa süreli bankalar arası borçlanmalar

• Büyük ciro edilebilir/edilemeyen mevduat sertifikaları (CD’s) • Geri satın alma sözleşmeleri (RP’s-repo işlemleri)

• Geri satma sözleşmeleri (ters repo) • Hazine bonoları

• Hazine garantili kısa süreli sertifikalar

• Tahvil ve banka kabulleri gibi diğer para piyasası enstrumanları olarak özetlenebilir (Crosse , 1975, s 37-40).

Likidite yönetimi bankaya bilançonun aktif kısmının sağlayabileceğinin üzerinde likidite kazandırırken bunun başarılı bir şekilde devamı vadesi gelen pasiflerin finanse edilmesi için daha fazla pasifin pazarlanmasını gerektirir. Burada en büyük risk bankanın ödünç alınmış fonlara çok fazla bağımlı hale gelmesi ve beklenmedik nakit ihtiyaçlarını karşılamak bakımından aktiflerinin likiditesinin yetersiz olduğunun para piyasasındaki diğer katılımcılar tarafından anlaşılmasıdır. öyle bir durum ortaya çıktığında bankanın ilave ödünç fonları elde edebilme şansı oldukça azalacaktır. Zaten büyük bankaların daha küçük bankalara kıyasla daha düşük getirili borçlanma enstrumanları satabilmelerinin altında yatan da risklilik derecelerinin daha az olarak kabul edilmesidir. Bir bankanın pasiflerini pazarlayabilmesi aynı zamanda piyasa koşullarına ve piyasanın oranlarını ödeme konusundaki eğilimine bağlıdır. Bankaların ödünç alınan fonlara daha fazla oranlar

ödemeleri ancak bu fonların marjinal maliyetleri ile bu fonlar ile verilecek kredilerin oranları arasında yeterli bir spredi koruyabilmelerine bağlıdır.