• Sonuç bulunamadı

3. SAVAŞ KADROSU

3.1. Savaşta Yer alan Kişiler

3.1.5. Levend

Deniz askerlerinden bir sınıfı karşılayan levend terimi Türk korsan gemilerinde görev yapan ve Akdeniz’de faaliyette bulunan güç kuvvet sahibi denizciler için kullanılmıştır. Daha sonra Osmanlı denizlerinde çalışan bu denizci grubu donanmanın bozulmasıyla

106

beraber ya Anadolu’da topluca yağmacılıkla meşgul olmuş yahut da sair paşaların emrine girerek asıl vazifelerinden uzaklaşarak kötü işler yapmaya başlamışlardır. Klasik Türk şiirine de daha ziyade bu olumsuz özellikleri ile konu olmuşlardır.315

Muhibbî Divanı’nda sevgilinin ay gibi parlak alnına ve güneş gibi aydınlık yüzüne âşık olan kişi bu hale düştüğünden beri sevgilinin mahallesi başında sabah akşam dolandığını, bu haliyle de bir levende benzediğini ifade etmektedir.

Levendlerin İstanbul’da bulunanlarının çeşitli hoş olmayan tavır ve davranışlarda bulundukları ve hatta bunun engellenmesi amacıyla bir teşkilatın kurulmasının dahi düşünüldüğü vakidir.316 Buradaki levendin de sokaklarda başıboş halde dolaşan âşığa benzetilmek suretiyle bu türden bir kişi olduğu söylenebilir.

Kamer alnuna vü gün yüzüne ʿâşık olalı

Ser-i kûyunda yürür şâm u seher sanki levend (G398/4)

Bir başka benzetme unsuru olarak, saray ve bahçe arasında kurulan irtibat dolayısı ile çemenin sultanı olan gül karşısında siyaha çalan rengi ile menekşe başına siyah renkli külah geçirmiş levend oğlanına benzetilmiştir. Külah, giydiği kişinin mensup olduğu tabakayı temsil etmekle birlikte padişahın etrafındaki kişiler de görevlerine nispeten çeşitli külahlar giymişlerdir.317 Buradan hareketle levendlerin şeb- külah adında, Cebecilerin de giydiği külahlardan kullandıkları anlaşılmaktadır. Dal kısmının vücut; çiçek kısmının ise külah takılı baş olarak tahayyülü sonucu hem şekli itibariyle hem de menekşenin tevazu sembolü bir çiçek olması hasebiyle beyitte şeb- külah takmış levend oğlanı ve menekşe arasında bağlantı kurulmuştur.318

Cümle ezhâra nazar kıl gül çemen sultânıdur

Şeb-külâhıyla benefşe san levend oglanıdur (G459/1)319

315 Özkan, Divan, s. 228, 229. 316 Özkan, Divan, s. 228. 317 Özkan, Divan, s. 603.

318 Aynur Koçak, “Necati Bey’in ‘Menekşe Kasidesi’ Ekseninde Menekşenin Öyküsü”, I. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu, ed. Gencay Zavotçu, Kocaeli: Faal Matbaa, 2009, s. 40.

107 3.1.6. Mübâriz

Teke tek savaşmak anlamına gelen mübareze kelimesinden türetilmiş olan mübâriz savaşlarda meydana çıkarak düşmanlarından biriyle birebir dövüşen kimseler için kullanılan bir tabirdir.

Muhibbî Divanı’nda aşk savaşı bağlamında âşığın gönlü sevgili karşısında bir mübâriz olarak düşünülmüştür. Karşılıklı ve yakın mesafeden bir mücadele halinde âşığın yaraları, gönlü ve sinesi da kalkan olarak tasavvur edilmiştir. Beyitteki aynadan âşığın kalkanının çelik gibi bir maddeden yapılmış olduğu sonucu çıkarılabilir.

ʿIşk meydânında gönlüm bir mübârizdür bugün Daglar âyîneler sînem anun kalkanıdur (G604/3)

3.1.7. Peyk

Osmanlı’da ilk zamanlarda yaya postacı sınıfına mensup kimseler olan peykler diğer ulaklardan padişahın korumalığını üstlenip daima onun etrafında yer alan kişiler olmaları hasebiyle ayrılabilir. Esas görevleri padişah iradelerini iletmek olan peykler daha sonraları saltanat alameti sayılarak gösteriş ve debdebe maksadıyla da kullanılmışlardır. Fatih Kanunnâmesi’nde “Sefer-i zafer rehberim vâki oldukta rikâb-ı hümâyunumda solak başı ve peyk yürüsün”320 ifadesi yer almaktadır. Klasik Türk şiirinde peyk çoğunlukla âşıktan haber götüren olarak âşığın ahı ve sevgiliden haber getiren olarak sabah rüzgârı ile birlikte kullanılmıştır. Avnî ve Muhibbî divanlarında da benzer kullanımlara rastlanır.

Avnî düşman addettiği rakibin hilelerinden sakınmak için ah ulağının boynuna dualı muska taktığını ifade etmiştir. Şah kelimesinin tevriyeli kullanıldığı düşünülürse beyitteki peykin aşk ülkesinde önemli bir yeri olan âşığın sevgiliye haber ileten bir görevli olduğu düşünülebilir.

108

ʿAvnîyâ mekr-i rakîb-i dîvi defʿ itsün deyü

Peyk-i âhun boynına takdum hamâyil şâh şâh (A-G7/5)

Muhibbî’de de benzer şekilde peyk haber iletici olarak yer almaktadır. Klasik Türk şiirinde sevgili sultan hükmünde olduğundan ondan gidecek haberleri de peyk taşımaktadır. Şair sevgili yanında onun kulu hükmünde olduğundan ondan haber getirecek peykin dahi ayağına canını toprak eyleyeceğini ifade etmektedir.

Nâgehan bir peyk virse bana cânân müjdesin Eyler-idüm pâyına ol demde cânumı nisâr (G996/4)

Klasik Türk şiirinde sevgiliden haber getiren peyk sabah rüzgârıdır. Nitekim sevgili güzellik unsurları ile çiçeklere teşbih edildiğinde kokusu sabah rüzgârı tarafından taşınmakta ve âşığa ulaşmaktadır. Beyitte ise bu peyk hem sevgiliden haber getirmiş hem de âşığın halini görmüş ve ondan da sevgiliye haber ulaştıracaktır. Hızlı gitmesi sebebiyle şair sabah rüzgârından daha çabuk ve çevik bir ulak bulamadığını ifade etmiştir.

Yâra sensin viren iy peyk-sabâ peygâmumı

Bulmadım bir kişi sen çâpük ü çâlâke düşer (G685/2)321

Âşığın halinden haber veren diğer bir ulak ise kendisinden peyda olan ahlarıdır. Şair beyitte kanlarla dolmuş gönlünden sararmış yüzüne kadar içine düştüğü sıkıntılı halleri bir name ile sevgilisine ah peykinin iletmesini istemiştir.

Hûn-ı dilden rûy-ı zerdüme yine ahvâlümi

Nâme yazdum peyk-i âhum ilete dildâruma (G3068/3)322

3.1.8. Piyâde

Temel anlamı yaya demek olan piyâde kelimesi orduda yaya olarak savaşan askeri karşılamaktadır. Bunlar silahla donatılmış olup ordunun esasını oluşturmuşlardır.323

321 Benzer kullanımlar: G915/6, G917/3. 322 Benzer kullanımlar: G90/4.

109

Avnî ve Muhibbî divanlarında savaş kavramları ile birlikte fakat daha ziyade temel anlamını akla getirir şekilde kullanılmıştır.

Avnî Divanı’nda şehsüvar olan sevgilinin büyüklüğü ve yüceliği belirtilmek amacıyla kendisi at üstünde olarak; nice kıdemli kişiler ve âşığı olan şair ise piyade olarak ayağının toprağına yüzlerini sürmektedirler.

Piyâde hâk-i pâyına niçe ferzâneler ruh kor

Bu hâki pây-mâl itmek umaram şeh-süvârumdan (A-G58/3)

Muhibbî Divanı’nda da benzer şekilde şehsüvar sevgili naz ile atını sürmeye başlayınca kimin onun atı önünde piyade olmak istemeyeceği ifade edilmiştir. Esasen soru sorulsa da cevap bellidir ve o güzel ata bindiğinde herkes önünce yürümek istemektedir.

Ol şeh-süvâr nâz-ıla esbe süvâr ola

Atı önince olmayan anun piyâde kim (G2061/3)324

3.1.9. Sipâhî

Osmanlı’nın merkezi askeri teşkilatını Kapıkulu askerleri oluşturmaktadır. Yeniçeriler ve sipahilerin teşkil ettiği bu merkez ordusunda Kapıkulu sipahileri ise altı bölükten müteşekkildir. Bu bölüklerden biri olan Kapıkulu sipah bölüğüne kırmızı bayrak da denilmiş olup kırmızı başlık giyerlermiş. Vazifeleri ise savaş sırasında padişahın solunda durarak kendisini ve sancağını korumaktır.325 Orduda sipahi teşkilatı da ilk Osmanlı Türkleri tarafından kurulmuş ve 19. yüzyıla kadar varlığını devam ettirmiştir.326

Muhibbî sipahiyi kanlı akan gözyaşlarına benzetmiştir. Tanımdaki özelliklerine benzer olan bu asker al bayrak taşıyor halde vasfedilmiştir.

Al bayraklu sipâhî leşkerümdür eşk-i surh

Dûd-ı âhum götürelden başum üstine ʿalem (G2364/2)

324 Benzer kullanımlar: G920/1, G1050/4, G4105/4. 325 Pakalın, Osmanlı C.2, s.176.

110 3.1.10. Süvâr (Şehsüvâr)

Süvar ata binen kişi; şehsüvar ise daha usta binici anlamına gelmektedir. Çekirdeğini akıncıların oluşturduğu bu atlı kuvvet ilk kez Osman Bey döneminde oluşturulmuştur. Osmanlı ordusunda süvari birlikleri çok büyük önem arz etmiş, bilhassa 16. yüzyılda ordudaki süvari sayısı zamanın en büyük süvari kuvvetini oluşturacak seviyeye ulaşmıştır.327

Avnî Divanı’nda sevgiliyi betimlemek için kullanılmış olan şehsüvar, oldukça hızlı hareket etmekte; acımasız ve korkusuz davranmaktadır.

Yüz sürem bir şehsüvârun atı izine dime

Dahi gerdine erişmedin gubâr eyler seni (A-G70/3)328

Muhibbî Divanı’nda da sevgili şehsüvar kelimesi ile tanımlanmıştır. Beyitte meydan gününden kasıt savaş günü olmalıdır. Şu halde sevgili de komutan olarak atı ile ordusunun başında görünmekte olacağından şair kendisini naz atı üzerinde işve ile salınırken görmek için heves duymaktadır.

Rûz-ı meydân oldı âh ol şeh-süvârum kandadur

Esb-i nâz-ıla ʿaceb ol şîve-kârum kandadur (G825/1)329

Güneşin de mazmun olarak sultana eşdeğer olması kendisine süvar payesi kazandırmaktadır. Şu haliyle bir kumandan edasıyla başına altından miğfer geçirmiş güneş aslanlara yaraşır bir biçimde felek atının binicisi olmuştur.

Oldı şîrâne bu esb-i çarh-ı gerdûna süvâr

Ol sebebden başına urındı zer migfer güneş (G1421/3)

Muhibbî âşıkları bir süvari birliği olarak düşünmüş ve bunlar arasında sevgiliden gelecek kirpik oklarına karşı göğsünü gerecek kaç cesur aşk şehsüvarı (gerçek âşık) olduğunu sorgulamaktadır.

327 Batu, Türk, s. 6, 9.

328 Benzer kullanımlar: A-G58/3.

329 Benzer kullanımlar: G25/4, G436/4, G830/3, G1052/6, G1127/4, G1306/2, G1321/4, G1790/2,

G1998/4, G2061/3, G920/1, G1050/4, G1803/6, G1857/2, G2404/2, G2419/1, G2799/4, G2826/2,G2917/3, G3095/2, G3153/5.

111 Geldükçe müje tîrine karşu gögsin gere

ʿUşşâk ara var mı ola şehsüvâr-ı ʿışk (G1621/4)