• Sonuç bulunamadı

Zizek Felsefesi ve ‘Gerçeğin Çölü’ne İlk Adım

II. BÖLÜM: Siyasal Teori – Psikanaliz: Zizek, Kovel ve Laing

2. Siyasal Olana Psikanalizle Bakmak: Slavoj Zizek

2.1. Zizek Felsefesi ve ‘Gerçeğin Çölü’ne İlk Adım

Düzgün bakınca karmaşadan başka bir şey Görünmeyen; ama yamuk bakınca biçimi Ayrıştırılabilen perspektifler gibi…

(Shakespeare, II. Richard, Oyun II, sahne II)

Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi (2008a:174) adlı eserinde nesnenin mantığını örneklemek için bir fıkra anlatır: Deli taklidi yaparak askerden kaçmaya çalışan bir adamın semptomu, eline aldığı bütün kâğıtları inceleyerek ‘Bu o değil!’ diye fırlatıp atmasıdır. Adam, sonunda askeri bir psikiyatriste gönderilir ve doktorun odasındaki tüm kâğıtları da aynı şekilde kurcalayarak ‘Bu o değil!’ diye atar. En sonunda adamla iletişim kuramayan doktor, deli olduğuna kanaat getirerek tezkeresini yazar;

tezkere eline tutuşturulan adam kâğıda bakar ve ‘İşte bu o!’ der. Bu anekdot, arzunun nedeni ve sonucunun bir ve aynı şey olduğu durumlara iyi bir örnek teşkil etmenin yanında, dünyanın sağ – sol kutuplaşmasının mantıksal düzeni, bu düzenin altüst olduğu 1980’ler ve o günden bugüne Sol’un yaşamakta olduğu arayışın bir metaforu olarak da göze çarpmaktadır. Türkiye’de Zizek üzerine düşünen en önemli kişilerden biri olan Bülent Somay, Kırılgan Temas için yazdığı sunuşta Slavoj Zizek’i ‘İşte bu o!’ diyebilmenin en büyük adayı olarak sunar. Bu anekdotun, Zizek’i de yakından ilgilendiren politik bir bağlamını kuracak olursak, 1990’lardan önce Sol’un bugünkü takıntılı arayışı, onun temelini henüz bu denli boş bırakmamıştı. Her ne kadar, Sosyalist, Reel sosyalist, Devlet kapitalisti gibi adlandırmalar mevcut olsa da Sol’un özdeşleşebileceği bir Büyük Öteki vardı ve konumlanışlar genelde Sovyetler Birliğine endeksliydi. Ancak 1990’lar bu konumlanışların yerini tanımlanamazlığa bırakması olarak adlandırılabilir ya da Lacan’ın kapitone noktalarının bir bir

yerinden edilişi, gösterenleri gösterilenlere bağlayan anlamların altüst oluşu olarak açıklanabilir. Bülent Somay, Sol’un bu durumunu kuramsal temelde de anekdotla bağlantılı olarak açıklar: Sol, eline geçen her kuramı, her anlamlandırma çabasını ‘bu değil’ diye fırlatmaktadır. Poulantzas? Bu değil! Althusser, Adorno? Bu değil!

Benjamin? Bu değil! Leninizme dönüş, çevrecilik, feminizm, yorumsamacılık, New Age mistisizmi? Hiçbiri değil! Bu durum sadece Sol’un takıntı nevrozu ile açıklanamaz; aranan arzu nesnesinin eksiksiz olması beklenirken, sorun bu nesnenin mevcut olmamasındadır (Somay,2006:8). Zizek’in düşüncesi böyle temel bir eksik, ya da daha doğru bir tabirle antagonizma üzerinde yükselir.

Zizek’in çalışmalarının beslendiği en önemli kaynak, Lacancı psikanalizdir.

Lacan, nasıl Kant’ı Sade ile okumayı öneriyorsa, Zizek de Hegel’i Lacan ile, Lacan’ı Marx ya da Hitchcock ile okumayı önerecektir. Zizek, okunacak olanın içine yeni bir çekirdek yerleştirerek iç dengeleri altüst etmeyi önermektedir. Bu yöntem Marx’ın Hegel’i Feuerbach ile, Proudhon’u Adam Smith ile, Adam Smith’i Hegel ile okumasına benzer. Bu bağlamda Zizek, dokunduğu her noktayı birbirinden farklı düşünce alanlarıyla yorumlar, hiçbir noktada uzun süre durmaz, ‘Bu değil!’ derken de ‘İşte bu o!’ diyebilmenin amansız mücadelesini sunar (Somay,2006:11).

Felsefede Hegel, siyasal teoride Marx, psikanalizde Lacan, Zizek’in teorisinin temel taşlarını oluşturur. Hegel’in yöntemini benimseyen çalışmaları, temel itici gücünü ve nedenini şüphesiz Marx’ta bulurken, Lacancı psikanaliz, olguları incelemede temel çerçeveyi sunar32. Lacan, Zizek’in başta siyasal olanı algılamada,

32 Zizek’in çalışmalarının felsefi temelindeki düşünürlerden birinin Hegel olduğunu söylesek de, bu metinde Hegel ve felsefesi üzerinde durulmayacak, sadece gerekli görüldüğünde Zizek’in metinlerinde yer verdiği kadarına değinilecektir. Bu çalışmanın temel çerçevesi açısından Zizek’in politik olguları psikanalizin kavramlarıyla açıklama çabası önem taşımaktadır. Zizek’in, Hegel’i temel aldığı başlıca çalışmalardan bazıları için bkz. Zizek (2005a:89-150; 2007:92-185; 1998:125-165;

bunun dışında edebiyat, sinema, din ve felsefeye bakışında temel noktadır; Judith Butler’ın sözleriyle, Zizek’in düşüncesinde Lacancı psikanaliz adeta nefes almaktır.

Zizek’in temel iddiası, Lacan’ın düşüncesinin Aydınlanmanın varisi olmasının yanında ileriye doğru bir dönüşümü temsil etmesidir. Lacan, Platon ile başlayan, Kant ve Hegel ile yön verilen, var olmanın doğasını anlama çabası olarak adlandırabileceğimiz Avrupa’nın aşkın metafizik rotasında hem ilerlemekte hem de onu radikalleştirmektedir. Zizek, yer yer Lacancı psikanalizin sunduğu yöntemi, post-yapısalcılığın sapmalarıyla kıyaslar (Kay,2006:13).

Zizek’in yazılarında, felsefi ve politik alanı bir arada tutan, Lacan’ın ‘Gerçek’

kavramına yönelik bitmeyen sorgulamasıdır33. Lacan’ın da son dönem yazılarının temelini oluşturan bu kavram genel olarak (Zizek için de) tanımlanması zordur;

ancak asla gerçeklikle karıştırılmamalıdır. Gerçek her ne kadar dil tarafından içerilmese ve anlaşılması güç kalsa da bu etrafımızı sarmış olmadığı anlamına gelmez. Zizek için Lacancı Gerçek’in temel paradoksu (gerçeklik içinde cereyan etme anlamında), var olmamasına rağmen, bir dizi özelliği olması, belli bir yapısal nedenselliğe sahip olması, öznelerin simgesel gerçekliği içinde bir dizi sonuç üretebilmesidir. Kendi başına var olmayan, ancak bir dizi etkiyle, çarpıtılmış bir biçimde mevcut olan bir neden olan Gerçek imkansızsa, sonuçları yoluyla kavranması gereken şey tam da bu imkansızlıktır (2008a:177–178). Gerçek, anlamlandırmadan, bir isim vererek açıklamadan sürekli kaçan şeydir; çünkü anlamlandırma Simgesel’in alanında mümkündür. Buna en güzel örnek ise AİDS’tir.

Kimisi için bu hastalık Hristiyan yaşam tarzından kopan eşcinseller için Tanrının bir

33 Zizek, Gerçek’e dikkat çekmek için metinlerinde en sık, antagonizm, travmatik, imkansız, çekirdek, çıkmaz kavramlarını kullanır (Kay,2006:17).

Bu bölümde isim belirtmeden sadece yıl ve sayfa numarası olarak gösterilen referanslar, aksi belirtilmedikçe, Zizek’e aittir.

intikamıdır; kimileri içinse Afrika’da artan nüfusu azaltmayı amaçlayan bir CIA oyunu (aynı neden bulmalar, bütün salgın hastalıklarda karşılaşılan bir durumdur).

Bütün bu nedenler, onu anlamlandırmak için Simgesel’in içinden konuşmalardır;

oysa AİDS gerçeğin bir istilasıdır. Anlam, Simgesel’de bulunurken, gerçek anlamsız ve nedensizdir (Myers,2003:26).

Gerçeklik olarak algılanan, Gerçek’in alanını örten bir illüzyondan ibarettir.

Gerçek’in bu paradoksal, hayali bir kendilik olarak kurulması, kusursuz Gerçek’in jouissance (enjoyment) olduğunu ortaya çıkarır. Gerçek gösterilen ise, işaret eden bu jouissance yani keyiftir (2008a:178). Çünkü jouissance, dürtü tatmini demek olduğundan tatmini imkansızdır. Örneğin anneden koparılmış olmanın giderilmesi mümkün değildir; bu ilksel eksik sonsuza kadar sürer. Jouissance, bu eksiğin giderilmesi fantezisini kurar ve gerçekte kendine yer bulur. ‘Haz ilkesinin ötesinde’

yer alan jouissance, acıda, ölümde yer aldığı düşünülen paradoksal hazza denk düşer.

Keyif, Zizek’in politik çıkarımlarında önemli yer oynar. Zizek, keyif kavramını genelde Lacan’ın artı- keyif dediği şeyle özdeşleştirir. Gerçek imkansız olduğu için, keyif simgeselin içine onun müstehcen alt kısımları olarak nüfuz eder ve objet a (arzunun imkansız nesnesi) ile temsil edilen bir fazlalık olarak tanımlanır. Keyif, bilinmezdir fakat Zizek’e göre zorunludur da: Bir ihlal olarak gerçekleştirilse de, keyif esasen düzenlenmiş ve empoze edilmiş bir şeydir. İnsan keyif alırken, kendinden gerçekleşen bir dürtüyü yaşamaz; bir buyruğu, bir emri takip eder (2008b:9). Zizek, Gerçek’in imkansız paradoksuna eşlik eden ve o paradoksu açıklayan imkansız keyif(jouissance) için kendi içinde imkansız olan bir şeyin yasaklanması örneğini verir (örneğin, ensest yasağı). İmkansızlık varoluş düzeyiyle ilgilidir; imkansız olan yoktur, oysa yasak yüklemlediği özelliklerle ilgilidir; yani

jouissance (keyif) ile (2008a:179). Bu imkansız keyif ve öznenin nedeni olan travmatik Gerçek, ilerleyen bölümlerde tekrar ele alınacaktır.

Lacan’ın politikaya ilgisizliğine rağmen, Zizek onun düşüncesinin tarih ve politika ile olan ilişkisini keşfetmiştir. Psikanalizi, tarihsel ve politik analizle birleştirmek için Zizek’e kadar çok fazla girişimde bulunulmuştur. Bu girişimlerde tutarlı bir analize imkan sağlayan şüphesiz Marksizm’dir. Zizek, kendini ‘arsız bir Marksist’ olarak tanımlar (Wright,1999:x). Toplumsalı tartışmada ve Gerçek’in içinden alternatif üretmede Marksizmin kusursuz bir yöntem ve malzeme sunduğuna inanır. Zizek’in düşüncesi bir bakıma, Marksizmin, psikanalitik bir alanda politik bir felsefe olarak baştan sona keşfedilmesidir diyebiliriz. Zizek’te her ne kadar psikanalizin uyguladığı gibi birey temelli yalın bir çözümden ötesi mevcut olsa da bazı Marksistler tarafından yeterince Marksist olmamakla eleştirilmiştir. Örneğin Laclau için, Zizek’in düşüncesi hakiki bir politik düşünce etrafında örgütlenmekten öte, örneklerini psikanalitik alandan toplayan psikanalitik bir söylemdir. Bu nedenle siyasal bir meselenin Zizek ile tartışılmasının güçlüğünden ve Marksizmi metafiziksel bir boyuta taşımış olmasından yakınır (Laclau,2000:289–290).

Kapitalizm eleştirisi yaparken Zizek, sınıftan kopuk politik antagonizma biçimlerine ilgisini giderek kaybetmiştir ve politikanın özü olarak üretim biçimi üzerine çok daha geleneksel Marksist bir yoğunlaşmaya varmıştır (Kay,2006:184).Gıdıklanan Özne adlı eserinin, ‘Siyasal İktisat Bu, Aptal!’

(2005a:413) bölümünde başlayan bu yoğunlaşmayı, 2008 Finansal Krizi hakkında yazdığı metninde görebiliyoruz. Yine benzer bir ithamla ‘Bu Politik Ekonomidir, Salak!’ (2009:13–21) bölümünde ve metnin ilerleyen bölümlerinde krizlerin kapitalizmin içsel dinamikleri olduğu ve sosyalizme geçiş için bir yol sağlamaktan

öte, yaratılan ideolojik baskının da yardımıyla, kapitalizmi güçlendiren etkisinden bahsederken aslında kapitalizmin daimi sona erme potansiyelini de yok saymıştır.

Kapitalizmin sona ereceği yanılsamasını yaratan bu unsurlar, Zizek için kapitalizmin varlığının şartıdır. Bu durumda Zizek için komünizm ya da devrim kapitalist bir fantezi olmaktan öteye gidemez. Bu nedenle Zizek’e göre ihtiyaç duyulan, ‘ekonomi politiğin eleştirisinden’ standart komünist projenin yeterince radikal olmadığı için ütopyacı olduğunu ortaya koyabilecek ekonomi ‘politiğin eleştirisine dönüş’tür (2003a:28–29).

Zizek, Marksist ekonomi politik üzerine incelemeler yaptığı Kırılgan Mutlak adlı eserinde, Marx’ın kapitalist üretkenliğe dair açıklamasını, Lacan’ın artı-değer kavramını artı-keyif’e uyarlamasının ışığında yeniden okumayı önerirken, bunu

‘Marx’ın çalışmasına bağlı Marksistler’ olduğumuz için yapmalıyız şeklinde ifade eder (2003a:27). Tin, nasıl onun kalbindeki eksiğin/artığın etrafında dönüyorsa, üretkenlik de dengesizlikler etrafında, kapitalizmde içsel olan eksiklik ve aşırılık arasındaki değişim etrafında döner. Objet a34, ilksel kayıp nesnesinin yeridir ve yerini işgal etmeye gelen tüm nesnelere arzu edilebilirlik sunar. Kapitalist makine, tatmin edilemez olan bir arzuyu tahrik etmek için düzenlenmiş metaların çoğaltılması ile çalıştırılır. Artı-keyif olarak objet-a, özneyi yasaya itaat etmeye her zamankinden daha sıkı bağlar; artı-değer olarak ekonomiyi her zamankinden fazla olan giderleri ve borçlarıyla kapitalist girişimin büyümesine teslim eder. Objet a, modern özne ve modern toplumun tanımlandığı dışlamanın vazgeçilmez noktasıdır

34 Zizek’e göre psikanalitik perspektif açısından artı-değerin kapitalist dinamikleri ile artı-hazzın libidinal dinamikleri arasındaki bağlantıdır. Zizek artı-hazzın da cisimleştiği kusursuz bir kapitalist mal olarak Coca Cola’yı örnek verir. Kola hiçbir somut ihtiyacı karşılamadığı, susuzluk hissini gidermediği ve arzulanan dinginlik halini yaratmadığı halde, sıradan tatminlerin üstündeki hazzın katışıksız fazlalığı, bu ürünü tüketme konusunda tiryakilik yaratır; susuzluğu daha doyumsuz hale getirir. İçtikçe daha fazla ihtiyaç doğuran, hiçbir zaman tam olmayan, mevcut kullanım değerini aşan

(2003a:34;Kay,2006:202). Zizek, Lacan’ın, 'objet petit a, felsefi düşüncenin kendini bir yere oturtabilmek, yani hükümsüzlüğünü tahkik edebilmek için yoksun olduğu şeydir’ (2005b:19) ifadesinin anlamını metinlerinde kurar gibidir. Zizek, ilerleyen çalışmalarında, kapitalizmin nihai limitinin sermayenin kendisi olduğu varsayımından, sermayeyi düşüncenin limiti pozisyonuna getirecektir. Daha sonraki bölümlerde ele alınacak olan bu varsayımlar, başta Laclau olmak üzere, birçok düşünürün tepkisini toplayacaktır.