• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: Siyasal Teori – Psikanaliz: Zizek, Kovel ve Laing

2. Siyasal Olana Psikanalizle Bakmak: Slavoj Zizek

2.5. Cinsiyet Farkının Gerçeği

Bırakırız ölüleri ölüler gömsün. (K. Marx)

Zizek’in cinsiyet tartışmalarını anlamada en önemli nokta şüphesiz ki yine Lacan’dır. Erillik, dişillik, cinsiyet farkının kastrasyonla ilişkisi tartışmanın

temellendiği noktalardır. Bu tartışmalara girmeden önce şunu belirtmekte yarar var ki, Zizek’in cinsiyet farkı üzerine yazılarının eleştirilecek yanları sadece anlaşılmasının güçlüğünden doğmaz; Zizek kadınlar üzerine yazarken, nesnesini kaybeder yani kadın, onun metinlerinde birden kaybolur. Örneğin, ‘Why is Woman a Symptom of Man’(1992:31–67) başlıklı metni, o çok bilindik ‘kadın erkeğin semptomudur’ ifadesi hakkında hiçbir şey söylemez. Zizek, bir kitabının adını ‘Six Essays on Woman and Causality’ koysa da, o makalelerde kadın üzerine temellenen bir tartışma yürütmekten öte nedensellik üzerinde durulur. Aynı şekilde Tarrying with the Negative adlı eserindeki ‘Cogito and the Sexual Difference’ bölümü cinsiyet farkını konu alıyor gibi dururken karşılaştığımız yine felsefi bir tartışmanın içinde cinsiyet farklılığı ve kadın meselesinin yok olup gitmesidir.

Zizek’in de yorumladığı, Freud’un bir çağdaşı olan Otto Weininger ile başlayacak olursak, Weininger tam bir anti-feministtir. Erkeğin cinsel arzusu kadını yaratır ve kadının kendi başına hiçbir öznel sıfatı yoktur; kadın sadece fallik zevkin bir nesnesidir. Cinsiyet farkını yaratan da, özne – nesne ayrımının ontolojik statüsüne, aktif – pasif konumlara bağlıdır. Weininger, erkeğin tinselliğinin kadın tarafından tehlikeye atıldığını düşünür. Kadın, erkeğin cinsel günaha boyun eğmesi için ayartılmasından başka bir şey değildir; bu nedenle eğer erkek kadından vazgeçebilirse kadın bir hiçe dönüşüp yok olacaktır. Bu kadar şiddetli bir anti-feminist olan Weininger’in, dişil davranışın mükemmel bir örneği olarak kabul edilen intiharı kendi ölüm yöntemi olarak seçmesi, semptomlarının onun düşündüğünden daha ‘kadın’ olduğu gösteriyor. Zizek ise, Weininger’in ahlakçı tavrını eleyerek Lacan’ınkine yakın bir düşünceye ulaşılabileceğini iddia ederek,

‘kadının, erkeğin bir semptomu oluşunu yorumlar (1992:154; Wright,1999:127–

129;Kay,2006:119).

Zizek’in ‘kadın erkeğin semptomudur’ ifadesine ulaşması, femme fatal’ı bir semptomla özdeşleştirmesiyle başlar. Noir sinemasındaki femme fatal ve şövalye aşkındaki Leydiye dair incelemeleri, Lacan’dan beslenen düşüncesiyle bir ‘şey olarak kadın’ ve eril fantazi incelemesidir. ‘Courtly Love or Woman as Thing (Şövalye Aşkı ya da Şey Olarak Kadın)’ (1994b:89-109) adlı bölümde anlatılan Şövalye, Leydisine kendi narsistik idealini yansıtarak onu ‘Şey’ değerine yükseltir ve her şeyi anlamlı kılmanın bir yolunu bulur. Ancak Zizek, şövalyenin Leydi ile olan ilişkisini yüce değil sapkın bulur ve Leydiyi sapkın bir fantezi olarak kodlar; sadece ortaçağda değil bugün de doğal olarak imgeselin bir parçasıdır (Kay,2006:115). Bu Leydinin modern versiyonu ise noir sinemasındaki femme fatale’dır; kaprisli istekleriyle sert kahramanı peşinden koşturan, hiçbir ilişki kurmanın mümkün olmadığı, anlamsız, insandışı bir eş, ‘travmatik şey olarak kadın’dır (1994b:102). Bu iki figür de eril fantezi figürleridir. Zizek, femme fatale’in erkek egemenliğine meydan okuyan efsanevi bir dişi figür olmaktan öte, ataerkilliğin fantazmatik desteği olduğunu söyler. Benzer şekilde Lacan da şövalye aşkından bahsederken, kadınların sahip olduğu toplumsal konumun en düşük düzeyde olduğuna dikkat çeker. Leydiye hizmet eden erkek, kadınlara kimliklerinin gerçek etkileri olan fantezi tözünü sunar.

Bu durumu Zizek, kadınların ataerkil egemenliğe karşı çıkarken, aynı zamanda kendi kadın kimliklerinin fantezi dayanağının da yıktığı şeklinde yorumlar (1994b:108).

Zizek, femme fatale’i semptom olarak tanımladıktan sonra kadının erkeğin semptomu olduğuna dair önermesine geçecektir. Daha önce söz ettiğimiz gibi semptom, öznenin keyfi, tekrar eden bir davranış kalıbıyla uzaklaştırması, inkar

etmesidir. Böylelikle semptom41, öznedeki yarılmayı örtmekten öte, Öteki’nin görmesi için onu ortaya çıkarır (Kay,2006:117). Erkeğin fantazisi değil de semptomu olan kadın, erkeğin hem Öteki’ne mesajı, hem de keyifle olan imgesel ilişkisidir. Bu erkeğin varlığının gerçeği ile ilişkisinin sadece kadın sayesinde kurulabileceği anlamına gelirken, tersi geçerli değildir. Kadın, erkekten tamamen bağımsız olarak var olur. Kadının erkeğin semptomu olması, erkeğin sadece semptomu olan kadın aracılığıyla var olabileceği anlamına gelir; tüm ontolojik tutarlılığı semptoma bağlanır (1992:155). Zizek’in bu ifadesi, bir erkek bireyin sadece bir kadın bireyle ilişki kurduğu takdirde var olabileceğini öneriyor gibi gözükse de aslında bunu ifade etmez. Zizek’in kastettiği, eril konumu üstlenen bir ben’in ancak dişil konumu üstlenen başkalarının olmasına bağlı olduğudur. ‘Erkek’

olarak adlandırılan şeyin var olması için keyifle ilişkileri yeterince farklı bir şekilde düzenlenmiş olan varlıkların, yani kadınların, olması gerekir ki bunu erkekler adına ihtiva etsinler. Lacan, erkeğin bir semptomu olma durumunu dişili, hakiki özne yapan şey olarak tanımlamıştır. Zizek de benzer biçimde, dişil özneye daha çok değer verir; tabiî ki ‘her erkeğin arkasında bir kadın vardır’ anlamı taşıyacak kadar bir önemdir bu (Kay,2006:117;Myers,2003:86).

Lacan, nasıl özneyi onu oluşturan bir yarık olduğunu ifade edecek şekilde üstü çizilmiş şekilde gösteriyorsa, kadını da aynı şekilde gösterir. Kadının üstünün çizilmesi, dilin kadının belli bir kategorisini tanımlayamayacağı ya da Zizek’in deyişiyle kadının düşüncede inşa edilemeyeceği anlamında kadının var olmadığını ifade eder. Zizek, aynı zamanda Lacan’ın üstü çizili kadın formülünden, dişil öznenin fallik gösteren tarafından aldatılamadığını çıkarsar. Kadın ne kastrasyon miti

41 Lacan, semptom kavramını zamanla öznenin keyfinin meydana çıkması olan, onun vazgeçemeyeceği, ‘onda ondan fazla bulunan şey’ olarak benimsemesi gereken sinthome haline getirir.

tarafından ikna edilir, ne de simgesel düzendeki eksiğin bir fallus tarafından doldurulabileceğine inanır; bu fallusun ötesindeki keyfe ulaşabilme kapasitesinden kaynaklanır. Kadın, simgesel düzene karşı gerçeğin cevabı konumundadır.

Simgeselin kadını açıklamakta yetersizliği, Zizek için kadının mükemmel bir özne olduğunu gösterir. Kadının birtakım simgesel maskeler takması, öznelliğine bir tehdit değil sadece erkekten daha fazla özne olduğunun garantisidir (2007:158–165).

Kimlik politikalarına şiddetle karşı çıkan ve bu nedenle feminizme de karşı duran Zizek’in, cinsiyet farklılığına dair çalışmalarına en önemli eleştiri Butler’dan gelmiştir. Butler, kimlik poltikalarına yakındır, Lacan’ın cinsiyet farkına dair düşüncelerini eleştirirken, dişilliğin yeniden eleştirel bir biçimde ele alınmasını savunur. Zizek, kapitalist bir tuzak olduğunu düşündüğü kimlik politikalarından uzak dururken, onun için Lacan, cinsiyet farkını ele alırken de birinci referans noktası olmayı sürdürür. Butler, Zizek’e bazı noktalarda katılır, örneğin öznelleşme sürecinin psikanalitik bir açıdan yeniden ele alınması gerekliliği ve simgesel yasaya uydurulamayanın şiddetle çıkarılmasının, öznelliğin kurulduğu an olduğu konusunda Zizek’i destekler. Ancak, cinsel farklılığın nihai anlatılamazlığını belirleyen etmenin ne olduğunu soran Butler olacaktır. Butler’a göre Lacan, kendi normatif heteroseksüel şemasına uymayan cinsel eğilim türlerini sefilliğe indirger; oysa bunlar Butler için dışlanmış cinsellikler grubu olarak kurucu dışarısı işlevi görür. Butler için önemli olan cinsel farklılık değil, yasaklanmış cinselliklerdir (Kay,2006:132–133).

Butler için gender bağlamında özne konumlarımız psikoz pahasına elde edilir.

Kurduğumuz ilk bağ, kendimizle aynı cinsiyetteki ebeveynlerimizdir. Böylesi bağlılıklar men edilir çünkü simgeselde aynı cins aşkın yeri yoktur; engelleme ensest ilişkiye değil homoseksüel ilişkiye karşı gerçekleşir. Simgeselde üstlenilen bu

toplumsal cinsiyet, ilk, yasaklı nesnenin inkarı ile kazanılır (Kay,2006:137).

Zizek’in, cinsiyet farkı da dahil olmak üzere bütün incelemelerinde Lacan’a bağlılığı, Butler’dan farklı düşünme pratiklerini yaratır. Butler, öznenin sosyo-simgesel düzene ait kimliğini menetme ile kurar. Bu süreçte de cinsel farkın kendisini erkek ve kadın olmanın ne anlama geldiğini belirleyen heteroseksüel simgesel norma eşitler. Lacan için cinsel fark, tam da hiçbir zaman usulünce simgeselleştirilemediği, öznenin sahip olduğu cinsel kimliği sabitleyen simgesel bir norma dönüştürülemediği için gerçektir. Bu nedenle Lacan, öznenin heteroseksüel normda gerektiği gibi kimlik edinilmediğinde simgeselin dışında bir psikotik çukura itileceği gibi ithamlardan uzaktır. Cinsel farkın gerçek olması, onun simgeselleştirilmesinin, simgesel bir norm olarak formüle edilmesinin imkansızlığını gösterir. Bu bağlamda Zizek, Butler’a yine Lacan’ın tarafında durarak karşı çıkar: Lacan için Gerçek, simgesele dahildir, onun kendi olma imkansızlığıdır. Tamamen gerçek olan cinsel farklılık da simgesele dahildir. Ancak Zizek’e göre, Butler gerçeğe simgesel, simgesele de imgesel gibi davranmaktadır. Her aşamada gerçek antagonizmanın yerine simgesel farklılığı koymaktadır (2005a:327–328; Kay,2006:133).

Lacancı psikanalizi kendine temel edinen Zizek’in cinsiyet farkına dair incelemeleri, en az diğer çalışmaları kadar yüksek bir soyutlama derecesinde ilerlemektedir. Bölümün başında da belirttiğimiz gibi, kadın diye bir şey çalışmanın ortasında kaybolur. Yer yer kadınların simgeselden dışlanmışlıkları, gerçek özne olmalarıyla bertaraf edilmeye çalışılır. Anlatılanlardan kolayca anlaşılabileceği gibi, bölünmüşlük, simgesel – gerçek gerilimi, öznellik soyutlamaları Zizek’i daha fazla ilgilendirir. Toplumsal cinsiyete ve kadınların maruz kaldığı sosyal – siyasal sorunlara ve mücadeleye dair en ufak bir iz bulmak mümkün değildir. Cinsel

farklılığın gerçeğinin teorik önemiyle kafası oldukça meşgul olan Zizek için gerçekten de ‘kadın diye bir şey yoktur’.