• Sonuç bulunamadı

Arzu ve ‘Şu Karanlık Nesnesi’: Objet Petit a

I. BÖLÜM: Freud’dan Lacan’a Psikanalizin Kavramsal Çerçevesi

2. Lacan ve Psikanalizin Yeni Dili

2.5. Arzu ve ‘Şu Karanlık Nesnesi’: Objet Petit a

yoktur, dolayısıyla kadın diye bir şey de yoktur. Fallus, penis biçimiyle erkeğin sahip olduğu bir şeydir fakat fallus olamamanın acısını en çok yaşayan yine erkektir. Fallik fonksiyonun her iki cinsi belirlemesine rağmen, kadına erkek kadar hükmedebilmiş değildir. Lacan, kadına hem fallik zevki hem de ötekinin zevkini –tadamasa bile- tadabilecek bir potansiyel vermiştir. Kadın, erkek olmadığı için penis eksikliği vardır fakat erkekte olmayan, artık jouissance’a erişme şansı gibi bir fazlalığa sahiptir.

Kadın ve erkek, simgesel düzen tarafından, kastrasyona uğramış kadın ve erkek olarak belirlendiği için aralarında ilişki mümkün değildir. Böyle bir ilişki yalnızca Totem ve Tabu’daki mitik baba için mümkündür; diğer herkes için ilişki sadece nesne (a) ile gerçekleşir (Fink,1995:105–111).

Lacan’ın yaptığı, psikanalizin vaka öykülerini yeniden okumaktır. Psikanalize düşen iş, direk olarak arzunun bu kararsız, paradokslu, aykırı niteliğinden kaynaklanıyordu.

Her zaman olmasa da bir hastayı, hasta ya da tatminsiz olmayı arzularken bulmak mümkündü; başarılıyken kendi başarısızlığını arzulayabilir, bir hedefin peşinde koşarken, onunla bağdaşmayacak bir başkasına takılabilir veya aynı anda her ikisine birden ulaşmaya çabalayabilirlerdi (Bowie,2007:131).

Lacan’ın arzu24 kavramının çerçevesini çizebilmek açısından önce ihtiyaç ve talep ile farkını belirtmek gerekmektedir. Talep, ihtiyacın dile getirilmesidir. İhtiyaç, tanım gereği simgelerle ifade edilemez ancak talep, bir dile getirme eylemi olduğu için, dilin alanına giren her şey gibi simgeseldir. Karnı aç olan bir bebek, karnının doyurulması ihtiyacı ile süt talebinde bulunacaktır. Bir fizyolojik gereksinim olan açlıktan, ihtiyaçtan, onun dile getirilmesi olan talep kısmına geldiğimizde, nesnesini kaçıran bir eylemle karşılaşıyoruz. Çocuk, ihtiyaç düzeyinde doyum bulsa da bulmasa da, konuşan ve cinselleşmiş insani bir varlık olduğu için talebinin gerçekleşmediğini görecektir. Bir başka deyişle, çocuğun anneye seslenen talebi (ağlaması), annenin de çocuğa seslenen, onu besleme talebiyle karşılaşır. Bu talepler birbirini tanıma ve tanınma çağrısıdır. Ancak çocuğun bir söz şeklindeki talebi, gerçek nesneyi, onu besleyecek göğsü, kaçırır; tatmin olmadan kalır. Ancak Lacan’ın da belirttiği gibi bu karşılıklı talepler bir sevgi biçimini alır (Nasio,2007:145). İhtiyaç ve talep arasındaki bu boşluk, yani ihtiyacın simgesel olmamasına karşılık talebin simgeselliği ve tatmin olmadan kalan bu talep, arzuya kapı açan olgudur. İhtiyaç ve talep arasında meydana gelen yarılma (Freudcu kavramıyla Spaltung), arzunun

24 Fransızcası désir olan kavram, İngilizceye, önce Freud’un Wunsch kavramını karşılayan wish yani istek olarak çevrilmiştir. Zamanla bu durum İngilizce çevirilerde bir ikilem yaratmıştır ve Freud’un kavramından daha farklı ve daha geniş bir anlamı olan désir, İngilizceye desire olarak çevrilmiştir

yerleştiği noktadır ve öznenin bölünmüşlüğünün ifadelerinden biridir. Bu durumu Lacan şöyle dile getirir:

“Arzu, talebin koşulsuzluğuna ‘mutlak’ koşulu ikame eder: Bu koşul gerçekten de aşk kanıtında bir gereksinim tatminine başkaldıran şeyin düğümünü çözer. Öyleyse, arzu ne tatmin iştahı, ne de sevgi talebidir ama ilkinin ikincisinden çıkartılmasından doğan ayrım, hatta bu ikisinin yarılması (Spaltung) fenomenidir (Lacan,1994:55).”

Talep, hedeflediği gerçek nesneyi asla elde edemez ve tatmin olmadan kalır fakat arzu, yöneldiği imkansız hedefi, ensesti, elde edemediği için tatmin olmadan kalır. Talep nesnesini kaçırır, hayal kırıklığı içinde kalır fakat arzu, enseste bir ikame bulur; bu ikame sanrılanan nesnedir. Göğsün sanrısı arzudur ve arzulanan bu göğüs, annenin ve çocuğun ortak arzuları tarafından yaratılmıştır (Nasio,2007:139–145).

Arzunun yöneldiği hedef, anneyle bir bütün olma, onun fallusu olma arzusu imkansızlığını Babanın Adı ile kurulan simgesellikle kazanır.

Lacan’ın arzuyu aradığı satır araları, Freud’un tam bir takipçisi olduğunu göstermektedir. Arzu, bilinçdışı bir fenomendir ve Freud’un temelde belirttiği gibi dil sürçmelerinde, yanılmalı edimlerde ve rüyalarda aranmalıdır. Freud, rüyanın bir isteğin tatmini olduğunu söylemiştir ancak bazı açık istekleri temsil ederken aldığı biçimle arzunun temsilcisi olabilecek imgeleri taşır (Leader,1997:84). Karnı aç olan biri rüyasında türlü yiyecekler yediğini görebilir; bu açlık ihtiyacının tatminidir ancak önemli olan unsur diğer önemsiz görünen ayrıntılardır. Kişi kendisini okyanusun kenarında, altından işlemeli kaplarda tavuk yerken görüyorsa, arzunun takibinde odaklanılması gereken bu unsurlardır çünkü arzu, basit bir yemek ihtiyacını bu ayrıntılara dönüştüren bir çarpıtma olarak algılanmalıdır. Fazlalık gibi gözüken ve

gereksiz duran ayrıntılar arzunun ipuçlarıdır. Lacan’ın arzuyu, kendine özgü, tuhaf ve acayip bir şey olarak nitelemesi bundandır. Analiz sürecinde de arzu, çarpıtma, yoğunlaşmanın olduğu noktada aranmalıdır. Genelde talebin içinde tezahür eder gibi dursa da onun çok ötesindedir; tanımlama çabasında kaçıp gider ancak hep aynı yerdedir, ondan kurtulmak, kaçmak imkansızdır.

Annenin fallusu olmak ilk arzudur. Lacancı fenomonolojide özne arzulanmayı arzular yani öznenin arzusu Ötekinin arzusunun arzusudur. Talep ile birlikte bu edilgenlik durumu etkinliğe döner ve özne arzulayan konumuna gelir.

Babanın rolü ile birlikte fallusa sahip olanın baba olduğunun algılanması ve anneyle ilişkide Ötekinin fallustan yoksunluğunun kavranması, annenin arzusunu fallusun yoksunluğu ile ilişkilendirme sonucu doğurur; çocuk, cinsiyet farkı gözetmeksizin, annenin fallusu olmayı arzular. Fallus, ötekinin arzusunun gösterenidir artık. Ancak insan, ‘kastre’dir yani eksiktir; ötekinin arzusunun nesnesi olamaz. Bu eksiğin cinsel niteliği, Babanın Adı ile damgalanan annenin eksiğinden gelmektedir. Buradaki

‘olmak’, Öteki ile ilişkinin yabancılaştırıcı gücü sayesinde, simgesel düzende ‘sahip olmak’ biçimini alırken, insan arzusunun asla tatmin edilemez karakterini simgeler (Tura,1994:23–36).

Arzunun tatmin edilememesinin ilk ve en temel nedeni öznenin konuşan bir canlı olmasıdır. Özne, konuştuğu sürece simgesel evrende kalır, sadece konuşmaz, dil tarafından konuşulur, dil tarafından aşılır ve altüst olur. Konuşarak dile getirdikleri ile, dilin yabancılaştırıcılığı sonucu dile getiremedikleri arasında, bu döngüden uzak olduğunu düşündüğü tek şeye sığınır: objet petit a (nesne a)25. Özne, konuşmada ne kadar yabancılaşırsa, nesneyle olan fantezi ilişkisine sığınacaktır.

25 Buradaki a, küçük öteki anlamına gelen autre’nin baş harfidir. Objet petit a, küçük öteki nesnesi anlamına gelmekle birlikte, Türkçe çevirilerde genellikle nesne a olarak çevrilmekte fakat en doğrusu,

Öteki için kendisinin ne olduğuna dair sorgulama bu fantezinin çekirdeğini oluştururken, simgeselin alanına girmeyen Gerçek’in oluşturduğu artıkla başa çıkmak için özne kendine fantezi nesnesi yaratır. Bu nesne, öznenin ne olduğunu bilmediği arzu nesnesidir; bir ‘yok nesne’dir. Lacan, objet petit a’yı bulmak için Freud’un ‘Yas ve Melankoli’ metnini okumuştur. Yası tutulan, yitirilen ötekiye Freud, nesne der, Lacan ise objet petit a. Buradaki a, bir namevcudiyet bildirmek için vardır. Objet petit a, bir imkansızlık, kuramsal gelişime bir direniş noktasıdır. Objet petit a, ne özneye ne de Ötekine aittir; bir kayıp, bir eksik olmak dışında farklı şekillerde de kuramsallaştırılabilir, örneğin biriken bir fazlalık, zevk fazlası olarak.

Bu zevk fazlası, nesnenin özne tarafından özümlenemeyen bir tortul enerji fazlası ya da aşırılığıdır (Nasio,2007:118–147).

Lacan’ın düşüncesini bir merkeze oturtacak olursak, bu merkez şüphesiz ki arzu olur. Lacan, arzu kavramını psikanalizin temel araştırma meselesi ve insan varlığının merkezi unsuru olarak kurarken, Spinoza’nın ‘Arzu, insanın özüdür.’

ifadesini izler (Evans, 1996:37). Kojeve’yi izleyerek, biyolojik belirlenimden uzak kıldığı arzu kavramını bir nesneden de uzak kılan Lacan, bu olmayan nesneyi aranan ama asla bulunamayan bir boşlukla ilişkilendirmeyi uygun görür.