• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: İSLAM TARİHİNE AİT BÖLÜMÜN TAHLİL ve DEĞERLENDİRMESİ

2.2. İSLAM YAYILIYOR

2.2.1.2 Kutsal Savaş

Bu kısımda kısa zamanda çok geniş bir coğrafyayı ele geçirmiş bulunan Müslümanların başarılarının altında yatan sebepler zikredilmektedir.

Arapları harekete geçiren gücün dinin teşvik ediciliğinin olduğu belirtilmektedir. Muhammed’in Müslümanlara “Kendinizi Allah’ın yoluna adayın “diye emrettiği ifade edilmektedir. İslam’ın yayılması için yapılan mücadelelerin “Kutsal savaş” olarak

adlandırıldığı, buna katılmanın her Müslüman’ın görevi olduğu belirtilmektedir. Bu girişimin işe yaradığının altı çizilmekte ve galip gelindiğinde elde edilen ganimetlerden savaşa katılan herkesin pay aldığı ifade edilmektedir. Muhammed’in; “Eğer kim savaşta ölürse, kendisini masallarda anlatılan bir mutluluğun beklediği cennete girecek” diye söylediği belirtilmektedir. Bunun Arapları ateşlediği ve zafer elde etmelerine sebep olduğu vurgulanmaktadır. Bu zaferlerin bir sebebinin de, kaybedenler eğer kendileri gibi tek tanrıya inanıyor ve kutsal kitap sahipleri iseler, onlara Müslümanlar tarafından kolaylık sağlandığı ve boyunduruk altına alındıkları, Hıristiyanların ve Yahudilerin kolaylık sağlanan guruplar oldukları ifade edilmektedir. Müslümanların onları kendi dinlerinin akrabaları olarak gördükleri bildirilmektedir. Bu yüzden onlara vergi ödedikleri takdirde kendi dinlerinde kalma izni verildiği ve halifenin koruması altına alındıkları anlatılmaktadır.

Değerlendirme

Arapları harekete geçiren gücün dinin teşvik ediciliğinin olduğu ifadesi İslam kaynaklarında verilen bilgilerle örtüşmekle birlikte, maksadı tam olarak ifade etmek için yeterli görünmemektedir. İslam dini Allah yolunda cihad etmeyi ve İslam dinini yaymayı emretmektedir. Ancak İslam dinini yaymanın tek yolu savaş değildir (Ahmet ÖZEL, “Cihad”, DİA,1993,VII: 527-531; Bekir TOPALOĞLU, “Cihad”, DİA, 1993, VII: 531-534). Nitekim İslam’ın Mekke döneminde, Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara gördükleri işkence ve zulümlere karşı sabırlı olmaları (Özek ve Diğ.,

Kur’an-ı Kerim Meali, Ahkaf, 46: 35; Müzzemmil, 73: 10) ve barış içinde olmaları

(Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali,Bakara, 2: 208) tavsiye edilmiştir. Bunun neticesinde hicret etmek zorunda kalan ve Medine’ye hicret eden Müslümanlara karşı zulüm ve işkence devam etmiştir. Bu sebeple önce Müslümanlara kendileriyle savaşanlara karşı savaşma izni verilmiş (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Hac, 22: 39-40), sonra Müslümanlar onlara karşı meşru gerekçelerle savaşmaları teşvik edilmiştir (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Enfal, 8: 65). Bununla birlikte Müslümanlar savaşa başlamadan önce karşısındakilere öncelikle İslam’a girmeleri çağrısında bulunurlar. Ardından Cizye vermeleri karşılığında kendi dinlerinde kalabileceklerini teklif ederler. Nihayet bu iki teklif kabul edilmezse savaşa girerler (Fayda, “Fetih”, DİA, 1995, XII: 468)

Muhammed’in Müslümanlara “Kendinizi Allah’ın yoluna adayın “diye emrettiği ifadesi

İslam tarihi kaynaklarındaki bilgilere uymaktadır. Ancak Parçada Hz. Muhammed’in Müslümanlara “kendinizi Allah’a adayın” ifadesinin kendi sözü ya da Kur’an ayeti olduğu açık bir şekilde ifade edilmemiştir. Fakat Kur’an’da birçok ayette Müslümanların malları ve canlarıyla Allah yolunda mücadele etmeleri emredilmiştir (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Nisa, 4: 84; Tevbe, 9: 111).

İslam’ın yayılması için yapılan mücadelelerin “Kutsal savaş” olarak adlandırıldığı, buna katılmanın her Müslüman’ın görevi olduğu ve bu girişimin işe yaradığı ifadeleri İslam kaynaklarında verilen bilgilerle tam olarak örtüşmemektedir. İslam’ın yayılması için yapılan çalışmanın parçada ifade edildiği gibi “kutsal savaş” değil, bir tebliğ görevi olduğunu anlamak daha doğru olacaktır. Çünkü Mekke döneminde hiçbir şekilde savaşa yönelmeyen Müslümanlar, Medine döneminde de mecbur kalmadıkça savaş yolunu tercih etmemişlerdir. Zaten Kur’an’da Hz. peygamberin görevinin tebliğ olduğu ifade edilmekte olup, Hz. Muhammed’e görevinin tebliğ olduğu emredilmekte (Özek ve Diğ,

Kur’an-ı Kerim Meali, Maide, 5: 67) ve hatırlatılmaktadır. Adı geçen ayette; “Ben, bana

uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim, de,” (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim

Meali, Al-i İmran, 3: 20) emriyle Müslümanlar da bu görevle sorumlu tutulmaktadırlar.

Bu görev Müslümanların topluca hareket etmelerini de sağlamıştır.

Galip gelindiğinde elde edilen ganimetlerden savaşa katılan herkesin payının olduğu ifadesi İslam kaynaklarında verilen bilgilerle uygunluk göstermektedir. Ayrıca yapılan fiili mücadele de galip gelindiği takdirde, elde edilen ganimetlerden mücadeleye katılanlara pay olduğu, (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Enfal, 8: 69) fakat dünya menfaati olan ganimet uğruna haksızlık yapılmaması emredilerek, asıl karşılığın Allah katında olduğu bildirilmektedir (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Nisa, 4: 94) Bununla birlikte ganimetin bu büyük fetihlerin altında yatan ana unsur olarak gösterilmesi doğru bir yaklaşım olarak görünmemektedir. Çünkü İslam anlayışında sadece toprak ele geçirmek ve ganimet elde etmek için savaş yapmak uygun görülmemiştir. Bunun için İslam âlimleri ganimeti, Allah yolunda yapılan cihadın tabii bir neticesi olarak görmüşlerdir. Yani sırf ganimet için savaş yapılmaz, ancak Allah yolunda yapılan cihad neticesinde elde edilenler savaşa katılanlar arasında taksim edilir (Fayda, Halid Bin Velid, 1990: 297-305; Özel, “Cihad”, DİA, 1993, VII: 530-531)

Muhammed’in; “Eğer kim savaşta ölürse, kendisini masalsı bir mutluluğun beklediği cennete girecek” diye söylediği ve bunun Arapları ateşlediği ve zafer elde etmelerine sebep olduğu ifadeleri İslam tarihi kaynaklarındaki bilgilere uygun verilmiştir. Allah yolunda ölenlere canları karşılığı Cennet verileceği Allah’ın Müslümanlara verilmiş sözüdür (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Tevbe, 9: 111) ayeti Müslümanlar üzerinde pozitif mücadele etkisi oluşturmuştur.

Bu zaferlerin bir sebebinin de, kaybedenler eğer kendileri gibi tek tanrıya inanıyor ve kutsal kitap sahipleri iseler, onlara Müslümanlar tarafından kolaylık sağlandığı ve boyunduruk altına alındıkları ifadeleri İslam tarihi kaynaklarında verilen bilgilere uygun verilmiştir. Hıristiyanların ve Yahudilerin kolaylık sağlanan guruplar oldukları ifadesi

İslam tarihi kaynaklarına uygunluk göstermektedir. Kendilerine kutsal kitap verilenler Hz. Muhammed’e tabi olmadıkları takdirde cizye7 verip boyun eğinceye kadar onlarla mücadele edilmesi, boyun eğdiklerinde koruma altına alınmaları, dinlerinde hür bırakılmaları (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Tevbe, 9: 29; Mehmet ERKAL, “Cizye”, DİA, 1993, VIII: 42) emredilmektedir. Bu kolaylık ehli kitap sahiplerinin Müslümanlarla anlaşmaya girmelerine sebep olmuştur. Bu uygulama Ehl-i Kitap dışındaki din mensupları içinde uygulanmıştır (Erkal, “Cizye”, DİA, 1993, VIII: 42).

Müslümanların onları kendi dinlerinin akrabaları olarak gördükleri ifadesi İslam tarihi kaynaklarına göre doğru verilmiştir. Kur’an önceden indirilen Tevrat ve İncil’i doğrulayıcı bir kitap olarak indirilmiş olması (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Al-i

İmran, 3: 3-4), dolayısıyla hepsi ilahi kitaplar olarak bir kaynağa (Allah’a) aittirler. Bu bakımdan Müslümanlar Kur’an’ın işaret ettiği gibi kendilerini asli hallerine uygun olarak ehli kitabın devamı kabul etmektedirler.

Vergi ödedikleri takdirde onlara kendi dinlerinde kalma izni verildiği ve onların halifenin koruması altına alındıkları ifadesi İslam tarihi kaynaklarında verilen bilgilere uygundur. Kur’an’da Müslümanlara, ehli kitap sahiplerinin cizye ödemeyi kabul ederek barış istemeleri halinde, onlarla barış yapmaları (Özek ve Diğ, Kur’an-ı Kerim Meali, Tevbe, 9; 29) tavsiye edilmektedir.

7 - İslam devletindeki gayri müslim tebaanın erkeklerinden alınan baş vergisidir (Erkal, “Cizye”, DİA, 1993, VIII: 42-48).

Fetihlerdeki başarının daha birçok sebebini saymak mümkündür. İslam fetihlerinin başarı sebepleri arasında siyasi, askeri ve ekonomik birçok unsur bulunmakla birlikte ana etkenin İslam’ın kendisi olduğu açıkça görülmektedir. Ayrıca İslam’ın arzettiği önem ve Müslümanların fethettikleri yerleri çok iyi idare etmeleri fetihlerin kalıcı ve devamlı olmasında önemli iki unsuru teşkil etmektedir (Fayda, Halid Bin Velid, 1990: 301-305).

Müslümanların ilk yüzyılda gerçekleştirdiği fetihler ve cihad kavramının ele alındığı bu kısımda iki husus dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi dinin teşvik ettiği şeyin sadece savaş olarak gösterilmesidir. Hâlbuki İslam dininin teşvik ettiği ana husus

İslam’ın yeryüzüne hâkim kılınmasıdır. Ancak bunun tek yolu silahla savaş olarak verilmemiştir. Savaş gerekli görüldüğü hallerde ve özellikle Müslümanların kendilerini savunmaları için teşvik edilmiştir. Bu kısımda dikkat çeken ikinci husus, ganimetin fetihlerin ana unsuru olarak gösterilmesidir. İslam anlayışında ganimet için savaş yapılması uygun görülmemekle birlikte, savaş neticesinde elde edilen ganimetin savaşanlar arasında paylaştırılmasında bir mahzur görülmemiştir.