• Sonuç bulunamadı

KISIM I: Sosyal ve Ekonomik Boyutlar Bölüm 1: Giriş

KURUMSAL GÖSTERGELER

Tema Alt tema Gösterge

Stratejik sürdürülebilir gelişme uygulamaları

Ulusal sürdürülebilir gelişme stratejisi KURUMSAL

ÇERÇEVE

Uluslararası işbirliği İmzalanmış küresel anlaşmaların uygulanması

Bilgiye erişim İnternet kullanıcılarının sayısı (1000 kişi başına)

İletişim altyapısı Telefon hattı sayısı (1000 kişi başına) Bilim ve teknoloji GSMH’nın yüzdesi olarak araştırma

geliştirme harcamaları KURUMSAL

KAPASİTE

Doğal afetlere hazırlıklı olma

Doğal afetlerden kaynaklanan ekonomik ve insan kayıpları

anlaşılacağı üzere Türkiye 2002 yılında 142 ülke arasında 62. sırada iken, 2005 yılında 146 ülke arasında 91. sıraya gerilemiştir.

Tablo 8: Çevresel Sürdürülebilirlik Endeksi

Kaynak: http://sedac.ciesin.columbia.edu/es/esi/ESI2002_21MAR02tot.pdf http://www.yale.edu/esi/b_countryprofiles.pdf

II. SÜRDÜRÜLEBİLİR GELİŞMEYE ALTERNATİF YAKLAŞIMLAR

Bu kısımda sürdürülebilir gelişme yaklaşımına alternatif olan Derin Ekoloji Yaklaşımı ve Yetinme Seviyesi Yaklaşımı incelenecektir.

A. Derin Ekoloji Yaklaşımı

Derin ekoloji yaklaşımı; insanı merkez alan bir yaklaşım değil, tam tersi olarak doğayı merkez alan bir yaklaşımdır. Bu anlamda; sosyo-ekonomik olay ve olguları yönlendiren çeşitli sistemlerin (kapitalizm, sosyalizm gibi) insan merkezli (biyosantrik) yaklaşımlarının yerine, ekolojinin merkezde olduğu ve doğa ile bütünleşmeye dayalı ekosantrik bir değerlendirme söz konusudur. Norveçli felsefeci Arne Neass’ın ileri sürdüğü derin ekoloji kavramı 8 temel ilke üzerine kurulmuştur (Köktürk, 2002):

Ülkeler 2002 yılı sıralaması

(142 Ülke) Ülkeler 2005 yılı sıralaması (146 Ülke)

Finlandiya 1 Finlandiya 1 Norveç 2 Norveç 2 İsveç 3 Uruguay 3 Kanada 4 İsveç 4 İsviçre 5 İzlanda 5 Türkiye 62 Türkiye 91

1. Yeryüzündeki her şey değerlidir. Bu nedenle insan merkezci düşünceden uzaklaşılmalıdır,

2. Ekosistemin tümüyle değerli olduğunu kabul edip, türlerin devamını sürdürmek,

3. İnsanların yaşamaları için gerekli ihtiyaçlarını, çevreyi yok etmeden sade bir biçimde doğadan alması gerekeni almaya davet etmek,

4. Ekosistemdeki tüm yaşamın dengeli olması,

5. İnsanların çevrelerine olan etkilerinin aşırı olduğu ilkesine karşı çıkabilecek çok az kişi olmasına rağmen, pek çok kişinin bu müdahaleyi vicdanları rahatsız olmadan yaptıkları inancı,

6. Yapılacak değişmeler, ekonomik ve ideolojik kurumları mutlaka etkileyecektir,

7. Yaşamın niteliği her şeyden önemlidir,

8. İnsanların derin ekoloji ilkelerini kabul etmeleriyle çok büyük değişikliklerin yaşanacak olması. Buna gerekçe olarak; mekanistik dünya görüşü ile gelişen endüstri toplumunun gereklerine göre yaşam felsefesinin maddeci, faydacı ve insanı birbirinin kurdu olarak gören rekabet içinde görmesidir.

Neass, derin ekolojinin görüşlerini yüzeysel ekoloji ilkeleriyle aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi karşılaştırmaktadır (Köktürk, 2002).

Tablo 9: Derin Ekoloji-Yüzeysel Ekoloji Karşılaştırması YÜZEYSEL EKOLOJİ DERİN EKOLOJİ

Doğadaki çeşitlilik bizim için değerli bir kaynaktır. Doğadaki çeşitlilik kendisi için değer taşır. İnsan için olmayan değerden söz edilemez. Değeri insan için algılamak, ırkçı bir

önyargıdır. Bitki türleri insanların yararına tarım ve tıpta

kullanıldığı için değerlidir.

Bitki türleri korunmalıdır, çünkü onların değeri özlerindedir.

Kirlenme eğer ekonomik büyümeyi etkiliyorsa durdurulmalıdır.

Kirlenmenin durdurulması, ekonomik gelişmeden önce gelir.

Gelişen toplumlardaki nüfus artışı, ekolojik dengeyi tehlikeye sokmaktadır.

Dünya nüfusunun artışı ekosistemi tehdit etmektedir ama gelişmiş ülkelerin davranışları daha tehlikelidir.

Kaynak, insan için yararlı her şey demektir. Kaynak, tüm yaşam için kaynaktır. İnsanlar yaşam standartlarında geniş çaplı bir

gerilemeye razı olmazlar.

İnsanlar, aşırı gelişmiş ulusların yaşam standartlarının düşmesine değil, genel yaşam niteliğinin düşmesine razı olmazlar. Doğa acımasızdır ve böyle olması gereklidir. İnsan da acımasızdır, ama böyle olması

gerekmez. Kaynak: Köktürk, 2002.

B. Yetinme Seviyesi Yaklaşımı

Endüstri toplumları, sürdürülebilir gelişme anlayışı ile çevre konusunda yoğunlaşan tepkileri azaltmayı amaçlamaktadırlar. Ortaya konan ve uygulamaya sokulan çevre politikaları, ağır ve geç sonuçlar verecek politikalardır. Günümüzde kalkınma hızı, çevre korunması ve doğal kaynakların kullanımı konusunda farklı bir yaklaşım gereklidir. Çünkü bu, gelecekle ilgili bir konudur ve gelecek kuşakların hangi şartlar altında yaşayacağı bu konunun çözümüne bağlıdır (Köktürk, 2002).

Doğal ve yapay kaynakların sürdürülebilirlik sınırlarının ötesinde kullanıldığı günümüzde; sürdürülebilir kalkınma veya dengeli kalkınma yaklaşımı çevrenin yönetilmesinde yetersiz kalmaktadır. Dengeli veya sürdürülebilir bir kullanım için ihtiyaçlar ile istekler arasında bir ayrımın yapılması zorunludur. Bazı alışkanlıklarımızı değiştirmeliyiz. Çevre sadece ekonomi, sağlık, kalkınma için esas

ya da eğlence değildir. Çevre için ekonomi; işleri gerçek ihtiyaçlarımızı karşılayacak biçimde idare etme anlamına gelir. Bir zamanlar kapitalizmin üzerinde yükseldiği ve çok kişinin kar etmesini sağlamış olan “hep daha fazla tüket” ideolojisi, aynı zamanda dünyanın ve gelecek kuşakların haklarını koruyarak gerçek ihtiyaçlarımızı karşılamaya artık yeterli gelmemektedir. Artık, yetinme seviyesinin zamanıdır. Yetinme seviyesini savunan Avrupa’daki Yeşil Hareketin önemli temsilcilerinden Jonathan Porritt, kapitalizmin sürekli tüketim baskısına karşı çıkmakta, dünyanın ve insanlığın geleceği için “gerçek ihtiyaçlar” ile “yapay istekler” in ayrılmasını ve yetinme seviyesine geçilmesini önermektedir.

İnsanların gerçek ihtiyaçlarının kapsamı nasıl olmalıdır? Bunu nasıl belirleyeceğiz? Buradaki çıkış noktamız; bir insanın fizyolojik olarak yaşamını sürdürmesini sağlayan; yemek, içmek, barınmak vb. gibi ihtiyaçlardır ve bunları “gerçek ihtiyaçlar” olarak niteleyebiliriz. Ancak her toplumun yeme içme ve barınma kültürleri birbirlerinden farklı özellikler taşır. Üstelik alışkanlıklardan da vazgeçmek oldukça zor olacaktır. Bu yüzden tüm dünyada geçerli bir “dünya normu” geliştirmek hemen hemen imkansızdır. Ancak, ortak bir nokta olarak, kendi kültürel yapıları içinde yaşamlarını minimum düzeyde sürdürecek ihtiyaçlar belirlenebilir ve bunlara bağlı olarak etkin çevresel ve ekonomik kararlar alınabilir (Köktürk, 2002).

III. GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE