• Sonuç bulunamadı

1.2. Türkiye’de Korunmaya Muhtaç Çocuklara Yönelik Sunulan Hizmetler

1.2.2. Kurum Bakımı Hizmetleri

1.2.2.5. Kurum bakımı hizmetlerinin dezavantajları

Aile anne baba ve çocuklarla hayat bulan, aynı evin içerisinde birlikte yaşamaları ile anlamlı hale gelen bir olgudur. Çocuklar önce duygusal bağlılık geliştirdikleri anne ve babalarını daha sonra mekânsal olarak aidiyet duydukları evlerini, yuvalarını kaybederek korunmaya muhtaç hale gelirler. Bu noktada da yukarıda da anlatıldığı gibi devletin kurumları devreye girerek çocuğun korunma ve bakım ihtiyaçlarını karşılar. Çocuğun

kimsesiz olarak ortada kalmaması adına devlet kurumlarında bakımının sağlanmasının önemi büyüktür. Ancak aile ortamından uzak olmanın sonucunda yaşanan sorunların yanı sıra kurum bakımı hizmetlerinin sunulmasında yaşanan problemler de bireylerin gelişiminde oldukça etkilidir. Bıyıklı (1995) şöyle açıklamıştır;

“Kurum bakımı, teke tek ilişki ve duygusal etkileşimden uzak bir bakım türüdür. Çoğunlukla fizyolojik gereksinmelere cevap verebilmekledir. Oysa sağlıklı bir gelişim ve davranış temelinde duygusal gelişim yatar. Bugün duygusal hayatın zihinsel ve fiziksel hayattan önce geliştiği ve tüm gelişimin kaynağını oluşturduğu bilinmektedir “ (Bıyıklı, 1995: 3-4).

Kurum bakımı hizmetinden yararlanmış bireylerinde duygusal yetersizlikleri yaşam kalitelerini düşürmekte ve hayatına yön verme konusunda eksikliklere sebep olmaktadır.

Bowlby (1980)’e göre; Bireyin kişiliğinin temelleri aile içinde atılır. Eğer çocuk ailesinden destek, koruma, ilgi, şefkat görürse ve ailesi ile yaşadığı deneyimler olumlu ise, pozitif bir ego geliştirir ve kendisi ile ilgili duygulan olumlu olur. Ancak çocuk böyle bir aile ortamından yoksun büyürse kendisinin sevilmediğini, istenmediğini düşünür, kendisi ile ilgili düşünceleri ise olumsuz olur (Bowlby’den aktaran Akman ve Üstün, 2002:229). Bu olumsuz düşüncelere sahip çocuk da kendisini sevmediği, saygı duymadığı için yaşantısında kural tanımaz ve disiplinden uzak bir çizgi çizer. Her şeyin sorumlusu olarak kendisini görür ve gerçekleştirdiği her eylemde bir hesaplaşma içine girerek kendisi dâhil etrafında ki herkese olumsuz etkiler bırakır ancak burada yine en çok yarayı kendisi alır.

“Normal bir duygusal sorun, herkesin karşılaşmayı bekleyebileceği küçük bir duygusal krizden doğar. Bu tür sorunların gerektiği şekilde ele alınarak, çözümlenmesi kişiyi güçlendirir. Ama yanlış bir şekilde çözümlendiğinde normal sorun anormal bir soruna dönüşecektir” (Salk, 1993: 12). Bireylere kurum bakımında sağlanan hizmetlerin sunumu bu noktada büyük önem taşımaktadır. Bilinçsiz ve çocuk doğasından anlamayan personelin kurumlarda çalıştırılması, kalabalıktan dolayı çocuklara yeterli zaman ayrılamaması, çocukların hatalarının topluluk da akranları arasında söylenmesi gibi bir sürü davranış, psikolojik olarak çocukları derinden etkilemektedir. Koğuş tipi yurt ortamları göz önüne alındığında sunulan

hizmetin kalitesi açısından fiziksel imkânların getirilerinin çocuk gelişimi için sağlıklı olmadıkları anlaşılmaktadır.

Psikiyatr Sefa Saygılı ve Pedagog Ali Çankırılı, müşterek araştırmalarında doğumu takip eden özellikle ilk yılda çocuğun ruh sağlığının temelinin atılması sebebiyle bu dönemde çocukta anne ilgisi, sevgisi ve şefkatinde ki eksikliğin ömür boyu doldurulamayacağını, hiçbir zaman yeniden kazanılamayacağını ve telafi edilemeyeceğini, bu mahrumiyetin ilerleyen yıllarda birçok ruhsal hastalığı beraberinde getireceğini tespit etmişlerdir (Saygılı ve Çankırılı (1998)’ dan akt. Köse, 2014:190–191).

En baştan aile ile etkileşiminden mahrum kalan çocuklar duygusal yetersizlikleri sebebiyle maddi olarak çok daha fazla imkânların olduğu ortamlar ile desteklenmeye çalışsalar da ailesiz geçirmiş oldukları kritik dönemlerin eksikliklerinin giderilemeyeceği görülmüştür.

Sloutsky (1997) kurumlardaki olası bilişsel yoksunlukları tarif etmiştir. Ona göre kurum bakımı altında yaşayan çocuklara kıyasla aileleriyle ev ortamında yaşamlarını sürdüren çocukların hem ev içinde hem de ev dışında birçok farklı nesneyi görme ve onları birebir keşfetme imkânına daha fazla sahip oldukları söylenebilir. Oysa kurumda yaşayan çocuklara personel sayısındaki yetersizlik ve kendilerine zarar verme ihtimalleri yüzünden böyle bir imkan verilemeyebilir. Özellikle gelişimin ilk aşamalarında çocukların keşiflerinin, oyunlarının, sosyal aktivitelerinin kısıtlanması veya katı sınırlar içinde tutularak çok sıkı kontrol edilmesi gelişme ve öğrenme için çok önemli olan bilişsel aktivitelerin de şüphesiz engellenmesi anlamına gelmektedir.” (Akt.Karakoyun, 2014: 6).

Kurumda bakımları sağlanan çocuklar her ne kadar koruma altında olsa ve devletin çocuğu olarak adlandırılsa da hepsinin birer emanet olduğu bakış açısı mevcuttur. Anne babası yanında ki çocuğun tehlike durumu ile karşı karşıya kalması halinde dahi sorumluluğu anne babadadır. Ancak devlet koruması altındaki çocuğun ev kazaları, trafik kazaları, çevresel faktörler vb gibi tehlike ile karşı karşıya kalma durumunda anne baba gibi bağımsızca sorumluluk alınamaması ve görevli personelin resmi kurumlara (idare başta olmak üzere hastane, emniyet vs gibi) ifade vermesi söz konusu olduğundan çocuklar her zaman sıkı kontrol altında tutulmak zorunda kalırlar. Bu da çocukların sürekli kontrol ve denetim altında olmasını gerektirir. Bu gereklilik kurum bakımı sürecinin başlamasından sonlanmasına karar sürdüğü için

çocuklarda kısıtlanma, güvensizlik ve kendini yetiştirme konularında yetersiz kalma duygularıyla bilişsel ve duygusal gelişimlerinde geriliğe sebep olmaktadır.

Annesiyle yeteri kadar zaman geçiremeyen çocuk sıkıntı içinde büyümektedir. Sevgi ve güven duygusu yaşanarak öğrenilmekte ancak çocuk anne ile bu duyguları yaşayamadığı zaman ruh sağlığı olumsuz olarak etkilenmektedir. Anne kucağından aile ocağından uzakta büyüyen çocukların ruh sağlığının ağır yaralar almış olacağı, şahsiyet kazanamayacağı da bilimsel olarak ispat edilmiş durumdadır (Saygılı ve Çankırılı, 1998:15). Üstün (2008), Yetiştirme Yurdu Deneyimi Olan Genç Yetişkinlerin Çocuklarının Duygusal ve Davranışsal Sorunları adlı yüksek lisans tezinde kurum bakımının bireyde bıraktığı olumsuzlukların kendi çocuklarını da etkilediği üzerinde durmuştur. Buradan da anlaşıldığı gibi, kişinin kendi yaşantısındaki olumlu ve olumsuz kazanımları onunla etkileşim halinde bulunan herkesi etkilemektedir.

“Anne sevgisinden yoksun kalan çocuğun sağlıklı kişilik geliştirebilmesi için çocuğun sevdiği birine bağlanması ve gereken doyumu sağlaması gerekir. Bu nedenle yetişkinlerin tutum ve davranışlarıyla, özellikle cinsiyetlerine uygun toplumsal rollerin uygulanışında olumlu model olmaları gerekmektedir.” (Dizman ve Gürsoy 2005:445).

Anneden sevgi ve güveni almayan çocuk merhamet ve şefkat duygusundan da mahrum kalmaktadır. Kurum bakımında çocuklarla ilgilenen, duygusal bağ kurmaya çalışan ve günümüz bakım modelleri ile çocuğa sevgi ortamı oluşturmayı amaçlayan bakıcı personel olsa dahi, onların çocuklara vermeye çalıştığı tüm olumlu duygular adeta çocukların duvarlarına çarpıp dönmektedir. “Çünkü sadece annenin yapabileceği ve bir başka varlıkta bulunmayan anne şefkatinin çocuğa transfer edilmesi, annenin çocuğuna ve insanlığa yapacağı en değerli katkıdır” (Köse, 2014:392). Anneden alması gereken sevgiyi bakıcı personelin ilgisine rağmen anne sevgisi gibi benimseyemeyen çocuklar merhamet ve şefkat duygusunu da oturtamamakta ve yurt ortamında birlikte oldukları arkadaşlarına karşı da kişilik olarak daha bencil tavırlar sergilemektedirler.

“Çocukların merhametli oluşunun önündeki en önemli engellerden birisi de rekabet ortamı içinde yetişmeleridir. Bu durum onların hayatları boyunca herkesi devre dışı bırakılması gereken birer rakip olarak görmelerine yol açmaktadır” (Köse,

2014:202). Çünkü sayıca fazla olan akran gurubu içinde yaşamakta ve tüm özel alanlarını akranları ile paylaşmaktadır. Ama bu paylaşım aile ortamındaki paylaşım gibi olmamakta ve bireyde sahip olamazsa tamamen kaybedeceği endişesi oluşturmaktadır.

Ailesi yanında yaşayan çocuklar sevgi merhamet duygularıyla yetişmesinin yanında onu ilerleyen zamanlara hayata hazırlayacak sayısız tecrübeler kazanmaktadır. Kurum bakımında yetişen çocuklar aile ortamından uzakta büyüdükleri için toplumun kültürünü kendi aileleri içinde değil yurtta kurdukları yapay aile ortamında öğrenmektedirler. Ancak anne baba ve çocuklardan oluşan ve toplumu hem etkileyen hem de toplumdan etkilenen aile yapısının dışında kalmanın etkilerini daha çok toplumla iç içe geçtikleri, iletişimi birebir kurdukları zaman görmektedirler. Düşük benlik saygısı, güvensizlik, yüksek suç oranı, iletişimsizlik, iş yaşamına uyumsuzluk, para yönetimi ve toplumun ferdi olma gibi konularda ki başarısızlıklarının altında yatan en büyük sebep aile yaşamına dâhil olamamalarıdır.

Bu bölümde yapılan literatür taraması ile çocuğun korunması himaye edilmesi Osmanlıdan günümüze sunulan hizmetlerde ki değişimler ele alınmıştır. Çocuğun korunması koşulsuz şartsız tüm dünya da kabul görmüş bir olgudur. Bunun yanında Osmanlıdan miras kalan kültürel bir değerdir. Osmanlı da öksüz ve yetimlerin bakımı vakıflar başta olmak üzere ile gönüllük esasına dayalı olarak yapılırdı. Savaş ve göçler ile birlikte toplum yapısında meydana gelen değişiklikler üzerine profesyonel şekilde devlet kontrolüne alınmıştır.

Kurumlar toplumda meydana gelen problemler üzerine halkın istek ve ihtiyaçlarına cevap verebilmek için değişir. Değişim süreci tamamlandığında ise dönüşüm başlamış olur. Toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyen kurumların kapandığı ya da değiştiği görülmektedir.

Korunmaya muhtaç çocuk tanımının ve bu amaca hizmet eden kurumların değişen şartlar sonucu uğradığı dönüşümler anlatılmıştır. Devlet eli ile gerçekleştirilen dönüşümde temel nokta her zaman himaye edilmesi gereken çocuk olmuştur. Kurumlar, kanunlar, hizmet modelleri çocuğun yüksek yararı düşünülerek toplumsal bağlamda ele alınmıştır. Osmanlı toplum yapısı temel alınarak tarihsel

süreç incelendiği zaman çocuğa bakışın ve hizmetlerin değişiminin toplum dinamiklerinin değişimine bağlı olarak gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Bu bölümde araştırmamızın temelini oluşturacak olan konular genel olarak ele alınmış, süreç tarihsel yönüyle incelenmiştir. Ülkemizde korunmaya muhtaç çocuk adına yapılan çalışmalar, bu alanda hizmet sunan kurumlar ve bu kurumların dönemler arasında ki değişimleri üzerinde durulmuştur. Bu bölüm çalışmamızın amacına ulaşabilmek için katılımcılarımız ile yapılan görüşmelerin sağlam temeller üzerine oturması açısından önem taşımaktadır.