• Sonuç bulunamadı

2. ARAŞTIRMANIN KONUSU

2.2. Keşfü’l-Hakayik’in Sünnî Âleminde Genel Kabul Gören Yönleri

2.2.3. Keşfü’l-Hakayik’te Ümmetin Geri Kalma Sebepleri

2.2.3.3. Kur’ân’ın Merasim Kitabı Haline Gelmesi ve Şûra Olmaması

Baküvî Hulafâ-i Râşidin’in şûra ile seçildiğini ve işlerini şûra ile hallettiğini beyan etmiştir.298 Özellikle her fırsatta Hz. Ömer’in (r.a.) dirayetinden ve onun şûraya verdiği önemden bahsetmiştir.299 Her ne kadar Keşfü’l-Hakayik’te halifelerin şûra ile seçildiği beyanını görsek de Şiîler hilafetin Hz. Ali’nin (r.a.) hakkı olup halifeler tarafından gasp edildiğine inanır ve şûrayı kabül etmezler.300

Konuyu örneklerle değerlendirelim:

297 Baküvî, a.g.e., c. III, ss. 57-58. 298 a.g.e., c. III, s. 57.

299 a.g.e., c. II, s. 358.

300 Selim b. Kays, el-Hilâli el-Âmiri, Kitâbü Selim b. Kays el-Hilali, Tahkik, Muhammed Bâkir el-

﴿ ُ ق اَذ َناَك ْوَلَو ٌءْيَش ُهْنِم ْلَمُْيُ َلَ اَهِلِْحِ َلَِإ ٌةَلَقْ ثُم ُعْدَت ْنِإَو ىَرْخُأ َرْزِو ٌةَرِزاَو ُرِزَت َلََو َبَْر ِبْيَغْلِبَ ْمُهَّ بَر َنْوَشَْيَ َنيِذَّلا ُرِذْنُ ت اََّنَِّإ ُيرِصَمْلا َِّللَّا َلَِإَو ِهِسْفَ نِل ىَّكَزَ تَ ي اََّنَِّإَف ىَّكَزَ ت ْنَمَو َة َلَّصلا اوُماَقَأَو

Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, (bir başkasını), günahını yüklenmeye çağırırsa, ondan hiçbir şey yüklenilmez, çağırdığı kimse yakını da olsa. Sen ancak, görmedikleri halde Rablerinden için için korkanları ve namaz kılanları uyarırsın. Kim arınırsa ancak

kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah Teâlâ’yadır.301

Baküvî yukarıda verilen ayetin tefsirini şu şekilde yapmıştır: “Allah Teâlâ’nın şeriatında, “bir günahkârın günahı başka birine yüklenerek, ondan sorgu sual

olmaz.” Yani zâlim birinin yerine başka biri cezalandırılmaz. Bu durum İslam

adaletinin bir gereği olarak uygulanmaktadır. Lakin zâlimler bir şahsın yerine babası veya kardeşini suçlayıp cezalandırabiliyorlar.

Şöyle ki; bir kardeşin suçundan diğer kardeşini, babanın işlediği bir suçtan oğlunu sorumlu tutarak cezalandıra bilmektedirler. Bunu yaptıkları halde biz Kur’ân ehliyiz diyorlar.

Kuşkusuz Kur’ân kendisiyle amel edilsin diye gönderilmiştir. Boşu boşuna kıraat edilmesi için gönderilmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in amel edilmesi gereken ahkâmını terketmek ümmeti geriye götürerek dalalet ve cehalete maruz bırakmıştır. Ümmet Kur’ân-ı Kerîm’i merasim kıtabı olmaktan çıkarıp onun ahkâmıyla amel etmelidir.”302 Müfessir Kur’ân’ın ahkamına uymadan ben müslümanım demenin ne kadar faydasız olduğundan bahsetmektedir. Kur’ân’ın bugün sadece yaslarda okunan ve karşılığında para kazanılan kitap haline gelmesinden bahsetmekte ve bu durumu kınamaktadır. Bu durum düzelip Kur’ân hakiki yerini bulmadıkça müslümanlar içinde bulunduğu durumdan kurtulamayacağını ifade etmektedir.

﴿ ََّللَّا اوُقَّ تاَو ِهِلوُسَرَو َِّللَّا ِيَدَي َْينَ ب اوُمِ دَقُ ت َلَ اوُنَمآ َنيِذَّلا اَهُّ يَأَيَ ٌميِلَع ٌعيَِسَ ََّللَّا َّنِإ ﴾ 301 Fatır, 35/18.

Ey iman edenler! Allah Teâlâ’nın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah Teâlâ’ya karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah Teâlâ hakkıyla işitendir, hakkıyla

bilendir.303

Ayetin tefsirinde Baküvî şunları söylemektedir: “Ey müminler Allah Teâlâ’nın ve elçisinin tayin ettiği ahkâmın önüne geçip, onlara muhalif işlere teşebbüs etmeyin. Kendi nezdinizden hüküm vermek size caiz değildir. Müslümanlar ise kendi nefislerinden hükümler vermiş ve bunu uygulamışlardır.

Dahası Kur’ân-ı Kerîm’in din ve dünya hükümleri gizli kalmış biz başka milletlerin kanunlarına meyledip, onlardan kanun almaya çalışıyoruz. Lakin onarın koyduğu kanunların çoğu Kur’ân-ı Kerîm’den alınarak değiştirilmiştir. Bugün dünyada uluslar arası seviyede kabul edilen şûra, müşavere, fikir birliği, ekseriyetin görüşünü kabul etme gibi esaslarla iş görmek İslam dininin kanunları değil mi?

Devrimizin âlimleri ise, Kur’ân okumanın, ancak Ramazanda, cenaze başında ve mezarda çürümüş kemiklerin üzerinde faziletli olduğunu bize öğretiyorlar. Bu durum geçimlerini temin etmek için onların işlerine geliyor. Lakin Kur’ân-ı Kerîm’in dini, dünyevi ve siyasi hükümleri içine alan bir kitap olması gün gibi ortadadır. Dahası ümmet içindeki nifak ve ihtilaf sebebiyle geri kaldı ve Allah Teâlâ onların amelleri ve nifakları sebebiyle rahmetini onlardan çekti.304

Ayetin tefsirini Şiî âlimi Kâşânî (ö.1091/1680) de Baküvî gibi peygamber ve Allh’ın hükmü dışında hüküm verilmemesi ve onların hükmüne uyulması şeklinde tefsir etmiştir. Dahası her hususta peygamberin önüne geçmemek gereklidir. Zira bu makam Allah tarafından Peygamber’ine verilen bir yüce makamdır.305

Müfessir Şîa mezhebinin müntesibi olsa da hilafeti ve şûranı kabül ettiği tefsirden anlaşılıyor. Hatta halifelere itaatın Peygamber’e itaat olduğunu açıklayarak müslümanları şûra ve ekseriyetin reyiyle amel etmeğe ve birliğe davet etmiştir. Şunu da hatırlatmakta fayda var ki, İmamiyye akidesinden imamet meselesine inanmayan müslüman olamaz.

303 Hucurat, 49/1.

304 Baküvî, a.g.e., c. III, s. 465.

Şöyle ki, Şiîler’in akidesine göre insanlara peygamber göndermek, halife ve imamları tayin etmek Allah Teâlâ’ya vaciptir. İmamları tayin etmek Allah Teâlâ’nın insanlara doğru yolu göstermesidir ki, insanlar imamlarla hak yolu bulup Allah’a ibadet etsinler.

Dahası Hz. Peygamber ve imamlar tayin olmasa, sorumluluk tam olmaz. Yani müslümanlar şeriatten mesul olmazlar. Bu sebeple Hz. Peybamber ve imamlar, kullarla Allah arasında sefirdir.306

Baküvî ise sanki imamet meselesini kabül etmemiş gibi hilafeti savunmuştur. Bu örnek bu durumu açıklar niteliktedir: Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından sonra, Medine ehli hilafet (hâkimiyet) işi ile meşgul oldular ve Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hazırladığı ordu savaşa gidemedi.

O zaman şûra ve ekseriyetin reyi vasıtasıyla Hz. Ebu Bekir halife olup hâkimiyete geçti. İlk işi ordunun eksiklerini tamamlayıp, Usame b. Zeydin komutasında Mute’ye göndermek oldu. Üsamenin elinde fetih müyesser oldu ve Suriye fetih edildi.307

İbn Kesir de Baküvî gibi ayetten maksadın Allah Teâlâ’ya ve Resûl’üne itaat olduğunu ifade etmiştir. Bu ayet Hz. Peygamber’i (s.a.s.) yüceltmek, ona saygı göstermek ve değer vermek içindir. Tüm şeri işlerde onun emirlerine Muaz gibi tabi olmak gerek.

Muaz b. Cebel’i Peygamber Yemen’e gönderirken sorduğu soruda bu ayetin tefsiri mevcuttur.

- Hz. Peygamber (s.a.s.) sordu: “Ne ile hüküm edeceksin?” - Muaz: “Allah Teâlâ’nın kitabıyla.”

- Hz. Peygamber (s.a.s.): “Bulamazsan?” - Muaz: “Sünnet’le.”

- Hz. Peygamber (s.a.s.): “Orda da bulamazsan?” - Muaz: “Reyimle içtihat ederim.”

306 ez-Zencanî, c. I, ss. 38-40. 307 a.g.e., c. III, s. 57.

- Hz. Peygamber (s.a.s.) Muaz’ın göğsüne vurdu ve dedi: “Allah Rasûlü’nü onu razı edecek ashabla muvaffak kılan Allah Teâlâ’ya hamdolsun.”308 Bu ayet Allah Rasûlü’ne karşı gösterilmesi gereken edepten bahsetmektedir.309

Neticede Baküvî ümmetin kurtuluşu imam ve reislere itaat etmekle değil, Kur’ân ve sünnete tabi olmak suretiyle mümkün olabileceğini tefsirinde açıklamıştır. Kur’ân’ı merasim kitabı ve para kazanmaya araç olmaktan çıkarıp ictimaî ve siyasi durumumuzu ona göre düzenlememiz gerekmektedir. Aksi halde içinde bulunduğumuz zillet durumundan kurtula bilmeyeceğiz.

2.2.4. Keşfü’l-Hakayik’te Birlik ve Beraberlik