• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: TEFSÎRDE İHTİLÂFIN MÂHİYETİ

1.5. İhtilâflarda Tercih Sebepleri

1.5.1. Kur‟ân-ı Kerîm

1.5. İhtilâflarda Tercih Sebepleri

Ġnsanlar, yeryüzünde hayatlarını sürdürürken bilgi ve sosyal iliĢkiler baĢta olmak üzere her yönden ilerleme kaydetmektedirler. Basit bir hayat tarzından daha karmaĢık ve çok iliĢkili bir hayat tarzına doğru ilerlemektedirler. Bu durum toplumdan topluma farklılık göstermekle birlikte değiĢme, az çok her toplumda görülen bir gerçektir. Bilgi seviyeleri ve yetiĢme tarzları farklı birey ve toplumlar, değiĢimlerde önemli roller oynamıĢlardır. Ġnsanlar, bireysel farklılıklarını kendi durumlarına göre farklı bilgi ve tecrübeler ile donatırlar. Ancak onlar bilgi edinme bakımından farklı fıtrat ve kabiliyetlerde yaratıldıkları için herkes aynı bilgiyi değiĢik Ģekilllerde algılar. Ortak algılamalarda bile, bilginin ifâde ediliĢ tarzında birçok farklılıklar olmaktadır. Demografik, coğrafi, psikolojik, sosyal olaylar, ilmi ve teknik geliĢmeler ile eğitimin

yönlendirmesi değiĢimi zorlamaktadır340. Bundan dolayı insanoğlunun yaratıldığı

günden beri tarihin her dönemi ve hayatın her alanın da bir çok ayrılıklar ve ihtilâflar olmuĢ ve olmaya da devam etmektedir. Ancak bu ihtilâflarda, bir tarafın haklı olması her zaman için imkan dahilindedir. Nitekim bu durum,

“...Lâkin ihtilâfa düĢtüler de onlardan bir kısmı iman, bir kısmı da inkâr etti”341

âyetiyle açık bir Ģekilde ifâde edilmiĢtir. Dolayısıyla haklı tarafı tesbit etmek için bazı kriterlerin olması gerekmektedir. Bunların da baĢında, Kur‟ân, sahih sünnet, cumhurun görüĢleri ile tefsîr ve Arap dili kuralları gelmektedir.

1.5.1. Kur‟ân-ı Kerîm

Ġnsanlığın ilk dönemlerinden beri ihtilâfın devamlı vuku bulmasından dolayı Allah, insanlar arasındaki ihtilâfları çözümlemek için peygamberler gönderip kitaplar indirmiĢtir. Meselâ bu durum Ģu âyet-i kerîmede açık bir Ģekilde ifâde edilmiĢtir:

339

Cerrahoğlu, Tefsîr Tarihi, s. 33.

340 Sezen Yumni, Sosyoloji ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve TartıĢmalar, ĠFAV Yay., istanbul 1993, s. 72-76

“Ġnsanlar arasında, anlaĢmazlığa düĢtükleri husûslarda hüküm vermeleri için, müjdeleyici ve uyarıcı olan peygamberlerle beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi” 342

. Bu âyetten yola çıkarak, “Allah Teâlâ vahiy ile insanların içine düĢtükleri inanç ihtilâfına son vererek tevhid akidesinde birleĢmeleri için uygun zemin hazırlamıĢ, ihtilâfların çözümlenmesi

için temel kıstaslar getirmiĢtir” denilebilir343. Ne yazık ki insanoğlunun ihtilâfa sebep

olan değiĢik bir çok özelliği, kutsal kitap ve peygamberden sonra da ihtilâfı devam ettirmiĢtir. Bu da göstermektedir ki, en baĢta inanç merkezi etrafında oluĢan ihtilâfların bile giderilmesi mümkün olmamıĢtır. Aksine insanlık tarihinin bidayetinden günümüze

kadar en büyük ihtilâflar tevhid ve küfür merkezi etrafında ĢekillenmiĢtir344. Bunun

yanında Allah‟ın peygamberi ve kitabına rağmen ihtilâfların giderilmemesi durumunda, nihâî hükmün, “kıyamet günü” Allah tarafından verileceği açık Ģekilde Kur'ân-ı

Kerim‟de bildirilmektedir.345

Bu tür âyetler, insanlar arasındaki ihtilâfın hiçbir zaman ortadan kalkmayacağını ve kıyamet gününe kadar süreceğini göstermektedir. Her ne kadar, âyetlerde din sahasına giren konulardaki ihtilâflardan bahsedilse de, hayatın her alanında ihtilâflar devam etmektedir. Bu husûs,

“Ayrılığa düĢtüğünüz bütün konularda (doğru) hüküm Allah'a aittir”346

âyetine iliĢkin tefsîrlere bakıldığında daha iyi anlaĢılmaktadır. Müfessirler tarafından ileri sürülen pekçok değiĢik yorumlara göre bu tür âyetlere konu olan ihtilâflar, müminler ve

müĢrikler arasındaki inanç ve fikir ayrılıklarına iĢaret etmektedir 347. Bir diğer görüĢe

göre ise, burada bütün insanları içine alan ifâdelerde bulunmakta, dînî konularda insanlar arasında çıkan her türlü ihtilâf ve ayrılığın, ancak Allah tarafından sonuca bağlanacağı, Allah Teâlâ'nın kıyamet günü hakkı bâtıldan ayıracağı açık Ģeklinde

342

Bakara 2/213.

343

Bakara 2/213. Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, I, 71,72.

344 Elmalılı, Hak Dini Kur‟ân Dili, I, 72.

345 Bakara, 2/113; Âl-i Ġmrân, 3/55;Mâide, 5/48; En'âm, 6/164; Nahl, 16/124.

346

ġûrâ 42/10.

347Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, Câmi' li ahkâmi'l-Kur'an, Dâru'l-kütübi'l-Arabiyye, Kahire 1967, XVI, 7; Nesefî, Medârikü‟t-tenzîl, Dâru'l-kütübi‟l-Arabiyye, Beyrut t.y., IV, 101; Ebussuud, Muhammed b. Muhammed, ĠrĢâdul-akli's-selîm ilâ mezâya'l-Kur'âni'l-Kerîm Dâru ihyâi't-turâsi‟l-Arabî, Beyrut 1994, VIII, 24; Âlûsî, ġihabüddin es-Seyyid Mahmud, Ruhu‟l-meani, Dâru‟l-fikr, Beyrut 1997, II, 102-105; IV, 25, 26; Kâsımî, Muhammed Cemaluddin, Mahâsinu't-te'vil (nĢr. Muhammed Fuad Abdulbaki), Dâru ihyai‟l-kütübi'l-Arbiyye, ys. ts. XIV, 5224; Elmalılı, Hak Dini

Kur'ân Dili, II, 70-74; VII, 12,13;et-Tabâtabâî, Muhammed Hüseyn, el-Mîzân fî tefsîri'l-Kur'ân,

Müessesetu‟1-a„lâ,Beyrut1998, XVIII,22-23; Ġbn ÂĢûr, Muhammed Tahir, et-Tahrîr ve't-tenvîr, Dâru Suhnûn, Tunus, ts. XXV, 41; Karaman, Hayrettin, ve dğr., Bkz.Türkçe Meal ve Tefsîr, Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı, Ankara 2003, IV, 631.

anlatılmaktadır348. Bu yorumların hepsinde hak din mensupları ile bu dini kabul etmeyen insanlar arasındaki ihtilâfın kıyamete kadar süreceği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Özellikle de bu tür âyetlere diğer müfessirlerden farklı yorumlar getiren Tabersî (ö. 548/1153), buradaki ihtilâfı dînî olsun, sosyal meselelerdeki ihtilâflar olsun

hepsini içine alacak Ģekilde yorumlamıĢtır349

.

Dinî ve sosyal meselelerde olduğu gibi tefsîr sahasında da pekçok farklı yorum yapılmıĢtır. Bazı âyetlerin yorumu hakkında onlarca görüĢ serdedilmiĢtir. Bazen bunlardan bir kısmı doğru olurken bazen de yanlıĢlara ve hatalara rastlanabilmektedir. Onun için Ġbn Teymiyye, sağlam bir tefsîrin özelliklerini “sağlam bir nakil ve sağlam

bir akıl/akıl yürütme/istidlal olarak” olarak belirlemiĢtir350. Sağlam nakilden maksad

Kur‟ân, sünnet, sahabe ve tabiinin görüĢleriyle Arap dili ve lügatına uygunluktur. Ġkincisi ise sağlam bir akıldır. Yoksa bozuk kafalardan sağlam anlama ve yorumların gerçekleĢemeyeceği bilinen bir gerçektir.

Kur‟ân‟a göre “hakikat”, vahiyden ibarettir. Ġnsanların görüĢ ve açıklamaları zandan ileri geçemez. Ġnsanlar vahiyden beslendiği ve insani erdemlerininin farkında olduğu sürece gerçeği söyleyebilirler. Bir âyetin mânâsı konusunda sadece rey ızhar etmek

doğru olmadığı gibi verilen anlama, Ģahit ve deliller getirmek gerekmektedir351

. Bunun için öncelikle Kur‟ân‟ın maksad ve amacının bihakkın anlaĢılması gerekmektedir. Bunu yaparken Âl-i Ġmrân sûresi 7. âyetinin çok iyi anlaĢılması gerekmektedir. Elmalılı‟nın ifâdesiyle söz konusu âyet, Allah kelamının anlaĢılması, tefsîr usûlü ve istinbata iliĢkin en büyük kurallardan birini öğretmiĢtir. Bu da muhkem ve müteĢâbih ayrımıdır. Kur‟ân âyetlerinin bir kısmı muhkem bir kısmı da müteĢâbihdir. Muhkem olanların mânâsı ve maksada delaletleri kesin, kelime ve cümleleri baĢka anlamlara çekilmeyen, sağlam ve sabit ifâdelerdir. Aynı zamanda muhkemler kitabın anası, temeli, esasıdırlar. Hak ile batılı ayıran, hakikatleri tasdik edip ortaya koyan bu tür âyetlerdir. Ġtikadda ve amelde üzerinde durulması ve uyulması gereken temel ilkeler ve esaslar, hidayet için deliller bunlardır. Diğer âyetler ise bunlar ölçü alınarak anlaĢılabilir. Çünkü Kur‟ân âyetlerinin

348Ġbn Atıyye, Ebû Muhammed Abdulhak, el-Muharraru'1-vecîz fî tefsîri'l-Kitâbi'l- Azîz, Rüesetü‟l-mehakimü‟Ģ-Ģer‟ıyye, Katar 1911, XIII, 144; ġevkânî, Fethu‟l-kadir, Mustafa‟l-babiyi‟l-halebi, Mısır h.1350, IX, 513; Heyet, Karaman, Hayrettin, Çağrıcı, Mustafa, Dönmez, Ġbrahim Kâfi, GümüĢ, Sadrettin, Kur'ân Yolu Türkçe Meâl ve Tefsîr, Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı, Ankara 2007, IV, 631.

349Tabersî, Ebû Ali el-Fadl b. el-Hasen, Mecmaul-beyân, DâruĠhyai‟t-türasi‟l-Arabî, Beyrut ts. IX, 31.

350 Ġbn Teymiyye, Mukaddime fî usûli‟t-tefsîr, s. 64, 76.

tamamında muhkemat esastır. Muhkemat esas olmakla beraber bunların ayrı olarak değerlendirilmesinde bir kısım sakıncalar olacağı için bunlara bütüncül yaklaĢmak gerekmektedir. Nasıl müteĢâbihler muhkemlere göre anlaĢılabiliyorsa muhkemler de birbiriyle karĢılaĢtırmak suretiyle daha iyi anlaĢılabilmektedir. Aynı zamanda muhkem olan bu âyetler, birbirine göre mutlâk- mukayyed, umûm-husûs, takrir-tefsîr, istisna-tahsîs ve nâsih-mensuh gibi değiĢik Ģekillerde aralarında muhkemlik iliĢkileri vardır. Bunun içindir ki, genel olarak muhkem âyetlerin muhkemliklerinin kuvvetinde, mânâya ne yönde delalet ettiklerinde ve maksadın neresini kuvvetlendirip vurguladıklarında farklı dereceler vardır ki; bunlar zahir, nass, müfesser, özel anlamıyla muhkem olmak üzere dört mertebe üzeredirler. Muhkematın bu bütünlük içinde mukayeseleri de Kur‟ân ilminin muhkem usullerindendir. Bunu hesaba katmayan, yani muhkematın tamamını bir bütün olarak düĢünmeyen veya düĢünemeyen, bir baĢka deyiĢle tam istikra yapmadan anlamaya, delil getirmeye ve kıyas yapmaya kalkıĢanlar muhkem ilme

eremezler, sağlam ve sıhhatli bilgiyi elde edemezler, mutlâka hata ederler352

.

Kur‟ân-ı Kerîm‟in anası konumunda olan muhkematın karĢılığında ise müteĢâbihler yer almaktadır. Bunlar görünüĢte birbirine benzer, çeĢitli mânâlara ihtimali olan âyetlerdir ki bunlardan ne ve neler kastedildiği açıkça anlaĢılamaz. Aslında bunlar Allah‟a ve onun muradına göre, hiçbir Ģüphe ve tereddüt olmadığı halde muhatap olan insanlara göre, hafi (anlaĢılması kapalı), müĢkil, mücmel ve mümteni olarak değiĢik derecelerde bulunurlar. Bu âyetlerin bu hafilikleri, müĢkil, mücmel ve mümteni oluĢları muhkemata irca edilerek anlaĢılabilir. Muhkemattaki zahire mukabil hafi, nassa mukabil müĢkil, müfesser/mübeyyen karĢılığında mücmel, muhkem-i has karĢılığında ise özel anlamıyla müteĢâbih vardır. Binaenaleyh kitap, bütünlüğü içinde ele alındığı zaman tam anlaĢılabilir.

Kur‟ânî literatürde “muhkem”, “kendisiyle neyin anlatılmak istendiği çok açık olan, nazım ve te‟lifi itibariyle de hakkında anlaĢmazlığın olmadığı ve bir mânâya gelen

âyetler” demektir353. “Ġki Ģeyin birbirine benzemesine” “teĢabüh” ve “birbirine

352

Bkz. Elmalılı, Hak Dini Kur‟ân Dili, II, 308.

353 Bakıllânî, Nüketü‟l-intisâr li nakli‟l-Kur‟ân, (thk. ve dirâse Muhammed Selâm) , Müessetü‟l-meârif, Ġskenderiyye, t.s. I, 179; Zeccâc, Meâni‟l-Kur‟ân, I, 376; ZerkeĢî, Burhân, II, 68, 69; Zürkânî, Menâhil, II, 166, 167.

benzeyen iki Ģeyden her birine de” “müteĢâbih” denilmektedir354

. TeĢabühte seçilememe, bir Ģeyin bir Ģeyden ayrılmasına engel olan bir sebep ve bir benzerlik vardır. Seçilememesi ve ayırdedilememesi bunun kendi yapısındandır. Bu bakımdan insanın doğrudan doğruya ayırt etmeye yol bulamadığı Ģeylere müteĢâbih denebilir ki, bu bazen kapalı ve müĢkil anlamlarında da kullanılmaktadır.

Muhkem ve müteĢâbih Kur‟ân için kullanıldığında Kur‟ân âyetlerinin sadece kelimeleri, dokusu, güzelliği, mânâları, ahkamı ve icazı gibi çeĢitli yönleriyle ele alınmalıdır. Ayetlerinin fasılaları, uyumları ve daha baĢka birbirine benzer tekrarları ve edebî sanatları açısından teĢabüh ve sıralama muhkemliğe karĢı değildir, belki aynı Ģekilde muhkemliktir. Kur‟ân-ı Kerîm‟in bazı âyetlerinde tamamının muhkem

olduğundan yani “her yönüyle bozulmaktan uzak sağlam bir kitap”355

, bazı

âyetlerinde de356

belagat, fesahat ve icaz yönleriyle birbirlerine benzedikleri357 ve

birbirini tasdik ettikleri358 anlamında müteĢâbih kullanılmıĢtır. Âl-i Ġmrân sûresi‟nde

ise Kur‟ân‟ın bir kısmının muhkem, bir kısmının da müteĢâbih olduğu ifâde

edilmektedir359. Bu âyetteki kullanımına göre muhkem ve müteĢâbih ifâdeleri

birbirine zıt ve karĢıt anlamda kullanılmıĢtır. ġüphe yok ki, mânâsı kesinlikle bildirilen âyet muhkem, kesinlikle bildirmeyen de muhkem değildir. Bu âyette ise muhkem ile müteĢâbih karĢıt olarak zikredilmiĢ olduğu gibi, devamındaki te‟vîl karinesi de mânâya aittir ki, tefsîr usulü ilminde de bu konular geniĢ ve detaylı bir Ģekilde iĢlenmiĢtir.

“Zahir”, bir kelamın mânâsının sadece kipine göre belli olmasına denilmekle beraber muhkem çeĢitlerinin en aĢağı derecesidir. Zahirlerin te‟vîle, tahsîse veya neshe ihtimali bulunabilir. Fakat bunların baĢka anlamlara gelme ihtimali her zaman mümkündür fakat baĢka mânâlara gelme noktasında herhangi bir karine yoksa zahir üzere bırakılırlar. ġayet bu mânâlar ifâdede sözün kendi siyakı olursa, muhatıb da bu amaçla söylemiĢ ise o zaman nass olur. Nassların te‟vîle ihtimali yoktur ama tahsîs ve

354Ġbn Manzûr, Lisânu‟l-Arab, XIII, 503; Feyrûzâbâdî, el-Kamûsu‟l-muhît, s. 1610; Asım Efendi, Kamus

Tercemesi, IV, 813; Elmalılı, Hak Dini Kur‟ân Dili, II, 309.

355Râzî, Esâsü‟t-takdîs, s. 230; ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 366; Elmalılı, Hak Dini Kur‟ân Dili, II, 308, 309.

356

Zümer 39/23.

357ġâtıbî, Muvâfakât, III, 87; Râzî, Esâsü‟t-takdîs, s. 230.

358 Ġbn Teymiyye, Mecmûu‟l-fetâvâ, XVII, 384; ġâtıbî, Muvâfkât, III, 87.

nesih ihtimalleri olabilir. Nesih ihtimali de yoksa ve bu bilgi sonradan gelen baĢka malumatlarla teyid edilmiĢ olursa, buna muhkem-i has denir.

Eğer bir sözün esas anlamı lafzının sigasından değil de baĢka herhangi bir sebepden dolayı kapalı ifâde edilmesine hafî; mânânın anlaĢılamayacak derece kapalı, ancak derin düĢünme ve tefekkür sonucu anlaĢılabilecek olanlara müĢkil; bir lafzın sigasının pekçok anlamlara gelebilme ihtimali olup da bu konuda tercih için baĢka bir karineye ihtiyaç duyuluyorsa mücmel; beĢer gücünün imkanları nisbetinde maksut olan mânâyı anlamak ihtimali yoksa buna da mutlâk mânâda müteĢâbih denilmektedir. Kur‟ân‟da müteĢâbihler, bünyesinde pekçok mânâ vecihlerini barındıran âyetlerdir. Bunların da pekçoğu muhkem bir mânâ etrafında ona irca edilmek suretiyle anlaĢılabilir ya da çeĢitli mertebe ve değiĢik durumlara göre icmal, iĢkâl ve mübhemliklerini koruyabilirler. Bundan dolayı bazen muhkemle müteĢâbihler yanyana bulunabilirler. Bunlar da zaman içerisinde belli derecelerde anlaĢılabilirler. Neticede müteĢâbihlerin kısımları olan hafiler yeterli bir araĢtırmayla, müĢkiller araĢtırmayla beraber derin bir tefekkür ve mücmeller de onu açıklayıcı bir karine ile anlaĢılabilirler. Özel olarak müteĢâbihlerin mânâsını ise Allah‟a havale etmek en selametli yoldur.

Yukarıda ifâde edildiği gibi muhkem ve müteĢâbihin pekçok alt dalları olduğu halde Yüce Allah, zahir, nass ve müfesser/mübeyyeni muhkematın altında, hafi, müĢkil ve mücmeli de müteĢâbihe Ģamil kılmıĢtır. MüteĢâbih konusunda ulûmu‟l-Kur‟ân‟da bir baĢka açıdan farklı bir taksim daha vardır ki onlar da lafzî, mânevî ve hem lafzî hem mânevî olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Lafzî müteĢâbihleri de “ebben ve yeziffun” gibi kelimelerin garipliği veya “yed ve ayn” gibi sözcüklerin müĢterek anlamlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Bir de cümlenin yapısının yol açtığı müteĢâbihler vardır ki bunlar bir sözün mücmel olarak ifâde edilmesinden ya da sözün gerektiğinden fazla uzatılmasından kaynaklanmaktadır. Mânevî müteĢâbihler ise Allah‟ın sıfatları, ahirete muteallık haberler oluĢturmaktadır. Hem lafzî hem de mânevî müteĢâbihler ise beĢe ayrılmaktadır. Bunlar umûm ve husûs gibi nicelik bakımından, vücup ve nedb gibi nitelik bakımından, nâsih ve mensûh gibi zaman, mekan bakımından ve

“Evlere arka taraftan girmeniz fazilet değildir”360 âyetinde olduğu gibi bir

toplumdaki âdet ve geleneklerden kaynaklananları vardır361

. Ġhtilâfları tercihte hatalara düĢülmemesi için öncelikle bunların bilinmesi gerekmektedir.