• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. TEFSÎRDE İHTİLÂF SEBEPLERİ

3.1. Kur‟ân‟ın Dil Özelliklerinden Kaynaklanan İhtilâflar

3.1.3. Anlamın Açıklığı, Kapalılığı, Genişliği ve Darlığından Kaynaklanan İhtilâflar

3.1.3.3. Umûm-Husûs

3.1.3.3. Umûm-Husûs

Lügatte “umûm”, bir kelimenin çok anlamlara gelmesine veya sayıca fazla olan Ģeylere delalet etmesine denilmektedir. Tefsîr ve fıkıh usûlü terimi olarak ise umûm, sadece bir kere söylenip hiçbir inhisar mânâsı taĢımaksızın kendisine elveriĢli olan bütün anlamları bünyesinde bulunduran lafızdır. Bu umûmun bazı müsemmalarının yani fertlerinin belli bir sebebe bağlı olarak münhasır kılınmasına da “husûs” veya “tahsîs”

denilmektedir1053.

Kur‟ân tefsîrinde bazen herhangi bir lafzın umûm mu yoksa husûs mu kasdedildiği noktasında da bazı ihtilâflar zuhur etmiĢtir. Bir âyet tefsîr edilirken müfessirlerden bazıları meseleyi umûm olarak değerlendirirken bir kısmı da husûs olarak değerlendirmiĢlerdir. Meselâ,

“Sonra, insanların sel gibi aktığı yerden siz de akın edin ve Allah‟tan af dileyin! Çünkü

1048

Ġbn Kuteybe, MüĢkili‟l-Kur‟ân, s. 65; Suyûtî, Ġtkân, II, 76.

1049Heyet, Kur‟ân Yolu, V, 209.

1050Mâtürîdî, Te‟vîlâtü ehli‟s-sünne, II, 208; V, 15.

1051Vehbi Efendi, Hulâsatü‟l-beyân, XIV, 1510, 1511.

1052

Mâtürîdî, Te‟vîlâtü ehli‟s-sünne, II, 208; Râzî, Mefâtîhu‟l-ğayb, VII, 164, 165; Vehbi Efendi,

Hulâsatü‟l-beyân, IV, 1580; Heyet, Kur‟ân Yolu, II, 502..

1053 Muhammed Ebû Zehra, Ġslâm Hukuku Metodolojisi, (çev. Abdulkadir ġener), Fecr Yay., Ankara 1990, s. 142.

Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur”1054

âyetindeki lafzının umûm mu yoksa husûs mu ifâde etttiği noktasında müfessirler ihtilâfa düĢmüĢlerdir. Hz. AiĢe,

Katâde, Urve ve Mücâhid buradaki den kastın KureyĢ ahalisi olduğunu söylerken;

Dahhâk, Hz. Ġbrahim; Zührî ise Hz. Âdem olduğunu1055, Mukâtil b. Süleyman ise

Yemenliler olduğunu söylemiĢ1056

; Tabersî, bu emrin öncelikle KureyĢlileri daha sonra Dahhâk‟tan rivâyetle Hz. Ġbrahim‟i ve bunun yanında Hz. Ġsmail ve Hz. Ġshâk‟ı

ilgilendirdiğini ifâde etmiĢtir1057. Râzî ve Hazîn bu hitabın muhatabının sadece

KureyĢliler olduğu görüĢünü benimserken1058

Beydavî, bütün hucccacı kapsadığı

kanâtindedir1059

. Âlûsî, buradaki hitabın genel olduğu yani bütün insanları kapsadığını söylemiĢ ve Hz. AiĢe, Katâde, Urve ve Mücâhid‟den buradaki kasdın KureyĢ olduğu

görüĢünü aktarmıĢ akabinde de /kîle tarîkiyle Hz. Âdem ve Hz. Ġbrahim olduğu

noktasında da değiĢik görüĢlerin olduğunu belirtmiĢtir1060

. Vehbi Efendi de bu konuda ortaya konulan farklı görüĢlerin hepsini aktardıktan sonra sadece Dahhâk‟ın Hz.

Ġbrahim görüĢüne yer vermemiĢtir1061

. Yine bir baĢka âyette

“Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: “DüĢmanlarınız olan insanlar size karĢı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun!”1062

buyrulmaktadır. Bu

âyet-i kerimede de lafzının umûm mu yoksa husûs mu ifâde etttiği noktasında

müfessirler ihtilâfa düĢmüĢlerdir. Buradaki lafzıyla bazı müfessirler Nuaym b.

Mesûd el-EĢceı‟nin bazıları da Ebû Süfyân‟ın kastedildiğini söylemiĢlerdir1063. Çünkü

Araplarda bazen bir Ģahıstan cemi sigasiyle bahsetmek adettendir. Bazı müfessirler,

‟nün bazı münafıklar olabileceğini bildirmiĢlerdir1064. ZemahĢerî, Elmalılı, Vehbi

Efendi ve Heyet‟in kanaatleri bu Ģahsın Nuaym b. Mesûd el-EĢceı olduğu

1054

Bakara 2/199.

1055 Ġbnü‟l-Cevzî, Zâdü‟l-mesîr, I, 183, 184; ġâyi„, a.g.e, s, 52.

1056Mukâtil b. Süleymân, Ebu‟l-Hasan, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, (thk. Abdullah Muhammed ġehhak), el-Hey‟etü‟l-Mısriyyeti‟l-amme, Mısır 1979, I, 175; Taberî, Câmiu‟l-beyan, II, 398-403.

1057 Tabersî, Mecmeu‟l-beyân, I, II, 383.

1058 Râzî, Mefâtîhu‟l-ğayb, V, 195-197; Hâzin, Tefsîru Hâzin, I, 133.

1059 Beydâvî, Nasıruddîn Ebû Said Abdullah b. Ömer eĢ-ġirâzî, Tefsîru‟l-Beydâvî/Envâru't-tenzîl ve

esrâru't-te'vil, Dâru‟l-fikr, Beyrut 1996, I, 487. 1060 Âlûsî, Rûhu‟l-meânî, II, 134, 135.

1061 Vehbi Efendi, Hulasâtü‟l-beyân, II, 345, 346.

1062

Âl-i Ġmrân 3/ 173.

1063 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 230,

1064 Ġbnü‟l-Cevzî, Zâdü‟l-mesîr, I, 402; Elmalılı, Hak Dini Kur‟ân Dili, II, 466;Rûmî, Usûlü‟t-tefsîr, s. 49, 50; Füneysân, Ġhtilâfü‟l-müfessirîn, s. 113; ġâyi„, a.g.e, s, 52

istikametindedir1065. Tabersî, el-EĢceı‟ya ilaveten bu konuda Ebû Sufyân ve bazı

münafıkların olduğuna dair de değiĢik görüĢleri belirtmiĢtir1066. Âlûsî ise bu Ģahsın

Ebû Süfyân ve Abdü Kays‟tan herhangi birisinin ya da Nuaym b. Mesûd el-EĢceı‟nin

de olabileceğini ifade etmiĢtir1067.

Nisâ sûresinde,

“Yoksa onlar Allah‟ın lütfundan insanlara ihsan ettiği nimetlere karĢı haset mi ediyorlar?”1068 buyrulmaktadır. Bu âyette geçen “insanlar” kelimesinden kimin kastedildiği konusunda tefsîrde ihtilâflar meydana gelmiĢtir. Ġbn Abbâs, Ġkrime,

Mücâhid, Dahhâk, Süddî ve Ebû Malik‟e göre ‟dan maksad Peygamber Efendimiz

(s.a.s)‟dir. Çünkü Allah O‟na peygamberlik verdi, onlar da O‟na haset ettiler. Katâde,

Hasan Basrî ve Ġbn Cüreyc‟e göre ‟le kastedilen Resûlullahın yanında, aile fertleri,

ashabı ve Arapların olduğu ifâde edilmektedir. Birinci mânâ hâs/husûsî, ikincisi ise

âmm, yani umûmîdir1069

. Taberî ve ZemahĢerî, hased edilen kiĢinin Allah‟ın kendisine fazlından pekçok Ģey verdiği Hz. Peygamber olduğu noktasındaki görüĢleri tercih etmiĢtir1070

. Tabersî ilk ihtimalin Hz. Peygamber olacağını bildirmiĢ ama âl-i beyti ve

ashabını da iĢaret eden rivâyetleri aktarmıĢtır1071

. Râzî, söz konusu kelimenin çoğul gelmesinden yola çıkarak en baĢta bununla Resûlullah anlaĢılsa bile onun ashabını da

katmanın en isabetli yol olacağını belirtmiĢtir1072

. Âlûsî ise âyetin her iki mânâya da

ihtimalini göz önünde bulundururken1073

, Heyete göre âyetten kastedilenler Hz.

Peygamber ve Araplardır1074

.

Bakara sûresinde geçen “MüĢrik kadınlarla onlar

müslüman oluncaya kadar evlenmeyin” 1075

âyetinde geçen /müĢrikâti lafzı

önceden Ehl-i kitap ve müĢrikler için umûm ifâde ederken daha sonra

1065 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 230, 231; Elmalılı, Hak Dini Kur‟ân Dili II, 466; Vehbi Efendi,

Hulasâtü‟l-beyân, II, 786; Heyet, Kur‟ân Yolu, I, 717. 1066

Tabersî, Mecmeu‟l-beyân, I, II, 682.

1067 Âlûsî, Rûhu‟l-meânî, IV, 197.

1068 Nisâ, 4/54.

1069Taberî, Câmiu‟l-beyân , V, 191, 194; Kurtûbî, el-Câmi„ li ahkâmi'l-Kur'ân, V, 251; Cerrahoğlu, Tefsîr

Usûlü, s. 227; Duman, Uygulamalı Tefsîr Usûlü ve Tefsîr Tarihi, s. 187, 188; Akk, Usûlü‟t-tefsîr, s. 88;

Aydüz, Tefsîr Tarihi, s. 67; Demirci, Tefsîr Tarihi, 50, 51; Mollaibrahimoğlu, a.g.e, s. 78, 79.

1070 Taberî, Câmiu‟l-beyân , V, 191, 194; ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I; 554.

1071 Tabersî, Mecmeu‟l-beyân, III, IV, 79, 80.

1072

Râzî, Mefâtîhu‟l-ğayb, V, 251, 252; Vehbi Efendi, Hulâsatü‟l-beyân, III, 948.

1073 Bkz. Âlûsî, Rûhu‟l-meânî, V, 84, 85.

1074 Heyet, Kur‟ân Yolu, II, 80.

“Namuslu, zinaya girmemiĢ ve gizli dostlar edinmemiĢ insanlar halinde yaĢamanız Ģartıyla, müminlerden hür ve iffetli kadınlarla, sizden önceki Ehl-i kitaptan hür ve iffetli kadınlar da, mehirlerini verip nikâhladığınızda size helâldir” 1076

âyetiyle tahsîs edildiği ifâde edilmiĢtir. Bu Katâde, Said b. Cübeyr‟in görüĢüdür. Bu

görüĢü daha sonra Taberî, Cessâs ve ZemahĢerî tercih etmiĢtir1077

. Tabersî, Ehl-i kitap

veya müminlerin dıĢında kadınlarla evlenmenin caiz olmadığını ifâde etmiĢtir1078

. 3.1.3.4. Mutlâk-Mukayyed

Itlâk, hiçbir sınırlama ve kayıt olmaksızın bir lafzın mâhiyetine iĢaret eder; takyîd de bir lafzın mânâ ve mâhiyetinin herhangi bir hadle sınırlandırılmasına denilmektedir. Kur‟ân-ı Kerîm‟de bazen bir âyet mutlâk mânâ ifâde ederken bu âyet baĢka bir âyetle takyîd edilmiĢ yani sınırlandırılmıĢ, kısıtlandırılmıĢtır. Bu makamda gelen âyetler sebep

ve hükümde birlik oluĢtururken bazen de her ikisi ihtilâf oluĢturmaktadır1079

.

Kur‟ân‟ın hem mutlâk anlamı alınabilecek, hem de takyîde gidilerek mânâları sınırlandırılabilecek bazı âyetler vardır. Bunların da baĢında köle azat etme âyeti

gelmektedir. Müminin

mümini öldürmesi olacak iĢ değildir, ancak yanlıĢlıkla olursa baĢka. Kim yanlıĢlıkla bir mümini öldürürse, mümin bir esir (köle) âzad etmesi gerekir”1080

ifâdesiyle köleliğe takyîdle mümin olma Ģartını getirirken; Mâide sûresinde yemin keffareti

“Böyle bir yemini bozarsanız onun keffâreti, çoluk çocuğunuza yedirdiğiniz orta halli yemek çeĢidinden on fakir doyurmak, yahut on fakiri giydirmek veya bir köleyi hürriyetine kavuĢturmaktır”1081

ile Mücâdele sûresindeki zıhar keffaretinde

“EĢlerine zıhar yaparak onlardan ayrılmaya kalkıp da sonra söylediklerinden dönenlerin, eĢleriyle temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuĢturmaları gerekir. ĠĢte size emredilen budur. Allah yaptığınız her Ģeyden haberdardır” 1082

âyetinde mümin Ģartı getirilmeyerek kölelik mutlâk olarak

1076

Mâide, 5/5.

1077 ZemahĢerî, el-KeĢĢâf, I, 291; Tabersî, Mecmeu‟l-beyân, I, II, 411; ġayi„, 50, 51; ġarkâvî, “Ġhtilâfü‟l-müfessirîn esbâbühü ve davâbütü”, s. 26; Hûrî, Esbâbü ihtilâfi‟l-“Ġhtilâfü‟l-müfessirîn, s. 188, 189.

1078Tabersî, Mecmeu‟l-beyân, III, IV, 204.

1079

Mennâu‟l-Kattân, Mebâhis, s. 246.

1080 Nisâ 4/92.

1081 Mâide, 5/89

zikredilmiĢtir. Müfessirler de bu ayrımı gözeterek ortaya değiĢik görüĢler koymuĢlardır. Ġmam ġafiî, öldürmenin keffaretinden yola çıkarak oruç ve zıhar keffaretinde kölenin mümin olmasının Ģart olduğunu savunmuĢtur. Ebû Hanife ve Hanefî âlimleri mutlâk‟ın mukayyede göre yorumlanmasını caiz gördükleri için kasden adam öldürme

dıĢındakiler için mümin Ģartının olmadığı noktasında fetva vermiĢtir1083. Tabersî ve

Âlûsî gibi müfessirler de her durumda mümin olma Ģartını kabul eden müfessirler

arasındadır1084

. Tabersî, Mâide sûresindeki yemin keffaretinde geçen

ifâdesinin mutlâk ve müphem olması sebebiyle azad edilecek Ģahsın çocuk, köle, cariye

ve kafir olabileceğini ifâde etmiĢtir1085

.

Bu konuyla alakalı bir örnek de yemin keffaretiyle ilgilidir.

“Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz, ama bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutar. Böyle bir yemini bozarsanız onun keffâreti, çoluk çocuğunuza yedirdiğiniz orta halli yemek çeĢidinden on fakir doyurmak, yahut on fakiri giydirmek veya bir köleyi hürriyetine kavuĢturmaktır. Bunlara gücü yetmeyen kimse, üç gün oruç tutsun.”1086

âyetinde ifâde edilen bu üç gün oruç tutma hükmüne, Ebû Hanîfe, Sevrî, Ahmed b. Hanbel ve onlara tâbi olanlar,

kırâatını esas alarak takyîdle hareket edip bunun mutlâk mânâ kastetmediğini

söylemiĢlerdir1087. Ve bu orucun ardı ardına tutulması gerektiğini ifâde etmiĢlerdir.

Çünkü bu fakihler, Ubeyy b. Ka'b ve Ġbn Mes'ûd'un mushaflarında yer alan

lafzını esas almıĢlardır. Dolayısıyla bu onlar için bağlayıcı bir karine demektir. Buna göre bir kimse bilerek yaptığı yeminini bozmasından dolayı üç gün oruç tutma keffâretiyle karĢı karĢıya ise, söz konusu günlerin arasını açması caiz değildir. Ancak Ġmam Malik ve ġafiî (ö.204/820), Ubeyy b. Ka‟b ve Ġbn Mes‟ûd'un mushafında yer alan söz konusu kelimenin mütevâtir kırâatlarda bulunmamasını Ģâz olarak değerlendirmiĢ, onun, hükme delil olamayacağını ileri sürmüĢ ve âyete mutlâk bir

1083ġâfiî, Muhammed b. Ġdrîs, Ahkâmu‟l-Kur‟ân, Dâru‟l-kütübi‟l-ılmiyye, Beyrut 1980, I, 282, 283; Cessâs, Ahkâmu‟l-Kur‟ân, II, 237; Elmalılı, Hak Dini Kur‟ân Dili, III, 333; VII, 454; Rûmî,

Usûlü‟t-tefsîr, s. 48, 49; Füneysân, Ġhtilâfü‟l-müfessirîn, s. 123, 124; ġayi„, a.g.e, s. 54; ġarkâvî,

“Ġhtilâfü‟l-müfessirîn esbâbühü ve davâbütü”, s. 26.

1084

Tabersî, Mecmeu‟l-beyân, III, IV, 115; Âlûsî, Rûhu‟l-meânî, V, 165, 166.

1085 Tabersî, Mecmeu‟l-beyân, III, IV, 298.

1086 Mâide, 5/89.

anlam vermiĢtir. Bu yüzden imam ġafiî'ye göre sözü edilen üç günlük orucun arasını

açmak, yani değiĢik günlerde tutmak caizdir1088

. Taberî de, böyle bir okunuĢun

mushaflara ters olduğunu, peĢi peĢine oruç tutmanın Ģart olmadığını ifâde etmiĢtir1089.