• Sonuç bulunamadı

2. Ernst Cassirer’in Sembolizm Anlayışı: Sembolik Formlar Felsefesi

2.2. Sembolik Formlar Felsefesi’nin Kaynakları: Kant, Hegel, Husserl, Dilthey, Einstein

2.2.1. Kritik Metodun Kaynağı: Kant

Cassirer sembol kavramının üretiminde Kantçı kritik felsefenin nesne tasarım ilkelerini takip eder. Kantçı kritik felsefenin nesne tasarımı insan zihni temellidir. Zaman ve mekân zihnin dış dünyaya ya da iç dünyaya ilişkin temaşasına aittir. Nesne ise zihnin bir tasarım imkânı olarak kendini konumladığı zaman-mekân çerçevesinde kurduğu sentetik bir mahiyet arz etmektedir. Bu fikir Cassirer’de devam eder ve kuracağı epistemolojik temelin, kritik zeminden ayrılmamasını sağlayan mihenk noktasını ifade eder. Ancak Cassirer Kant Felsefesi’nin Saf Aklın Eleştirisi ile Newton Mekaniği sonrası atılmış felsefi temellerini, 19. ve 20. yüzyıllarda ortaya çıkmış felsefi sorunları çözmede yetersiz görmektedir, Kantçı kritiğin birinci sorunu sadece Doğa Bilimleri’nin üzerinde yükselmesi için atılmıştır ve tabiîdir ki Kant, kendi zamanında henüz ortaya çıkmamış olan Tarih ve Kültür Felsefeleri’nin problemlerine, İnsan Bilimleri’ne bir temel sağlama amacına yabancıdır. Cassirer, Kant sonrası ortaya çıkmış Tarih Felsefeleri’ni de tarihi ve onda ortaya çıkan insan ve kültür etkinliklerini temellendirme bakımından değerli, ancak mit, din, sanat, hukuk, bilim gibi tüm insan etkinliklerine ilişkin bütünsel bir bakış sunmakta başarısız bulmaktadır. Oysa bir Tarih/İnsan/Kültür Felsefesi tüm zihinsel formları içine alan, onlara temel sağlayan ve yasalılıklarını belirleyen bir kuşatıcılıkta olmalıdır. Kantçı kritiğin ikinci sorunu, Öklid Geometrisi üzerinden bir zaman ve mekân tasavvuru kuruyor olmasıdır. Cassirer’in içinde bulunduğu dönem ise, Einstein’ın Rölativite Teorisi’nin büyük ses getirdiği, Lobatchevski, Gauss ve Reimann Geometrileri’nin ekseninde, göreli bir zaman ve göreli bir mekân tasavvurunun ortaya çıktığı bir dönemdir. Cassirer bu soruna bir çözüm bulmaya çalışır. Cassirer kendi felsefesini inşa ederken de Kant’ın 1763’te yazdığı ‘Olumsuz Büyüklükler Kavramını Felsefeye Sokma Denemesi’ adlı eserinin önsözünde belirttiği metafiziksel

nesnelerin matematiksel kavramlarla incelenmesinin bir kurgudan öteye gidemeyeceği, metafiziğin öncelikle mekânın doğasını ve en yüksek ilkesini bulmaya çalıştığı ve bu doğrultuda kendi zamanının geometrik kabullerine başvurduğu anlayışından yola çıkar. Mekâna ilişkin ilke tespit edilebilirse, hareketin matematiksel incelemesi mekâna bağlanacak ve buradan zamanın metafiziksel incelemesine geçilebilecektir. Böylece Cassirer, bilgi teorisinde bir genişleme için, Kantçı bir zeminde, ancak Kant’ın eksik bıraktığı yerde, hem Tarih/İnsan/Kültür Felsefeleri’nin yönteme ilişkin taleplerini karşılayacak hem de Einstein’ın tespitlerinin ortaya koyduğu dünya resmine temel teşkil edecek yeni bir epistemolojik ve metafizik çerçeve kurmak, bu doğrultuda sistematik bir yenileme yapmak niyetindedir. Öyle ise Cassirer’in Kantçı çizgideki metafiziğini anlamak onun mekân, zaman ve bunlara bağlı nesne tasarımını anlamak demektir. Bunu anlamaksızın onun Kantçı çerçeveyi nerede sabit tutup nerede genişlettiğini anlayamayız.

Cassirer genelde bir sistem filozofu, özelde bir epistemolog olarak fizikçinin zaman ve mekânı hareket yasalarına bağlı olarak açıkladığı perspektifte durmayacak, bilakis epistemolojik açıdan sonuçtan öncüller elde edilemeyeceğinden mekân ve zamanın ‘mümkünlüğünü’ bilgimizin erişebileceği bir nesnellik düzeyinde metafizik açıdan ele almaya çalışacaktır. Bu metafizik kendinde şeyin neliğini soruşturmaz, ancak deneyimlenebilir olanın temel ilkeleri olan mekân, zaman ve nesne tasarımına Kant sonrası postmetafizik çerçevede anlamamız gereken bir temel arayışından ibarettir. Kantçı anlamda mekân ve zaman kavramlarını 20. yüzyılda modern fiziğin geldiği noktada yeniden ele almak için öncelikle ‘görüsüz kavramların boş olduğu’ ilkesinden hareket etmek ve mekân ve zamanın deneyimlenebilir olgular olduğu tespitinden başlamak gerekir. Bu tespit doğanın gerçekliği önünde tüm mantıksal şüphelerin kaybolacağı fikrinden yola çıkar.110 Cassirer buradaki

şüphenin kaynağını empirik bilim anlayışının Hume’dan kaynaklanan ‘izlenimler’ görüşünden kaynaklandığı fikrindedir. Şüpheci, haklı olarak, gerçekliğin bölünmüş, parçalanmış noktasal tekillikler içinde bizde belirdiği ve daima ‘şimdi ve burada’ olan bu noktasal tekilliklerden süreklilik fikrine geçmenin zorluğunu ifade eder. Ancak biz nesne bilgisini ‘izlenimler’den kurtarıp, duyuda değil zihinde temellendirir, nesneyi ayna benzeri kendinde şeyin bizde bıraktığı iz değil de zihnin bir tasarımı olarak belirlersek, süreklilik zihnin birliği içinde kolayca sağlanabilecektir.111 Böylece zihin temelli olarak bilginin

yasalılığını, sürekliliğini ve bütünlüğünü temin ettiğini düşünen Cassirer’in, bu zihin temelli bilgi yapısının neşet ettiği Kantçı kritiği genişletirken öne sürdüğü çözüm önerisi, zihnin ve

110 Ernst Cassier, Rölativite Teorisi Üzerine Felsefi İnceleme, sf.13 111 Ernst Cassier, Rölativite Teorisi Üzerine Felsefi İnceleme, sf. 62-65

onun yansıması olarak kültürün tüm unsurlarını kuşatacak bir kavram olarak sembol kavramına dayanmaktadır. Böylece sembol kavramı Cassirer öncesinde olduğu gibi salt belirli bir alanda vaz edilen arızî bir unsur olmaktan çıkar ve tüm fonksiyonları ile düşüncenin ve tüm tezahürleriyle kültürün temeli haline gelir. Bu bakımdan Sembolik Formlar Felsefesi sadece bilimsel evren kavrayışına değil, tüm evreni anlama sistemlerine yönelmiş ve kritiği genişletmek yani her bir anlama sistemi için yasalılığı tespit etmek suretiyle, zihnin tüm faaliyet alanlarını birbirine eşitlemiştir. Sembolik Formlar Felsefesi Kantçı kritiğin apriori formlarla gerçekleştirdiği biçimlendirmeyi temel alır, ancak kendini bununla sınırlamaz, bilakis Kant’ın Kopernik Devrimi’ni zihnin salt bilimsel değil, tüm nesne tasarımlama tarzlarına yayar. Bu sistemle hem Doğa Bilim’in yönteminin Kültür Bilimleri üzerindeki baskısını kırmış, onları değerce eşitlemiş hem de bilim, mit, din, sanat, hukuk gibi insan dünyasını inşa eden tüm alanların birbirine indirgenemeyecek ve birbiriyle hiyerarşik bir ilişki kurmayacak biçimde yerlerini belirlemiş olmaktadır. Cassirer bilgi ve eylem evreninin, eş deyişle tüm insan etkinliklerinin bir haritasını çıkarır ve bu haritanın temel ölçeğini sembol kavramına bağlar. Böylece sembol kavramı insanı tüm yönleri ile anlamada bir anahtar haline gelmektedir.

Cassirer’in sembol kavramını da aslında Kant’ın kavram anlayışından çıkarsanmıştır. Bilinmektedir ki Kantçı kritik, bilincin algıda pasif olmaktan kurtulup aktif ve kurucu olarak ele alınır hale geldiği ve bilginin insanın kurduğu dünyanın yapısını ifade ettiği ve kavramın algıda olanın bir kopyası değil algının topladığı hammaddenin zihnin apriori formları ve kategorileriyle sentetik bir tarzda yapılandırıldığı bir epistemolojik yol vaz etmiştir. Bu Aristoteles’ten bu yana takip edilen ve Kant’ın dogmatik felsefe olarak adlandırdığı Leibniz, Wolf çizgisi ile Kant’a kadar ulaşan silsiledeki klasik metafiziğin duyulur dünya (mundus sensibilis) ve düşünülür dünya (mundus intelligibilis) arasındaki ayırımının da terk edildiği

anlamına gelmektedir.112 Kant’a göre “bilgimizin bizim için bilinmeyen tek bir kaynaktan

doğan iki kökü vardır: Bunlar duyular/duyarlık (Sinnlichkeit) ve anlama yetisi/anlak (Verstand)”113 dir. Duyular edilgin/kabul edici (receptive) anlama yetisi ise etkin/kurucu

(spontanite)dur.114 Kant Kopernik'in astronomi alanında yaptığı devrimi felsefe alanında yapar

ve nesneye ilişkin Aristoteles’ten bu yana kabul edilen merkezi değiştirir.115 Reel varlığın

112 Heinz Heimsoeth, sf. 60-65, 89-91

113 Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, Aziz Yardımlı (çev.), 3. Basım, İstanbul: İdea Yayınları, 2015, sf. 74 114 Heinz Heimsoeth, Kant’ın Felsefesi, Takiyettin Mengüşoğlu (çev.), 6. Basım, Ankara: Doğu Batı Yayınları,

2014, Sf.78

115 Anthony Kenny, Batı Felsefesi’nin Yeni Tarihi III Modern Felsefenin Yükselişi, Volkan Uzundağ (çev.), 1.

yapısıyla matematiksel ya da mantıksal varlığın yapısı arasında bir ilişki varsayılamaz.116

Algı, deneyin rasyonel ögelerinden, kendiliğindenliği, bağımsızlığı ve başka bir şeye indirgenemezliğiyle ayrılır. Rasyonel ögeler işe karışmadığında algılanan salt düzensiz çokluktur, Kant buna ‘algılar rapsodisi’ demektedir. Algı düşünsel ve belleksel işlemlerle tasarımlanır ve nesneleşir. Biz nesneleri oldukları gibi (Ding an sich) değil bizim onları tasarımladığımız biçimde biliriz. Biz nesneyi tasarımlarken onun içine apriori ideler olan zaman ve mekânı yerleştirir, yine zihnimizde olan nedensellik, süreklilik, birlik, çokluk, ilişki, imkân, zorunluluk vb. kategorileri yerleştiririz.117 Tüm bunları yapmaksızın ‘şey nedir’

bilmeyiz. Edilgin olan algı, ancak bizim rasyonel işlemlerimizden sonra bizim için ‘anlamlı’

olur.118 Bizim zihinsel işlemlerimizden geçen nesne tasarımına Kant fenomen (Phainomena)

adını vermektedir. Varlık hakkında bilgimizin dışında kalan alanı ise numen (Noumena) olarak adlandırmaktadır.119 Kantçı bir perspektiften anlam fenomenal alana yani zihnin

tasarlayıp kurduğu şeye ilişkindir, numenal anlamdan söz edilemez. Dolayısıyla Kantçı bir zihin anlamdan söz ettiğinde insan zihninin üstünde, dışında, kendinde bir anlamı kast etmez.

Sembol ile kavram Kantçı perspektiften bakıldığında birbirine yaklaşır, zira ikisinde de algıda olanı olduğu gibi yansıtma iddiası bulunmaz, ancak ona gönderimde bulunan ya da onu çerçeveleyen bir zihnin tasarımı söz konusudur. Kant’a göre bilgimizin, nesnesiyle nasıl uyumlu olacağını sormak yerine, o nesnenin bilgimizle zaten uyumlu olduğunu varsayarak yola çıkmamız gerekir. Bu kendinde şeyin ne olduğu sorusunu sormayı bırakmak demektir. Kantçı bilgi kuramı açısından teori-olgu ilişkisi, nesnelerle bu nesneleri tasarımlamak için zihnin sarf ettiği işlemler ilişkisidir. Nesne, zihnin nesnesidir. Zihnin nesne tasarım yasalılığı

bilimsel olanın da imkân koşullarını/temellerini temin eder.120 Oysa, Arsitoteles’ten Kant’a

dek gelen klasik metafizik açısından, nesne zihin dışında bir ‘şey’dir ve nesnenin kategorileri nesnenin kendisindedir ve zihin nesneyi balmumundaki iz yahut aynadaki yansıma analojisi ile ifade edilebilecek tarzda algılar. Başka bir ifadeyle kavram, ‘şey’in kendisinin zihindeki karşılığını/yansımasını/izini ifade eder. Bu durumda bir asıl-kopya ikiliği ortaya çıkacağından, kavram sembole karşıt olur, zira bu anlayışta sembol zihnin gerçekliğin kendisiyle uyuşma şartı aramaksızın ürettiği kendi öz tasarımı olarak görülmektedir. Kant kavramın ‘aynada yansıma’ ile ifade edilen bu tanımını değiştirmiştir. Kavram nesnenin zihindeki yansıması değil ancak zihnin duyu verilerinden terkip ettiği kendi öz tasarımıdır. Böylece Kantçı bir

116 Heinz Heimsoeth, sf.41

117 Doğan Özlem, Kant Üstüne Yazılar, sf. 15 118 Doğan Özlem, Kant Üstüne Yazılar, sf.16 119 Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, sf.290-310 120 Doğan Özlem, Kant Üstüne Yazılar, sf.20-21

bakışla nesne denildiğinde dış dünyada var olan ve zihne salt bir görüntü bırakan bir durumdan değil, öznenin bir tasarımından söz etmekteyiz. Bu da nasıl adlandırırsak adlandıralım, kavram ile sembolün yapımının aynı şekilde tanımlandığı, zihnin kopyalarından değil öz tasarımlarından söz edildiği anlamına gelmektedir.

Cassirer’e göre dönüşen bu nesne tasarımı kavram sembol karşıtlığının aşılması demektir. Cassirer’in bakışıyla Kant’a yöneldiğimizde sembol-kavram karşıtlığının ortadan kaldırılabileceği rasyonel etkinliklerin imgeleme bağlandığı, şekillendirici, tasarlayıcı bir zihin etkinliği bulmaktayız. Kantçı kavram zihnin sentetik birliği ile yani duyu verilerinin, rasyonalitenin, sezginin ve imgelemin yardımıyla bir nesne tasarımına gittiği özne merkezli bir nesne tasarımını ifade etmektedir. Bu da onun sembolden çok uzak olmayan bir yerde konumlanması demektir. Cassirer burada klasik felsefenin sembol-kavram karşıtlığını ortadan kaldıracak bir imkân görür ve zihnin sentetik birliği içinde tasarladığı tüm nesne tasarımlarını sembol kavramı altında toplar. Bu Cassirer felsefesinde bilimsel ya da teorik kavramların da bir sembol olduğunu, ancak bu sembollerin mitten, dilden, sanattan farklı olarak bilimsel/teorik mantığın yasası ile tasarlanmış semboller olduğunu gösterir. İstersek bilimsel sembol, mitik sembol adlandırmasını yahut bilimsel kavram, mitik kavram adlandırmasını tercih edebiliriz. Cassirer iki türlü de aynı şeyi kast etmektedir. Dikkat edilmesi gereken Sembolik Formlar Sistemi içinden kavram denildiğinde mutlaka rasyonaliteye, sembol denildiğinde mutlaka muhayyileye atıf yapılmıyor oluşudur, atfın neye olduğunu anlamak için ilgili sembolün kuruluş yasasını sormak gerekmektedir. Bu durum göstermektedir ki Cassirer için sembolleştirme zihnin rasyonaliteyi de muhayyileyi de içine alan tüm nesne tasarımları için geçerli bir ortak adlandırmadır. Bu durum onun insanı sembolleştiren varlık olarak adlandırmasının da sebebidir.

Cassirer için sembolleştirme zihnin kaçınılmaz olarak başvurduğu, apansız ortaya çıkan, gerçekliğin bir organizasyonudur. Zihin, sembolleştirme sürecine bilinç ve bilinç dışı tüm içeriğiyle katılır ve bir yarılmaya uğramaz. Bu anlayışa göre gerçeklik zihne ölü bir nesne olarak verilmez bilakis zihnin bütünsel canlılığı ile orada kurulur. Eşya, düşüncenin kendisine şekil vererek nesnelleştirmesi ile ortaya çıkar. Bu bütünüyle Kantçı bir bakış açısıdır. Bu bakış açısına ek olarak Cassirer için bütün şekil vermeler/tasarımlar kendi içinde sınıflanabilir, ayrı birer yasaya sahip semboller alanı oluşturmaktadır. Algının tutarlılığı, kavramın teşekkülü, yargının ve aklın tutarlılığı, semboller ve onların içine işleyen anlam sayesinde vücut bulur. Öyle ki Cassirer’e göre tüm zihinsel hastalıklar bir çeşit biçim verme/tasavvur bozukluğudur, hastalıklı düşünce haddi zatında analoji gücünü kaybetmiş,

gösterge ve gösterilen arasındaki bağı kurma becerisini yitirmiş bir düşüncedir. Bu durumda semboller çözülür ve anlamdan ayrılırlar. Sağlıklı bir zihnin tüm tasarımları, eş deyişle dil, mit, sanat ya da bilim dünya resmini çıkarmada aynı derecede ehemmiyetli ögelerdir. Bu tasarımların birinin yapısal formunu diğeriyle karıştırmak, birinden diğerine bakmak anlamsızdır, zira her birinin ayrı yasalı olduğunu anlamamak demektir. Burada da Kant’ın Saf Aklın, Pratik Aklın ve Yargı Gücü’nün ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği düşüncesinin genişletilmiş bir versiyonunu görmekteyiz. Söz konusu biçim/form verme fonksiyonu ile Cassirer, tüm kültür içeriğini, bir hiyerarşik ayırıma tabi tutmaksızın saygın bir inceleme konusu haline getirmektedir. Böylece insan, zihin ve kültür terimleriyle içte ve dışta sınırlanan, sembol oluşturan varlık (animal symbolicum) olarak tanımlanmaktadır. Cassirer’in sembolizm anlayışı ile zihnin ve kültürün ayrı birimleri, her biri kendi sembol biçimlendirme yasası içinde, kendi anlam dünyasının zenginliğinde renk tayfına benzer bir semboller yelpazesini oluşturmaktadır. Sembol-anlam ilişkisi içerisinde sembolik formların inşası ile Cassirer bir ‘sistematik anlamlar dünyası’ inşa eder.

Sembolik Formlar Felsefesi Mutlak Varlığa yönelmez, bu noktada dogmatik ontoloji bir kenara bırakılır ve Cassirer numene/kendinde şeye ilişkin Kantçı sınıra dikkat eder ve bir fikir yürütmekten kaçınır. O sadece zihin analiz ve tasarımlama biçimlerine, zihnin farklı

fonksiyonlarına ve bunların açtığı anlam dünyalarına yönelir.121 Cassirer’e göre biz gerçeklik

denilen şeyi sadece bu dünyalar vasıtasıyla gözlemleriz ve anlama sadece bu dünyalarla ulaşabiliriz.122 Anlamın insan zihninden başka bir yerde aranması bizi Kantçı çizgiden

bambaşka bir yere götüreceğinden Cassirer bundan sakınır. Göreli ve çok anlamlı formlar sistemini zihin temelinde ele alır.