• Sonuç bulunamadı

Antropoloji ve Etnoloji Merkezli Mit Anlayışı

3. Mitik Sembolizm ve Cassirer’in Mit Görüşü

3.1. Mit Anlayışlarının Değerlendirilmesi

3.1.1. Antropoloji ve Etnoloji Merkezli Mit Anlayışı

Bu yaklaşım mitin psikolojik kökene dayanmayan veya felsefi açıklamaya ihtiyaç duymayan bir basit olay olduğunu ileri sürmüştür. Özellikle sömürge edinen ülkelerin sömürge halkları üzerinde yaptığı kimi antropoloji çalışmalarına baktığımızda, mite yönelik indirgemeci bir yaklaşım görmekteyiz. Mezkûr indirgemeci tutuma göre mit, ilkellik ve basitliktir çünkü insan ırkının sancta simplicitasından (kutsal yalınlık) başka bir şey değildir. Yansıtım ya da düşünce ürünü değildir. Mitin insan imgeleminin bir ürünü olarak betimlenmesi de yetersizdir. Bu bakış açısından bakıldığında, imgelem tek başına mitin tüm saçmalıklarının, düşlemsel ve garip ögelerinin yanıtını vermemektedir. Miti kuran saçmalık

ve çelişkilerden sorumlu olan, insanın kökendeki budalalığıdır (Urdummheit).217 Temeldeki

bu eski budalalık olmasaydı mitoloji var olmazdı. Aydınlanmacı rasyonalitenin etkisinde yer yer dogmatik bir mit karşıtlığına dönüşen bu kibirli tutum çeşitli açılardan şüphe barındırmaktadır. Mitik düşüncenin tarihini incelediğimizde büyük kültürlerin hepsi tarihsel olarak mitik ögelerin egemenliği altına girmiştir. Babil, Mısır, Çin, Hint, Grek kültürleri için bu geçerlidir. Bunların tümünü insanın ‘kökensel budalalıkları’ olarak adlandırmak ve

temelde hiçbir anlam ve değer taşımadıklarını söylemek, akla yatkın görünmemektedir. 218

Ayrıca bu yaklaşım insanı rasyonaliteden ve bilinçten ibaret saymakla, sembolik imgelemi ve bilinç dışını ihmal etmekle malûldür. Bu insanın bir yönünü ihmal eden tavır, 1. Bölüm’de izah ettiğimiz biçimde modern psikolojinin sembolizme ve bilinçdışına verdiği ehemmiyetle değişime uğramış ve bu sorunlu yaklaşımın yerini empirik psikoloji ve doğa bilim yaklaşımları almıştır. Buradan hareketle mitik dünya bir ‘tasarımlar’ cisimleşmesi olarak ele alınmaya başlanmıştır. Tasarımın oluşumunu belirleyen genel kurallar, çağrışım ve taklit ilkeleri bulunur. Mit, bunlarla kendisini gösteren bir ‘doğa formu’dur. Bu yaklaşımda zihin miti kavramak için empirik psikolojinin ve empirik doğa bilimin metotlarından başkasına

216 Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme- Devlet Efsanesi, sf.74-127 217 Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme-Devlet Efsanesi, Sf.230 218 Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme-Devlet Efsanesi, Sf.230

ihtiyaç duymamaktadır. Şu durumda mitin, metafizik ve tinsel boyutunun ihmal edildiği yahut

tinsel boyutun biyolojinin bir uzantısı gibi mütalaa edildiği görmekteyiz.219

Bu yaklaşıma örnek olarak E.B. Tylor’ın İlkel Kültür (Primitive Culture) adlı çalışmasını verebiliriz. Tylor bu eserinde biyoloji üstüne temellenen bir antropoloji ortaya koyar ve insan kültürün belirli basamaklarını semboller vasıtasıyla gösterir. Tylor, mitleri animistik bir okumaya tabi tutmuştur. Tylor, animizm terimini "ruhsal varlıklar"a inanma anlamında kullanmıştır. Tylor'a göre animizm, tikel ruhların ölümden ya da bedenin tahribinden sonra da yaşamaya devam ettikleri inancına dayanır. Buna göre ruhlar, önemlerine göre, değişik düzeylerde bulunan ve tikel ruhlardan tanrılara kadar uzanan bir hiyerarşi meydana getirir. Ona göre her bir doğa fenomeni, mesela ağaçlar, dereler, dağlar, bulutlar, yıldızlar bir ruh çeşidini sembolize eder. İlkel insan, görmüş olduğu bütün her şeyi kendine benzetir. Ona kendi hayatı gibi antropomorfik bir hayat tarzı biçer. Tylor’a göre yabanıl olan bu insan, tamamen doğal bir hayat sürmektedir ve kendi bedeni de bir değil, çok sayıda ruhlarla doludur.220 Tylor, Darwin’in ilkelerini kültür dünyasına ilk uygulayanlardan biridir. Bu

ilkelere göre doğa sıçrama yapmaz (Natura non facit saltus). Bu ilke organik dünya için olduğu kadar insanın uygarlık dünyası için de geçerlidir. Tylor’a göre uygar insan da uygarlaşmamış insan da aynı türe, yani homo sapiens türüne girer ve bu türün temel özyapısı her değişkende özdeştir. Evrim kuramına göre, insan uygarlığının aşağı ve yukarı basamakları arasında hiçbir kopukluk kabul edememekteyiz. Birinden ötekine çok yavaş hemen hemen algılanamaz geçişler vardır. Süreklilik hiç bozulmaz. Tylor animizmi ve evrim ilkelerini ilkel insanı ve onun kurduğu mitleri anlamak için kullanmaktadır. Pek çok yönü olan mitin evrimsel biyolojinin terimleri ile anlaşılma çabası karşımıza indirgemeci bir tutum olarak çıkmaktadır.

Animistik ve evrimsel mit araştırmalarının ardından büyüsel mit yaklaşımıyla Frazer’ın çalışmaları gelmektedir. James G. Frazer Altın Dal: Dinin ve Folklorun Kökleri adlı çalışmasında büyü kavramını ilkel insanı ve onun mitik dünyasını anlamak için bir anahtar

kılar.221 Mite ilişkin her şey büyü kavramı altında, onunla ilişkili olarak incelenir. Frazer

insanlık tarihinde düşüncenin gelişimini üç aşamada görmektedir: İlkel dönem, burada mitler ve büyüsel düşünce yer alır. Orta dönem, burada büyü zamanla yerini dine bırakır. Nihâî olarak, gelişmiş dönem, burada din etkisini yitirir ve yerini bilimsel düşünceye bırakır.

219 E.B. Tylor, Primitive Culture, London: John Murray, Albemarle Street, W, 1920, Vol I, Chapter X, sf.368-

416

220 E.B. Tylor, sf.417-502

221 James G. Frazer, Altın Dal: Dinin ve Folklorun Kökleri I, Mehmet H. Doğan (çev.), 2. Basım: İstanbul: Payel

Frazer’a göre insan gelişiminin ilk döneminde, ilkel insan doğa ve doğaüstünü, kendinden o kadar da üstün görmez. Doğa güçleri insan tarafından korkutulabilmekte, büyü yoluyla bu güçlerin zorlanabildiğine inanılmaktadır. Büyü ilkel bilimdir. Modern özne bilim sayesinde doğaya egemen olmaktadır. İlkel insan da aynı amaçla büyüye başvurmuştur. Nitekim Orta Çağ ve Rönesans’ın kimi dönemlerinde bazı bilimsel çalışmaların büyü zannıyla yasaklandığını, simya ile kimya arasında, büyü ile şifacılık arasında çok ince bir ayırım olduğunu bilmekteyiz.222 Büyünün bilim ile bir diğer ortak yanı olguları Tanrısallığa

bağlamadan doğada birtakım nedenler ile açıklamaya çalışmasıdır. Bilim ve büyünün farkı ise bu nedenlerin bilimde büyüden biraz daha az gizem barındırmasıdır. Ancak bilimsel teorilerin

iç yapısına bakıldığında okült olanın halen mevcut olduğu görülmektedir.223 Nitekim Bilim

Devrimi’nin başını çeken Newton ‘çekim’ (gravity) kuvvetinin okült mâhîyeti konusunda

eleştirilmiştir.224 Elektromanyetik teorinin ‘alan çizgileri’nde, ışığın hem dalga hem parçacık

gibi davranan ikili yapısında da bilimsel olarak açıklanamaz unsurlar bulunmaktadır.225

Büyüde de bilimde olduğu gibi kurucu, yönlendirici unsur doğa karşısında insandır. Uzaktan bakıldığında büyü ve bilim arasında kurulabilecek bu gibi benzerlikler Frazer’ın iddialarını doğrular niteliktedir. Öte yandan, Frazer’a göre ilkel insan bilgilendikçe, doğayı ve onun gücünü tanıdıkça kendi küçüklüğünün ve zayıflığının farkına varır. Anlaşılamayan, açıklanamayan durum ve olayların ardında olduğu varsayılan doğaüstü varlıkların gücü gözünde bir kat daha artar. Böylece, büyüye ek olarak dua ve kurban törenleri ortaya çıkar. Zamanla dua ve kurban büyünün yerini alır, burada dinler ortaya çıkmaktadır. Böylece Frazer sadece bilimin değil dinin de temellerini büyüsel düşünüş tarzında bulmaktadır. Frazer mitlerin ortaya çıkışını ise, dinsel tapınmanın sistemleşmeye başladığı, törenlerin belli bir disiplinle yinelendiği döneme bağlar. Bu noktada Frazer miti sistematik dinle ilişkilendirirken, onu genel inanışın aksine masal ya da destan gibi türlerden bütünüyle ayrmaktadır. Ayırımın nedeni masal ve destanın profan bir mahiyete sahip oluşudur; ancak mitik anlatı kutsaldır. Bunu onun kim tarafından, ne zaman ve kimlere anlatılabileceği gibi kurallar sayesinde anlamaktayız. Mit, ilkel insan için gerçeğin ta kendisi, yaşamı açıklamanın biricik yoludur. İlkelin düşüncesinde mitler işlevseldir, açıklayıcıdır. Mitler doğumu, ölümü,

222 Mircae Eliade, Demirciler ve Simyacılar, Mehmet Emin Özcan (çev.), 1. Basım, İstanbul: Kabalcı Yayınları,

2003, sf.253-261

223 Hüseyin Gazi Topdemir, “Isaac Newton ve Bilimsel Usavurma Kuralları”, Ankara: Bilim ve Teknik Dergisi

Ekim 2011, sf.72-75, http://www.bilimteknik.tubitak.gov.tr/pdf/ekim-2011

224 Albert Einstein, “Kuramsal Fiziğin Temelleri”, Science Dergisi’nden alınmıştır, Washington,

D. C. Mayıs 24, 1940, Nejat Bozkurt (ed.), Einstein Bilim ile Felsefe Yazıları, Fikir Mimarları 3 içinde, sf. 513

225 Albert Einstein, “Kuramsal Fiziğin Temelleri”, Science Dergisi’nden alınmıştır, Washington,

evreni, insanı açıklar. Üstelik bunları varlığı tartışılmayan doğaüstü güçlere dayanarak açıkladıkları için tartışılmaz bir doğruluğa ve kesinliğe sahip kabul edilirler.

Frazer’ın büyü, bilim ve din için yaptığı sıralama gerçekten olası mıdır? İnsanlık gerçekten onun ifadesiyle ‘ilk ve orta dönemleri’ bütünüyle geride bırakmış mıdır? Bilimsel zihin gelişmiş dönemi temsil etmekte ise insanın anlam sorununu niçin çözememektedir? Bu sorular çoğaltılabilir. Amacımız Frazer üzerinden örneklediğimiz genelde Anglosakson dünyanın antropoloji ve etnoloji çalışmalarına egemen olmuş bu yaklaşımın indirgemeci karakterini yansıtmak ve insan denilen olguyu anlamada hiç de amaçladığı kadar ‘bilimsel’ olamadığını göz önüne sermektir. İnsanı anlamak yahut onun kurduğu mitik dünyayı anlamak bütünsel bir bakış açısı gerektirmektedir. Ancak Tylor ve Frazer’ın mit araştırma yöntemi miti tek bir terim altında, tek bir bilimin bakış açısında incelemeye çalışmak olmuştur. Burada bütünsel bir bakış açısından söz etmek mümkün değildir. Bu yaklaşım indirgemecidir, çünkü dönemin etnoloji ve antropoloji anlayışında hala doğa bilimlerinin yöntemleriyle insanı anlama çabası başat yöntem olmaktadır. İndirgemecilik insanı biyolojik/ insan altı düzeye eşitleyerek mütalaa etmekte ve onu bilimin nesnesini incelediği gibi, karşısına koyarak (Gegenstand) incelemektedir. Oysa insana yönelik bir araştırma özne-nesne ilişkisinde değil, ancak özne-özne ilişkisinde bir etkileşimle mümkün olabilir. İnsana ilişkin bir olguyu anlamak onu Heidegger terminolojisi ile ifade edersek ‘olmaya bırakmak’la yahut insanın kendini anlatmasına izin vermekle mümkün olabilir. Oysa kendini insan altı boyutlarla sınırlayan, dar bir bilimsel doğruluk kavramıyla önyargılı olan indirgemecilik olguları Procrustes226 yatağına uydurma çabasıdır, eş deyişle olguyu önyargılı bir yorum yapısına

uymaya zorlar.227