• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: KREDİ KANALI

2.4. KREDİ ÇÖKÜŞÜ (SERMAYE ÇÖKÜŞÜ)

Özellikle 1990’dan sonra iktisatçılar, kredi çöküşü kavramı üzerinde yoğunlaşmışlardır. Ancak ekonomistlerin, daralmanın sebepleri ve fiyatlar haricinde

42 Geniş kredi arzına rağmen bazen herhangi bir faiz oranı üzerinden de olsa borçlanma taleplerinin gerçekleşmesi imkânsız olarak tanımlanmış bireysel grupların var olduğu ortamlarda söz konusudur.

kredinin sınırlandırılıp sınırlandırılmayacağı hususunda genel bir yargıya sahip olmamaları, onların kredi çöküşünün43 ne olduğu konusunda net bir fikir birliğine varmamasına sebep olmuştur (Clair ve Tucker, 1993:1). Ancak, kredi çöküşünün kredi arzındaki büyük bir gerileme olarak tanımlanması gerektiği konusunda hemfikirdirler (Yuan ve Zimmermann, 1999: 323).

Kredi çöküşü yaşandığı zaman, kredi mevcudiyeti (credit availability) ile faiz arasındaki ilişki değişmektedir. Kredi çöküşü, iki farklı biçimde ortaya çıkmaktadır (Ding, vd., 1998: 7):

1. Belirlenmiş faiz oranları (given interest rate) üzerinden kredi arz eğrisinin sola doğru kayması,

2. Faiz oranlarına bakılmaksızın kredi tayınlamasına (fiyat dışı kredi tayınlaması) gidilmesi durumunda.

İkinci durumda, kredi mevcudiyeti daralmaktadır. Kredi mevcudiyeti ve faiz oranı arasındaki düşük ilişkiden ötürü, fiyat dışı kredi tayınlaması kavramı kullanılmaktadır. Ancak, kredi tayınlaması sürecinde bu geçerli değildir. Faiz oranlarının kredi tahsis mekanizmasının temelinde yer almadığı kredi çöküş sürecinde, kredi tayınlaması çöküşün alt kümesi olarak kabul edilmektedir. Başka bir ifadeyle, kredi tayınlaması vasıtasıyla kredi çöküşü tanımlanabilmektedir.

Bernanke vd. (1991), kredi çöküşünü, güvenli reel faiz oranın (safe real interest rate) ve potansiyel ödünç alanların niteliğinin sabit olduğu durumda, kredi arz eğrisinin sola doğru kayması olarak tanımlanmışlardır. Bu durum, kredi arzındaki geniş oranlı azalmayı ifade etmektedir.

Green ve Oh’a (1991) göre, kredi çöküşü, kredi talep edenlerin kredibilitesinin yatırım projeleri için ödünç verilebilir fon yaratamadığı veya uygun koşullarda kredi temin olanağı sunmadığı verimsiz bir dönemdir. Ayrıca, düzenleyici baskılar, aşırı reaksiyonlar (kredi kayıplarına olan tepki) ve bankaların aktif değerlerindeki azalmalar kredi çöküşüne neden olmaktadır.

43 1991 yılında Boston Federal Rezerv başkanı olan Richard Syron, Ben S. Bernanke ve C. S. Lown ve B. M. Friedman’ın fikir birliğine vardığı husus: kredi çöküşü yerine sermaye çöküşü (capital crunch) kavramının kullanılmasıdır. Bunun nedeni, öz sermaye yokluğunun bankaların kredi arzını sınırlandırmasıdır (Bernanke vd., 1991).

Owens ve Schreft’a (1995) göre, kredi çöküşü, fiyat harici kredi tayınlamasının44 ani45 yükselişidir. Bu yükseliş, ödünç alanların risk profilinden bağımsız olarak gerçekleşen, kredi azalışını simgelemektedir.

Kliesen ve Tatom’a (1992) göre, kredi çöküşü, banka kredilerindeki özellikle de ticari bankaların ticari kredilerindeki büyümenin yavaşlaması ve yüksek oranda gerilemesidir. Kredi çöküşünde, aracıdan kaçınıldığını ifade etmişlerdir. (disintermediation). Şöyle ki: Hazine bonosu ve finansman bonosu faiz oranlarının, ‘Regulation Q tavan faiz oranın’ (belirlenmiş tavan faiz oranı) üzerine çıkması durumunda, aracıdan kaçış süreci ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte, mudiler, fonlarını bankalardan çekerek getirisi yüksek varlıklara yatırmaktadırlar. Böylelikle, bankaların toplam mevduatları azalmakta ve dolayısıyla, banka kredi arzı daralmaktadır.

Bazı uluslararası çalışmalarda, kredi çöküşünün resesyon öncesinde ve sonrasında da var olabileceği ifade edilmiştir (Clair ve Tucker, 1993; Kliesen ve Tatom, 1992; Owens ve Schreft, 1995). Ancak, çalışmalar temelde resesyon dönemine dayandırılmıştır. Bernanke vd.’ye (1991) göre, resesyonun asıl nedeni kredi çöküşüdür. Şöyle ki: Resesyon dönemlerinde borçluların kredibilitesi normal gerileme sürecine göre daha da düşüktür. Bu nedenle, bankalar kredi vermek için isteksiz davranmakta ve kredi arzı önemli ölçüde gerilemektedir. Sonuçta da, ekonomik durgunluk yaşanmaktadır.

Bu açıklamalardan yola çıkarak, öncelikli olarak piyasalarca hangi durumun kredi çöküşü olarak algılandığına bakılması gerekmektedir. Çünkü piyasalar, herhangi bir dönemi çöküş olarak ele alabilmektedirler. Özellikle, kredi yavaşlama dönemi (credit slowdown) ile kredi çöküş dönemleri birbirine karıştırılmaktadır.

Kredi yavaşlaması, talep ya da arz (veya her ikisi) nedeniyle kredi büyümesindeki genel bir azalışı ifade etmektedir. Kredi talebindeki değişim, konjonktürel (ekonomik faaliyetlerdeki değişim) veya yapısal (vergi yasası vs.) nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Merkez bankaları, para politikası vasıtasıyla ödünç verenlerin ve borçluların beklentilerini etkilemektedirler. Böylelikle, kredi arz ve talebini yönlendirebilmektedirler (Lamberte, 1999; Ding vd., 1998).

Kredi yavaşlaması genel bir durumun varlığını işaret etmektedir. Ancak, kredi çöküşü daha özel bir durumla ilintilidir (kredi mevcudiyetiyle ilgili olduğu için özeldir).

44 Kredi tayınlaması kesikli olarak gerçekleşmektedir.

Kredi çöküşünde, aşırı kredi talebinin olduğu dönemde cari faiz üzerinden ödünç alınacak fon bulunamamaktadır. Ayrıca, bu döneminde, bankalar kredi vermek için gönülsüz davranmaktadırlar. Çünkü doğrudan borçlanmaya yönelinmesi nedeniyle bankalara olan fon akışı azalmakta ve merkez bankası, bankaları kredi arzını sınırlandırmaları (credit restraint) yönünde zorlamaktadır. Bankaların kredi arz etmedeki isteksizliği, bilançolarının güçsüzleşmesini (sermaye kısıtı/sermaye sınırlaması) engellemektedir. Ayrıca, bankalar, borçluların ortalama kredi kalitesini yeniden değerlendirmeyi durdurmaktadırlar. Bu nedenlerden ötürü, kredi çöküşü, genellikle arz olgusu olarak ele alınmaktadır (Clair ve Tucker, 1993). Dolayısıyla, talep yönü yok sayılmaktadır. Ancak, arz ve talep etkisini birbiriden ayrıt etmek çok zordur. Çünkü arz ve talebin bazı ortak faktörleri hem arz etmedeki hem de ödünç almadaki istekliliği azaltmaktadır (Ding vd., 1998; Lamberte, 1999; Ghosh ve Ghosh, 1999). Ayrıca kredi akımı, hem kredi talebinin hem de kredi arzının etkileşimine bağlıdır. Ancak, uluslararası çalışmalarda kredi çöküşü arz olgusu olarak ele alınmaktadır (Kleisen ve Tatom, 1992).

Buna karşın, Bernanke vd. (1991), kredi arzındaki azalmayı talep ve arz faktörlerine bağlamaktadırlar. Şöyle ki: Kriz dönemlerinde borçluların bilanço yapılarının bozulması, kredibilitelerini azaltmaktadır. Dolayısıyla, kredi talepleri düşmektedir. Bununla birlikte, yaşanan kredi kayıpları nedeniyle bankaların öz sermayesi daralmakta ve bu da, bankaların kredi arzını daraltmasına neden olmaktadır.

Kliesen ve Tatom (1992), kredi çöküşünü açıklamak için hem arz hem de talep faktörünü dikkate alarak, iki olası durumun ortaya çıkabileceğini ifade etmişlerdir:46

I. Durum (Arz faktörü): Bankaların kredi arz istekliliğindeki düşüş, kredi arz miktarını azaltmaktadır (Şekil 2.6),

II. Durum (Talep Faktörü): Banka kredilerinin var olmasını sağlayan kredi talebi azalmaktadır (Şekil 2.7).

Kredi çöküşüne neden olan iki olası durum, sırasıyla Şekil 2.6 ve 2.7’de gösterilmektedir.

Şekil 2.6: Kredi Arz Miktarındaki Azalma (I. Durum - Kredi Verme İstekliliğindeki Azalma)

Kaynak: Kliesen ve Tatom (1992), Lamberte (1999).

Şekil 2.6’da, başlangıçta kredi piyasası dengesi, faiz oranının ‘i0’ ve kredi

akımının ‘C0’ düzeyinde olduğu durumda gerçekleşmektedir. Sıkı para politikası, kredi

arz eğrisinin (S) sola doğru (S0’dan S1’e) kaymasına ve faiz oranın i0’dan i1’e yükselmesine yol açmaktadır. Bu da, kredi miktarının C0’dan C1’e düşmesine neden olmaktadır. Diğer faktörlerin etkisiyle de, kredi arz eğrisi yukarı doğru kayabilmektedir. Örneğin, vadesi geçmiş borçlar yüzünden bankaların batık kredi oranı artmaktadır ve bunu engellemek için düzenleme kurumu (regulators) belli standartlar belirlenmektedir. Düzenleme kurumunun bankalar için sıkı ihtiyati standartlar belirlemesi, bankaların marjinal maliyetlerini artırmakta ve bu nedenle de, bankaların kredi arz etme istekliliği azalmaktadır (sadece işletmelere ve hanehalkına değil; aynı zaman da bankaların birbirlerini fonlama istekliliği de azalmakta ve bu da, interbank piyasası durgunlaşmaktadır (Bloom, 2008)). Bankalar, daha fazla mevduat borçları (deposit liabilities) ihraç etmektedirler. Bunun sonucunda, mevduat faiz oranları ve kredi faiz oranları arasındaki fark açılmaktadır. Sonuçta, sıkı para politikasına ilaveten katı düzenleyici standartlar uygulanması kredi çöküşüne neden olmaktadır. Bununla birlikte, bankacılık sektöründe yaşanan beklenmedik şoklar da kredi piyasasını olumsuz yönde etkilemektedir.

Bankaların kredi arz etme isteksizliği, kredi riskinin (kredinin geri ödenmeme riski) fonksiyonu olarak ele alınmaktadır. Bankaların risk algısındaki değişiklik (toplam

C2 C1 C0 S1 S0 i1 i0 Faiz Oranı Kredi Akımı D

riski karşılama ve riskten korunma), onları kredi faiz oranlarını arttırmaya zorlamaktadır (Lamberte, 1999). Bankaların risk algısındaki değişim, işletmelerin ve hanehalklarının olumsuz bilançolara sahip olmasından da kaynaklanmaktadır. Bu durum, borçluların sıkı para politikası nedeniyle varlıklarının ve kârlılığının menfi yönde etkilenmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Böylelikle, işletmelerin kârlılığını ve teminatlarını belirleyen varlık değerindeki azalma, toplam risk oranını yükselmekte ve bu da, dış finansman risk priminin artmasına yol açmaktadır. Başka bir ifadeyle, toplam risk oranı arttığı için kredi faiz oranları yükselmektedir. Sonuçta da, kredi arz eğrisi sola doğru kaymaktadır. Bu durumda, bankalar risksiz varlıklara yönelmektedirler. Böylelikle, kredi faiz oranları ve risksiz varlıkların getirisi (hazine bonosu ve devlet tahvili gibi) arasındaki fark büyümektedir (Ding vd., 1998; Borensztein ve Lee, 2002).

Dolayısıyla asimetrik bilgi sorunları artmakta ve bu da, kredi çöküşüne neden olmaktadır. Bankalar, riskin arttığını gördüklerinde ters seçimi engellemek için kredi faiz oranlarının yükselmemesine çalışmaktadırlar. Bu durumda bankalar, kredileri ‘i0

düzeyinde yeniden fiyatlandırmakta ve kredi tayınlamasına gitmektedirler. Dolayısıyla, arz edilen kredi miktarı azalmaktadır. Eğer bankalar kredi tayınlamasına gitmezlerse, o zaman faiz oranı düşmemekte ve bankalar ‘C1’ kadar kredi arz etmektedirler (Lamberte,

1999).

Şekil 2.7’de görüldüğü üzere, banka kredilerine olan talebin azalması, kredi miktarındaki düşüşün bir diğer nedenidir. Başlangıçta kredi piyasasında denge, S0 ve

D0’ın kesiştiği noktada sağlanmaktadır. Daha sonra daraltıcı parasal şok nedeniyle banka kredilerine olan talebin düşmesiyle, kredi talep eğrisi D0’dan D1’e kaymaktadır. Kredi talep eğrisinin sola doğru (aşağı doğru) kayması, üretimi yavaşlatmaktadır. Bu azalışa yanıt olarak, ya mal talebi azalmakta ya da alternatif fon kaynakları (menkul kıymetler piyasası gibi) arayışı artmaktadır. Bu durum, faiz oranları üzerinde aşağı doğru baskı yapmakta ve ticari sektöre yönelik kredi miktarını ise, azaltmaktadır.47

47 Kredi çöküşünü arz fenomeni olarak ele alan ekonomistler, bu durumu kredi çöküşü olarak ele almamakta ve bunu kredi arzı ile açıklamaya çalışmaktadırlar. Ancak, kredi çöküşünü arz ve talep fenomeni olarak ele alan bazı ekonomistlere göre, bu durum, kredi çöküşüdür ve talep yönüyle de açıklanabilmektedir.

Şekil 2.7: Kredi Talebindeki Azalma

(II. Durum - İşletmeler (ve hanehalkı) Tarafından Talep Edilen Kredi Miktarının Azalması)

Kaynak: Kliesen ve Tatom (1992), Lamberte (1999).

Sonuç olarak, kredi arz eğrisi yukarı doğru kaydığında (önceki durum) kredi talep eğrisi de eşanlı olarak aşağı doğru (sonraki durum) kaymaktadır. Böylelikle, kredi çöküşü, önceki durumun sonraki durum üzerinde başat etkiye sahip olmasına yol açmaktadır. Başka bir ifadeyle, kredi arz miktarındaki azalış kredi talep miktarındaki azalıştan daha fazladır. Bunun sonucunda, denge faiz oranları yükselmekte ve kredi miktarı düşmektedir (Lamberte, 1999). Bu nedenle, kredi çöküşü arz olgusu olarak yorumlanmalıdır.