• Sonuç bulunamadı

Banka Kredi Kanalı Açısından Türkiye’nin Finans Sistemi ve Bankacılık

IV. BÖLÜM: BANKA KREDİ KANALI AÇISINDAN TÜRKİYE’NİN

4.1. TÜRKİYE’NİN FİNANSAL YAPISI

4.1.1. Banka Kredi Kanalı Açısından Türkiye’nin Finans Sistemi ve Bankacılık

Finansal sistemlerde, yatırımların finansmanında bankacılık sistemi ve sermaye sistemi olmak üzere iki farklı finansman modeli birlikte kullanılmaktadır. Bankacılık sistemi içeren birinci modelde, finansal piyasalardan fonların toplanması ve dağıtılmasında bankalar ağırlıklı paya sahiptirler. Bu model, genelde gelişmekte olan ülkelerde geçerli olmakla birlikte, bankaların piyasa payı yaklaşık olarak % 90 düzeyindedir. İkinci modelde ise, finansal sistemde sermaye piyasası kurumlarına oranla bankaların payı oldukça düşüktür. Başka bir ifadeyle, finansal piyasada aracılık hizmetini ağırlıklı olarak sermaye piyasası kurumları gerçekleştirmektedirler. Bu model, finansal piyasaları derinleşmiş olan gelişmiş ülkelerde geçerli olmakla birlikte bankaların piyasa payı yaklaşık % 40 seviyesindedir. Gelişmiş ülkelerin finansal piyasaları derinleştikçe bankacılık sektörünün sistemdeki payı % 90’lardan % 40’lara kadar düşmüştür (Oksay, 01.08.2009:1).

Türkiye’nin finansal yapısında egemen olan bankacılık sisteminin, evrensel bankacılık sistemine daha yakın olduğu söylenebilir (bkz. Şekil 5.1). Evrensel bankacılık sistemi, finansal piyasalardan fon toplama ve bu fonların dağıtımında (işletmelere ve hanehalklarına) etkin rol üstlenen bankaların ekonomik büyümeye olan katkısının geçmişten günümüze devam etmesidir. Türkiye’de bu sistemin egemen olması, banka kredi kanalının etkin olabileceğini düşündürmektedir. Şöyle ki: Finansal sistemde bankalara oranla diğer aracı kurumların payının fazla olması durumunda, parasal bir daralmada fon talep edenlerin, alternatif fon kaynaklarını (banka kredileri hariç) daha fazla tercih etmeleri beklenmektedir. Çünkü bankalar hariç diğer aracılar, daralmanın yarattığı faiz yükselişinde, rekabetçi bir ortam yaratarak kredi faiz oranları üzerinde aşağı doğru baskı yaratabilmektedirler. Böylelikle, alternatif fon kaynaklarının sunduğu cazip borçlanma oranları bankalara bağımlılığı azaltabilmektedir. Bu da, banka kredi kanalının etkin çalışmasına engel olabilmektedir. Bir başka açıdan, bu durum değerlendirilirse; banka dışı aracıların payının yüksek olması durumunda, para otoritelerinin mevduatlara bağlı olarak belirlediği zorunlu karşılık oranlarında yapacağı herhangi bir değişiklik, mevduat dışı finansal kaynak oranının fazla olmasından ötürü bankaları etkilemeyecektir (İnan, 2001: 6). Başka bir ifadeyle, banka kredi kanalı çalışmayacaktır.

Bununla birlikte, Türkiye’de küçük ölçekli banka sayısının fazla olması85 nedeniyle kredi müşterileri olan ilişkisinin daha sıkı olmasına rağmen negatif parasal şoklara daha duyarlı olması ve dolayısıyla, kredi arzını daraltması beklenmektedir.

Bu çerçevede, Türkiye’de finansal sektörün bilanço büyüklüğünün dağılımını gösteren Şekil 5.1 değerlendirilirse, banka kredi kanalının etkinliği için gerekli alt yapının mevcut olduğu söylenebilir. Şekil 5.1’de görüldüğü üzere, Türkiye’nin finansal sektörü; bankalar (mevduat bankaları, katılım bankaları ve kalkınma ve yatırım bankaları), menkul kıymet yatırım fonları, sigorta şirketleri, leasing şirketleri (finansal kiralama), faktöring şirketleri, emeklilik fonları, tüketici finansman şirketleri, menkul kıymetler aracı kurumları, gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve menkul kıymet yatırım ortaklığından oluşmaktadır. Bankaların, 2005- 2008 yılları arasında finansal piyasadaki payı ortalama olarak % 87.6 civarındadır. Bu oran, bankaların finansal sistem içerisinde ağırlıklı paya sahip olduklarını ve alternatif fon kaynaklarının Türkiye’de azlığı

nedeniyle borçlular için banka kredileri ile alternatif fon kaynaklarının aksak ikame olduğunu göstermektedir.

Şekil 5.1: Finansal Sektörün Bilanço Büyüklüğünün Dağılımı

Kaynak: TCMB (2006, 2007, 2008, 2009).

Şekil 5.2: Bankacılık Sektörünün Derinlik ve Aracılık Fonksiyonu Göstergeleri

Kaynak: TCMB (2009: 48). 2005 2007 Ortalama 0 10 20 30 40 50 60 70 80 90 0 20 40 60 80 100 120 140 160 180 2004 2005 2006 2007 9,2008 2008 35,2 38,8 40,6 42,3 44,6 47,8 19,8 25,3 30 35,1 39,7 40,2 56,3 65,3 74 82,9 89 83,9

Bankaların, Türkiye’nin finansal sistemde ağırlıklı paya sahip olmasının en önemli nedeni, asimetrik bilgi sorununda uzmanlaşmaları sonucunda aracılık ağındaki paylarının giderek artmasıyla, bankacılık sektörünün derinleşmesidir. Şekil 5.2’de görüldüğü üzere, bankacılık sektörünün derinliğini ve gelişimini gösteren, mevduatların ve kredilerin GSYİH oranı yıllar itibariyle artışını sürdürmektedir. Ayrıca, mevduatların krediye dönüşme oranın (kredilerin/mevduatlara oranı), giderek artığı görülmektedir. Bu, kredilerin temel kaynağının mevduatlar olması durumunun sürdüğünü göstermektedir.86 Bu durumda, bankalar için mevduatlarla (ve kredilerle) alternatif fon kaynaklarının aksak ikame olduğunu söylenebilir. 2008’in ilk çeyreğine kıyasla 2008 yılının son çeyreğinde kredilerin/mevduatlara oranı 5 puan azalmıştır. Bu azalışın nedeni, 2008 yılında etkileri hissedilen küresel kriz kaynaklı mevduatlardaki daralmadır. Parasal daralmada bankaların mevduatlarındaki azalış nedeniyle kredi arzını daraltarak tepki vermiş olmaları, banka kredi kanalı teorisi ile uyumludur.

Mevduatlarındaki azalmayı karşılamak için bankalar, menkul kıymetlerini de azaltmışlardır. 2005-2008 yılları arasında bankaların bilançosunda aktif payı ortalama % 27.6 olan menkul kıymetlerin, bir önceki yıla oranla 2007 yılında % 12.5’lik ve 2008 yılında % 7.14’lük bir azalış göstermiştir (TCMB, 2009).87 Bankaların aktiflerinde yüksek paya sahip olan menkul kıymet azalışı, bankaların likit olma ihtiyaçlarının ve risk algılarının (krize yakalanma olasılığını hesaba katmaları) değiştiğini göstermektedir. Bankalar, likit ihtiyaçlarını finanse edecek ölçüde menkul kıymet bulundurmuş olsalar dahi; eğer geri kalan aktiflerinin tümünü risk içeren kredi portföyü olarak tutmak istemiyorlarsa, planladıklarının üzerinde menkul kıymet tutabilmektedirler (İnan, 2001: 7). Bu durum, gelişmekte olan ülkeler için olağandır.

Bankalar, sadece para piyasasında değil; aynı zamanda sermaye piyasalarında etkin rol oynamaktadırlar. Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Türk bankacılık sektöründe faaliyet gösteren 49 bankanın 41’inin sermaye piyasasında aracılık fonksiyonuna sahip olduğunu beyan etmiştir. İkinci el piyasasında bankalar, tahvil /bono (repo dâhil) piyasasında 2005’de % 71, 2006’da % 89 ve 2007’de % 82 düzeyinde işlem hacmine sahiptirler (SPK, 2007).88 Bono ve tahvil piyasasında dikkati çeken en önemli nokta,

86 Demiralp (2007), Türkiye’de banka kredilerinin temel kaynağının mevduatlar olması nedeniyle banka kredi kanalının etkin olduğunu savunmuştur.

87 Yazar verilerdeki değişimi hesaplamıştır.

kamunun tek başına piyasaya hâkim olmasıdır. Vergi yükleri (2006’da vergi düzenlemesi yapılmıştır) ve kamu borçlanma araçlarının yüksek getirisi nedeniyle bono ve tahvil piyasalarında özel sektöre ait tahvil (yok denecek kadar az) ve bono ihracı bulunmamaktadır (TBB, 2005: 12). Bunun nedeni, özel sektör borçlanma kâğıtlarının (finansman bonosu ve şirket tahvilleri) yüksek faizli ve düşük riskli devlet iç borçlanma senetleriyle (DİBS) rekabet edememeleridir. Mali sektörün sığlığı nedeniyle, reel kesime aktarılması gereken fonlar kamunun finansmanda kullanıldığı için özel sektör kuruluşlarının dış kaynak temini zorlaşmakta ve bu da, kredi faiz oranlarını arttırmaktadır. Bu durum, işletmeleri olumsuz yönde etkilemekle birlikte, bankalara bağımlılıklarını da artırmaktadır.

Bankalara bağımlılık koşulu, farklı bir yaklaşımla da açıklanabilir. Şöyle ki: SPK, kayıt altına aldığı 623 şirketten 325’nin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (İMKB) işlem gördüğünü ve 298’nin ise, işlem görmediğini raporlamıştır (SPK, 2007: 18). Kredi kanalıyla ilgili çalışmalarda (özellikle Bernanke (1995)), hisse senedi ihraç ederek alternatif finansman kaynaklarına yönelebilen işletmelerin, büyük ölçekli işletmeler olduğu; bunun dışındakilerin ise, küçük ölçekli olduğunu ifade edilmiştir. Bu durumda, İMKB’de işlem gören işletme sayısının 325 ile sınırlanmış olması, bunun dışındakilerin küçük ve orta büyüklükteki işletmeler olduklarını göstermektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’deki işletmelerin büyük bir çoğunluğu küçük ve orta büyüklüktedir. Bu durum, Türkiye’deki işletmelerin, doğrudan finansmanın yüksek sabit maliyetlerini karşılayamamaları nedeniyle, bankaları temel dış finansman kaynağı olarak algıladıklarını göstermektedir. Dolayısıyla, Türkiye’deki işletmelerin çoğunun bankaya bağımlı oldukları söylenebilir.

Bankalara bağımlılık koşulu, işletmelerin (ve hanehalklarının) harcamalarını bankalar üzerinden gerçekleştirmeleri açısından da ele alınabilir. Tablo 5.1’de, işletmelerin finansman tercihleri yer almaktadır. Başka bir ifadeyle, bu tablo, harcamaların hangi finansman araçlarıyla gerçekleştiğini göstermektedir. Tablo 5.1’de görüldüğü üzere, 1990-2000 yılları arasında işletmelerin finansmanında ortalama % 75 oranında bankalar ağırlıklı paya sahiplerdir. Buna karşın, özel toplam (hisse senedi, özel sektör tahvili ve finansman bonosu toplamı) oranı % 25’tir. 2006-2009 döneminde, reel sektörün kullandığı yabancı para kredilerin % 56’sı Türkiye’de kurulu bankalarca kullandırılmıştır (TCMB, 2009: 41). Bu durumda, işletmelerin harcamalarını bankalar

üzerinden gerçekleştirdiği genellemesinde bulunmak yanlış olmaz. Bununla birlikte, TCMB’nin 2006-2009 yılları arasında yayınladığı Finansal İstikrar Raporları incelendiğinde, hanehalklarının tasarruflarını ve harcamalarını bankalar üzerinden gerçekleştirdikleri görülmektedir. Özetle, Türkiye’de hanehalklarının ve işletmelerin yüksek oranda harcamalarını bankalar üzerinden gerçekleştiriyor olmaları, bankalara bağımlı olduklarını göstermekle birlikte, para otoritelerinin, banka kredi kanalı üzerinden reel ekonomiyi etkileyebileceği fikrini de doğrulamaktadır.

Tablo 5.1: Firmaların Finansman Tercihleri (%)

1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Özel

Top. 29.1 33.5 29.9 23.4 22.5 20.3 16.1 15.5 17.8 26.7 30.8 Krediler 70.9 66.5 70.1 76.6 77.5 79.7 83.9 84.5 82.2 73.3 69.2 Kaynak: TBB (2005: 10).

Sonuç olarak, Türkiye’nin finansal sisteminde bankacılık sektörünün ağırlıklı paya sahip olması, borçluların bankaya bağımlı ve banka dışı sektör kredileri ile banka kredilerinin aksak ikame olması koşullarının geçerliliği, banka kredi kanalının etkin olduğunu düşündürmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’de banka kredi kanalının etkinliği için gerekli alt yapının mevcut olması, banka kredi kanalının işlediği yönünde yorumlanmaktadır. Ancak, bu konuda kesin bir yargıda bulunabilmek için ampirik kanıtlara gerek duyulmaktadır.