• Sonuç bulunamadı

Kovuşturma Aşaması

ÜÇÜNÇÜ BÖLÜM AVRUPA KAMU SAVCILIĞ

3. Yeşil Kitap Çerçevesinde Avrupa Kamu Savcılığı 1 Genel Olarak

3.5. Yargılama Usulü

3.5.2. Kovuşturma Aşaması

Avrupa Kamu Savcısı soruşturma safhasının sonunda mevcut delil durumunu yeterli görürse şüpheli hakkında cezalandırılması istemi ile kamu davasını açacaktır. Avrupa Kamu Savcısı birçok üye devletin yetki alanına giren suçlarda istediği tek bir üye devlette kamu davasını açabilecektir. Yetkili ve görevli mahkemenin seçiminde uzlaşma olmaması halinde bu sorunun Adalet Divanı tarafından çözüleceği önerilmektedir610.

Kovuşturma aşamasına geçildikten sonra yargılama kamu davasının açıldığı ilgili üye devletin ulusal hukuka uygun olarak yürütülecektir. Bu aşamada Komisyon tarafından özel bir Avrupa Mahkemesi kurulması fikrine sıcak bakılmamıştır.

608Tezcan, Durmuş, a.g.e., s. 78. 609Tezcan, Durmuş, a.g.e., ss. 77–78. 610Tezcan, Durmuş, a.g.e., s. 82.

Böylelikle ulusal hukuk düzenleri arasındaki dengenin korunmasına özen gösterilerek komple bir yeni ceza hukuku düzeni yaratmaktan ve ceza muhakemesinin gidişine müdahaleden kaçınılmıştır611.

Kovuşturma aşaması, yargılama sırasında meydana gelebilecek istisnai haller (zamanaşımı, sanığın ölümü, özel-genel af vs.) hariç mahkemenin gerekçeli hükmüne dayanan beraat ya da mahkûmiyet kararı ile neticelenir. Ulusal savcılıkların aksine Komisyon Avrupa Kamu Savcılığı’na hükmün infazı konusunda bir görev verilmesini öngörmemektedir.

SONUÇ

Avrupa Birliği Hukuku’nda savcılık kurumu isimli bu tez çalışmamamızda daha öncede açıklandığı üzere henüz oluşumunu tamamlamamış ve geleceği konusunda şüpheler bulunan ancak kurulması ve hayata geçmesi gerek AB’nin ve gerekse bu Birliği oluşturan üye devlet vatandaşlarının geleceği açısından elzem olan Avrupa Birliği Kamu Savcılığı kurumuna son bölümde ana hatlarıyla ve Komisyon’un ‘Yeşil Kitap’ önerisi çerçevesinde değinilmiştir. Avrupa Kamu Savcılığı’nın ihdası artık bir ihtiyaç olmaktan çıkmış bir zaruret haline gelmiştir. AB’nin finansal çıkarlarının korunması noktasında, üye devletler arasında koordinasyonu ve eş güdümü sağlayarak suç ve suçlularla mücadele etmesi beklenen Avrupa Kamu Savcılığı’nın tasarıda mevcut yetkisinin kapsamı da genişletilerek

Lizbon süreciyle birlikte bir an önce hayata geçirilmesi gereklidir. Unutulmamalıdır ki AB’nin kuruluşunun temeli güvenlik kaygısı ve buna dayalı menfaat ortaklığıdır.

Yukarıda adı geçen ve kurulması bir başka bahara kalan Avrupa Kamu Savcılığı’nın ve pek çok hukuk sisteminde var olan savcılık kurumlarının aksine Toplulukların kurulduğu ilk günden bugüne Adalet Divanı bünyesinde neredeyse tüm süreçte yer alan ve Toplulukların gelişiminde aktif rol oynayan Divan Savcılığı müessesesi, her ne kadar isim benzerliği de olsa gerek Topluluklara olan katkısı gerekse yapmış olduğu vazifenin içeriği yönünden benzerlerinden ayrılmaktadır.

Toplulukların gelişiminde Divan’ın ve bu Divan’da görev yapan yargıçların katkısını nasıl dile getiriyorsak, yargıçları esas hakkındaki mütalaalarıyla aydınlatan ve onlara yol gösteren dolayısıyla Divan yargılamasının temelini oluşturan içtihatların oluşumunda büyük katkılara olan Divan savcılarını da bu anlamda takdir etmek zorundayız. Divan savcılarının içtihat hukukundaki gelişmeye ve sonuç olarak Toplulukların gelişimine olan etkisi ve faydası tartışılmaz. Bu husus bilhassa Topluluk hukukunun yasal düzeninde ve Divan’ın yapısında bazı temel değişikliklerin gerçekleştiği 70’li ve 80’li yıllarda daha çok kendisini hissettirmiştir. Topluluğun yasal düzeninin oluşturulduğu bu dönemlerde savcılar, Adalet Divanı savcısının rolünün ve işlevinin şekillendirilmesinde merkezi bir konumda yer almışlar, özellikle Topluluğun bu yeni yasal düzeninin temellerinin atıldığı davalarda mütalaalar vermişlerdir.

Ancak, Divan savcılığıyla ilgili olarak iki temel sorun ve buna bağlı belirsizlikler daha uzunca bir süre varlığını koruyacağa benziyor. Bunlardan ilki Nice antlaşmasıyla yapılan ve savcıyı kendi rızası aleyhine bile olsa yargılama dışında bırakan Divan’ın Statüsü’nde yapılan değişikliktir. Görevlerini yerine getirirken tarafsızlık ve bağımsızlık, düşünmede ve düşüncesini ifadede tümüyle özgürlük, mahkemeyi bilgilendirme isteği, bana göre savcının doğasında olan karakteristik özellikleridir. Savcı, tarafsız, bağımsız, etkili, hatta hiç kuşkusuz ki kararın en temel yargısal ayrıcalığa sahip öğesidir. İşte bu nedenlerle savcının istisnasız her davada yer almasının uygun olacağını düşünüyoruz. Yine savcının hakkında böyle bir karar alınırken Divan üyesi olmasına rağmen bu derece pasif konumda olması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu konuda en azından bir itiraz hakkı tanınarak,

yargılamada hiçbir kuşkuya yer verilmemelidir. Yine Divan kararları tıpkı İlk Derece ve Personel Mahkemesi’nin kararları gibi yukarıda açıkladığımız şekilde temyiz ya da itiraz yoluna açık hale getirilmelidir. Böylece hem daha adil bir yargılamanın yapılması hem da savcının daha etkin bir hale getirilmesi sağlanmış olur.

İkinci temel sorun Divan savcısının taraf olup olmadığı meselesidir. Bu konuda tartışılması ve cevabı bulunması gereken bir husustur. Şöyle ki bazı yazarlara göre612, üye ülkelere yöneltilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları

ışığında savcının işlevini yitirebileceği ifade edilmektedir. Çünkü eğer savcı Toplulukların bir savunucusu ise bu durumda davanın tarafı haline gelir ve bu durumda davacı tarafa savcının davayla ilgili yapmış olduğu her usul işleminden sonra söz hakkı tanımak gerekir aksi savunma ya da hak arama hakkının ihlalini anlamına gelir.

Bize göre Divan savcısı pozitif hukuk anlamında olaya bakıldığında ne Toplulukların yani AB’nin ne de üye devletlerin savunucusudur. Üye devletlerin ya da Topluluk kurumlarının çıkarlarını göz önüne almaz. Divan savcısı sadece ve sadece Avrupa hukukunun savunucusudur. Yani AB’ni oluşturan yasal mevzuatın, Toplulukları bir araya getiren felsefenin savunucusu ve Avrupa milletlerini oluşturan üye devlet vatandaşlarının bir temsilcisidir. Taraf olup olmama hususuna farklı pencerelerden bakıldığında Divan savcısının her ne kadar Divan üyesi de olsa karar veren yargıçların yanında ve davacı ya da davalıların karşısında bir taraf teşkil ettiği bilinen bir gerçeğin tekrarından başka bir şey değildir. Divan savcısının tıpkı yargıçlar gibi Divan’ın bir üyesi olması; ayrı bir örgütlenmeye sahip olmaması, savcının kendisine verilen görevi ihdasındaki düşünceler doğrultusunda yapmasına hiçbir zaman engel olmamış aksine savcının pozisyonunu güçlendirmiştir. Şöyle ki; savcı yargıçlarla aynı yasal statüde olmanın bilinci ile hareket ederek görevini tam bağımsız şekilde icra edebilmiştir.

Peki, savcıların yaptıkları iş gerçekten gereklimidir? İnanıyorum ki bu soru gerek ulusal yönetimlerce gerekse Divan’ın kendi içerisinde pek çok defa soruldu. Bence, Avrupa Topluluğu Antlaşmasının kurumsal sistemindeki ve Adalet

612Leger, Philippe, Law in the European Union: The Role Of The Advocates General, The Journal Of Legislative Studies, 2004, 10: 1, 1–8, s. 8.

Divanı’nın kendine özgü yapısındaki yeri ve oynadığı rol sebebiyle bu sorunun cevabı net bir şekilde “Evet” olmalıdır. Çünkü taraflar nezdinde hiçbir kuşkuya yer vermeden gerçek ve adil bir yargılama ancak tarafsız konumda oldukları varsayılan yargıçların karşısında her daim onları ve kararlarını kamu adına takip etmekle görevli bir savcının bulunması ile sağlanabilir.

Savcılık kurumu bugünkü statüsünü kaybetmek istemiyorsa kendi yasal konumunu erkler arası güçler ayrılığında daha aktif bir şekilde savunmalıdır. Bunun yanında sistemin sağlamasını yapan bir kurum olarak orijinal fikirler üretmeli ve sistemin koruyucusu işlevini yerine getirmek için raportör yargıcın gözden kaçırdığı noktaları bulup konuları farklı açıdan görebilmelidir. Savcının rolü sadece içtihat hukukunun bütünlüğü ve tutarlılığını sağlamak olmamalı. Aynı zamanda içtihat hukukunda gelişmelerinin savunucusu ve uygun olduğu şartta yeni sentezlere ulaşmayı hedeflemek olmalıdır.

KAYNAKLAR