• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TÜRKİYE TARIM SEKTÖRÜNÜN DÖNÜŞÜMÜ: KURULUŞTAN

2.4. İkinci Dünya Savaşı Yılları ve ‘Savaş Ekonomisi’ (1940-1945)

2.4.1. Milli Korunma Kanunu (1940)

Toplumsal ve iktisadi anlamda tarihin en büyük yıkımı olarak addedilebilecek II. Dünya

Savaşı, Türkiye Cumhuriyetinin ekonomiyi istikrara kavuşturma yönündeki gayretlerini

de olumsuz etkilemiştir.1 Ülke II. Dünya Savaşı’na bilfiil iştirak etmeyip gayri muharip konumunu sürdürse de savaş boyunca meydana gelen gelişmelerin ekonomik yansımalarından etkilenmiştir.2 Tarımla iştigal eden kesimin büyük bölümünün silahaltına alınmasına koşut olarak yaşanan üretim düşüşü, ülkede kıtlık sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Diğer taraftan savaşa girme kaygısı yaşayan halk da, gıda ürünlerini stoklamaya başlamıştır. Dolayısıyla tüketim harcamaları, üretim gücündeki ve miktarındaki azalmaya rağmen düşmemiştir. Bu durum toplam arzın, toplam talep karşısında yetersiz kalmasına sebep olmuş ve enflasyon oranı önemli ölçüde yükselmiştir (bkz. Metintaş ve Kayıran, 2008: 161-163; Neumark, 1946: 72; Duru, 2009: 160; Özkan ve Temizer, 2009: 320; Aydın ve Kapçı, 2018: 117).

Anlaşıldığı üzere savaş döneminde ülke, kıtlık, fiyat artışları ve bunların beraberinde getirdiği fırsatçılık ve karaborsacılık sorunlarıyla meşguldür (Duru, 2009: 160). Bilindiği gibi enflasyon, karaborsacılık sorununun en temel sebebidir. Bu dönemde hükümet, gıda ürünlerinde ortaya çıkabilecek kıtlığı engellemek amacıyla sıklıkla genelgeler yayınlamış ve karaborsacılığı önlemeye çalışmıştır. Ancak üretim miktarının azlığı sebebiyle ürün temininde yaşanan sorunlar, fiyat yükselişlerini devam ettirmiş ve karaborsacılık da giderek derinleşmiştir (Metintaş ve Kayıran, 2008: 164). Karaborsacılık özellikle ekmek ve şeker gibi temel tüketim maddelerinde yüzde 500’lere ulaşan fiyat artışlarına sebep olmuştur (Özkan ve Temizer, 2009: 321). Sorunun derinleşmesi üzerine hükümet, 7 Eylül 1939 tarihinde bir tebliğ yayınlamıştır. Tebliğ ile lüzum olmadığı halde fiyat yükselterek temel gıda ürünleri üzerinden vurgunculuk yapanların, hükümet tarafından izlemeye alınacağı ve gerekli olduğu hallerde fabrika, depo ve ürünlerine el konulacağı konularında uyarılarda bulunulmuştur. Yine aynı tebliğ ile halka da panik olunmaması yönünde telkinler yapılmıştır (Aydın ve Kapçı, 2018: 118). Keza Toprak Mahsulleri Ofisi’nin stoklarında var olan yaklaşık 195 bin ton buğday, 1940 sonuna dek halkın ihtiyacını

1 Dünya ülkelerinin yaklaşık 1 trilyon dolar askeri harcama yapmasına sebep olan II. Dünya Savaşı, tarihin en maliyetli savaşıdır. Bu dönemde zirai üretim 10 yıl öncesine kıyasla yarıya düşmüştür (Okay, 2003: 28).

karşılayabilmiştir. Dönemin Başbakanı Refik Saydam da 8 Eylül 1939 tarihinde yaptığı meclis konuşmasında zirai üretimin yeterli olduğunu şu cümlelerle ifade etmiştir (Şener, 2004: 76):

“Zirai üretimimiz emin ve sağlamdır. Gıda maddeleri üzerinde herhangi bir sıkıntı yoktur. Mevcudumuz yıllık ihtiyacımızın üzerindedir. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin silo ve depolarında 150 bin ton kadar buğday bulunmaktadır. Köylü ve tüccarın elinde en az iki misli stok kalemi olduğunu tahmin ediyoruz.”

Ne var ki stoklar 1940’a kadar yetse de vurgunculuğun önüne geçilememesi ve halkın paniğe kapılmasıyla birlikte hızla erimeye devam etmiştir. Şöyle ki bu dönemde Toprak

Mahsulleri Ofisi’nin yaptığı alımların yaklaşık 38 bin ton civarında azaldığı göze

çarpmaktadır1 (Şener, 2004: 79). Bunun üzerine hükümet, gıda ürünlerinde arz talep dengesini sağlamak ve karaborsacılığı durdurabilmek için yeni tedbirler almak zorunda kalmıştır (Metintaş ve Kayıran, 2008: 165). Öncelikle gıda ürünlerinin ihracatı ve toptan satışı yasaklanmış, tüccarların tahıl, pamuk ve yün stoklarının kamu kurumları tarafından hükümetin belirleyeceği fiyatlarca satın alınması kararlaştırılmıştır.2

Köylülerin de üretilen hububattan kendi tüketimleri için gerekli kısmı ayırdıktan sonra kalan kısmı belirlenen fiyattan devlete satılması şart koşulmuştur. Çiftçiler bunun yanında üretecekleri ürünün tür ve miktarını resmi kurumlara düzenli olarak bildirmeye yükümlü kılınmıştır3 (Özkan ve Temizer, 2009: 165-166; Metintaş ve Kayıran, 2008: 323).

Gelgelelim hükümetin tüm gayretlerine rağmen kıtlık, fiyat artışları ve vurgunculuğun önüne geçilememiştir (Metintaş ve Kayıran, 2008: 174). Bunun üzerine hükümet, olağanüstü tedbirler alarak para ve maliye politikası aracılığıyla piyasaya müdahale etmek zorunda kalmıştır (Neumark, 1946: 72). Bu doğrultuda ‘Milli Korunma Kanunu Taslağı’ hazırlanarak TBMM’ne sunulmuştur (Metintaş ve Kayıran, 2008: 168). Savaş döneminin en etkili ve önemli düzenlemesi olan bu yasa 18 Ocak 1940 tarihinde kabul edilmiştir. Milli Korunma Kanunu ile savaşa girme ihtimalinin ortaya çıkması halinde hükümet, tüm ekonomiyi denetleyebilecektir (Duru, 2009: 162).

1 Toprak Mahsulleri Ofisi 1939 senesinde üretilen 4 milyon ton hububatın 194 bin tonunu alırken bu miktar 1940 senesinde 156 bin tona gerilemiştir (Şener, 2004: 179).

2 Savaş döneminde benimsenen politika tarımsal ürünleri ihraç etmekten ziyade ülke ihtiyaçları için kullanmaktır (Şener, 2004: 74).

3 Savaşlar bilhassa kendi geçimlik üretimini yapan ya da lokal bir pazar için üretim yapan küçük çiftçileri etkilemektedir. Savaşın yarattığı koşullar büyük arazi sahiplerinin kar elde ete ihtimalini artırmaktadır (Karabulut, 2015: 376).

Bununla birlikte kanun, tarım sektörünün düzenlenmesine yönelik yükümlülükleri de içermektedir. Çalışabilir durumdaki tüm vatandaşlara bir ücret karşılığı olmak üzere zirai işlerde çalışma yükümlülüğü getiren 37. madde, hangi bölgelerde hangi ürünlerin yetiştirilebileceğini düzenleyen 38. madde, üzerinde zirai işlem yapılmayan ve 500 hektardan büyük toprakların bedeli ödenmek karşılığında zirai işleme açılmasını düzenleyen 39. madde ve çiftçinin işlenen her 4 dönüm arazi için bir çift öküzü istisna olmak koşuluyla kalan hayvanlarına el koyulmasını düzenleyen 41. madde bu doğrultuda yapılan düzenlemelerden birkaçıdır (bkz. Akman ve Akman, 2011: 76-77). Yine bu kanun temel alınarak çıkarılan bazı kararnameler ile de tarım sahasının düzenlenmesine devam edilmiştir. Bu doğrultuda 28.11.1940 tarih 2/14714 sayılı kararname ile tüccar olsun ya da olmasın tüm gerçek ve tüzel kişilerin sattığı 100 kg’ın üstündeki buğday, arpa, çavdar ve yulafın azami fiyatı belirlenmiştir. Yine 30.01.1941 tarih 2/15114 sayılı kararname ile Toprak Mahsulleri Ofisine un stokları oluşturma yetkisi verilmiştir. 12.02.1941 tarih 2/15164 sayılı kararname ise hükümetin hububat ürünleri üzerindeki el koyma yetkisini genişletmiştir. 28.05.1941 tarih 2/15888 sayılı kararname ile mısır da düzenlemeye tabi tutulan ürünler arasına alınırken, 24.11.1941 tarih 2/16894 sayılı kararname ekmek, simit, makarna, şehriye ve bisküvi dışında kalan gıda mamullerinin buğday unundan yapılmasını yasaklamıştır (bkz. Akman ve Akman, 2011: 77-78).

Nitekim 18 Ocak 1940 ile 15 Haziran 1960 tarihleri arasında yürürlükte olan Milli

Korunma Kanunu, bu süre içerisinde on üç kez tadil edilmesine rağmen istenilen

neticelerin elde edilemediği söylenebilir. Hükümetin verdiği yetki doğrultusunda köylünün öz tüketim sonrasında kalan ürününe Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından el konulması büyük problemlere neden olmuştur. Köylü bu dönemde haksızlığa uğradığını düşünerek ürününü devletten saklamaya başlamıştır. Büyük arazi sahipleri ise ürünlerini karaborsacılara vererek fırsatçılığa devam edebilmiştir. Yine kamu kurumları arasındaki koordinasyon sorunları, tespit komisyonlarında çalışan memurların keyfi uygulamaları köylüyü rahatsız ederken, ofis tarafından toplanan ürünlerin depoların yetersizliği sebebiyle zayi olduğu iddiaları toplumda infial yaratmıştır (bkz. Metintaş ve Kayıran, 2008: 171-172; Öztürk, 2005: 147; Dikmen, 1940: 269-272).