• Sonuç bulunamadı

Ekolojik Uyum Özelliğini Kaybederek Tabiata Zarar Vermesi

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

1.2. Tarım Politikaları ve Küreselleşmenin Doğurduğu Paradigma Değişimi

1.2.4. Ekolojik Uyum Özelliğini Kaybederek Tabiata Zarar Vermesi

Tarımsal faaliyetler, tabii kaynaklardan yararlanma anlamında bilindik en eski yöntemlerin başında gelmektedir. İnsanlar aşağı yukarı dokuz bin yıl önce doğadan topladığı otlar ve avladığı hayvanlar ile tarımsal faaliyete başlamış ve bu faaliyetler 20nci yüzyıla kadar doğa ile ahenk içinde devam etmiştir. Tarımsal faaliyetler sırasında kırsal araziler düzenlenmiş, tarım, tabiatın dengesini bozmadan sürdürülmüştür. Dolayısıyla bu süreçte tarım tabiatın muhafaza edilmesi ve peyzajın şekillenmesine önemli katkıda bulunmuştur. Bu pozitif katkı, tarımsal faaliyet sırasında kimyasal girdi (ilaç ve gübre) kullanılarak mutat yöntemlerin dışına çıkılmasına kadar etkisini

göstermiştir (Özçelik, 2015: 161-162). Mozayer ve Roudart (2016: 449)’a göre, tarımsal faaliyetler sırasında kimyasal girdi kullanılması ile köylü işletmeleri arasında gelişen

büyük gelir ve yazgı eşitsizliklerine yeni bir sakınca daha eklenmiştir.

İfade ettiğimiz gibi tarım, doğa ile bütünleşik bir ekonomik faaliyet olduğundan doğal kaynaklarda meydana gelen dengesizlikler verimi direkt olarak etkilemektedir.1 Bu nedenle çevre kirliliği, toprak, hava, su gibi tarım için ehemmiyet taşıyan tabi kaynakların terkibinde meydana gelen varyasyonlar, tarımsal ürünlerini nicelik ve nitelik olarak negatif yönde etkilemekte ve uzun dönemde hem verimlilik hem de üretim miktarında düşüşe sebep olmaktadır.2 Bu olgu azalan verimler yasasının makro düzeyde kendini göstermesi şeklinde yorumlanabilir. Tarım alanlarında meydana gelen bozulma ve yok olmalar, elde edilen ürünlerin niteliğinde, üretim miktarında ve verimde düşüş yaratmak suretiyle insanların sağlığına olumsuz etki yapmaktadır (bkz. İkincikarakaya v.dğr., 2013; Karaer ve Gürlük, 2003).

Şüphesiz doğal çevrede meydana gelen tahribatla tarımsal üretimin düşmesi ya da ürünü elde ederken çevreye verilen tahribat tarımdaki kapitalistleşme süreci ile yakından ilgilidir. Özkaya (2009: 262-264), bu konuda küreselleşmenin kazananları merkez ülkeleri ve onların çıkarları doğrultusunda hareket eden uluslararası resmi kuruluşları işaret etmektedir. Yazara göre merkez ülkeleri tarafından çevre ülkelerine dayatılan endüstriyel tarım modeli yoğun miktarda kimyasal girdi içermekte ve çevreye zarar vermektedir. Pamuk (2008: 228) da endüstriyel tarım uygulanırken kullanılan yoğun kimyasalların ve böcek ilaçlarının çevreye zarar verdiğini, bununla birlikte su

1 Yoğun endüstrileşmenin sebep olduğu önemli sorunların başında iklim değişikliği gelmektedir. Endüstriyel tarımın en önemli girdileri olan kimyasal gübre ve ilaçlar, fosil yakıt gibi enerji kaynakları meydana getirdikleri muhtelif sera gazları ile iklim değişikliğine sebebiyet vermektedir. Bu doğrultuda iklim değişikliğinin tarım üzerindeki potansiyel etkisini inceleyen Doğan ve Tüzer (2011: 29-30), tarımsal ürün kayıplarını, tarım alanlarında yaşanacak değişimleri ve sulama yetersizliklerini gerçekleşmesi muhtemel sakıncalar olarak belirtmişlerdir. Yazarlara göre 2080 senesine kadar 2 buçuk derecenin üzerinde bir sıcaklık artışı beklenmekte ve bunun sonucunda da 50 milyonun üzerinde insanın açlık sorunuyla karşılaşacağı öngörülmektedir. Bunun yanında yükselen sıcaklıkların tarım alanlarını daha kuzeye kaydıracağı ve güneyde bulunan çevre ülkelerin bu durumdan daha çok etkileneceği ileri sürülmüştür. Bu doğrultuda Filipinleri örnek gösteren yazarlar, bu bölgede yaşanacak 1 derecelik sıcaklık artışının Filipin pirinç üretiminde yaklaşık yüzde 10’luk bir azalmaya sebep olacağını belirtmektedir. Kanada ve Rusya gibi kuzeyde yer alan ülkelerin ise sıcaklık artışından fayda sağlayarak geniş tarım arazilerine sahip olacağı ancak bu ülkelerde de verimlilik konusunda şüpheler olduğu ifade edilmektedir.

2 Dünyadaki su miktarının yaklaşık olarak yüzde 65’i tarımsal faaliyet sırasında tüketilmektedir. Dolayısıyla yanlış yöntemlerle yapılan sulama ile kaybedilen su kaybının önüne geçilmesi ve yer altı ve yer üstü su kaynaklarının korunması ve / veya temizliği tarım için önem arz etmektedir. Tarımsal faaliyet aynı zamanda hava koşulları ile de iç içedir. Toz, duman ve kimyasal girdi ile havanın kirletilmesi tarımsal üretimi olumsuz etkiler. Yine toprak, tarımsal üretimin meydana geldiği tabi kaynaktır. Günümüzde erozyon sebebiyle toprak kaybının fazla olması ve tarım alanlarının amaç dışı kullanılması üretimi ve verimliliği etkileyen negatif unsurlardır (İkincikarakaya v.dğr., 2013: 107-109).

kaynaklarının plansız kullanılmasının da sorunu derinleştirdiğini belirtmektedir. Yine

Anderson ve Cavanagh (2000: 181-184), küreselleşme olgusunun doğal çevre üzerinde

doğrudan etkiye sahip olduğunu belirtmektedir. Şöyle ki: Sürecin baş aktörlerinden olan

çok-uluslu tarımsal şirketler, yatırımlarını yaparken bilhassa çevreyi korumaya yönelik

yasaların pek sıkı olmadığı ülkeleri tercih etmektedirler. Bu şekilde çevre ülkelerindeki doğal kaynaklar söz konusu şirketler tarafından tahrip edilmektedir. Nitekim günümüzün kalkınmakta olan ve çok-uluslu şirketlerin en yaygın olduğu Çin, Meksika ve Endonezya gibi çevre ülkelerinde hava kirliliğinin alarm derecesinde olması bu düşünceyi doğrular niteliktedir. Stedile (2009: 101-105) de bu hususta çok-uluslu

şirketlerin verdiği zarara dikkat çekmektedir. Çevre ülkelerinde uygulanan tarım

politikalarının söz konusu şirketlere hizmet etiğini belirten yazar, tarımsal yakıt üretmek amacıyla büyük ölçekte toprağa ekilen okaliptüs, çam ve Afrika palmiyesinin biyo-çeşitliliği ve yer altı su miktarlarını olumsuz şekilde etkilediğini ifade etmektedir. Günümüzde endüstriyel üretimle birlikte ulaşılan çok yüksek üretim seviyeleri, doğal kaynakların korunmasına yönelik tedbirlerin de artırılmasını beraberinde getirmiştir.1

Bu doğrultuda daha sık bir araya gelen dünya ülkeleri, “sürdürülebilir kalkınma”, “sürdürülebilir tarım” gibi kavramları gündeme getirmekte ve doğal kaynakların korunmasına yönelik ortak politikalar belirlemektedir.2 Ancak şimdiye kadar istenilen sonucun alınabildiğini söylemek pek mümkün değildir. Öncelikle kapitalist tarım üretiminin alamet-i farikası sayılabilecek çok-uluslu şirketlerin, üretim esnasında çevreye verdiği zararı önleyecek müeyyideler uygulanmalıdır. Bunun sağlanması için

1 Doğal kaynakların korunmasına yönelik hassasiyetler konusunda gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasında farklılıklar söz konusudur. Gelişmiş ülkeler yüksek talep seviyelerine bağlı olarak daha çok kaynak kullanırken, çevrenin de daha çok kirlenmesine sebebiyet vermektedirler. Bununla birlikte bu ülkeler, doğal kaynaklarda yaşanan tahribatın neden olduğu maliyet artışını dikkate almakta ve bu sorunlar gündemlerinden düşmemektedir (İkincikarakaya v.dğr., 2013: 106; Dinler, 2005: 288-290). Diğer tarafta

azgelişmiş ülkelerin birçoğu ise hızlı ekonomik büyüme gerçekleştirebilmek için hızlı ve kontrolsüz bir

endüstrileşme sürecini seçmişlerdir. Bu durum tabii olarak doğal kaynakların daha hızlı tahrip olmasını beraberinde getirmektedir. Özetle, azgelişmiş ülkelerde tarım-çevre uyumuna verilen önem arka planda kalmakta ve ilk olarak üretim miktarını artırma amaçlanmaktadır (Karaer ve Gürlük, 2003: 204).

2 Sürdürülebilir kalkınma kavramı ilk kez 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonunca (WCED) hazırlanan Brundtland Raporunda yer almıştır (Dışişleri Bakanlığı, 2018). Kavram, şimdiki

kuşakların gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinmelerinin karşılanmasını engellemeden karşılama olarak tanımlanmıştır (Pallemaerts, 1997: 626). Bununla birlikte gelişmişlik seviyeleri farklı

birçok ülke ‘çevre’ konusunda ilk kez 5-16 Haziran 1972’ de Stockholm Konferansında bir araya gelmişlerdir. Daha sonra 3-14 Haziran 1992’de Rio Konferansında çevreye duyarlı politikalar benimsenmesi yönünde bazı ilkeler konuşulmuştur (Dışişleri Bakanlığı, 2018). Sürdürülebilir tarım, toprağın işlenmesi sırasında biyolojik girdi kullanımının artırılarak kimyasal girdilerin minimum seviyeye indirilmesi ve bu sayede tabi kaynakların zarar görmesi engellenerek üretkenliğin sağlanmasıdır (Özçelik,

‘sürdürülebilirlik’ mottosuyla yapılan ‘zirvelerde’ bilhassa Merkez ülkelerinin ‘samimi’ olması gerektiği aşikardır…

BÖLÜM 2: TÜRKİYE TARIM SEKTÖRÜNÜN DÖNÜŞÜMÜ: