• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: TÜRKİYE TARIM SEKTÖRÜNÜN DÖNÜŞÜMÜ: KURULUŞTAN

2.4. İkinci Dünya Savaşı Yılları ve ‘Savaş Ekonomisi’ (1940-1945)

2.4.3. Ekmek Karnesi Uygulaması (1942)

İkinci Dünya Savaşı, diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de üretimin

düşmesine ve gıda temininde sorunlar yaşanmasına sebep olmuştur. Türkiye, savaşın ilk yıllarında 1930’larda yaptığı yüksek stoklarına güvenerek hububat piyasasına müdahalede bulunmamıştır. Ancak 1941 senesi ile birlikte Toprak Mahsulleri Ofisi’nin sahip olduğu stokların hem ordu hem de halkın ihtiyacını karşılamada yetersiz kalacağı ortaya çıkmış ve bazı önlemlerin alınması zarureti doğmuştur. Bu doğrultuda öncelikle tek tip ekmek çıkarılması kararlaştırılarak, büyük şehirler İstanbul, İzmir ve Ankara’da uygulamaya koyulmuştur. Bu ekmeklere aynı zamanda yüzde 15 oranında arpa katılarak buğdaydan tasarruf edilmesi öngörülmüştür. Daha sonra ekmeğin hamurundaki arpa oranı yüzde 20’ye çıkarılarak yüzde 30 da çavdar katılması kararlaştırılmıştır. Devam eden süreçte mısır unu ile birlikte patates de ekmek hamuruna katılmış ve bu sayede un sıkıntısı aşılmaya çalışılmıştır (bkz. Dokuyan, 2013: 196-199; Sönmez, 2011: 613). Her ne kadar çeşitli önlemler alınmaya çalışılsa da hububat da yaşanan fiyat artışları engellenememiştir. Yükselen fiyatların yanında kentlerde yaşanan un sıkıntısı, halkın paniğe kapılarak un stoklamasına sebep olmuştur (Özkan ve Temizer, 2009: 320-322). Bu dönemde Toprak Mahsulleri Ofisi 400 ton buğdayı her gün piyasaya sürerek un

krizini aşmaya çalışsa da, piyasaya sürülen unlar fırsatçı tüccarlar tarafından civar kentlere yüksek karlarla satılmıştır. Fırıncılar da un stoklarının biteceği korkusuyla telaşa kapılmış ve daha az ekmek çıkarmaya başlamışlardır (Dokuyan, 2013: 198). Bu gelişmeler neticesinde memleketin en büyük şehri olan İstanbul’da ekmek fiyatı 1939’da 9 kuruş iken, 1941’e gelindiğinde 13 kuruşa kadar yükselmiştir. Gösterilen tüm gayrete rağmen un gereksiniminin karşılanamaması ve ekmek bulmada yaşanan sorunlar hükümeti yeni önlemler almak mecburiyetinde bırakmıştır (Bakar, 2013: 12). Nitekim hükümet, büyük kentlerde ekmek tüketimini kısıtlayarak kıtlığı önlemek ve vatandaşların tümünün eşit miktarda ve nitelikte ekmeğe ulaşmasını sağlamak için ekmeğin karneyle satılmasına karar vermiştir. Bu uygulama ile aynı zamanda ekmek piyasasında oluşan karaborsanın önüne geçmek ve kişilerin stok yapmak için gereğinden fazla ekmek alması da engellenmek istenmiştir (Bakar, 2013: 18). Uygulamaya öncelikle 14 Ocak 1942’de İstanbul’da başlanmış, daha sonra 17 Ocak’ta İzmir, 22 Ocak’ta da Ankara ile devam edilmiştir (Alpay ve Alkin, 2017: 79).

Ekmek karnelerinin hazırlanmasından Ticaret Bakanlığı sorumlu iken dağıtımları valilikler aracılığı ile yapılacaktır.1 İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük kentlerde ekmek kartının üzerine aile reisinin fotoğrafı yapıştırılacaktır.2 Diğer şehirlerde ise bu uygulama ihtiyaridir. Aile reisinin ölümü halinde o ailenin sahip olduğu karne yeniden hazırlanacaktır (Sönmez, 2011: 620-621). Hazırlanan karnelerde ekmek istihkakı üç bölüme ayrılmıştır. Buna göre; 7 yaş ve altındaki çocuklara günde 187,5 gram; 7 yaş üzeri çocuklar ile diğer yetişkinlere günde 375 gram; ağır sanayi işi ile iştigal eden işçiye ise günde 750 gram ekmek dağıtılacağı belirtilmiştir (Bakar, 2013: 21-22). Kişiler ekmeklerini belediyeler tarafından belirlenen fırınlardan alacaklardır3 (Sönmez, 2011: 621). Ekmek alındığı sırada karnenin içinde yer alan karelerden biri fırıncıya teslim edilecek, fırıncılarda bu kareler aracılığıyla denetlenecektir4 (Bakar, 2013: 16). Uygulama ile lokantalar da katık satan kuruluşlar olarak kapsama dâhil edilmiştir (Özer, 2012: 34-35).

1 İçerisinde 30 kare yer alacak şekilde aylık olarak hazırlanan ekmek karnelerinin üzerinde de kişinin adı ve soyadı yazacaktır (Bakar, 2013: 17).

2 Bunun yanında karneler hane başı olarak değil, şahıs esas alınarak dağıtılmıştır. Yani bir ailede kaç kişi varsa o sayıda karne teslim edilmiştir (Bakar, 2013: 17).

3 Fırınların her biri asgari 3 dağıtım yeri açmakla yükümlü kılınmıştır (Bakar, 2013: 17).

Öte yandan aynı yılın Şubat ayında karnelerin dağıtımıyla alakalı yeni kıstaslar belirlendi. Şöyle ki: Daha evvel aile üyelerine verilen karneler, en üstte aile reisine ait olan olacak şekilde iğnelenip yazım memuruna teslim edilecekti. Bununla birlikte oturulan adres de detaylı olarak memura bildirilecekti. Ağır işçi statüsünde ekmek alma hakkı verilen sanat ve meslek erbabı da açık bir biçimde uzmanlık alanını belirtecekti. Bu kıstaslara uymayan kişilere Şubat ayı içinde ekmek verilmeyeceği duyurulmuştur (Taşdemir, 2016: 150). Yine şubat ayı itibariyle haftada bir gün olmak üzere dileyenlere ekmek yerine un verilmesine karar verilmiştir.1 Ancak unlar kâğıt yetersiz olduğundan paket şeklinde değil tartı ile dağıtılacaktı (Bakar, 2013: 22). Ayrıca Mart ayında ekmeğin taze olarak değil bir gün bekletildikten sonra halka dağıtılması kararlaştırılmıştır2 (Dokuyan, 2013: 200).

Bununla birlikte kentlerde daha fazla ekmek almak isteyen halkın karneler üzerinde oynamalar yaptığı veya kendisine ait olmayan karneler ile ekmek almaya çalıştıkları görülmüştür (Özer, 2012: 35). Bunun üzerine kendisine ait olmayan karneleri kullananlar ile karne üzerinde oynama yapanların 3 yıl hapis cezası ile cezalandırılması uygun görülmüştür3 (Dokuyan, 2013: 201). Buna mukabil fırıncılarında eksik gramajlı ekmek satmak ya da karnesiz yüksek fiyattan ekmek satmak gibi çeşitli usulsüzlüklere karıştığı sıkça şikâyet konusu olmuştur. Bu dönemde Ayvalık Hayrettin Paşa Mahallesinde fırıncılık ile iştigal eden bir şahsın ekmeğin gramajını yaklaşık 30 gram eksik çıkardığı tespit edilmiş, 50 lira para cezası kesilerek eksik gramlar tamamlatılmıştır (Taşdemir, 2016: 154). Yine karne dağıtımında usulsüzlükler yapan memurlar hakkında da para ve hapis cezaları uygulanmıştır (Bakar, 2013: 37). Yolsuzlukların artması üzerine hükümet, 5 Mayıs 1942 tarihinde her mahallede faaliyet gösterecek Halk Dağıtım Birliklerini kurarak karne uygulamasından doğan usulsüzlüklerin önüne geçmek istemiştir (Özkan ve Temizer, 2009: 323). Gösterilen tüm gayrete rağmen buğday kıtlığı giderilememiş ve ekmek üretiminde buğday biraz daha kısıtlanmıştır. 1943 yılı Temmuz ayına gelindiğinde ekmek, yüzde 30 buğdayın yanında yüzde 15 mısır unu, yüzde 15 akdarı ve yüzde 40 arpadan üretilmekteydi (Bakar, 2013: 25).

1 Karara göre 750 gram ekmek karşılığında 531 gram, 375 gram ekmeğe karşılık 365 gram un verilecekti (Bakar, 2013: 21)

2 Taze ekmek daha ağır geldiğinden dolayı bekletilip satılması istenmiştir. Taze ekmek satarak halkı aldatanlara ise 25 lira para cezası verilmiş ve ekmeklerine el konulmuştur (Dokuyan, 2013: 200).

3 Savaş döneminde tüm dünyada kıtlık söz konusudur. Dolayısıyla benzer uygulamalar diğer ülkelerde de görülmektedir. Bu dönemde Paris’te ekmek karnesi çalan bir şahsın müebbet kürek cezası ile tazyik olunduğu düşünülürse, cezaların Türkiye’de daha hafif olduğu söylenebilir (Bakar, 2013: 37).

Karne uygulaması ile halka eşit miktarda ve nitelikte ekmek dağıtılması istense de beklenen netice alınamamıştır. Yapılan usulsüzlükler ile yüksek gelire sahip kimseler yüksek paralarla ekmek temin edebilirken, düşük gelire sahip kimseler ekmek bulmakta zaman zaman zorlanmışlardır (Dokuyan, 2013: 201). Yine de uygulama ile yaklaşık 8 milyon kişinin ekmek ihtiyacını karşıladığı tahmin edilmektedir (Bakar, 2013: 33). Dönemin Ticaret Bakanı Mümtaz Ökmen karne uygulaması ile buğdayda yaklaşık yüzde 20 nispetinde bir tasarruf sağlandığını ifade etmiştir (Dokuyan, 2013: 202).

Sonuç olarak II. Dünya Savaşı’nın sonlanacağının görülmesi ile buğday ve ekmek üzerindeki devlet müdahalesi de yavaş yavaş azaltılmıştır (Dokuyan, 2013: 203). Savaşın bitmesiyle birlikte Bakanlar Kurulu 28 Mayıs 1946 tarihinde bir kararname yayınlamış ve Ticaret Bakanlığı’na zaruret görülmeyen bölgelerde karne uygulamasını kaldırma yetkisi vermiştir. Bakanlık yetkiyi öncelikle Temmuz ayında kullanarak, İstanbul, İzmir ve Ankara dışında kalan vilayetlerde karne uygulamasını sonlandırmıştır (Bakar, 2013: 48). Son olarak Eylül 1946’da İstanbul’da da ekmek satışı serbest bırakılmış ve 4 yıllık uygulama resmi olarak sonlandırılmıştır (Alpay ve Alkin, 2017: 81)