• Sonuç bulunamadı

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (1934)

BÖLÜM 2: TÜRKİYE TARIM SEKTÖRÜNÜN DÖNÜŞÜMÜ: KURULUŞTAN

2.3. Devletçi Dönem (1930 - 1939)

2.3.3. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı (1934)

Bilindiği gibi 1929 Bunalımı, hububat fiyatlarının olağanüstü azalması sebebiyle ekonomisi tarıma dayanan ülkelerde daha şiddetli hissedilmiştir. Türkiye de tarıma dayalı ekonomisi nedeniyle krizden oldukça etkilenmiştir. Ülkenin ihracat gelirleri,

1 Alman bilim insanlarının enstitüde görev aldığı süre boyunca Tabii İlimler, Ziraat ve Ziraat Sanatları Fakültelerinde 22 doktora çalışmasının yanında 29 da rehabilitasyon çalışması gerçekleştirilmiştir

hububat fiyatındaki azalmaya bağlı olarak gerilemişti. Dış ticaret açığının yükselmesine sebep olan bu durum karşısında alınabilecek tek önlem, ‘tasarruf’ miktarının artırılmasıydı. Zira İsmet İnönü, 1929 yılındaki meclis konuşmasında, vatandaşlara tutumlu olma ve yerli malı kullanma çağrısı yapmıştı. Ancak tasarruf yapabilmek için ithalat için yapılan harcamaların azaltılması gerekiyordu. Bunun için de öncelikle hammaddesi yurtiçinde temin edilebilecek ürünlerin üretilmesi şarttı (bkz. Özder, 2017: 150-152; Yücel, 2015: 29-32).

1929 Buhranının sebep olduğu dengesizlikler Türkiye’nin devletçi bir sanayileşme

modelini benimsemesini sağlamıştı.1 Bu bağlamda Ali İktisat Meclisi’nin 1930 yılında hazırladığı ‘İktisadi Vaziyetimize Dair Raporla’ başlayan girişimler, Sovyetler Birliğinin teknik ve mali destekleriyle hız kazanmıştır.2 Bu dönemde Sovyet ve Amerikalı araştırmacıların raporlarından da yararlanılarak 1934 senesinde ‘planlı bir sanayileşme’ modeli uygulamaya konulmuştur3 (Soyak, 2003: 171-175).

Kuşkusuz Sovyetler Birliği’nin 1928’de uygulamaya koyduğu Birinci Beş Yıllık

Kalkınma Planı neticesinde Dünya Bunalımından etkilenmemesi ve kapitalist ülkelerin

dahi piyasaya müdahalelerini bir plan çerçevesinde gerçekleştirmeleri, Türkiye’nin ‘planlı bir model’ benimsemesinde etkili olmuştur.4 Bununla birlikte Milli Mücadele sırasında gelişen Türkiye ve SSCB ilişkileri, İsmet İnönü’nün 1930’larda yaptığı SSCB ziyaretinde pekişmiştir. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planının ön hazırlığı olarak nitelendirilebilecek bu ziyaret esnasında, SSCB’den 8 milyon dolar civarında (yaklaşık 16 milyon lira) faizsiz kredi alınmıştır. Anlaşmaya göre kredinin geri ödemesi, 20 yıla yayılan süreçte tarımsal ürün ile gerçekleştirilecektir5 (bkz. Özder, 2017: 154-158; Yücel, 2015: 32-35; Soylu ve Yaktı, 2012: 370-372).

Nitekim ‘planlı sanayileşme modeli’ 1934 yılında uygulamaya başlanmıştır. Plan doğrultusunda muhtelif sanayi kollarında (maden-selüloz-seramik-dokuma-kimya) faaliyet gösterecek 20 fabrika kurulmasına karar verilmiştir. Bu fabrikalar için yaklaşık

1 Devletçilik uygulamaları, iktisaden sanayi kesimine öncelik veren bir sistemi temsil etmektedir (Ulusoy, 2017: 119).

2 Belirtilen rapor, dönemin İktisat Vekili Şakir Kesebir’in adı ile de anılmaktadır (Yücel, 2015: 32).

3 Planlama ile ilgili ilk çalışmalar Sovyet uzman Prof. Orlof başkanlığındaki SSCB heyetinin 1932’de davet edilmesiyle başlamıştır (Özyurt, 1981: 128).

4 Özyurt (1981: 119)’a göre Türkiye, planlama çalışmasını ve seçeceği ekonomik sistemi birlikte değerlendirmiş ve ekonomik sistemin başarısını, planlamanın başarılı olmasına bağlamıştır.

5 Sovyetler bağımsız ve iktisaden güçlü bir Türkiye’yi güvenlikleri için önemsemekteydi (Soylu ve Yaktı, 2012: 371).

45 milyon TL civarında bir kaynak gerekliliği öngörülmüştür.1 Bunun yanında bölgelerin kalkınmışlık seviyeleri, fabrikaların kuruluş yerlerinin seçiminde dikkate alınmıştır. Diğer taraftan uygulanan sanayi planı, yurt içinde üretilen ürünlerin işlenmesini hedefleyen ithal ikameci bir stratejiye dayanmaktadır. Dolayısıyla üretiminde yatırım mallarını hedefleyen ‘sanayi üreten sanayi’ niteliğinde bir sanayileşmenin hedeflenmediğini söylemek mümkündür (bkz. Kalaycı, 2009: 165-168; Eşiyok, 2009: 90-95; Özyurt, 1981: 131-133; Aktan, 1998: 34-36).

Öte yandan, söz konusu plan, tarım-sanayi etkileşimine büyük katkı sağlamıştır. Bilhassa şeker ve dokuma alanında kurulan fabrikalarla üretimde önemli artışlar sağlanmış ve bu ürünlerdeki ithalat gerekliliği azalmıştır. Yine bu dönemde üzüm, fındık, incir ve zeytin gibi ihraç ürün niteliğine haiz tarımsal ürünler de üretim artışları sağlanmıştır. Plan kapsamında kurulan fabrikalar ise şu şekildedir: Nazilli Dokuma

Fabrikası, Malatya Dokuma Fabrikası, Kayseri Bez Fabrikası, Eskişehir ve Turhal Şeker Fabrikaları, Isparta Gülyağı Fabrikası ve Bursa Merinos Fabrikası (Yiğit, 2012:

320-324).

Genel bir değerlendirme yaptığımızda 1933-1938 arası dönemde uygulamaya konulan ilk ve planlı milli sanayi denemesi başarı ile gerçekleştirilmiştir. Hedeflenen işler etüt edilerek bir plana bağlanmış, finansmanı iç ve dış kaynaklardan sağlanarak uygulamada başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Çalışmalar esnasında kalkınmanın ancak bir plan dâhilinde gerçekleşebileceği ve bunun da kurumsallaşmış bir iktisadi yapı ile mümkün olduğu fark edildiğinden, iktisadi sistemin yapısında değişikliğe gidilmiştir. Nitekim bu sistem değişikliği, devlet ile toplum ilişkisinde, üretim ve mülkiyet yapısında, yerli girişimci ve yönetici kadrolarda da olumlu bir değişime sebep olmuştur.2 Bununla birlikte, Türk ekonomisinin altyapısını oluşturan fabrikalar bu dönemde tesis edilmiştir. Bu fabrikalar, işledikleri ürünler ve geliştirdiği işgücü ile özel sektörün gelişmesine ve sermaye birikimine ciddi katkıda bulunmuştur (daha geniş bir değerlendirme için bkz. Ulusoy, 2017: 119-120; Eşiyok, 2009: 100; Özyurt, 1981: 136; Soyak, 2003: 173).

1 Başlangıçta 45 milyon TL’lik bir kaynak öngörülse de daha sonra yapılan değişiklik ve eklemeler ile birlikte plan 100 milyon TL’ye mal olmuştur (Özyurt, 1981: 129).

2 Ortaylı (2018: 374) göre, değişen ekonomik anlayış ile atıl yaşamaya başlayan bir girişimci sınıfı doğmuştur. Bu sınıfın ürettiği niteliksiz malların devletçe korunması ve uygulamada olan ithalat rejimi ile iç pazar niteliksiz mallar ile dolmuştur. Bu durumun, milli sanayi tarafından üretilen ürünlerin halk tarafından küçümsenmesi ve yerli zanaatkârların, korunan ve niteliksiz mal üreten bu sınıfla mücadele edememesi gibi sonuçları olmuştur. Bu açıdan bakıldığında Yazar, iktisadi anlayıştaki değişimin getirdiği