• Sonuç bulunamadı

Kişiliğin yapısını ve davranışını inceleyen gerek biyolojik gerekse de fizyolo- jik bütün kuramlar daima kaygıya (anxiety)∗ yer vermişlerdir. Kimi kaygıyı kişiliği oluşturan ilk, temel güç olarak kabul etmiş; kimisi de ikincil olarak oluşan, ama kişi- liğin yapılanmasında, gelişmesinde ve davranışın ortaya çıkmasında önemli rolü bu- lunan bir etken olarak değerlendirmişlerdir (Köknel, 1995:133).

Freud’a (1992) göre kaygı, fiziksel ya da sosyal çevreden gelen tehlikelere karşı bireyi uyarma, gerekli uyumu sağlayabilme ve hayatı sürdürme işlevlerine kat- kıda bulunabilmektedir. Fakat kaygı, gerçekdışı ve mantığı aykırı bir niteliğe bürü-

Anxiety: Endişe, kuruntu, korku, telaş üzüntü gibi insanda baskı ve gerilime yol açan duygu durumu (Ayrıntılı bilgi için bkz., Köknel, 1995:133; Özodaşık, 2005:76).

nürse uyum işlevini yitirmekte ve normal dışı davranışların ortaya çıkmasına neden olmaktadır (aktaran, Özodaşık, 2001:74).

Bu manada kaygı, istenmeyen bir durumun yaşanacağı düşüncesine ve bek- lentisine eşlik eden bir korku tepkisi olarak tanımlanmaktadır. Kaygı içindeki kimse- ler; çabuk öfkelenme, gerilim içinde olma ve bunun sonucu olarak olaylara aşırı tepki gösterme ve günü gününe uymama biçiminde, ruhsal durumlarında dalgalanmalar yanında, kalp atışlarında veya kan basınçlarında değişmelerle ortaya çıkan bir takım bedensel belirtiler göstermektedirler (Topçu, 2000:109).

Kaygı, örneğin kişinin kendi mali durumu hakkında endişe ya da tasa duyma- sında olduğu gibi, belirli bir konu ile ilgili ve bilinçli değildir. Özellikle günlük dilde kaygı kavramı, daha çok bu endişe yerine, yani bilinçli kuruntular yerine kullanıl- maktadır (Dağ, 1999:167).

Korku kavramının aksine kaygı, bir belirsizlik durumudur; herhangi bir yöne- limi olan bir “duygu değil, nesnesi olmayan bir “ruhsal durum” olarak ön plana çık- maktadır. Bilindiği gibi korku, belirli bir şeye yönelmiştir ve nesneye bağlıdır (Schultz, 1991:7; Mannoni, 1992:37). Bazı psikologlar korkuyla kaygı arasında üç önemli fark bulunduğunu ifade etmektedirler: (1) Kaynak: “ben arıdan korkarım” örneğinde olduğu gibi, korkunun kaynağı bilinmesine rağmen, kaygının kaynağı be- lirsizdir; (2) Şiddet: Korku, kaygıdan daha şiddetlidir; (3) Süre: Korku daha kısa sü- relidir, kaygı ise daha uzun süre devam eder (Cüceloğlu, 1993:277).

Kaygı genel olarak gelişen endüstri ve teknolojinin yol açtığı olumsuz çevre- sel koşulların bir sonucudur. Bu anlamda insanoğlu, varlığını sürdürebilmek için bir yandan kendi yarattığı olumsuz çevresel koşullara uyum göstermeye çalışırken; öte yandan da bunun bedelini, bedeninde ve ruhsal yaşamında meydana gelen ağır yı- kımlarla ödemek zorunda kalmaktadır (Topçu, 2000:108).

Kaygıya yol açan çok çeşitli koşul ve durum olmakla birlikte, kaygının en çok ortaya çıktığı 4 koşul birbirinden ayrılabilmektedir (Topçu, 2000:111):

Bunlardan birincisi; insanın çatışan güdüleriyle ilgilidir. Bu anlamda güdüle- rin çatıştığı durumlarda kaygı belirmektedir. Sınavlara hazırlanan fakat bir yandan da aklı maçlarda olan bir öğrencinin durumu, buna örnek gösterilebilmektedir.

İkinci olarak, kaygı, insanın davranışlarıyla iç normları veya kural ve değerler arasında bir çatışmaya neden olan durumlarda ortaya çıkmaktadır. Örneğin; ahlaken

ya da yasal yönden yanlış olduğunu bildiği bir davranışta bulunan kişinin yaşadığı kaygı.

Üçüncü koşul, kişinin hemen anlayamadığı ve uyum gösteremediği bir du- rumla veya olayla karşılaştığında yaşadığı kaygıdır.

Son olarak, insanın sonucunu kestiremediği olaylarla yüzyüze geldiği durum- lar, kaygılanmasına neden olabilmektedir. Bir anlamda, bir olayın sonunun ne olaca- ğını, kişiden ne beklendiğini veya en iyi davranış tarzının ne olması gerektiğini bile- meme, kaygı doğuran bir potansiyele sahiptir.

Özodaşık’a (2001:73) göre, kaygılı insanların olaylara bakış biçimi oldukça karamsarlık göstermektedir. Günlük olağan sorunları bile dünyanın sonu gelmişçesi- ne yaşarlar. Kendilerine ilişkin olaylarda olduğu gibi, diğer insanların yaşantılarına ilişkin beklentileri de daima olumsuzdur. Öyle ki, ürettikleri felaket senaryolarıyla çevrelerindeki insanları da bunaltırlar.

Türkiye toplumunda insanların nelerden endişelendikleri, kaygılandıkları, kendilerini ve hayatlarını genelde nasıl algıladıklarını belirleme amacıyla, 276 üni- versite öğrencisi üzerinde yapılan bir araştırma göstermektedir ki (Bacanlı, 2002:225-232);

— Türk toplumunda insanlar, öncelikle aileleriyle ilgili konulardan kaygı duymaktadır. Kendileri ile ilgili konular ise endişe kaynağı olma sıralamasında son sıralarda yer almaktadır.

— Bununla bağlantılı olarak Türk toplumunda insanların bireyselliklerinden ziyade ulusal ve uluslararası sorunlar endişe kaynağı olarak görülmektedir. Bu sonuç, Türk insanının kimlik yapısının, diğer kültürlerle karşılaştırılmasında göz önünde tutulması gereken bir durum olduğunu göstermektedir.

— Ülkenin savaşa girmesi ya da nükleer savaş çıkması, gittikçe kötüleşen çevre, Türkiye’de birçok insanın yoksulluk içinde yaşaması, toplumdaki gruplar ara- sındaki çatışma gibi konular da, Türk insanı açısından kaygı kaynağı oluşturmakta- dır.

— Cinsiyet bakımından ise, kızların, erkeklere oranla kaygılanmaya daha çok yatkın olmaları, araştırmanın bir başka çarpıcı sonucudur. Bu sonucu, kızların duy- gusal ve duyarlı olmalarıyla, erkeklerin ise daha sabırlı olmalarıyla, yani geleneksel kadın ve erkek rolleriyle açıklamak mümkündür.

Bir başka noktada kaygı, korku tepkisini içeren bir kavramdır. Bu nedenle, her iki kavramı birbirinden ayırmak kolay değildir. Bununla birlikte, kaygıyı, belir- gin bir nedene dayanmıyor gibi görünen bir tehlikede olma duygusu; korkuyu isi böyle bir duyguyu yaşatan biri uyarana karşı yapılan bir tepki (Topçu, 2000:109) olarak tanımlamak olanaklıdır.

B. FOBİ (YER DEĞİŞTİRMİŞ KORKU)

Bazı kimseler, korktuklarını kabullenmezler, fakat buna rağmen bazı durum- larda bir takım nesneler karşısında çok korkarlar. Bu tip kişiler, kendilerini korkutan şeyi, tamamen bilemezler ve bilinçsiz bir biçimde bir başka şeyin korkusunu gelişti- rebilirler. Asıl korkunun yerine geçen bu yeni korku genelde sürekli olur. Söz konusu korkuya fobi denilmektedir. O halde fobi, korkulan bir kişi, bir hayvan veya bir şey- den kaynaklanan sürekli ve zorlayıcı bir kaygı durumudur (Topbaş, 2005:14-15).

Sheehan’a (1999:8) göre ise fobiler, belirli durumlar, faaliyetler ve nesneler tarafından harekete geçirilen, hâkimiyet dışı aşırı korkular olarak betimlenebilir. Ör- neğin kedi, köpek, böcek gibi hayvanlardan, kan görmekten, yaralanmaktan doktor veya diş hekiminden, kapalı yerlerde kalmaktan, yükseklikten veya uçağa binmekten aşırı derecede korkulabilir. Bu tür durumlar özgül fobiler, yani belli bir nedeni olan aşırı korku olarak adlandırılır. Bir başka açıdan kişinin sosyal ortamda veya beceri gerektiren etkinliklerin yapılması söz konusu olduğunda, utanç duyacağı durumlara düşme korkusuyla bu tür ortamlara girmekten çekinmesi ise, sosyal fobi olarak isim- lendirilmektedir. Sosyal fobi içerisindeki insanlar, az tanıdıkları kimseler önünde konuşmaktan veya yemek yemekten, toplantılarda söz almaktan kaçınma davranışı sergileyebilirler (Arslanoğlu, 2002:71).

C. DEPRESYON

Latince kökü “depressus” olan ve Türkçe’de ruhsal çöküntü anlamına denk gelecek şekilde kavramlaştırılan depresyon (Köknel, 1989:14); subjektif olarak ümit- sizlik, hüzün, karamsarlık, keyifsizlik ve kendini değersiz bulma duygularıdır (Blackburn, 1999:10). İnsanlar hayatları boyunca karşılaştıkları bir başarısızlık, bir yakının ölümü, sevilen bir kişinin hayal kırkılığı yaratması gibi durumlar karşısında, geçici olarak çöküntü içine girebilirler. Depresyona eğilim gösteren kişiler ise, bu tür zorlamalara aşırı ve daha uzun süreli tepkiler gösterirler (Özodaşık, 2005:80).

Depresyona yol açan etkenler, normal olarak her insandaki üzüntü kaynağıdır. Fakat insanların çoğu, depresyon yaratan olaylar karşısında kendi kendilerini sınır- landırmayı başarırlar. Başka bir ifade ile, belirli bir müddet sonra, her şeye rağmen hayatın devam ettiği anlayışına uygun olarak yaşantılarının normal seyrini sürdürme- ye çalışırlar. Bazı insanlar ise, depresyon yaratan olayın etkisinden kendini kurtara- maz ve uzun süreli bir depresyon dönemi yaşarlar (Eroğlu, 2000:331).

Bu manada depresyonu, normal insanın üzüntü ve elem tepkisinden ayıran en önemli özellik aşağıdaki şekilde formülleştirilmiştir (Özodaşık, 2001:77):

Depresyon= Keder + Karamsarlık

Karamsarlık, depresyonu normal üzüntü duygusundan ayıran en önemli öğe- dir. Kişinin o anda başına gelenlerin ve benzerlerinin gelecekte de daima kendisini bulacağına ya da içinde bulunduğu durumların artık değişmeyeceğine inanması dep- resyonun temel özelliğidir.

Sonuçta depresyon bir hastalıktır; gelip geçici keyifsizlikten, moral bozuklu- ğundan, yaşam koşullarını ve çevreyi beğenmemekten veya kişisel yetersizlik duygu- larından kaynaklanan mutsuzluktan farklı bir şeydir (Arslanoğlu, 2002:77).

D. TEHDİT

Tehdit, insanın bilse de bilme de çevresinde var olan bir dış uyarıcı değişke- nidir. Eğer kişi bir tehdidin var olduğuna dair bir inanışa sahipse, o kişi tehdidi algı- lıyor demektir (Witte, 1992:332).

İkna edici iletişimde bir korku çekiciliği mesajı genelde tehdidin ciddiyeti (örneğin, “AIDS ölüme yol açar”) ve hedef kitlenin tehdide kapılmasına (örneğin, “damariçi uyuşturucu kullanırken, başkalarının daha önce kullandığı iğneyi tercih ettiğinizden dolayı AIDS tehlikesi altındasınız”) odaklanmaktadır (Rogers, 1975:95- 96).