• Sonuç bulunamadı

1960 yılı askeri darbesiyle 1980’ler arasındaki konut üretimine bakıldığında, önceki dönemlerdeki sunum biçimlerinin bu süreçte geliştiği ve diğer yandan da 1980 sonrasında ağırlık kazanacak yeni sunumların öncülerinin oluştuğu bir tür geçiş dönemi yaşandığı görülmektedir [64]. Bu dönemde yaşanan en önemli gelişme 1961 Anayasasıyla birlikte planlı bir ekonomi deneyimine giren ülkede konut sorununun çözümününe artık devlet planının kararları çerçevesinde yaklaşılmaya başlanmasıdır. Bu bağlamda, gecekondu olgusu çözüm olarak değil önemli bir problem olarak görülmeye devam edilmiş, aflarla ya da çıkarılan yasalarla genel olarak gecekondu sahiplerine kentsel yaşamda güvence sağlamak temel kaygı haline gelmiştir. Böylece, ticarileşmeye başlayan gecekondu olgusu sadece bir barınak olmaktan çıkarak kentsel rantın bir parçası halini almış ve sonrasında gecekondu alanlarında çok katlı apartmanlaşma başlamıştır. Arsa fiyatlarının yükselmesiyle birlikte orta sınıfların konut sahibi olma konusunda yaşamaya başladıkları zorlukların da etkisiyle yapsatçı sunum biçimine alternatif olarak kooperatif eliyle sunum biçimi gelişmiş, 2. Dünya Savaşı sonrasında Ankara’da üretilmeye başlanan bu sunum biçimi 1960’lı yıllarda verilen kredilerle yaygınlaşmıştır [78]. 1960-1980 yılları arasındaki dönemde ayrıca, ilerleyen dönemde konut alanında öne çıkacak olan ilk toplu konut örnekleri üretilmiştir [64].

Şekil 2. 14 1970’li yıllardan gecekondu örnekleri, Gültepe mahallesi [33]

1980’li yıllara gelindiğinde ülkedeki inşaat sektörünün teknoloji, girişimcilik ve yapı malzemesi bağlamında geliştiği görülmektedir. Ayrıca bu dönemde büyükşehir belediyeleri oluşturulmuş, gelirleri artırılarak imar planlamaya ilişkin karar ve yetkiler de belediyelere devredilmiş, toplu konut üretiminin öneminin artmasıyla TOKİ bu dönemde geliştirilmiştir [64]. İstanbul’da ikamet etmekte olan nüfusun çoğalmasıyla altyapı, ulaşım, hava kirliliği, trafik, yasadışı yapılaşma vb. sorunlarla İstanbul tıkanma noktasına geldiğinden ekonomik olanakları olanlar kent merkezleri dışında alternatif yaşam çevreleri aramaya başlamışlardır. Bu gereksinimden doğan üretim biçiminin başkalaşmasıyla toplu konut anlayışının değiştiğini söyleyen Tülin Görgülü, inşaat firmalarının alt gelir grubuna yönelik olarak değil, orta ve orta üst gelir grubuna yönelik olarak çok sayıda konut üretir hale geldiklerini belirtmektedir. Bu bağlamda konutlar çeşitlenmiş, villalar, yüksek bloklar çoğalmış, toplu konut yerleşmeleri sosyal donatılarla zenginleşmiş, alt kent niteliğine dönüşen toplu konut yerleşmeleri kişiler için bir tür güvence halini almıştır [92]. Belediyelerin kendilerine verilen hakları serbestçe sermayeye rant yaratmak üzere kullandıklarını ve İstanbul’daki Dalan döneminin bunun önemli örneklerinden olduğunu ifade eden A.Tuna Kuyucu, TOKİ ile devlet tarafından yapı kooperatiflerine büyük fonların aktarılmasıyla büyük müteahhitlere kaynak sağlandığını, orta sınıflara yönelik olarak da konut sahipliğinin kolaylaştığını dile getirmektedir [93].

Bu dönemde konut bağlamında yaşanan önemli noktalardan biri de çıkarılan imar affıdır. 1980 askeri müdahalesinin ardından kentsel mekandaki kontrolünü pekiştirmek isteyen yeni rejimin işgalci konutları düzene sokmak için bir reform yaptığını ifade eden

Murat Güvenç ve Eda Ünlü-Yücesoy, 1984 yılında çıkarılan afla, boyutlarına ve inşaat koşullarına bakılmadan bütün kaçak inşaatların ve kaçak eklemelerin düzene sokulduğunu ifade etmektedirler [94].

Yeni barınma trendi olarak kapalı siteler1

1980’lerle başlayan süreçte küresel anlamda yaşanan gelişmeler, özellikle İstanbul ölçeğinde gerçekleştirilen mekansal çalışmaların etkisiyle kentsel anlamda önemli bir dönüşüme sebep olmuştur. Bu dönüşüme bağlı olarak büyük inşaat şirketleri gelişmiş, konut piyasası kentin en karlı sektörü haline gelmiş ve toplu konut üretiminde hızlı bir artış yaşanmıştır. Sunumu yapılan konutlara bakıldığında çoğunlukla otoyollar boyunca üretilen çok katlı, özdeş apartman bloklarından oluşan konut yerleşimlerinin çeperlere doğru yayıldığı ve üst gelir grubuna hitap eden kapalı sitelerin de bu dönemde kent sakinlerinin kullanımına sunulmaya başlandığı görülmektedir [95], [90]. Küçük müteahhit grubunun yerini büyük inşaat şirketlerinin almasıyla bu dönemde küçük girişimciler piyasadan çekilmek durumunda kalmış, diğer yandan devletin de bir girişimci halini aldığı süreçte, özel sektörle birlikte orta gelir grubuna yönelik sunulan projeler zamanla üst-orta gruplara hitap etmeye başlamıştır. Öncelikle kentsel boşluklarda üretilen büyük ölçekli kapalı site projeleri gittikçe kentlerin çevrelerine doğru yayılma eğilimi göstermiştir [96], [95]. 1980’li yıllardan itibaren metropoliten alanda sıklıkla gözlenmeye başlanan bu yerleşimler, 1990’lı yıllara gelindiğinde dikkat çekecek boyutlara ulaşmıştır. Bu tür yeni yerleşimlerle birlikte öncesinde bir statü simgesi olarak algılanan deniz gören lüks bir dairede yaşama alışkanlığı değişerek insanlar komşularını, arkadaşlarını ve günlük işlerini hallettikleri mahalle yaşantısını arkada bırakarak tanımadıkları ailelerle bir site içinde yeni bir yaşantı kurmayı tercih etmeye başlamışlardır [97].

Bu çalışmada kapalı siteler, çalışmanın ana konusu olan menzil kavramının tarihsel süreçte geçirdiği dönüşüm açısından önemli bir etken olarak ele alınmaktadır. Osmanlı dönemindeki mahalle dokusunda gündelik yaşantının genel olarak mahalle sınırları içinde geçiren birey ile kapalı sitede yaşayanlar arasında bir benzerlik olduğu

1

düşünülebilir. Çünkü, her iki oluşumda da temel ihtiyaçlar karşılanabilmekte, özellikle kadın ve çocuklar için korunaklı bir yapı sağlanmaktadır. Dışarıdan giriş-çıkışların kontrollü oluşu da her ne kadar kontrol biçimleri farklı olsa da benzer noktalardan biri olarak gösterilebilir. Ancak mahalle yapısındaki topluluklar akrabalık, hemşerilik ya da din ve çalışma alanı vb. temelli oluşurken kapalı sitelerde yaşayan grupların daha çok sosyo-ekonomik grup ve hanehalkı türü olarak benzeşmekte, site dışındaki çevreyle aralarında özellikle ekonomik anlamda bir ayrım oluşmaktadır. Diğer yandan iki yerleşim arasında yaşanan ayrışım farklılaşsa da buralarda yaşayan kent sakinlerinin menzillerinin yerleşimin sınırları ölçüsünde gelişmesi bağlamında da benzerlik taşıdığı ifade edilebilir.

1980’li yıllarla birlikte sunumları başlayan kapalı siteler incelendiğinde, günümüze kadar geçen süreçte bu tür konut yerleşimlerinin hızla farklı ölçek ve niteliklerde kentin birçok farklı alanında karşımıza çıktığı görülmektedir. Barındırdıkları sosyal mekanlar ve donatılarla sundukları çeşitli hizmetlerle, kullanıcılarına vaadettikleri yaşantılar açısından site sakinlerinin gündelik yaşamlarının daha önceden kentin mahalle dokusundaki hayattan farklı olduğu öngörüldüğünde, menzil kavramının bu yeni konut yerleşim türüyle birlikte değişime uğrayabileceği düşünülebilir. Barınma olgusunun hanelerin menzilleri üzerinde yadsınamaz bir rolü olduğu fikrinden yola çıkılarak bu yeni yerleşim türünün bireylerin menzillerini ne şekilde etkilediğinin araştırılması tez açısından önemli bir noktadır. Bu nedenle çalışmanın ilerleyen bölümlerinde günümüz İstanbul’undaki kapalı sitelerle ilgili araştırma derinleştirilmekte, alan araştırması kısmında mahalle dokusu ve kapalı sitelerdeki yaşantıların bireylerin menzilleri üzerindeki etkileri incelenmektedir.