• Sonuç bulunamadı

2.1.1 Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Gündelik Hayatın Akışı ve Menzil

2.1.1.1 Yaşam Kültürü “Mahalle”

İstanbul’daki gündelik hayat konusu incelenirken uzun yıllar aynı şekilde devam eden bir yaşantı kültürü halini alan “mahalle” kurgusuna özellikle değinilmelidir. Bu kurgu Osmanlıların yaşam biçimlerini ve düşünce yapılarını kavrayabilmek, hayat anlayışları ve sosyo-kültürel perspektifleri hakkında bilgi sahibi olabilmek açısından önemlidir. Bu bağlamda öncelikle mahalle olgusunun ortaya çıkışının altındaki nedenlere değinilmelidir. Fetihten sonra kentte Bizansın Hıristiyan cemaatleri ile İslami gelenekler

biraraya gelmiş, Müslümanların coğrafyada yerini almasıyla nüfus yapısı karmaşıklaşmıştır. Fakat Hıristiyanlık ve İslamiyetin farklı inanç gelenekleri çerçevesinde dini kutuplaşma yaşanmaya başlanmasıyla gündelik hayatın şekillenişi önemli ölçüde etkilenmiştir. Böylece Müslüman ve Hıristiyan grupların kentin farklı bölgelerine yerleştirilmeleri ile kentin gündelik yaşamının önemli bir simgesi olan mahalle kültürü doğmuştur. Mahalle olgusu Işın’ın da belirttiği gibi, gündelik hayatın hem dar ölçekli iktisadi, kültürel ve dini pratiklerini içermesi, hem de geniş ölçekli şehir yaşantısının kurucu ögesi olması bakımından önemli bir gözlem alanıdır [32].

Mahallenin hem toplumsal hem de fiziki bir bütün olarak aile varlığına ve ilişkilerine denk gelen bir kentsel kurum olduğunu dile getiren Kuban, bu kurumun yakın ilişkiler içindeki bir sosyal yapılanmayı yansıttığını söylemektedir [33]. Mahalle sınırlarının topografik bir gerçeklikten çok, kültürel bütünlüğün sağlandığı noktadan başlayıp dağıldığı noktaya kadar devam eden toplumsal bir aidiyet duygusuyla çizildiğini ifade eden Işın ise, kent topografyasında mahalle hücrelerinden oluşan bir organizma karakterinin ortaya çıktığına ve mahalledeki toplumsal çerçevenin dışarıdan din, içeriden ise yerel kültürlerle belirlendiğine dikkat çekmektedir [32]. Böylece kentlinin menzilinin öncelikle yaşadığı mahalle sınırları ile belirlendiği, ardından da mensup olduğu dine ait kurumlar etrafında ikinci bir sosyalleşme alanı ölçüsünde çeşitlenen bir örüntü oluşturduğu düşünülebilir.

Kurulan ilk mahallelere bakıldığında dini, kültürel ya da etnik kimliklere sahip cemaat tipi bir örgütlenme biçiminde iskan edilmiş küçük ölçekli yerleşim birimlerinden oluşan bir düzenlemenin olduğu anlaşılmaktadır. Müslüman mahallesinin merkezinde tipik olarak cami/mescid yer alır, bu merkezler dini ve idari açıdan cemaat yaşamını düzenlerdi. Aynı doğrultuda Hıristiyan ve Yahudi cemaatlerin mahalleleride kilise ve sinagoglar etrafında biçimlenirdi [32]. Mahalledeki diğer temel öğelere bakıldığındaysa her birinde evlerin, dükkanların, hamam ve pazaryerlerinin bulunduğu bilinmektedir [34]. Maddi olanakların elverdiği ölçüde mahallelere okul, kütüphane, imaret ya da çeşme gibi yapıların yaptırıldığını söyleyen Faroqhi, İstanbulluların gündelik yaşamını belirleyen bu çerçevenin bazı değişikliklere uğrasa da, bütün Osmanlı dönemi boyunca varlığını sürdürdüğünden bahsetmektedir.

Şekil 2. 2 19. yüzyılda İstanbul’da henüz belediye nizamnamelerine göre düzenlenmemiş bir sokak [33]

Mahalle sakinleri ele alındığında ise genellikle birbirine komşu ailelerin akraba oldukları ve mahalleye giren çıkanın denetlenmeye çalışıldığı bilinmektedir [35]. Bu bağlamda mahalle olgusunun kent sakinlerinin menzillerini hem gündelik yaşam sınırları, hem de geleneksel yapısı bağlamında etkilediği anlaşılmaktadır.

Mahalledeki sosyo-kültürel yaşantı ve öğeleri

Osmanlı İmparatorluğu döneminde sıradan bir Müslümanın gündelik yaşantı sınırlarının evinin bulunduğu mahalle ortamı, işinin bulunduğu bölge ve ibadet mekanlarından ibaret olduğu; mahalle ölçeğinde birçok gereksinim karşılanabildiğinden bu sınırların dışına pek çıkılmadığı, yaşamın döngüsel bir biçimde örf ve adetlere dayalı olarak sorgusuz sualsiz devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle insanların menzillerinin birbirlerine benzediğini; kadınların ve erkeklerin menzillerinde temel farklar gözlenirken kendi aralarında benzer menzillere sahip oldukları öngörülebilir. Bu dönemde temel olarak bir mümin olma özelliği taşıyan bireyin bu özelliğinin temel etkinliklerine de yansıdığını ifade eden Işın, eğlenme kültürü gibi kişisel etkinliklerde bile sistemin dini çerçeve etrafında işlediğini ve genel ritüellere göre bir anlayış benimsendiğini vurgulamaktadır [36]. Bu perspektiften dinin kısıtlayıcı özellikleri çerçevesinde menzil konusuna yeniden yaklaşıldığında, gündelik hayatın kapalı bir çerçeve içinde kendisini tekrar ettiği, döngüsel bir tempoyla ilerlediği düşünülebilir. Bu sebeple çalışmanın bu kısmında Osmanlı İmparatorluğu döneminde, insanların yaşantı kalıplarında ve mekansal sınırlarında oluşan esneklikler üzerinden menzillerinin

biçimlenişini anlamak adına mahalle yaşantısı çerçevesindeki sosyo-kültürel yaşantı ve öğelerine değinilmektedir.

Bu bağlamda öncelikle kültürel iletişim merkezleri olarak kahvehanelerden bahsedilmektedir. 16. yüzyılın ortalarından itibaren açılan kahvehaneler, evlerde ve mahallelerde yaşanan gündelik hayatın kapalı çemberini kıran, özellikle erkekler için yaşamlarının geçtiği ev, geçimlerini sağladıkları işyerleri ve ibadet ettikleri cami ya da tekke gibi dini merkezlerin dışında ilk defa sosyalleşmek adına kamusal bir özellik sunan mekanlar olarak öne çıkmaktadır [37]. Dolayısıyla, kamusal alanın yeni kültürel kurumlarından biri olan kahvehaneler, Selma Akyazıcı Özkoçak'ın da ifade ettiği gibi İstanbul’daki kamusal yaşantıyı dönüştürmeye başlayan temel mekanlardandır [38]. Benzer şekilde Işın da sözlü kültürün buralarda sohbete döküldüğünü ve kentin nabzının tutulduğunu belirtmektedir [32]. Uğur Kömeçoğlu ise kamusal alanın sekülerleşmesinin araçları olan kahvehanelerin birer enformasyon merkezi olarak algılanabileceğini ifade etmektedir [39]. Menzil bağlamında konuya yaklaşıldığında ise, kahvehaneler erkeklerin menzil sınırlarının esneklik kazanmasını tetikleyen mekanlar olarak okunabildikleri gibi gündelik yaşamın rutin döngüsünü kıran, dışa açılma sağlayan bir tür zenginleştirme aracı olarak da yorumlanabilir.

Bireyin sosyo-kültürel yaşantısının bir diğer önemli öğesi ise çok fonksiyonlu bir mekan olarak tanımlayabileceğimiz hamamdır. Osmanlı döneminde fakir ve orta halli evlerde banyo mekanı olmaz, sadece konaklarda yaşayan kesimin bahçelerinde hamam daireleri bulunur, evlerinde bu tür imkanlara sahip olmayanlar hamama giderlerdi [40]. Ancak evlerinde hamamları olsa bile yalnızca yıkanma yeri olarak görülmeyen bu mekanlar aynı zamanda buluşma, konu komşu ile eğlenme, yabancılarla tanışma, haberleşme ve yeme içme gibi etkinliklerin yapılabildiği, erkeklerin baskılarından uzakta olunabilen bir sosyalleşme biçimi olarak kadınlarca tercih edilirdi [34], [41]. Ayrıca kadına ait sosyal yaşantının belki de tek kamusal mekanı olarak karşımıza çıkan hamamlar, Müslüman kadınlarca sokağa çıkabilmek için bir gerekçe olarak da kullanılmaktaydı [38]. Öte yandan bu mekan erkekler için de dostlar ve arkadaşlarla buluşmak için gidilen, yıkanılıp masaj yaptırıldıktan sonra çay kahve içilen, çubuk tüttürülen bir buluşma mekanı olma özelliği de taşırdı [30]. Bu doğrultuda hamamların

evinin dışında farklı bir sosyalleşme alışkanlığına sahip olmasını sağlayan, konut dışında deneyimlenen alan ve mekanlar açısından kentle teması artıran ve menzil örüntülerinin genişlemesini sağlayan bir mekan olarak öne çıkığı savunulabilir. Dolayısıyla, kahvehaneler gibi kent sakinlerinin gündelik yaşantısındaki sınırlara esneklik katan mekanlardan olan hamamların da bireylerin menzillerine değiştirdiği, günlük rutinleri dışında hareket edebilecekleri, sosyalleşebilecekleri alternatif bir yapı ortaya koyduğu düşünülebilir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde bireylerin kentsel yaşama katılımlarının bir diğer önemli parçasının ise alışveriş olgusu yoluyla gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Kahvehane ve hamam örneklerinde olduğu gibi, alışveriş yapmak amacıyla evinden çıkan bireyin yaşantısında bir tür hareketlilik yaşandığı ve bireyin bu anlamdaki kentsel deneyimlerinin menzil örüntülerine etkide bulunduğu öngörülmektedir. Bu konuda pazarlar ya da dükkanların kadın ve erkek satıcılarla müşterilerin bir araya geldikleri yerler olduğunu ifade eden Suraiya Faroqhi, kent merkezindeki dükkanlara kadınların ancak özel bazı durumlarda gidebildiklerinden kendi mahallelerindeki dükkanlara daha sık gittiklerini vurgulamakta, ayak işlerini yapmak için sıklıkla uşaklar ve çocuklar kullanılsa da alışverişe gitmenin özellikle evden çıkmak için önemli bahanelerden olduğunun altını çizmektedir [35]. Genel olarak evin içinde ve sosyal yaşamda tecrit edilen kadınların alışveriş için dışarı çıkmadıklarını ifade eden Lewis ise kadınların kapıya gelen satıcılardan alışveriş yaptıklarını, köleleri ve haremağaları ile birlikte alışverişe çıkışlarının nadir olduğunu söylemektedir [34]. Böylece, gerek ihtiyaçlarını karşılamak gerekse zevk için yapılan alışverişin kentsel yaşama katılımı sağlamada azımsanmayacak bir rolü olduğu ve bireyin menzilini esneten bir diğer olgu olduğu düşünülebilir. Kadın ve erkek, gündelik yaşamda çoğu zaman farklı mekanları kullanıyor olsalar da alışveriş yapılan mekanların zaman zaman iki cinsi bir araya getirdiği anlaşılmaktadır. Özellikle kadınların kamusal alanda erkekler kadar özgürce hareket edemedikleri bilindiğinden çarşılar bu esnekliği sağlayan birkaç mekandan biri olarak değerlendirilebilir ve kadınların mahalle menzilinin dışına nadir de olsa çıkmasını sağlayan önemli bir yapı olarak okunabilir.

Bu noktada farklı bir sosyalleşme deneyimi olarak mesireye gitme alışkanlığının da altı çizilmelidir. Bu gezintilere kadınlar, evin çocukları ve reisleri de katılır, mesire yerinde

erkekler ve kadınlar ayrı ayrı yerlere yerleşerek kendi aralarında ahbaplık etmek için toplanır, eğlenirlerdi [34], [35]. Buradan eğlence anlayışında da haremlik selamlık durumun devam ettiği ve yine belirli kurallar çerçevesinde sosyalleşildiği anlaşılmaktadır. Mesirelerin toplumsal hayat ve boş zamanları değerlendirmek açısından en hareketli mekanlar olduğunu belirten Shirine Hamadeh, kahvehane ve meyhanelerin erkek egemen eğlence dünyasının aksine mesireler sayesinde kadınların ve çocukların bariz bir biçimde görünür hale geldiklerini belirtmektedir [42].

Şekil 2. 3 Mesirede kadınlar [32]

Ayrıca mesireye gitmek, halkın içe kapanık kabuğunun mahalle ölçeğini de kırarak kent coğrafyasında daha özgür bir biçimde hareket etmeye başladığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir ve menzil örüntülerinin bu yolla genişlediği ifade edilebilir. Böylece ailesi, akrabaları ya da arkadaşlarıyla, erkeklerin kahvehane buluşmaları; kadınların ev gezmesi ve hamam sefaları dışında kendi seçtikleri bir açık alanda bir araya gelmeleri, bu tezin temel sorunsalı olan menzil kavramının değişimi bağlamında önem arz etmektedir. Dış mekanda sosyalleşmek adına atılan bu adım, her ne kadar belirli kurallarla işlese de, kentlinin gündelik yaşamına bir renk katmış, hareketlerine “özgürlük” getirmiştir.