• Sonuç bulunamadı

Yaşayan her birey zorlu yaşam olaylarıyla karşılaşır. Önemli olan kişinin zorluklarla karşılaşıp karşılaşmadığı değil, karşılaştığı sorunlarla nasıl baş ettiğidir. Zorluklarla baş edemeyen kişinin hem fiziksel sağlığı hem de ruh sağlığı tehlikededir. Karşılaştığı zorluk ve problemlerle nasıl baş edeceğini bilemeyen birey, kolaylıkla umutsuzluk ve çaresizlik duygularına teslim olur (Eskin, 2009). Kişiler arası sorun çözme ve psikolojik uyum arasındaki ilişki araştırmacıların uzun yıllar ilgi odağı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

Yapılan araştırma sonuçlarında etkili olmayan problem çözme sonuçlarının psikolojik uyumsuzluk içerisinde olduğu görülmektedir. Durlak (1983)’a göre sezgisel duyu içerisinde iyi problem çözücü, farklı sosyal durumlar içerisinde esnek ve uyum içerisindedir, stresle etkili başa çıkabilir, ihtiyaçlarını karşılamada ve kişisel amaçlarına yönelmede uygun metotlar geliştirebilir. Buna karşın etkisiz problem çözücüler, problemleriyle başa çıkmada yetersizdirler (Heppner vd., 2004).

Sorunlarını çözebilen, çözebileceğini hisseden veya düşünen kimseler, genelde böyle düşünmeyen veya hissetmeyen kimselerden daha az ruhsal sorun yaşadığını belirtmektedir. Örneğin bir çalışmada Nezu (1985) etkili problem çözebilen kimselerle, sorun çözmede etkili olamayan kimseleri karşılaştırmış ve etkili problem çözebilenlerin daha az psikolojik sıkıntı yaşadığını bulmuştur (Aktaran: Eskin, 2009).

Depresyon

1970’lerin sonunda 1980’lerin başında araştırmacılar psikolojik faktörleri tanımlamaya başladılar. Niçin bazı insanlar, stresle yüz yüze yaşamlarındaki değişimlerde depresyon yaşamamakta, bazıları ise depresyon yaşamaktadırlar? Problem çözme, genelde etkili psikolojik uyuma yönelik teorileştirildiği için (Spivack ve Shure, 1974) araştırmacılar problem çözme ve depresyon arasındaki ilişkiyi incelemeye başladılar. Temel hipotez, etkisiz problem çözme, muhtemelen depresyonun seviyesini arttıracaktır (Aktaran: Heppner vd., 2004).

Çocuklukta görülme sıklığı az olan depresyon ergenliğin başlamasıyla birlikte tüm gençlik yıllarında sık görülmeye başlamaktadır. Bir çalışmada Eskin, Ertekin,

Harlak ve Dereboy (2008) 805 lise öğrencisi ergenin yaklaşık % 18’inin depresyonlu olabileceğini bulmuşlardır (Eskin, 2009).

Son 35 çalışmadan elde edilen sonuçlar göstermektedir ki, problem çözme değerlendirmesi ve depresyon arasında, geniş araştırma dizaynı içerisinde, güçlü deneysel destek ortaya çıkmaktadır. Özellikle sekiz çalışmada, kendini etkili problem çözücü olarak değerlendiren kişiler, kendilerinin önemli derecede daha az depresyonlu olduklarını çeşitli depresyon envanterlerinde ifade ettiler. Örneğin MMPI, Beck Depresyon Envanteri, Zung Depresyon Ölçeği, (Heppner ve Anderson, 1985; Heppner 1985, 1987; Nezu, 1985, 1986; Aktaran: Heppner vd., 2004).

Depresyonun temelinde irrasyonel düşünce ve bilişsel çarpıtmaların bulunduğu, akılcı olmayan düşünce düzeyleri düşük olan grubun, akılcı olmayan düşünce düzeyleri yüksek olan gruba göre problem çözme becerileri konusunda kendilerini daha yeterli bulduğu araştırma sonuçlarıyla desteklenmektedir (Bilge ve Arslan, 2000).

Nezu ve Ronan (1988) yüksek stres altında bulunan bireylerde yaptığı araştırmada etkili problem çözme becerisine sahip bireylerin, etkisiz problem çözme becerisine sahip bireylere göre düşük depresyon puanları aldıklarını gözlemişlerdir. Benzer bir bulgu Nezu’nun 1985’te gerçekleştirdiği bir çalışmada tespit etmiştir. Etkili problem çözme becerisine sahip kişilerin etkisiz problem çözme becerisine sahip kişilere göre problem karşısında daha az depresyon ve daha az sürekli kaygı yaşadıkları, içsel kontrollerinin güçlü olduğu ortaya konmuştur. D’Zurilla ve Sheedey (1991) ise problem çözme becerisi ile yaşam problemleri arasında ve sosyal problem çözme becerileri ile yaşanacak psikolojik stres arasında olumsuz bir ilişki olduğunu saptamışlardır. Şahin, Şahin ve Hepner’in (1993) yaptığı araştırmada problem çözerken kendine güvenli tutum sergileyen, kontrollü davranan, problemle yüzleşmeyi tercih eden kişilerin daha az kişisel problem bildirdikleri; benlik algılarının daha olumlu olduğu, sosyal anksiyetelerinin daha az olduğu, kişiler arası ilişkilerde daha başarılı oldukları, psikolojik sağlıklarının daha iyi olduğu, depresyon düzeylerinin daha düşük, intihar eğilimlerinin daha az olduğu tespit edilmiştir (Aktaran: Danışık, 2005). Yapılan araştırmada kişinin kendi yeteneklerine güvenmesinin, problemin çözülebilir olacağına inanmasının ve problemi çözmeye

uğraşmasının (pozitif problem yönelimi) kişinin yaşam memnuniyetini ve kendisine olan öz saygısını arttırmada önemli bir faktör olduğu sonucu elde edilmiştir (Hamarta, 2009a).

Ümitsizlik ve İntihar

Schotte ve Clum’un (1982, 1987) ümitsizlik - stres modeli bulunmaktadır. Bu modele göre kişi problem çözme yeteneğinde yetersiz olduğu zaman, yüksek negatif yaşam stresinin doğal oluşum durumuna maruz kalmaktadır. Bu kişiler başa çıkmada etkili alternatif çözümün gelişiminde bilişsel başarısızlık içerisinde olmaktadırlar. Ümitsizlik, intihar davranışının en önemli tahmincisidir (Schotte ve Clum, 1987; Aktaran: Heppner vd., 2004).

En az 12 çalışmada Schotte ve Clum’un teorisini test etmeye yönelik problem çözme değerlendirmesi, ümitsizlik ve intihar düşüncesi arasındaki ilişki incelendi. Bu 12 çalışma Schotte ve Clum (1982, 1987)’un stres-ümitsizlik modeli için güçlü destek sağlamaktadır. Etkisiz problem çözme algılaması, ümitsizliğin artışı ve intihar düşüncesi ile birliktedir. Bu çalışmaların biri de Clum ve ark. (1979) tarafından yapılmıştır. Araştırmada stres altında bulunan bireyler, eğer katı bir bilişsel yapıya sahipse ve/veya problem çözme becerilerinde bir yetersizlikleri varsa bu kişilerin intihar etme ya da intihar girişiminde bulunma olasılıklarının arttığı bulunmuştur (Şahin ve Batıgün, 2009; Lucas, 2004).

Sonuç olarak, birçok insan negatif problem çözme değerlendirmesinde intihar düşüncesi içerisinde olmaz, buna karşın intihara doğru giden birçok birey, negatif problem çözme değerlendirmesine sahiptir. Stres ve negatif problem çözme değerlendirmesi ümitsizlik üretimine yönelik yeterli olmamaktadır. Sosyal desteğin yokluğu, yaşam için nedenler, alkol ve madde kullanımı gibi araya giren değişkenlerde bazı insanlar negatif problem çözme değerlendirmesi ile ümitsizlik ve intihar düşüncesine kapılabilirler. İntihar ve problem çözme değerlendirmesi arasındaki ilişki aynı zamanda iki taraflıdır. Negatif problem çözme değerlendirmesi, ümitsizlik ve intihar düşüncesini arttırabilir. Bununla birlikte ümitsizlik ve intihar düşüncesindeki artış, problem çözme etkililiğini değerlendirmede geçici azalmaya neden olabilir (Heppner vd., 2004).

İnsanların sorun çözme becerilerinin yeterince gelişmemesi, önemli bir intihar risk faktörüdür. Sorun çözme becerilerinin yetersizliğiyle ilgili bulgular, intihar riski taşıyan hastaların tedavisinde ve bu tür davranışların önlenmesinde intihar davranışı sergileyen kimselere sorun çözme becerilerinin öğretilmesinin önemli bir strateji olduğunu ortaya koymaktadır (Eskin, 2009).

Kaygı ve Anksiyete

Bir başka, kişiler arası sorun çözme ve psikolojik uyum arasındaki ilişki kaygı ve anksiyete durumunda görülmektedir. Sosyal kaygı, genel bir özgüvensizlikle birlikte sosyal ortamlarda olumlu bir etki yaratma isteğinden kaynaklanır (Leary, 1983; Leary ve Kowalski, 1995; Schlenker ve Leary, 1982). Sosyal kaygılı bireyler, sosyal ortamlardaki kendine güvensizlik, düşük benlik saygısı ve kabul edilmeyeceği beklentileri ile karakterize edilirler. Sosyal kaygılı bireylerin karşılaştıkları kişiler arası problemleri nasıl çözdüğüne ilişkin araştırmaların sayısı oldukça az olmakla birlikte, ulaşılan kaynaklarda (Adalbjarnardottir, 1995; Rubin ve Mills, 1988; Stewart ve Rubin, 1995) sosyal kaygılı bireylerin kişiler arası problem çözme becerilerinin düşük olduğu belirtilmektedir (Aktaran: Hamarta, 2009b).

PSI (Problem Çözme Envanteri) faktörleri ve anksiyete arasındaki ilişki incelendiği zaman (Carscoddon, 1998) sonuçlar, anksiyetenin PSI faktörlerinden Problem Çözme Güveni ve Kişisel Kontrol ile oldukça ilişkili olduğunu göstermektedir. Araştırmacılar, etkisiz problem çözme değerlendirmesi algılamasının, kaygının artışı veya kaygının sonuçları ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadırlar. Beş çalışmanın dördü French Kanadian tarafından İngiliz üniversite öğrencileri ile yürütülmüştür (Dugas, 1995). PSI faktörleri ile ilişkiler incelendiği zaman üç çalışmada, Problem Çözme Güveni ve Kişisel Kontrol faktörlerinin kaygıyla ilişkili olduğu ortaya çıkmaktadır (Davey, 1996; Wang, 1997; Aktaran: Heppner vd., 2004).

Alkol Kullanımı

Bilişsel - sosyal öğrenme teorisine göre, bireyler stres durumlarıyla başa çıkmada öz yeterlik duygusunun eksikliğini hissetmektedirler. Bireyler stresli durumlarda, yetersizliğin kişisel hissini değiştirmek için duygusal odaklanma, başa

çıkma stratejisi olarak alkol ve ilaç kullanmaya başvurmaktadırlar (Annis ve Davis, 1989; Marlatt ve Gordon, 1985).

Beş çalışmada üniversite öğrencileri arasında, problem çözme değerlendirmesi ile alkol-ilaç kullanımının arasındaki ilişki değerlendirildi. Altıncı çalışmada hastanede yatan alkoliklerin grubu ile bu ilişki incelendi. Bu teoriyle tutarlı altı çalışmanın üçü (Godshall ve Elliott, 1997; Heppner, 1982; Wright ve Heppner, 1991) problem çözme değerlendirmesi ve alkolün kötü kullanımı arasında önemli doğrusal ilişki bulunduğunu öne sürmektedir.

Williams ve Kleinfelter (1989) problem çözme güveni eksikliği ve problemden kaçınmaya yönelik eğilimin, alkol kullanımıyla ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Güven noksanlığı içerisinde olan fakat problemlerine yaklaşan öğrenciler, negatif duygularını kontrol etmeye ve kendilerini iyi hissetmeye yönelik alkol kullandıklarını ifade etmektedirler (Aktaran: Heppner vd., 2004).

Çocukluk Dönemi Travması

Çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar kişinin problem çözme stilini etkileyebilecek kadar duygusal güçlükler oluşturabilir. Araştırmaların iki alanında, çocukluk dönemi travma ve problem çözme değerlendirmesi incelendi: a) çocukluk dönemi seksüel kötüye kullanım (yakın akraba ile cinsel ilişki kurma) ve b) ailevi alkolizm. Reis ve Heppner (1993) ergen (yaş ortalaması 15) yakın akraba ilişki kurbanlarının ifadelerinde, geçmiş dönemde yakın akraba ilişki kurbanı olmayan eşleştirilmiş grupla karşılaştırılmalarında daha fazla negatif problem çözme değerlendirmesini ortaya koyduğunu bulmuşlardır. Yayınlanmayan çalışmada Van Vilet (1996) çocukluk döneminde seksüel kötüye kullanımının etkisini yetişkin bayanlarda inceledi ve geçmiş dönemde yakın akraba ilişki kurbanı olmayan bayanlara göre seksüel kötüye kullanılan bayanlar, daha fazla negatif problem çözme değerlendirmesi ortaya koydular. Bu çalışmalar göstermektedir ki; çocukluk dönemi travması, daha fazla negatif problem çözme değerlendirmesi ile adölesan ve yetişkinlik dönemleri süresince de devam etmektedir (Aktaran: Heppner vd., 2004).