• Sonuç bulunamadı

Genel öfkenin bedensel sağlık problemlerinin yanı sıra ergenlerde çeşitli psikolojik problemlerle birlikte olduğu görülmektedir. Öfke bireylerin yaşamlarının birçok yönüne nüfus etmektedir (Deffenbacher, 1992, 1996). Yoğun öfkeli bireylerin, yaşamlarının her alanında kişiler arası ilişkileri bozulmuş olabilir. Daha fazla alkol ve diğer maddelerin tüketiminden kaynaklanan olumsuz sonuçlanan yaşantılara sahip olabilirler (Deffenbacher, Lynch, Oetting ve Kemper, 1996). Bu yaşantıların sonucunda meydana gelebilen depresyon, intihar düşüncesi ve intihar davranışı literatürde sıklıkla araştırılan konuların başında gelmektedir.

Depresyon ile saldırganlık ve öfke arasındaki ilişkiye, en geniş biçimde psikanalitik kuramda değinilmiştir. Klasik psikanalitik görüşe göre içe dönük öfke, depresyonun ruhsal etiyolojisinde rol oynayan bir etkendir. Kişilik açısından

ayrılmaksızın depresif hastalarda yapılan bir çalışmada, depresyonu olan hastaların olmayanlara göre hem eşleriyle hem de diğer insanlarla ilişkilerinde anlamlı olarak daha yüksek öfke düzeyi ve daha fazla öfkelerini bastırma eğilimi olduğu bildirilmiştir (Goldman ve Haaga 1995; Aktaran: Türkçapar, Güriz, Özel, Işık ve Örsel, 2004).

Riley vd. (1989) depresyonun, öfkenin farklı boyutları ile olan ilişkisini araştırmak amacıyla yaptıkları araştırmada normal sağlıklı kişiler, depresyondaki kişiler ve post travmatik stres bozukluğu olan kişilerden olmak üzere yetişkinlerden oluşan üç grup belirlemişlerdir. Araştırma sonucunda depresyon grubunun hem normal gruba, hem de TSSB grubuna göre öfkelerini daha çok bastırdıkları tespit edilmiştir (Smith ve Furlong, 1994). Psikodinamik teoriye göre de öfkenin bastırılması anksiyete, depresyon, psikolojik ve fiziksel sorunlara neden olmaktadır (Rubin, 1969; Akt: Smith ve Furlong, 1994; Aktaran: Danışık, 2005).

Clay, Anderson ve Dixon (1993) ise 247 üniversite öğrencisinden oluşan örneklemle yaptığı araştırmada depresyonun öfke ifade biçimleri ve stres yaratıcı yaşam olayları arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Sonuçta, bastırılmış öfke ve stres yaratıcı yaşam olaylarının depresyonun en önemli belirleyicisi olduğunu; stres yaratıcı yaşam olayları ve bastırılmış öfkenin artması ile depresyonun artışı arasında ilişki olduğunu bulmuştur. Newman, Gray ve Fugua (1999) öfke ve depresyon arasındaki ilişkiyi incelemiş ve benzer sonuçlar bulmuştur. Bir diğer araştırma Bridewell ve Chang (1997) tarafından yapılmıştır. Araştırmada depresyon, kaygı ve düşmanlık belirtilerinin belirleyicisi olarak öfke içte, öfke dışta ve kontrol edilmiş öfke durumlarının rolünü araştırmışlardır. Sonuçta, içe dönük öfkenin depresyon ve kaygının belirleyicisi olduğunu tespit etmişlerdir. Ayrıca depresyon için, içe dönük öfkenin yanı sıra dışa dönük öfkenin ve cinsiyetin de belirleyici olduğu bulunmuştur. Ergenlerdeki madde kullanımı ve intihara yönelme davranışı ile içte ve dışta yaşanan öfke arasındaki ilişkisinin incelendiği araştırma Cautin ve arkadaşları (2001) tarafından yapılmıştır. Bu araştırmada psikiyatrik tedavi gören 92 ergenle çalışılmış ve içe yönelik öfke düzeyi yüksek olanların daha depresif oldukları ve ümitsizlik duygusu yaşadıkları bulunmuştur. Dışa yönelik öfke düzeyi yüksek olan ergenlerin, düşük olan ergenlere göre, alkolle ilgili problemleri daha fazla yaşadıkları ortaya

çıkmıştır. Benzer bir araştırma Lamb ve Pusker (1991) tarafından yapılmıştır. Ergenlerdeki öfkenin, depresyon ve intihar eğilimi ile ilişkisinin incelendiği araştırma sonucunda, intihar eğilimi olan deneklerin, daha yüksek öfke seviyesine ve daha zayıf öfkeyi kontrol beceri düzeyine sahip oldukları bulunmuştur (Aktaran: Danışık, 2005).

Ülkemizde, intihar olasılığı ile ilişkili olarak değişkenlerin hep birlikte ele alındığı kapsamlı bir çalışma bulunmaktadır (Batıgün ve Şahin, 2003). Bu çalışmada 14- 62 yaş arası bireylere gidilerek, çeşitli stres yaratan olaylar karşısında akıllarına gelen ilk çözüm yolunun ne olacağı sorulmuş ve akıllarına “intihar ederdim” seçeneği gelen bireyler ile başka çözüm yolları üretenler arasındaki farklılıklara bakılmıştır. Sonuçta, stresli olaylarla karşılaşan kişilerin intiharı ilk çözüm yolu olarak akıllarına getirme eğilimini ve intihar olasılığı ölçeğinden alınan yüksek puanları yordayan değişkenlerin; “yaş”, “öfke”, “problem çözme becerilerinde algılanan yetersizlik” ve “dürtüsel davranışlar” olduğu görülmüştür. Araştırıcılar bu bulgulardan hareketle, aşağıdaki gibi ifade edilen bir model önermişlerdir: “13-24 yaş arasında bulunan gençler, problem çözme becerileri açısından kendilerini yetersiz algıladıklarından, haksızlığa uğrama ve eleştirilme gibi olaylar ile karşı karşıya kaldıklarında, kendilerini engellenmiş hissedip öfkelenmektedirler. Bu yaş grubundaki gençler aynı zamanda daha da fazla dürtüsel olduklarından, stresli durumlar karşısında intiharı bir çözüm yolu olarak akıllarına daha sık getirebilirler, dolayısıyla intihar olasılıkları da artabilir. Bu nedenle, problem çözme becerilerinde yetersiz, dürtüselliği ve öfkesi yüksek olan öğrenciler tespit edilirse bunlar intihar açısından bir risk grubu olarak değerlendirilebilir”. Çalışmada ortaya çıkan bulgulara göre, kaçınan ve kendine güvensiz bir problem çözme yaklaşımına sahip olmak, ciddiye alınmama ve eleştirilme gibi durumlarda yoğun öfke yaşamak, bu öfkeyi pasif-saldırgan ya da saldırgan davranışlarla ifade etmek ve kişiler arası ilişkilerde yaşanan öfkeyi de daha çok içe atmak, intihar olasılığı açısından risk taşıyan özelliklerdir (Şahin ve Batıgün, 2009; Batıgün ve Şahin, 2003).

Öfke ve saldırganlığı engellemek ve bastırmak amacıyla kimi kez alkol, uyuşturucu ve uyarıcı maddeler kullanılır. Bunların kaygıyı azaltan etkileri, öfke ve

saldırganlık üzerinde de azalma yapabilir. Bu amaçla, bu maddeleri kullanmaya başlayan kişiler, kullandıkları maddeye önce alışır sonra onun tutsağı haline gelir. Bir müddet sonra, öfkeyi yatıştırmak amacıyla kullanılan maddelerin yoksunluğunda öfke ve saldırganlık ortaya çıkabilir (Köknel, 2005).

Sonuç olarak, kontrollü bir şekilde ifade edilmeyen öfke; fiziksel, sosyal, eğitimsel ve mesleki iyi hallerinde kişiye önemli derecede olumsuz etkilerde bulunmaktadır (Deffenbacher vd., 1996; Carter, 2010).