• Sonuç bulunamadı

E. İstihdama İlişkin Teoriler

3. Keynesyen İstihdam Teorisi

Modern İstihdam Teorisi, İngiliz iktisatçı (Lord) John Maynard Keynes’in ( 1891-1947) 1936 yılında yayınlanan İstihdam, Para ve Faizin Genel Teorisi ( The General Theory of Employment, İnterest and Money) başlıklı kitapla geliştirdiği analizdir. 2. Dünya savaşı sonrası dönemde adından en fazla söz edilen iktisatçı olan Keynes’in Genel Teori’de geliştirdiği analizin arka planında, Neo-Klasik modelin 1929 yılından itibaren gerçek dünyanın işleyişini açıklamakta yetersiz kalması yatmaktadır. Zira sanayileşmiş batı ekonomilerinin 1929 yılından itibaren yaşadığı durgunluk bunun 45 Ataman, s.62–63 46 Akyüz, s.67 47 Ataman, s.62–63

apaçık göstergesi olmuştur49. 1921’de İngiltere’de başlayan kriz, 1930’lu yıllardan

itibaren bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Piyasa ekonomileri işsizlik ve durgunluk gibi iki önemli mesele ile karşı karşıya kalmış ve bir çıkmaz içerine girmişleridir.50

Birçok sanayileşmiş ülkede var olan iktisadi düzen, etkili ve şiddetli bir kriz tarafından sarsılmıştır. Kriz ile birlikte İşsizlik oranları yüksek bir düzeye ulaşmış ve sürekli olarak artış kaydetmiştir51. Örneğin, “ABD’de 1929 yılında 315 milyar dolar olan reel GSYİH,

1933 yılında 222 milyar dolara gerilerken 1929 yılında %3,2 olan işsizlik haddi 1933 yılında %25 düzeyine yükselmiş ve böylece ABD’de çalışmak isteyen her dört kişiden biri işsiz kalmıştır52. İngiltere’deki bazı politikacılar, işsizliğin önüne geçmek için

bayındırlık işleri programını ileri sürmekteydiler ve Keynes de bu politikaları desteklemekteydi. Keynes, giderek daralan ihracat hacmini teşvik etmek amacıyla İngiliz Sterlini’nin, altınla konvertibilitesinin kaldırılmasını istemekteydi. Ayrıca iktidarda olan muhafazakar partinin uyguladığı iktisat politikalarının işsizlik oranını arttırdığını da iddia etmekteydi. Keynes’in bu görüşleri önceleri önemsenmedi. Ancak 1929’da ABD’de de başlayan ekonomik kriz İngiltere’ye etki etmesi sonucu İngiltere, 1931 yılında İngiliz Sterlinini devalüe kararı almıştır. Bu gelişmeyle, İngiltere’nin ihracatı artmıştır. Bununla birlikte İngiltere’nin en önemli rakiplerinden birisi olan Almanya’nın da bu zararları en aza indirmek için birkaç önlem almaya başlamasıyla Keynes’in düşüncelerin önemi artmıştır. ABD’de iktidarda olan Roosevelt’de bir dizi iktisat politikasını yürürlüğe koyarak ekonomik düzene müdahale etmiştir. Kamu harcamalarını arttırmak, ücretleri yükseltmek ve doları devalüe ederek ihracatı arttırmak gibi bazı politikaları uygulamaya koymuştur53. Avrupa ülkelerinde de geçerli olan ve

kısaca büyük bunalım( great depression) diye nitelendirilen ve Neo-Klasik modelin tam istihdam öngörüsü ( gayri iradi işsizliğin olmayacağı öngörüsü) ile çatışan bu somut durum karşısında; iktisatçıların, politikacıların klasik modele duydukları güven azalmış ve buna bağlı olarak iktisatçılar gerçek hayatın işleyişini-büyük bunalımı açıklamayı amaçlayan teorik düzeydeki en önemli ürünü, Keynes’in Genel Teorisi olmuştur.

49

Ünsal, s.32

50

Vural Fuat Savaş, İktisatın Tarihi, İstanbul: Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, 1997, s. 742

51

William J.Barber, İktisadi Düşünce Tarihi, Çeviren: İhsan Durdu, İstanbul: Metropol Yayınları, 2008, s. 235

52

Ünsal, s. 32

53

Gülten Kazgan, Türkiye Ekonomisinde Krizler ( 1921-2001) Ekonomi Politik Açıdan Bir İrdeleme, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s.203-204

Keynes Genel Teori’de bir ekonominin işleyişini “sektörler- piyasalar” kavramları temelinde incelemiştir. Serbest piyasa mekanizmasının kendiliğinden tam istihdamı( emeğin tam kullanımını) sağlamasının mümkün olmadığını, eğer ki sağlansa bile bunun tesadüfen gerçekleşebileceğini, tesadüfen sağlansa bile bunun sürekli olmayacağını ifade etmiştir. Keza tam istihdamın istisnai bir durum olduğunu genel durumun ise düşük istihdam olduğunu ileri sürmüştür. Keynes’e göre, hükümetlerin işsizliği azaltmak için piyasa mekanizmasının işleyişine “müdahale etmeleri” gerektiğini bunun içinde işsizlik merkezli bir “aktif iktisat politikası” üretmeleri ve uygulamaları gerektiğini ifade etmiştir54.

Keynes temelde Klasik ve Neo-Klasik iktisatçıların makro ekonominin işleyişine ilişkin görüşlerini eleştirmeyi ve çürütmeyi amaçlamıştır. Kısaca Klasik iktisadi düşünceyi başlıca şu açılardan eleştirmiştir:

- Klasik iktisatçılardan Jean Baptiste Say tarafından “ her arz kendi talebini doğurur” önermesi gerçek iktisadi yaşama uygun değildir. 1929 Büyük Buhran toplam talep yetersizliğinden kaynaklanmıştır ve toplam talep, klasik iktisatçıların iddia ettikleri gibi arzın bir fonksiyonu değildir. Aksine toplam arz, toplam talebin bir fonksiyonudur ve toplam talep tarafından yönlendirilir.

Keynes’e göre ancak “üretim ve istihdamın bütün düzeyinde toplam talep fiyatının toplam arza eşit olduğu noktada arz kendi talebini yaratacaktır”55. Keynes’in

Genel Teoride, 1929 büyük buhranın ortaya çıkardığı işsizlik ve yetersiz üretimin sebebi olarak “efektif talep” teki yetersizlikleri görmekte ve Say’in Piyasalar Kanunu’na (her arz kendi talebini doğurur) karşılık olarak “talep kendi arzını yaratır” görüşünü savunmaktadır. Bu görüşün gerisinde, talep yükseldiğinde bunun üreticilerin yatırım arzlarını da arttıracağı görüşü yatmaktadır56.

54

Ünsal 2007, s.33

55

Coşkun Can Aktan, Yeni İktisat Okulları, 2.Basım,Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2008, s.10

56

- Klasik İktisat Teorisinin savunduğu gibi ekonomi her zaman tam istihdam denge düzeyinde bulunamaz. Görünmez elin ekonomiye “kendiliğinden” müdahale etmesinin ve ekonominin daima “tam istihdam denge düzeyinde” olmasının imkanı yoktur. Tam istihdam seviyesinde oluşabilecek sapmalar neticesinde, devletin düzenleyici ve müdahaleci önlemler alması gerekmektedir. Keynes’e göre, “laises paire” politikası tutarsızdır. Devlet, toplam arz ve toplam talep arasında oluşan dengesizlikleri mali ve parasal araçlarla gidermesi gerekmektedir.

- Faiz haddinin, tasarruf ve tüketim fonksiyonlarını belirlemediğini, “gelirin” belirleyeceğini ifade etmiştir. Yani tasarruf, “gelirin bir fonksiyonudur”. Faiz hadleri ise para arzı ve para talebi arasındaki ilişkilere göre şekillenecektir.

- Klasik miktar teorisi geçersizdir. Para arzında meydana gelen artışları her zaman tamamı enflasyonist etki yaratmamaktadır. Para arzındaki artışların bir kısmı muamele amacı dışında, spekülasyon amaçlı kullanılır ve bu da paranın belirli bir süre harcanmadan elde tutulabileceğini ifade etmektedir57.

- Ücret düzeyinin düşmesi sonucu istihdam hacmi her zaman genişlemez. Zira üretim tekniği veri iken istihdam düzeyini, emeğin marjinal verimini ve reel ücreti belirleyen temel etken “efektif talep”tir58.

Keynes, istihdam teorisine toplam talep-toplam arz ve efektif talep kavramlarını kazandırmıştır. Toplam talep- Toplam arz kavramlarında, toplam arzı veri alırken toplam talep üzerinde yoğun çalışmalar yapmıştır59. Efektif talep ise “bir

toplumda çeşitli mal ve hizmetleri satın almak için fiilen harcanmış paraların miktarını ifade etmektedir”. Dolayısıyla da “milli gelire” eşit olacaktır. Keynes kısa vadeli istihdam seviyesini belirleyen toplam talebin toplam arza eşitlendiği seviyeye fiilen gerçeklemiş olan talep anlamında “efektif talep” demektedir60. Keynes genel teoride şu

tanımı yapmaktadır: 57 Aktan, s.10 58 Aktan ,s.11 59 Dirimtekin, s.206

“Efektif talep, müteşebbislerin elde etmeyi umdukları toplam gelirdir( ya da hasıla). Bu kavram cari istihdam düzeyinde diğer üretim faktörlerinin gelirlerini de kapsar. Toplam talep fonksiyonunu, çeşitli hipotetik istihdam hacimleriyle üretimden elde edeceği umulan hâsılat arasındaki ilişki kurar; efektif talep, toplam talep fonksiyonunun etkin olduğu noktadır. Arz koşulları ile birlikte ele alındığında, efektif talep müteşebbislerin kar beklentisini maksimize eden istihdam düzeyine uygun düşer”61

.

Keynes’in istihdam seviyesini şu şekilde özetlemek mümkündür.

İstihdam Seviyesi=Efektif Talep=Milli Gelir= Milli Hasıla=Tüketim Harcamalarına Yapılan Harcamalar+Yatırım Mallarına Yapılan Harcamalar

Keynes’in modelinde tüketim ve yatırım harcamalarının toplamı efektif talebi oluşmaktadır. Devletin efektif talebi bir araç olarak kullanması gerekmektedir. Bunu gerçekleştirirken ekonomik konjonktürü göz önünde tutarak tüketim ve yatırım harcamalarını azaltmalı- arttırmalıdır. Keynes; tüketim, tasarruf ve yatırım fonksiyonunu efektif talebin yaratıcısı olarak görmektedir. Tüketim fonksiyonu için; “tüketim bütün ekonomik faaliyetlerin tek amacıdır. İstihdam imkanları zorunlu olarak bir dereceye kadar toplam taleple sınırlıdır” demiştir62

. Tasarruf fonksiyonunun milli

gelirin artan bir fonksiyonu olduğunu, tasarrufların, faiz oranına bağlı olmadığını, gelir düzeyine bağlı olduğunu ifade etmiştir. Geliri yetersiz olan bir kişinin veya toplumun faiz oranı ne olursa olsun tasarruf yapma imkanı bulamayacağını da bu durumun gerekçesi olduğunu belirtmiştir. Bu bakımdan faizi, tasarruflarla yatırımları eşitleyen bir unsur olarak görmemiştir. Yatırım fonksiyonunu, “otonom” ve “uyarılmış fonksiyon” olarak ikiye ayırmıştır. Otonom yatırım fonksiyonunu, milli gelir değişmelerinden bağımsız olan yatırım şeklinde ifade etmiş ve uyarılmış yatırımları da milli gelirin artan bir fonksiyonu olarak ele almıştır. Tasarruf kararları ve yatırım kararları birbirinden bağımsız olduğu için tasarrufların yatırımlardan fazla olabileceğini ifade etmiştir. Bu durumda, gelirin tamamı harcanmamış olacaktır, yani harcamaların gelire eşit olmadığı

61

Aktan , s.11

durum söz konusudur. Bu bir kısım malların, talep yetersizliği nedeniyle bir kısım üretim faktörlerinin boşta kalacağını ifade etmektedir.

Keynes’e göre, girişimcilerin piyasaya ilişkin beklentileri istihdam düzeyinin az veya çok olmasını etkilemektedir. Eğer girişimciler ekonomideki tüm mal ve hizmetlere olan talebin ( toplam talep) satın alınabilecek olduğuna inanırlarsa, üretim yapacaklar ve böylece istihdam düzeyi de artmış olacaktır. Girişimciler yatırım kararlarını verirken, kullandıkları sermayeye ödedikleri faiz ile yatırım sonunda elde edeceği faydayı da karşılaştırırlar. Yatırım belli dönemler sonunda girişimciye sağladığı yarar yani sermayenin marjinal verimliliği faiz haddinden büyük ise girişimci yatırımı karlı bulacak, aksi durumda ise girişimci yatırım yapmaktan vazgeçecektir. Keynes genel teoride bu görüşlerini şu sözlerle desteklemektedir;

“yatırım oranındaki bir artış( azalış) tüketim oranında da bir artış ( azalış) doğuracaktır. Çünkü toplumun davranışı genellikle, gelirlerinin yükselmesi( azalması) halinde, gelirleri ve tüketimleri arasındaki açığı genişletme ( daraltmaları) temayülündedir. Yani tüketim oranındaki değişiklikler, genel olarak gelir oranındaki değişiklikler ile aynı oranda ve ancak miktar olarak azdır”63

Keynes, işçilerin cari ücret haddinden çalışmayı kabul ettikleri halde işsiz kaldıklarına ve sanayi kuruluşları da talep yetersizliği yüzünden boş kapasite ile çalıştıklarına göre bu durumun “eksik istihdam” durumu olduğunu ifade etmektedir. Eksik istihdamda, ekonomi potansiyelini tam anlamıyla kullanamadığı halde, toplam talep toplam arza eşit olmaktadır. Eğer ki toplam arz toplam talebe eşitse zaten denge kurulmuş demektir. Ancak bu denge tam istihdam dengesi değil eksik istihdam dengesidir. Keynes’e göre, bir ekonominin istihdam düzeyi o ekonomideki gelir ve harcama düzeyine bağlıdır. Gelirler yüksek olursa harcamalar yüksek olacak, harcamalar yüksek olunca da ekonomideki toplam talep de yüksek olacaktır. Bu durumda gerek özel kesim ve gerekse devler tarafından yapılan tüketim ve yatırım harcamaları o ekonomideki geliri ve dolayısıyla istihdam düzeyini belirlemiş olacaktır.

Keynes, Genel Teori’de 1929 Dünya Buhranının temel problemi olan işsizlik olgusuyla ilgili çalışmalar yapmış ve enflasyon olgusuyla ilgili çalışmaları ihmal etmiştir. Enflasyon olgusuyla ilgili olarak 1940 yılında “savaşı nasıl finanse etmeliyiz” başlıklı bir makale yayınlayarak “talep çekişli enflasyon” ve “maliyet itişli enflasyon” ayırımı altında bazı fikirler ileri sürmüştür. Ancak fikirlerini sistematize edemeden ölmüştür. Keynesyen iktisatçılar Neo-Keynesyen modelin kayıp denklem (missing equation) denilen bu eksikliğini, A.W.Phillips’in 1958 yılında yayınlanan ve İngiltere’de 1861–1957 döneminde işsizlikle nominal ücret hadleri arasındaki değişmeler arasında nasıl bir ilişki olduğunu inceleyen makalesinden yaralanarak gidermişlerdir64.

A.W.Phillips araştırmalarının ilk modellerinde enflasyon oranını fiili ve potansiyel gelir arasındaki farkla ilişkilendiren bir eşitlik kullanmıştır. Daha sonra ücret maliyetlerindeki artış oranı ile işsizlik düzeyi arasındaki ilişkiyi inceleyerek bu eşitliğin ampirik dayanaklarını araştırmıştır. 1958’de İngiltere bu iki değişken arasında 100 yıldır istikrarlı bir ilişki bulunduğunu bildirmiştir. P.A.Samuelson ve R.Solow, Phillips’in söz konusu çalışmasından hareketle işsizlik haddi ile enflasyon haddi arasında ters yönlü bir ilişkinin olduğunu ileri sürmüştür. İlişki, dünyanın ilgisini çekerek “Phillips Eğrisi” adını almıştır65

.

Phillips Eğrisi, ücret değişikliklerinin birim-emek maliyetlerini değiştirerek kısa dönem toplam arz eğrisini (SRAS) kaydırma hızı hakkında ampirik verilere dayanan bir açıklama sağlamıştır. Phillips’in aradığı ampirik ilişki işsizlik ve ücret oranları arasındaydı. Bunu aramasının nedeni emek piyasasındaki talep baskıları hakkında işsizliğin çıktı açıklarından daha iyi bir ölçü olduğunu düşünmesiydi. Phillips, çalışmasını 19.yy’ın ortalarına kadar götürmek istemiştir fakat çıktı açıklarındaki veri eksikliği bunu engellemiştir. Bununla birlikte, Phillips Eğrisinin ücret değişiklikleri ile çıktı açıklarını ilişkilerinden bir eğriye dönüştürülebileceğini düşünmüştür. Çünkü

64

Ünsal, s.34

işsizlik ve açıklar arasında “negatif” bir ilişki vardır. Resesyoncu bir açıkta yüksek işsizlik, enflasyonist bir açıkta ise düşük bir işsizlik bulunmaktadır.66

Sonuç olarak Keynes’in ortaya koyduğu teori 1970’li yıllara kadar dünya ekonomisinde yaygın olarak genel kabul görmüştür. Ancak 1980’li yıllara gelindiğinde gelişmiş ülkelerde baş gösteren değişik ekonomik problemler Keynesyen Teori ile çözüm bulamamış ve yeni teorilerin gelişmesi kaçınılmaz olmuştur.