• Sonuç bulunamadı

ketinin başarısız kalması, toplumun temel yapısının, bir önce

Merkezin gücünün inişli çıkışlı bir evrimden geçmesine rağ­

men, köylülüğün bağımsız konumunu sürdürınesini mümkün kılan maddi şartlan ileride ele alacağız. Burada ise, hakim ni­

teliği küçük köylülüğe bağlı olan bir tarımsal yapının, sınıf ya­

pısının dönüşümü üzerindeki etkilerine değineceğiz.

Dış

pa­

zarlarla ilişkinin hızla artmış olduğu

19.

yüzyılda, ayan hare­

ketinin başarısız kalması, toplumun temel yapısının, bir önce­

ki yüzyıla göre klasik dönemine daha fazla yakl.aşmış olması

15 inalcık, "Centralization and Decentralization", Ö.L. Barkan, "Türk Toprak Ta­

rihinde Tanzimat ve 1274. (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi", Türkiye'de Top­

rak Meselesi, lstanbul, 1980 (ilk yayımlanışı 1940).

16 Kemal H. Karpat, An lnquiry into the Sodal Foundations of Nationalism in the OUoman State: From Millets to Nations, from Estates to Social Classes, Center of lnternational Studies, Princeton 1973.

28

demekti. Büyük çiftliklerin sayısı 16. yüzyıla göre belki daha fazlaydı, ama bunlar milyonlarca küçük işletme arasında bo­

ğulmuşlardı. Daha da önemlisi, toprakların çitlenerek az sayı­

da elde toplanmamış olması, ücretli işçiliği veya boğaz toklu­

ğuna çalışmayı kabul edecek mülksüzleşmiş bir köylülüğün mevcut olmaması demekti. Dolayısıyla, kapitalist tanına veya plantasyonlara elverişli şartlar yoktu. Büyücek çiftliklerdeki ortakçılık ise, bağımsız üretimin şartlarının yeniden üred1me­

sindeki güçlüklere bağlıydı. Bu güçlük topraksızlıktan değil, köylünün elindeki çift hayvanlarını veya tanın araçlarını kay­

betmesinden kaynaklanıyordu. Köylünün elinden toprağı alı­

namadığı veya yeni topraklar üzerinde üretim yapılabildiği su­

rece, hem ücretli işçi hem de ortakçı kıtlığı olacak, dolayısıyla tarımda büyük ölçekli üretim de pek görülmeyecekti.17 Maddi şartların büyük ölçekli üretimin sürdürülmesine elvermemesi, Mora'dan boş arazide üretim yapacak ortakçı köylülerin geti­

rilmesi örneğinde olduğu gibi, 19. yüzyılda pek çok vesilelerle görüldü. Batı Anadolu'da ihracata yönelik kapitalist çiftlikler kurmayı deneyen müstakbel kolonyalistlerin bir teşebbüsü buna bir örnek olarak verilebilir. Bu müteşebbisler işleyecek

toprağı kolayca bulabildiler; ama işçiler yüksek ücret istiyor­

lar, kendilerini işe uzun süreyle bağlamıyorlardı. Genellikle güvenilir değillerdi.18 Elde bulunan veriler, 19. yüzyılın büyük bölümü boyunca ve Birinci Dünya Savaşı'na kadar Anadolu'da köylerdeki ve şehirlerdeki ücret düzeylerinin lngiltere'deki üc­

retlerin yansı civarında olduğunu gösterınektedir. Oysa, kişi başına gelirlerdeki fark çok daha fazlaydı.19

Büyük ölçekli ticaı1 tanın işletmeleri kurıııanın güçlüğü, La­

tin Amerika tarzında bir toprak oligarşisinin niçin gelişmedi­

ğine işaret eder. Ticarete yönelik bir toprak sahibi sınıfın

yok-17 Bu tezin bütünü için bkz. Ç. Keyder. "The Cycle of Sharecropping and the Consolidation of Small Peasant Ownership", ]oumal of Peasant Studies, Ocak­

Nisan 1983.

18 O. Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye'ye Girişi, İstanbul, 1974, s. 99-115.

19 C. Issawi, The Economic History of Turkey 1800-1914, Chicago, 1980, s. 38; bu konuda aynca bkz. K. Boratav, G. Ökçün, ve Ş. Pamuk, "Wages in Turkey", Review, Kış 1985.

29

luğunun beraberinde getirdiği daha da önemli bir sonuç var­

dır. Bu sonuç 19. yüzyılın ideolojik atmosferinde öylesine önem kazanmıştı ki, bunun Türkiye'deki milli hareketin mev­

cut biçimiyle ortaya çıkmasının en önemli nedeni olduğu ileri sürülebilir. Artık ürünü ve bunun mübadele araçlarını ellerin­

de toplayan az sayıda ve ticarete yönelik toprak sahibinin ol­

duğu bir durumun tersine, Osmanlı lmparatorluğu'nda pazar­

lanan artık ürünün küçük üreticiler arasında yayılmış olması, ticari faaliyetin de paralel olarak yaygınlaşmasını zorunlu kılı­

yordu. Bu nedenle, dünya pazarına yönelik ürünlerin dolaşı­

mında rol oynayan kalabalık bir aracılar sınıfının varlığı gere­

kiyordu. Köy düzeyinden başlayıp büyük ticari limanlara ka­

dar yayılmış olan irili ufaklı tüccarlar, köylülerin ürettiği artık ürünün alım-satımıyla uğraşıyorlardı. Pazan denetlemeye ye­

tecek büyüklükte bir artık ürüne el koyan büyük toprak sa­

hiplerinin (oligarşinin) olmaması, ticaret sermayesine nitel bir önem kazandırdı. Ticaret sermayesi, gerek yaygınlığından ötü­

rü, gerekse büyük işletmelere değil de köylü üretimine eklem­

lenmiş olması nedeniyle, tanının dünya pazarlanyla bütünleş­

miş olduğu bölgelerde hakim unsur olarak gelişti.

Tüccarların faaliyetinin mevcut artık ürünün alım-satımıyla sınırlı olmadığını belirtmek gerek. Köylü üreticilerin istenen ürünleri üretmeye özendirilmesi, kandınlması veya zorlanma­

sı gerekliydi. Tüccarların siyasi otoritenin adına hareket ettiği kolonilerde, angarya veya yeni vergiler yoluyla köylüyü yö­

neltmek mümkün oluyordu. Oysa, Osmanlı lmparatorlu­

ğu'nda devlet sınıfı ile tüccar arasında bir çatışma vardı. Köy­

lülüğün kendi kontrolünden çıkıp pazara kayması, bürokrasi­

nin isteği hilafına oluyordu. Köylü üreticilerin ihracata dönük ticarileşmesi, siyasi otoritenin desteğiyle değil, siyasi otoriteye rağmen gerçekleşmişti. Bu süreç içinde ticaret sermayesi ile te­

feci seı ıııayesi güçlü bir ittifak içindeydi. Büyük tüccarlardan aldıklan avansları kullanan küçük tüccarlar, köylülerle hasat­

tan sonra veya üretim tamamlandığında teslim edilecek ürün için anlaşırlardı. Bu durumda tüccar aynı zamanda tefeci işle­

vini de görüyordu. Tefeciliğin köylü toplumlannda yol açması 30

beklenen sonuçlar böylece ortaya çıku: Borçluluk yüksek faiz oranlarına, bağımlılığa ve tefeciye duyulan ihtiyacın daha da artınasına yol açtı.

Ticaret sermayesi ile para sermayesi, yani ticaret ve borç ver­

me işlevleri, her zaman aynı kişide birleşmiyordu. Ayanın ver­

gi toplamadaki hakimiyetinin kırılmasından sonra, iltizam, devlete ödünç verilen para üzerinden faiz kazanmanın yaygın bir yolu olmuştu. iltizam genellikle bir kredi zinciri yoluyla iş­

lerdi: lstanbul'daki büyük bir banker belli bir. bölgede bazı ver­

gileri toplama hakkım elde edip bu hakkı başkalarına devre­

derdi. 20 Vergi toplama hakkının bu şekilde devredilmesi sonu­

cunda, vergiyi fiilen toplayan kişinin kasabalı bir zengin, belki de bir tefeci olması mümkündü. Bu silsilenin, ticaretin devre­

leriyle bütünleşmiş olsun ya da olmasın, çok sayıda kişiyi içine aldığını anlamak zor değildir. iltizam yapısı içinde çok sayıda para ser ınayedannın yeralmasını mümkün kılan, merkezi oto­

ritenin vergi toplama hakkım büyük toprak sahibi bir sınıfın hakimiyet teşebbüsüne karşı savunabilmiş olmasıydı. Böylece küçük köylü ile para sermayesi karşı karşıya kalıyordu.

19. yüzyıldaki yaygın inanca göre, mal ve para ticareti imparatorluğun gayrimüslim tebaasına özgü işlerdi. Rumların ticaretle, Ermenilerin ise borç vermekle uğraşuğı bir iş bölü­

münün olduğu varsayılırdı. 21 Sağlam istatistiki veriler bulun­

mamasına rağmen, bu izlenimin geçerliliğini gösterecek tarih­

sel nedenler üzerinde düşünebiliriz. 18. yüzyıl boyunca ger­

çekleşen bazı temel kurumsal yenilikler Osmanlı imparatorlu­

ğu ile Avrupa devletleri arasında eşitsiz bir ilişki yapısı

oluş-20 İltizam uygulaması imparatorluk kadar eski olmakla birlikte bazı parasal tah­

sislerle sınırlıydı. Bütün devlet gelirlerine uygulanması ve buna paralel olarak merkezi otoritenin zayıflamasıyla, ütizamın toplumsal yapıya ilişkin etkileri daha çok önem'kazandı. Örneğin bkz. R. Owen, The Middle East in the World Economy, 1800-1914, Methuen, Londra 1981, s. 10-21; aynca D. Quataert,

"Agricultural Trends and Government Policy in Ottoman Anatolia, 1800-1914", Asian and Af rican Studies, cilt XV, sayı 1, 1981.

21 Osmanlı lmparatorluğu'nu gezen yabancıların çoğu bu işbölümüne değinmiş­

lerdir. Bu konudaki klasik makale için bkz. A.J. Sussnitzki, "The Ethnic Divi­

sion of Labor", C. lssawi (der.), The Economic History of the Middle East, Chi­

cago 1966, s. 115-24.

31

tuıırıuştu. Başlangıçta sarayın

dış

iktisadi ilişkiler üzerinde sı­

kı bir kontrol sürdür ırıesini sağlayarak uzun bir süre Osmanlı devletinin amaçlarına hizmet eden kapitülasyon rejimi, 18.

yüzyıla kadar mutlak iktidarın elinde bir araç olarak kalmışn.

Padişahlar, bu yolla yabancı devletlere tek taraflı ayrıcalıklar bağışlayabiliyorlardı. Teorik olarak bu ayrıcalıklar geri alınabi­

liyordu ve padişahın ölümü üzerine yeniden müzakere edil­

meleri gerekiyordu. 18. yüzyılda imparatorluğun Avrupa devletler arası sistemine yavaş yavaş kaulması sonucu, Os­

manlı padişahları, yeniden müzakere edilmesi gerekmeyen iki taraflı anlaşmaları kabul etmek zorunda kaldılar. Bu ikili an­

laşmalar, ·Banlılara imparatorlukta tanınan haklar karşılığında, Osmanlı tebaasının Avrupa'da aynı haklarla ticaret yapabilece­

ği şeklindeki bir mütekabiliyetin kabul edilmesi demekti. 22 Aynı anlaşmalarla, yabancı elçilerin kendi uyruklarından olan topluluklar içindeki ticari işleri yönetme ve hukuki sorunları halletme hakkının kapsamı genişletilerek, bazı ülkelerin uy­

ruklarına Osmanlı kanunlarına tabi olmama hakkı tanınmışu.

Böylece, Avrupa devletlerinin elçilerine hükümranlık haklan veren ve kendi ülkelerinin pasaportlarını taşıyanları himaye etmelerini mümkün kılan bir .sistem oluşturuldu. Bu sistem, Osmanlı devletinin meşruluğunu yıkma tehlikesi taşıyan, siyasi otoritenin erişemeyeceği bir konumda bulunan gerçek veya sonradan edinilmiş milli kimlikler yaratan, patlamaya ha­

zır bir durum yaratn. Himaye altındaki gruplar yerli halkın el­

de etmeyi umamayacağı ayrıcalıklardan ve muafiyetlerden ya­

rarlandığı içindir ki, Osmanlı kanunlarına tabi olmamaları, kapaulamayacak bir toplumsal uçurum oluşturdu.23

Bir yandan Osmanlı devletinin gittikçe zayıflaması, öte yan­

dan Avrupa kamuoyunun padişahı ve onun kanunlarını mut­

lakıyetçi bir zorbalık örneği olarak göııııeye başlaması sonucu, Avrupa ülkelerinin elçileri imparatorluğun Hıristiyan

uyrukla-22 T. Naff, "Ottoman Diplomatic Relations with Europe in the Eighteenth Cen­

tury: Pattems and Trends", T. Naff ve R. Owen (der.), Studies.

23 A.g.e., s. ı00-103. Nasiın Sousa, The Camitulatory Regime of Turkey (Baltimo­

re,

1933)

bu konudaki hala en kapsamlı incelemedir.

32

nna korunmalı statü vermekte daha cömert davranır oldular.

Daha 18. yüzyılda imparatorluğun sonradan kaybedeceği top­

raklarda Avusturya'nın yaklaşık 250.000 kişiye ayrıcalık belge­

leri dağıtmış olduğu sanılıyor. Genellikle elçiler, Rumlara, Er­

menilere, Levantenlere, kendilerini Osmanlı uyruğundan kur­

taracak "yüz binlerce pasaport" dağıtmak veya satmakta sakın­

ca görmediler. 24 19. yüzyılda bir yandan eskiden Osmanlı uy­

ruğuyken pasaport alınış olanlann sayısı artarken, bir yandan da kolay kazanç ve kanunların sınırlamadığı bir kapitalizmin çekiciliğine kapılan göçmenler, Akdeniz'in her yanından gele­

rek Osmanlı liman şehirlerine yerleştiler. Özellikle Kının Sa.,.

vaşı'ndan sonra bu şehirlerdeki göçmen nüfus arttı. içlerinde önemli bir lümpen tabaka barındıran göçmenlerin yararlan­

dıklan hukuki muafiyet, her türlü belediye refoırrıunu ve yol­

suzluklan önleme girişimini etkisiz kıldı.25

Batı'yla yapılan ticaret arunca, Avrupalılar ticari işlemlerin düzen içinde yürütülmesine elverecek kurumsal bağlamı sağ­

lamaya çalıştılar. Onlara göre temel bir şart, sözleşmelerin uy­

gulanmasını mümkün kılacak hukuki bir yapının tesis edilme­

siydi. Bunun iki yolu vardı: Ya toplum iki ayn parça halinde yönetilecek ve bu parçalardan biri Osmanlı müdahalesi dışın­

da kalacaktı -ayrıcalıklar vererek Osmanlı kanunlanndan mu­

afiyet kazandıran sistemin mantığı buydu- ya da hukuki-ku­

rumsal yapıyı toptan değiştirecek reformlar yapılacaktı. Birin­

ciyle beraber ikinci yolu kabul ettirme çabalan da etkin biçim­

de yürütüldü ve bu çabalar Tanzimat hareketiyle doruğuna ulaştı. 1839, 1856 ve 1867'de Saray bazı yurttaş haklanm, iba­

det özgürlüğünü, özel mülkiyetin bir ölçüde

dokunulmazlığı-24 Naff, a.g.e., aynca R Davidson, "Nationalism as an Ottoman Problem and the Ottoman Response", WW Haddad ve W Ochsenwald (der.), Nationalism in a Non-National State: The Dissolution of the Ottoman Empire, Ohio, U.P., 1977;

Kının Savaşı sıralarında lstanbul'daki yüksek konsolosluk mahkemesi hakimi

olan bir Ingiliz konsolosu sonraları Doğu Akdeniz'de "lngiliz himayesindeki

uyruklar adı verilenler sayısının bir milyona yakın olduğunu yazmışu". s. 42.

Osmanlı hüküıneti yabancı devletlerin himayesinde olanlara ilişkin yönetme­

hkler çıkararak suiistimali önlemek istedi, (a.g.y.) ancak başanlı olamadı.

25 S.T. Rosenthal'ın son derece ilginç çalışmasına bkz. The Politics of Dependency:

Urban Reform in Istanbul, Greenwood Press, Westport, 1980.

33

nı ve yabancıların mülk sahibi olması hakkını tanımaya hazır olduğunu ilan etmek zorunda bırakıldı.26 Yine de, ticaret geliş­

tikçe Avrupa pazarları ile yerli üreticiler arasında başlıca bağı kuranlar. Hıristiyan ve Levanten nüfus oldu. Avrupa şirketleri­

nin liman şehirlerinde· açılan acenteleri, aracı olarak gayrimüs­

lim Osmanlı uyruklannı çalıştırdılar (ve. bunlann bazılan bu şekilde yabancı ülkelerin pasaportlannı aldılar) . Bu işleyiş bi­

çimi Müslüman tacirleri giderek safdışı etti. Avrupalı tüccarlar Hıristiyanlarla

yapmayı tercih ettikleri gibi, yabancı pasa­

port taşıyan Hıristiyanlann konsolosluk hukuk sistemi çerçe­

vesinde dava edilebileceğini de biliyorlardı. Ödünç para piya­

sasında da benzer bir seçme süreci işlemekteydi. iltizam siste­

minde dolaşan büyük paralar, çoğu zaman ya doğrudan ya­

bancılann kontrolündeki bankalarla ya da topluca Galata ban­

kerleri adıyla bilinen İstanbullu zengin sarraflarla ilişkiliydi.

Bu durumda da, hem öznel duygular hem de nesnel şartlar, serıııaye ile fiili üreticiler arasındaki bağlanulann gayrimüs­

limler yoluyla kurulması sonucunu veriyordu.

Durum böyle olunca, 19. yüzyılda Osmanlı lmparatorlu­

ğu'na gelen yabancılann, Müslümanlann ticari zihniyetten yoksun olup, yalnızca toprak işlemeye yatkın olduklan, Rum­

ların ve Ermenilerin ise çalışkan ve ileri görüşlü olduklan yo­

lundaki izlenimlerine şaşmamak gerek. 19. yüzyıla gelindiğin­

de, imparatorluğun gayrimüslim nüfusunun bir bölümü, köy­

lü üreticiler ile yabancı serıııaye arasındaki bağlantıyı kuran bir komprador sınıfına dönüşmüştü. Ayanın yenilgisiyle, top­

rak sahibi bir oligarşinin doğması önlenmişti; bürokrasi ise merkezi otoritenin yeniden tesis edilmesi öncesindeki döneme

26 Reform hareketi üzerine pek çok çalışma

v

ardır

:

R Davidson,

Reform in the Ottoman Empire, 1956-1976,

Princeton,

1963;

F.E. Bailey,

British Policy

and

the Turkish Reform Movement,

Harvard, 1942; C. Findley,

Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire, Princeton, 1980.

S.J. Shaw ve E.K. Shaw,

History of the Ot­

toman Empire

and

Modern Turkey,

cilt il:

Reform, Revolution

and

Republic

bu konuda yararlı bir incelemedir. Türk tarihçilerin çoğu reform hareketini ya modernleşmenin başlangıcı sayıp alkışlamışlar ya da emperyalist bir manevra

sayıp küçümseınişlerdir. Solda revizyonist bir görüş açısı için bkz. 1.

Ortaylı, lmparatorlugun En

Uzun

Yüzyılı,

lstanbul,

1983.

34

göre daha etkindi. Bu yüzden, 19. yüzyıldaki sınıf yapısının, bağımsız köylü üreticiler ile bürokrat sınıftan oluşan klasik bir

tarımsal imparatorluğun dünya ekonomisiyle bütünleşmesi sonucu ortaya çıktığı söylenebilir. iktisadi bütünleşmenin ger�

çekleşmesini sağlayan mekanizmaları işletenler ise çoğunlukla imparatorluğun gayrimüslim nüfusuydu. Böylece, dini ve et­

nik öğeler sınıf farklılaşmasını örtecek işlev kazanıyordu. Bu nedenle, sınıf oluşumu siyasi ve ideolojik belirlemelerin ikti­

sadi zeminle kesiştiği karıııaşık bir süreç içinde gerçekleşti. Bu süreç içinde, imparatorluğun son yıllarındaki sınıf haritası köylüler, bürokratlar ve kompradorlar (köylüler genellikle sessiz kaldığından özellikle bürokratlar ve kompradorlar) ara­

sındaki etkileşimlerle çizildi. Bu etkileşimi tarihi gelişmesi içinde araşuıınak için Osmanlı lmparatorluğu'nu dünya siste­

mine bağlayan mekanizmaların tespiti gerekli, il. bölümde bu­

nu yapacağız.

35

,

iKiNCi BÖLÜM

Benzer Belgeler